Tonight I shall be sleeping in a railway carriage.....or more precisely, in a converted goods wagon. There wasn't room in the original railway carriage to house the bedroom and bathroom, so a separate wagon was added onto the end, with just a few steps in between. 

The last time I saw this wagon it had just been delivered from the salvagers and was in it's raw untouched state, albeit remarkably well preserved. My friends Chris and Annie Stanford have just spent the last year turning this relic from the past into the most romantic and cosy holiday retreat. 


And now it is my privilege to spend the next three nights in this home-from-home, and I hope you will read along as I share with you my experience!


Annie is a botanical artist but also loves to work with fabrics, as is evident in these lovely stitched pictures and all the carefully chosen soft furnishings. 



 Chris and Annie live in the tiny village of Cucklington, Somerset, just at the point where the three counties of Wiltshire, Dorset and Somerset meet. Their garden looks down over the Blackmore Vale; a more bucolic vision of England's glorious landscape is hard to imagine!

From the bedroom double doors open out onto a patio and a beautifully maintained terraced garden, entirely private and not overlooked.



Annie has such an eye for detail and makes each guest who comes to stay feel especially welcome with a basket full of local Somerset cider, bread, cheese, eggs, cream, jam and her own homemade scones..... there were four scones originally, but I'm afraid one of them has already been scoffed!

Another instalment shall follow tomorrow!
xxx

Fahri bey çıkmazı # 5 #








Ah bu Erkekler...

 Babamlar kızmasın diye telefonu titreşime alıp  televizyonu  açtım babamlar çoktan yatmış...
Ciddi miydi , değil miydi diye düşünürken tekrar uyumuşum,Ne kadar uyudum bilmiyorum yine telefon yastığın atında zonn zonn diye titreyişine  uyandım  ,baştan deprem oluyor sanıp neredeyse kendimi kanepenin altına atacaktım, telefonum olduğunu anlamam çokta zamanımı almadı ,tek gözümün de yarısını açıp kimin aradığına ve saate baktım ...

Uyuyalı henüz yarım saat bile olmamış ve tolga beş defa aramış,üç mesaj atmış.
 Telefonu açmamla isyana ,veryansına başladı,ne biçim insan mışım da o bana kalbini açmış ta bir daha yaparsam son olurmuş ta, ailesine  gidin dese hemen gelir istermişler...
'' Sus be sus ne istiyorlar komşudan tuzmu istiyorlar ,tabağı boş vermesinler geri''dedim...

saçmalıyorsun diyor bana saçmalayacağım tabii günün stresi yol yorgunluğu birde  onun ergen çocuk gibi tripleri ne bekliyor ki.
 böylece çok  yatmadan önce  saniyelikte olsa aklımdan geçen soru cevap bulmuş oldu, tolga beni  bırakmamış,hiç bırakacağı da yok... Seviyorum diyor çocuk,yapacak bir şey yok, 
Aşka saygımız var yeşillensin bakalım nereye kadar!,

Ailemle güzel bir hafta sonu geçirdim halam ve kuzenim geldi,kuzenim erkek arkadaşından ve halamın ona yaptığı baskılardan bahsetti,bize gelirken onu tembihliyormuş sakın ekine anlatma annesine ,annesi de herkese anlatır seni rezil eder ,diye Kötü bir şey yapıyormuş gibi ne var bunda erkek arkadaşı varsa gece  gezmelerine çıkarsa çokta umrumuzda...

İstanbul'a dönüşüm anne gözyaşları,baba nasihatleri eşliğindeydi
 babam   ikinci el bir telefon ve bir hat almış ''buna kontör attırırım ben ara çantanda taşı kızım çıkarma sözmü? ''
''ya ne gerek var baba uffss''
  Kaşları çatıp dik dik bakınca olur anlamında başımı sallayıp, gıkımı çıkarmadan çantama attım telefonu..
Yorucu bir yolculuk sonrası...
 Bahçenin kapısına geldiğimde  biride bahçeden çıkıyordu,tuhaf bir kadın üstü başı leş gibi  hava güzel olmasına rağmen kahverengi bir pardösü, saçlar bele kadar, belli ki en son  bayramda taranmış, üstü başı pis,gözlerim hemen müyesser ablayı aradı , hayriye abla  kapısının önündeki çiçekleri suluyordu ,gel kız gel korkma ,ne o  yeni doğmuş kedi yavrusu gibi  bakıyorsun, yeni kiracımız hayırlı olsun deyip bir kahkaha attı...

 ne biçim kiracı bu be çöpçüde çöp olarak mı çalışıyor,deyince ben dahada derinden  bir kahkaha attı evet kız yeni kiracımız  karton topluyor...
 hobaaa bir bu eksikti bu müyesser abla evi kiraya vereceğim diye çeşit çeşit insanları dolduruyor bahçeye,of ya tamam oda ekmek parası da nedir kimdir yolda görmüş ev arıyorum demiş oda almış getirmiş  ölen annesinin eşyalarını vermiş ,yiyecek vermiş,inşallah iyi biridir...
Akşam üstü çarşıya gidip biten makyaj malzemelerimi almaya karar verdim ,ekmek almaya  yirmi metre ilerideki bakkala gitmeye üşenip makarna pişiren ben aradığım   markadaki göz kalemini bulamayınca ,otobüse binip  avm ye gittim, tam buldum bu defada kasadaki gıcık kız  bozukluk yok paranızı bozdurun yada kart rica edeyim demez mi! 
Zaten kabarık saçları tülü tülü benden önce biri yolmuş belli, bende yolacağım,bir hışım kapıya çıkıp  gözüme kestirdiğim kibar görünümlü bir beye bozukluğu olup olmadığını sordum,yüzüme bakıp ayıp ayıp genceciksin dilenmeye utanmıyor musun? demez mi! hay Allah'ım  paramı bozar mısınız? diyecektim müsaade bile etmedi. bir bayana sordum oda yaptığı bütün alışverişleri hiç parasının kalmayışını akşama evde yemeğinin olmadığını eşinin birazdan işten geleceğini anlattı çokta umrumda...
 karşı dükkanda ben yaşlarda bir   erkek gülerek yaklaştı olup bitene şahit olduğu  gülümsemesinden belli ediyor,ben yardımcı olayım dedi,paramı bozdu...
 Ne kadar kibar gözlerim hemen  parmaklarına gitti hmm yüzük yok bekar mı ki acaba? diye düşünürken
 karşı taraftaki  bijuteri bizim kartımı vereyim her zaman beklerim diye resmen asıldı,alıcı bir gözle baktım hiç tipim değil
 bet bu yahu .

 Neden  bu erkeklerin kibarları bet ,yakışıklıları  megaloman oluyor! nihayet istediğim kajal kalemimi alıp  mutlu mesut eve geldim... 
Tolganın ısrarlarına dayanamayıp gece pizza yemeye gittik eve geldiğimde çok geç değildi bende hemen bilgisayarımı açıp  mehmet arayışına girdim, bu defada Konya'dan biriyle tanıştım, Bursalıymış o da ,resmi yok hikayemi anlatıp resim yollamasını istedim o benim demez mi! kalbim duracaktı neredeyse,oda heyacanla sen bana resimlerini yolla değişmiş misin?  numaranı ver sesini duyayım,dedi ...
 O yaşlardaki resimlerime bakayım dedim ,
ama biraz açık resimler olsun  deyince niyetini anladım  nasılda hemen inandım sapıkkkk! 



Eksik Kalmış Bir ''Sütçü Hikayesi ''


   Kulakları sağır edecek bir gök gürültüsü ile başlayıp bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla devam etseydi gün kendimi bir filmin içinde hissedebilirdim.
   Ama öyle olmadı o sabah da üst komşumun matkap sesiyle uyandım o sabah da bugün ne giysem diye düşündüm o sabah da otobüsü kaçırırsam diye bilindik acelemle çıktım evden.
   Sokağın köşesine geldiğimde beyaz küçük bir arabanın arkasında dizdiği beş litrelik plastik su şişeleri ile kilosu iki liraya süt satan sütçüyü gördüm. Bu her sabah gördüğüm bir manzara değildi ama şaşırmadım nedense. Aklıma ilk gelen şey insanların nasıl olup da sütü sevebildikleri oldu. Ben sütü düşündüğümde hep yaptığım gibi yüzümü buruşturdum ve içimden aman kek falan yapıyorlardır dedim başka insanların da süt sevmediğine ikna olmalıydım çünkü, oldum da . Sonra küçükken kapıya gelen sütçüyü hatırladım uzun zayıf ve siyah saçlı bir adamdı.Apartmanın en üst katında otururduk ve sütçü elinde süt dolu güğüm ile dört katı çıkardı ve ben bunu pek tabi o sabaha kadar fark edememiştim . İçimde büyük bir saygı uyandı çocukken bize süt getiren sütçüye ekmeğini taştan çıkarıyor sayılırdı kim bilir ne kadar yoruluyordur.
     

  * Neden yarım kaldı acaba, neden yazmaya başladım, neden vazgeçtim. Nasıl tamamlamam gerekirdi ? Tamamlanmaması gerekiyordu belki de. Evet evet bu hikaye  yarım kalmak  üzerine demek ki. Demek ki tamamlanmaması gereken bir hikayenin  unutulmuş süsü verilen bir kaydı bu. O zaman süte ve sütçüye ve de hikayeye saygıyla deyip susmak gerekir. Yarım kalmayı seçmiş bir hikaye karşısında başka ne yapılabilir ki ?  









İç Ses - 12

 
Yan apartmandaki komşu balkonunu yıkıyor.
 
Köpürte köpürte deterjanlarla hem de;  bu önemli bir iş çünkü bütün kış boyunca açılmamış balkon kapısı açılacak, artık balkonlarda yenecek yemek sonrası  karpuzları ve kahveler balkonlarda içilecek.
  
Komşunun balkonunu yıkayışını izlerken aklıma tam beş yıl önceki bir mayıs akşamı geldi. Annem ve babam balkonda oturuyordu kahvelerini içmişlerdi, kim bilir neler konuşuyorlardı muhtemelen bize bağlı planlar yapıyorlardı. Ben de odamda test çözüyordum üniversite sınavına hazırlanıyordum çünkü ; ara verdim sanırım ki annemlerin yanına geldim bir tabure aldım oturdum masanın yanına. Ne konuştuk ne kadar konuştuk daha sonra odama gidip ders çalışmaya devam ettim mi yoksa uyudum mu hiç hatırlamıyorum. Sadece karanlık gök yüzündeki bir kuşu hatırlıyorum martı olabilir emin değilim. Kafamı kaldırdım kuşa baktım ve ‘’ Allahım şu kuş gibi özgür olacağım günler gelecek mi ‘’’dedim. O anı , o duyguyu ,o kuşu ve gökyüzünün o siyahını hiç unutmuyorum. Alelade bir an gibiydi oysa meğerse değilmiş.
   
Üniversite sınavı bitti, hazırlık, birinci yıl, ikinci yıl  derken işte son yıl geldi. Geçen beş yıl içinde kuş gibi özgür hissettiğim de oldu, kırk kilitli zindanlarda tutsak hissettiğim de . Bir sürü şey öğrendim, defalarca hayal kırıklığına, umutsuzluğa kapıldım. Korktum. Umutlandım. Yaşadım işte herkes gibi herkes kadar.  
    
 Komşum yıkadı balkonunu mis gibi oldu belki bu akşam yemeği balkonda yerler.
      
Belki bu yaz herkes yemeklerini balkonlarında şenlikle yer.
      Belki bu yaz başka  kuşlar  geçer tepemden göğün rengarenk olduğu bir vakitte .
      Belki bu yaz da …  




Fahri bey çıkmazı # 4 #


Ters bir gün...

 Haftanın son günü ve  zorla uyandım, hastaneye gitmesi zor gelmese gidip rapor alacaktım...

 İstemeyerek kalkınca, her şey ters gitti haliye...
çay için  su ısıtacaktım sigortalar attı  sigortayı kaldırdım ,mutfağa geldim yine attı hay aksi! vagzeçtim çaydan...
  Yolda ayakkabımın topuğu kırıldı...

 İş çıkışı  şehir dışına, annemlere gideceğim için yanıma biraz eşya almıştım.neyseki yanımda spor ayakkabılarım vardı hemen yol  kenarına geçip ,değiştirdim...

İşe vardım,  giriş kartımı evde unutmuşum yuhh ya...
 Pelin ve didar  benim   masamda kahvaltı ediyorlardı...

''Oo günaydın kızlar'' deyip daha onların günaydın demesine fırsat vermeden,'' umarım  o kırırntıları toplarsınız giderken'',bir nevi kibarca kovdum  oysaki her sabah  poğaçalar benim masada yenirdi. Normalde arkadaşlık bağlarım sağlam ama sinirlerim laçka bu sabahh!

''Solundan mı uyandın sen bu sabah  ekin ya!'' diye  didarın terslemesiyle  biraz kendimi toparladım,,,
 Günaydın diyeni bile haşlıyorum. Başım ağrıyor çok gerginim ,belirli bir neden yok...
 İş stresi,bayan olmanın özel durumları ve  en çoookta anne özlemi...
 O kadar çok özledim ki annemi ,babamı hatta nurşen halamı bile ki nurşen halamı pek sevmem çünkü kuzenimle aynı yaşta olmamızdan dolayı devamlı bizi kıyaslar ve tabii ki de kızını kayırır hep ...
 Cins ya, dinime kusur bulan müslüman olsa barii ,hmm öylemiydi bu laf ya?
İleride  bir gün çocuğum olursa ki uzak bir ihtimal ben böyle sık boğaz etmeyeceğim onu... 

Neyseki otobüsten  inip babamla buluşunca onunda içi rahatladı,onlarada kıyamıyorum tek bir evladın olsun, okutup, telli duvaklı gelin ederim diye hayaller kur...

  O alsın başını şehir dışına gidip senden uzakta kendi doğrularını yaşasın...

''Kızım bu bavulda ne var ,ev sahibinimi koydun içine'' diye söyleniyordu bavulu arabaya  götürürken eh baba hem taşıtmazsın hemde söylenirsin eyvahh ben müyesser ablalara  buraya geleceğimi söylemeyi unuttum  derken bir yandan telefonumu çıkarıp hemen müyesser ablayı aradım yoksa  ortalığı ayağa  kaldırır...
 Eve vardığımızda sofra çoktan hazırlanmıştı,annem döktürmüş yine,yemeği  özlem dolu sohbet eşliğinde yedikten sonra üzerime bir ağırlık çöktü kanepede uyuya kalmışım,   telefonun sesine uyandım telefondaki kızgın ses Tolgaydı... 
'' Ekin sen nasıl bir insansın  ev sahibin kadar bile değer vermiyorsun bana bitti anladın mı hani  bitsin bitsin diyordun ya tamam ekin sen kazandın bitti'' telefonu kapadı hemde tek  kelimem alo olarak, hmm ilginç!

Şehir dışına çıkacağımı  tolgaya söylemeyi unuttum, ev sahibin kapısına gidip  sormuş  ev sahibim baştan söylemek istememiş   o kadar çok yalvarmışki söylemek zorunda kalmış...Ne gündü behh bak şimdi uykum kaçtı, ayrıldık derken ciddimiydi acaba?




Göz nuru ondan destek bizden:)

Fahri bey çıkmazı # 3 #





Elmanın diğer  yarısı  

O kadar  çok yarım elmalar varki,onları tamamlayanlar kendi parçalarımı sanki bazısı mecburiyetten bazısı öyle sandığı için  bazılarıda  artık sıkıldığı için yalnızlıktan  bir yarım bulmuş kendine...

 Nedir elmanın diğer yarısı yada varmıdır böyle  bir şey tamamlayan, tamlayan ,aşka sevgiye bağlayan, gerçi ben benim aynımdan bir tane daha kaldıramam vuu hiç çekilmez...
 Asi,aksi,dediği dedik,  herkesin onu sevmesini isteyecek ee ben ne olacağım... ben benimle aynı kıyafeti alıp giyen arkadaşımı bile sevmemki...

 Diğer yarı dedikleri nedir her an sevmek diye bir şey varmıdır? 

Diğer yarı dedikleri nedir ki her dediğini onaylamasada boyun eğmekmi yada sırf sevdiği ve yanında olmasını istediği için üzülmekmi? 
 Tipik bir tolga vakası ikimiz bir elmanın  yarıları olamayız hemde asla...
  Geçen hafta sonu sinemaya gittiğimizde birer paket  mısır aldık ,  kendi mısırımı bitirip onun  mısırınıda elinden alıp yemiştim  ve sesi çıkmamıştı, üstelik o mısırı  çok seviyor...
 Ben mutlu olayım yetermiş, yaa ne alaka vermemki mısırımı  araya kadar beklesin arada alsın değilmi ama...
 yarımdık ancak farklı iki elmaların yarıları...

Yoksa iki aynı ruhun ayrı bedenlerde can bulmasımı, bir göz işaretiyle ne  anlatmak istediğini anlayabilmek,böyle insanlar  varsada çok azdır bence...
 Diğer yarımızda kendimiziz bence,
Hırslarımız,egolarımız isteklerimizin depolandığı bir alan ruhla birleşiyor...

Mehmeti bulmak adına facemde  en az iki yüz mehmet olmuştur  soyadını unutmam en büyük hatam oldu  ,insan bu kadar unutamadığı birinin soyadını nasıl unutur nasıl bir keşmekeş bu off ne kadar beyinsizim!

 G ile başladığını biliyorum ve ülkede milyonlarca   soyadı g ile başlayan mehmet vardır en son konuştuğum mehmet ise tam bir faciaydı... 

Öğretmenmiş ve bir çocuğu varmış baştan belki o  olabilir dedim çünkü resmi o kadar çok benziyorki ancak konuştukça onun olmadığını anladım. hatta olmadığı için dualar ettim..
 Irkçı ve dini tanıkıntıları olan bir insan karşısındakini küçümseyerek kendini yücelttiğini düşünen...

 Kendini başka çocuklara  adamışken kendi çocuğunu önemsemeyen ve yaşlı ailesini başından atmaya çalışan ,durmadan  kendini deyişiyle onu taşıyabilecek  bir kadın arayan biri, onu taşımak ne demekse  millete gösteriş içinmi biriyle çıkılır yada evlenilir, millet çok güzel yada yakışıklı desin diyemi, peki sevginin tohumu nasıl atılır, nasıl yeşertilir?

 Tolga beni duysa kesin aramızda büyük bir tartışma çıkacak... iş çıkışı her akşam  tolgayla uzun yürüyüşler yapıyoruz ,hep ben konuşuyorum  bu akşam düşündümde keşke sadece  arkadaşım  kalsaydı...



Fahri bey çıkmazı # 2#


                                Olmuyor...Yalnızlığı ben seviyorum da, site gibi kalabalık bahçeli bir evde yaşayıp, Sevgili  komşuların  her   sabah,  her öğlen, her akşam,ben işten gelirken benden önce benim evime giriyorlar iken bu pekte mümkün değil.
 Alıştım onlara desem de bazen  kafamı dinlemek istiyorum.sonuçta yalnızlık ve özgürlük adına verdiğim savaşlar  müyesser ve hayriye ablayı tanıyana kadarmış... Sadece ruhum yalnız...   
 Anne ve babamın ahı tuttu sanırım yalnız yaşama kararı aldığımda küplere binmişlerdi . Onları ikna edemeyeceğimi anlayınca , şehir dışında bir üniversiteyi kazanıp gitmek kolayıma gelmişti. O zamanlar iyi bir fikir gibi görünüyordu. Okul bitince bir tekstil firmasına tercüman olarak girince, artık  Bu küçük  kasabanın yerlisi olmuştum. Bir kere giderse gelemiyormuş insan  .

Nefret tohumları ekilince içine  ,sevemiyormuş eskisi gibi. 
Tolga uzatmalı sevgilim, biri bana dese sırf can sıkıntısına  biriyle çıkıyorum yadırgardım.. Arkadaş aklına uyup tekrar şans  versemde parası pulu için katlanılmıyormuş. 
Bunları   bana hissettirdiğini  her konuşmamızda kalın puntolu kelimelerle söylesemde , tolga beni anlamak istemiyor. Her buluşmamızda evlenmemiz gerektiğini iyi bir baba olacağını ,iyi bir eş olacağını söylüyor... Ben ise ona bir şans verdiğim güne lanetler okuyorum.  Benim aklımdaysa yıllar önce  sadece dört  ay   flört  ettiğimiz mehmette ..
 Liseden sonra oda ben gibi başka bir şehire gitti. 
Birden bağlarımız koptu. 
Yıllar geçtikçe ona aşkım depreşti belkide diğer yarım oydu .  Aklıma koymuştum onu bulacaktım ne ailesinin nede onun bir adresi yok ancak günümüz  teknolojisinde zor olmasa gerek. İşte blog açma kararını böyle vermiştim face, bloglar.instagram her yere üye  olduğumda onu bulacağımı düşünmüştüm.onu bulacağım derken umarım kendimi kaybetmem.

33. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri'nde Masalcılar



Hayaller gerçekleşir ama nasıl gerçekleşeceğini ve neyin en iyisi olacağını biz genelde tahmin edemeyiz.  Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali kapsamında sahneye çıkmak, bu festivalde yer almak her zaman  çok istediğim bir şeydi. Tiyatroyla ilgilenmeye başladığımdan beri bu festivali kaçırmam, bilet almak için gişe sırası da beklerim, internet başında sabahlarım da. Bilet bulamadığımda kapıda yalvardığım da olmuştur. Neyse ki çok yalvartmıyorlar boş yer varsa alıyorlar (Benden duymuş olmayın) Bunun bir tiyatro oyunuyla olabileceğini düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Bu yıl masallarla festivale kabul edildiğimizi öğrendiğimde minik bir şok yaşadım ve bunun Judith Liberman'la gerçekleşeceğini bildiğimden bu şok dalgası sevinç olarak bir meksika dalgalanmasına dönüştü. Judith Liberman beni anlatıcılıkla tanıştıran kişi, benim öğretmenim. Onun atölyelerine katıldıktan sonra bu işi yapmaya kesin olarak karar verdim ve onunla masal anlatmak, aynı sahneyi paylaşmak benim için büyük mutluluk. Bunun yanı sıra Tahir Ayne'nin de ben masal anlatırken müzik yapması inanılmaz. Bu büyük buluşma kimin başının altından çıkmış olabilir? Ahmet. Ahmet Akdeniz. (Blogu okumaya bu yazıyla başlayanlar Ahmet'i tanımayabilir bu yüzden ilk yazıya tık tık)

Ahmet çok iyi bir organizatör (aslında o bir yazar) ama bir organizasyonunuz varsa Ahmet'e danışmalısınız. Kendisi bir mükemmelliyetçi olduğu için her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünür, planlar ve uygular. Kimsenin aklına gelmeyecek detayları o hatırlar. (Bu konuda çok şanslıyım) Her neyse, işte bu güzel buluşmanın organizasyonunu Ahmet gerçekleştirdi. Tabii ki Mavi Sanat olarak.
Gelelim o güne. Ah o güne. O gün yan, 31 Mart. Bir şey çağrıştırdı mı? Büyük elektrik kesintisi günü. Hani şu ülkenin genelinde elektriklerin olmadığı, insanların telefonlarının çekmediği, şarjların bittiği. İşte o gün. Sabah her şey güzel başlamıştı kahvaltıdan sonra minik bir gezi yapıp masalın anlatılacağı salona Urla AKM'ye gidecektik. Biz kahvaltımızı bitirdiğimizde ben de telefonumu şarja koymak için kalktım ama şarj aletim çalışmıyordu ben de bir milyonuncu şarj aletini bozduğum için kendimi tebrik ediyordum ki o sırada annem elektriklerin kesildiğini söyledi. O sırada mutlu oldum, şarj aleti bozulmadığı için. Sonrasında biraz takıldık, ama elektrik gelmedi. Sonra her yerde kesik olduğunu öğrendik. Panik yapmadık yani ne kadar sürebilirdi ki? Zaman geçti, biz uyuduk falan. Çok garip elektrik kesilince insanın uykusu geliyor. Ama zaman bitti, yani etkinlik saati yaklaştıkça daha bir gerildik. Neyse ki Urla'dan telefon geldi elektrik gelmiş diye bir sevinçle yola çıktık ama yolda bu haberin yalan olduğunu öğrendik. Salonda jenaratör yoktu, biz gerçi mumla aydınlatarak da yapabilirdik ama güvenlik nedeniyle izin verilmezdi. Ortam iyice gerildi, elektrik yok diye çay da yoktu, yemek de yoktu, mazot da yoktu. Ama sonra geldi. Ne büyük nimetmiş. Hemen hazırlıklara başladık. İptal olmadığını öğrenenler salona geldiler. Böyle bir olayın ardından yine de bizi yalnız bırakmadılar, izlemeye geldiler.
Etkinlik çok güzeldi. Ben Kurt Kadın'ı anlattım. Judith de İki kardeşin masalını ve zamanın doğuşunu. Tiyatro Festivali'nde masal anlattık. Masal, her yerde.
Hayaller, gerçekleşebilir. Ama biz nasıl gerçekleşeceğini, gerçekleşen hayalin bize ne katacağını bu hayalin ne zaman gerçekleşeceğini bilmeyiz. İşte bu sürpriz güzeldir. Endişelenmeyin, hayaliniz neyse gerçekleşecek.








Asya Mavi Sahnede



Güzel bir gece çorba içmeden bitmez


Fahribey Çıkmazı # 1 #


Eskiden içimde tuttuklarımı şimdilerde bir çırpıda söylüyorum, Belki kızgınlıktan belkide kırgınlıktan, kırılmaya alışmaktan yada kırılmaya yorulmaktan. Kirpiler de her yaklaşana iğnelerini fırlatırmı dost mu, düşmanmı olduğunu bilmeden?

 Güçlü  olmaktan, güçlü numarası yapmaktan yorulup yere yüzü koyun uzanıp ayaklarımla debelenirken japon animelerinde ağlayan kızlar gibi göz yaşlarım yukarı fışkırsın istiyorum.
'' Aman dur bakalım daha ne gördün''  diye sözüm ona teselli cümlesini duymak istemiyorum. 
Tek istediğim huzur. Derken fincandaki son yudumuda büyük bir ses  cümbüşüne döndürerek höpürdete höpürdete içişime dik dik bakan Günnur  bana her zamanki alaycı gülümsemesiyle ''o huzuru bulursan kalın zincirlerle bağla kuzum . Bu arada kalkmam lazım yarın benim oğlanın maçı var 'derken  bir yandanda   çantasını topluyordu.

 Hmm ppof uf falan neyse bende evde çayıma devam ederim hemde kitap keyfi yaparım deyip, kırk dakikadır oturduğumuz çay bahçesinden   birbirimize  sarılarak vedalaştık.

 Eve gelirken yolda bir sürü plan yaptım kendi kendime. Tabii tüm hayallerim gri geniş demir kapıdan içeri girene kadardı.  iki yıldır komedi filmlerini aratmayan    bahçe kapısıydı ... 
Fahri bey  çıkmazı, çıkmaz bir sokağın en son  kapısıydı, kaybolan hayallerimin,umutlarımın çıkmaz bir sokakta  hapsolmasıydı,yada  çıkmaz bir sokağa ne kadar hayal ve umut sığdırabilirsin sorusuna   istif yaparım nasılsa  çıkmaz, çıkamaz,  mutluluklarda çıkamaz diye şeytani bir gülüşle cevap verişimdi...

 İki yıl önce kiralık bir ev ararken  arkadaşımın anneannesinin evini  kiraladığımızda başladı benim hikayem...
 Geniş gri kapının ardında kocaman bir bahçe girişteki   mor  sümbüller ve hanımeli kokuları karşılamıştı beni,kocaman bahçeye gelişi güzel kibrit kutusu gibi yapılmış   içi tahta ile  bölünüp iki katlı yapılmış  minik minik   ikişer katlı 3 ev beş  hane .. önceden kendileri otururmuş  ,kalabalık bir aileymişler ,kızlar , gelinler, bir süre sonra sıkılmışlar iç içe yaşamaktan hepsi kendilerine  başka muhitlerden ev alıp taşınınca  yaşlı kadında  yalnızlıktan kurtulmak hemde eşinden kalan maaşın yanına ek gelir olur diye   dört  daireyi kiraya vermiş, pek dairede sayılmazya neyse... 

Ben evi kiraladıktan kısa bir süre sonra vefat edince  , onun evine, eşi yıllar önce ölmüş olan büyük kızı olan arkadaşımın annesi Müyesser abla yerleşti.
 ilk başlarda alışmam zor oldu  üst kat katıma gelen kiracılar genelde bir kaç ay oturup gittiler,   hele Yıldız'ın normal biri olmadığını anlatana kadar fıtığımı çatlatan Müyesser abla beni çıldırttı...
   Müyesser ablaya, yeter ki kirayı versinde , farketmez  hırsız, uğursuz....
 -üst katımdaki   pek iyi biri değil diyorum. 
-ya ne zararı var kadıncağızın eşi yurt dışında aydan aya eşinin arkadaşı para getiriyor, diyor...
 bende bir kahkaha  
-hııı   eşi sanada yollayacakmış para malum, kirayı( kıkır kıkır gülüyorum)
-aa terbiyesiz git şuradan,   ördüğü yeleğin yumağını fırlatırken    gülmekten alamıyor kendini..
 aslında oda biliyor ... 

 Bir süre sonra baktım olmuyor, giren çıkan belli değil bahçedeki diğer evlerden birine geçtim karmı! zararmı! bilemedim..

 Orada da alt katımdaki  Hayriye abladan kurtulamaz oldum . Hayriye ablanında eşi yıllar önce  henüz otuz sekiz'inde vefat etmiş,yalnız olduğu için gece  demez ,sabah demez gelir... 
Gerçi hoş  diğer evde de bir an olsun yalnız bırakmazlardı beni Müyesser abla  ve Hayriye abla  yangında evden  ilk ilk kaçıracağım demir başlarım. sanırım alıştım.
 Yalnızlığa hasretim,  yalnızlığa aşığım...


!!!



kalbim  mi ağrıyor ne!
Doğaldır, bütün organlar gibi kalpte ağrır...
 doğal olmayan  baş ,kol ağrıyınca aklıma doktor gelir...
 kalbim ağrıyınca  sen...


Tutulma!

Bir sağıma baktım, bir soluma baktım... Yok dedim baktığın yer yanlış! Sen en iyisi aynaya bak kızım, döndüm durdum, kendi gözlerimin içine baktım.

Bir süredir bakmıyormuşum  oysa ki ben en çok gözlerim anlatır sanardım! Birşeyler yaşandı son birkaç ayda anlatmadığım. Gerçi anlatacak kadar derin değilmiş yaşadıklarım! Yanlışım....

3 sene kadar geriye gittim, 1 sene kadar ileri... Beklemediğim yerden geldi hep sorular cevap veremedim. Baktım olmuyor; boş bıraktım! Öğrencilik alışkanlığım😉

Günler geçti; Güneş tutulacak dediler önce, değişeceksin! Daha ne kadar değişebilirdim ki?? Ay tutulacak sonra, derinleşeceksin. Derinlerime sağlık, derin bir kişiliğim , doğuştan meziyetim✌️

Her zamanki kendimi birşey sanar, o sandığım şeyin ne olduğunu bilmez edamla dedim ki: yaa he he...

Dilim tutulaydı demeyeydim... Dedi ve"lerin aranılan yüzü olmaktan uzak olmayı nedense öğrenemedim!

Hayatta evlenmem dedim; birkaç ay geçmedi!
Çocuk ne yaa sizinkileri severim dedim kuzenime, meğer hamileymişim.
Akademisyenlikten vazgeçmem dedim, durum ortada; özel sektörde profesörlüğe meyilliyim!
Bir daha asla aşık olmam dedim. Aaaaa bak bu oldu, tövbe diyin, dilinizi ısırın! (Yazar burada önce kendini, sonra okuyucuyu kandırıyor)

Dedim ve...
Başladı işte...
Benim maksimum sürem 2 sene. 2 senede bir format atıyorum kendime...
Şimdi yeniden!
Ay bahane, Güneş de değil mesele....
Benim huyum böyle!
Gözlerimin içine baktım ve dedim ki:
Korkma...
Çünkü boşta değil ellerin...
En son ne zaman korkmuştun ki zaten?
Korku ancak; mağlubiyeti baştan kabullenmiş olanlara yakışır, sen mutlu sonunu baştan yazdın; hayat sadece yönetmen; senaryoyu alnına kendin kazıdın...
Dedim ve...
Karar verdim!
Zamanı geldi....
Selametle❤️


Echeverias



I have a fondness for growing succulents. I like the rosette form of the leaves; the way they form a cushiony mound and send off 'baby' off-shoots, and most importantly, the colour, particularly those with that delicious glaucous blue hue. The flower is really unimportant as far as I'm concerned when it comes to growing these plants. I had these two antique wire 'baskets' just the right size for popping a couple of Echeverias into, with enough space down the sides to arrange a lovely selection of shells and pebbles.

I photographed them against a backdrop of my latest shell collage and a piece of stonework hand-carved by my partner J. Here is another of his beautiful carvings:

His dream has always been to work on cathedral building, but his epilepsy has sadly meant that those doors have been closed to him. 




When I work it's all about colour......this collage has very pale tones of delicate pink, beige, brown and off-white. I've used a quotation from a piece of writing by Maggie Barratt called, 'At the water's edge':


"Spending summers by the sea, we learn to live by the tide instead of the clock. We decorate our tables and ledges with beach treasures and live well in sparsely furnished cottages, rich in spirit and happy to have no distractions but the sea outside the window; and each time we look out to sea, we rest a little deeper, grow a little stronger, sleep a little more soundly."



Hello friends.....sorry it's been a while. I've been re-stocking and re-arranging the shop this week and by the time I get home and cook something to eat, I'm just too tired to post. So here's a few pictures of  what's new in the shop; the lovely Spring weather has meant that I can spill out onto the pavement too, and with the door open, I can hear the waves breaking on the beach.







Thanks so much for stopping by 
x.

MÜKEMMELE GEREK YOK MUTLU OL YETER

Mutluluk , tanımlanamayan bir cisim ,hiçbir zaman uzaydan dünyamıza doğru yaklaşmayan…
Herkesin peşinde olduğu bir şey orası malum, uğruna yasaklar, günahlar , bedenler , ömürler …
Herkes o kadar meşgul ki mutlu olabilmekle mutluluğun kendisiyle ilgilenen yok, neye benzediğini fark eden de yok; her durum her an o zihindeki mükemmel tabloyu yaratabilmek için hızla harcanıyor.
  Kendini güzel hissetmek değil mutlu eden, o hali sosyal medya hesaplarında aslında senden, hayatından hiç haberi olmayan onlarca insana sunup onlar tarafından onaylanmak, hatta bunun için yaşamı ertelemek gerekiyorsa varsın ertelensin ne olacak. O harika elbiseyle dışarı çıktığın bir gece mesela sevdin ya kendini at bir ‘’post’’hemen , ama yağma yok yedirmezler o kadar da basit değil mutlu olmak,tam da gece kendini bok gibi hissetmene sebep olacak o, sen ne elbiseyi ne ortamı düşünebileceksin, kendini değersiz hissetmenin doruklarında mutsuzluklardan koca bir demek kucağında eve döneceksin ama fark etmez, zira entarin ohooo kaç like almış baksana. Herkes seni çok mutlu sanıyor öyleyse su koyvermek olmaz.
 Hayatı sistemin belirlediği bir mükemmeliyet algısına sokan sosyal medya hesapları ile her yeni paylaşımda, alınan her beğenide mutsuzlaştırıyoruz. Herkesin herkesi sevdiği , ay ayıp olur takip etmeli , arkadaş olmalı diye kurallar ! geliştirdiği bir düzende gittikçe daha yalnızlaşıyoruz. Sonra da en korumasız anımızda, kadehteki son yudumda, kendine yetemediğin o anda birden bire bir mutsuzluktur hooop ,atsan atamadığın, kolaysa gel üstesinden. Kişisel geliştir dur  kendini nasıl kurtulacağım ben bu illetten diye.
 Öyle zamanlarda kafalarımızın içindeki mutsuzluk üreten o çok değerli ‘’bilgilerin, yargıların,deneyimlerin’’ hepsini çamaşır suyuna yatırmak istiyorum. Sevdiğimiz biriyle konuşmanın yarattığı mutluluğu hatırlarız belki, ne bileyim sonu aşka çıkabilecek bir yola çıkmaya niyet ederken aklımıza mutluluk ihtimali gelir evvela belki o zaman. Belki en yalına ulaşabiliriz, romantik söylenmeler diye ciddiye almadığımız klişe bulduğumuz insan yanlarımızı hatırlarız.
   Olmaz mı?
  Olmalı .
  Olmak zorunda
  Yoksa bu kadar mutsuzluğun içinde küçücük, masum, yaşamak için, nefes alabilmek için , yola devam edebilmek için gerekli mutluluğu hiç bulamayacağız.
 Aşırı mutsuzlukla yüklenen kalplerimiz felç olacak,anlayacak ama konuşamayacak.
 Bu yüzden bir yolu olmalı devam edebilmek için
 Yarın için
 Nefes için
 Şair mutsuzluğu da  var mısın demişti  ya sevdiğine
 Şimdi mutsuzda herkes
 
 Biz birbirimize
 Mutlu olmayı dener miydin benimle dersek
 Başlamış olur muyduk bir yerden ?



En Uzun Yol Bir Adımla Başlar

Bugün blog için yazacak bir şey düşünmemiştim. Bugün pek çok şey düşünüp pek çok şey yapmıştım ama bugün bana sanki hiçbir şey yapamamışım gibi gelmişti.
Bazı günler vardır, o kadar çok işiniz vardır ki o günlerde bir onu yaparsınız yaparken aklınıza diğer işiniz gelir sonra ona koşarsınız. Onu yarım bırakırsınız, bunu yarım bırakırsınız. Bir çok şey yaparsınız ama aslında hiçbirini bitiremezsiniz. İşte bu durumu ikiyle çarp eşittir ben.

Bu aralar o kadar dolu ki kafam. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim, yapmazsam olmazlar, yapmasam da olurlar lar lar. Ben de bu durum içinde hiçbirine odaklanamıyorum. Bugün provam vardı örneğin, prova evdeydi ve ben arkadaşlar gelmeden önce Asya'yı yıkadım. Sonra prova bitti ben de hemen tez için araştırma yapıp alıntı yazdım bir saat çalıştım sonra dedim ki boyamam gereken iki çanta var, onlarla ilgileneyim ama onları yaparken de aklım yapmam gereken çevirilerdeydi ve böylece ben ne yaptığımdan bir şey anladım ne de yapacağımdan. Ta ki sevgili arkadaşım, hocam, canım Efe ile konuşana kadar. Plan yap dedi, bir şeyi bitir zamanını ona ayır ve sonra diğerine geç. Ne kadar mantıklı değil mi? Bunu aslında sorsan herkes bilir ama işte iş yapmaya geldi mi bir panik bir panik. Yoğun olmayı seviyorum, insan yoğun olunca daha çok iş hallediyor bence. Ama kendini de kasmamak gerek, bir onu bir bunu değil de planlı olup işe başlamak gerek. Ben tam bu moddayken, Radyo Voyage açıktı bilgisayarda ve altta da şu yazı geçiyordu " En uzun yol bir adımla başlar." Mesajı aldım, tamam dedim çeviri için tam zamanı başla ve bitir ama sonra aklıma yazı yazmak geldi, ta taaamm işte yazı. Neyse, Erteleme Sanatı kitabında tam da bundan bahsediyordu, adam makale yazmaya fırsat bulamamış ama o sürede bir kitap çıkarmış. Öyle işte.
Erteleme Sanatı kitabıyla ilgili daha fazla bilgi istiyorsan Günün Çorbası Yeliz'in yazısı için tık tık

Olpesido Üzerine Ritm Analizleri


20 Şubat'ta E.Ü (Konak) AKM'de çok güzel bir buluşma gerçekleşmişti. Oğuz Demir'in resimleri üzerine ben masallar anlatmıştım. Şimdi de serginin kapanışı için çok ilginç bir performans izleyeceksiniz. Teoman ve Perküsyon Grubu'nun eşliğinde Oğuz Demir doğaçlama olarak resim yapacak ve ben de bir masal anlatacağım. Yine heyecanlıyım, deneyimlerimi sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Bu etkinlik 13 Mart Cuma 18:30'da E.Ü (Konak) AKM'de olacak. Ücretsiz bir etkinlik olacak. Sizden ricamız siyah ağırlıklı giyinmeniz. Bekleriz.

Olpesido'ya Masallar

Olpesido'ya Masallar

Olpesido'ya Masallar

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...