KUŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KUŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Küçük Kuş

Küçük Kuş

Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörüydü. 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş.

Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş.

Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: "Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.

Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce
cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.

Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar. Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı. (Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları",
Boyner Y. 1997)

Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:
"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş,
araba ve ev taksitleri. Hayattan istediğim şey bu mu?"

"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın." diyor Mori... "- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:

"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim."

Sizin bunları yapacak vaktiniz var. Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?"

Otuz Kuş

Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.

Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır.

CİCİ KUŞ

CİCİ KUŞ

Ormanda yaşamakta olan binlerce bülbül ve kanarya aralarında çıkan tartışmalara bir türlü engel olamayarak yollarını ayırmışlar, ormanın bir tarafında bülbüller, diğer tarafında kanaryalar yaşamaya başlamıştı. Sadece bir bülbül yuvasını terk etmemiş, kanaryalar arasında kalmıştı. İşte, bu bülbül cici kuştu.

Yavru bir kanarya bülbüller tarafına geçince yakalandı ve kafese kapatıldı. Olayı öğrenen kanaryalar elçi göndererek, özür dileyip, yavru kanaryayı geri isteyeceklerdi. Fakat hiçbir kanarya bu işe gönüllü değildi. Sonunda, kanaryalar cici kuşa gittiler ve yavru kanaryayı kurtarmasını rica ettiler. Cici kuş teklifi kabul edip yola çıktı.

Cici kuş bülbüller tarafından sevinçle karşılandı. Baş köşeye oturtuldu. O da bir bülbüldü ve kanaryalar arasında daha fazla kalamayarak hemcinslerinin yanına dönmüştü. Bu kanaryalarla bir arada yaşanmazdı zaten. Ertesi gün cici kuş geliş nedenini açıklayınca ortalık karıştı. Yoksa cici kuş bir hain miydi? Bülbüller, buna fazla kafa yormadılar ve cici kuşu da bir kafese kapattılar.

Cici kuş kendini ve yavru kanaryayı kurtarabilmek için akla karayı seçti. Kötü bir niyetinin olmadığını, yalnızca yavru kanaryayı kurtarmak için geldiğini tekrar tekrar anlattı. Günler sonra yavru kanaryayla birlikte kanaryalar tarafına geçerken, ilk aklına gelen fikre doğrudur deyip başka hiçbir fikri önemsemeyen basmakalıpçılara laf anlatmanın deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğunu düşünüyordu cici kuş.

Yazan: Serdar Yıldırım ( 15-1-1993 ) - Bursa

KUŞ OLMAK İSTEYEN AYI YAVRUSU



Bir zamanlar küçük bir ayı yavrusu varmış.Bu ayının isteği kuş olabilmekmiş.Sonunda birgün ormanda dolaşıp,ağaçların dallarında şakıyan kuşlara seslenmiş:

"Günaydın kuşlar,bende bir kuşum işte!"Kuşlar kahkaha ile gülmüşler:

"Sen kuş değilsinki!Kuşların gagaları olur."

Ayıcık kendine ormanda bir gaga aramaya başlamış.Gagaya benzer bir tahta parçasını çam reçinesiyle burnuna yapıştırmış.Kuşların yanına geri dönmüş:

"Bende kuşum artık!Bakın gagam bile var."

"Olurmu canım kuşlar şarkı söylemesini bilirler."

Ayıcık buk ez ümidini kaybetmek üzereymiş.Çünkü şarkı söylemesini hiç bilmezmiş.Ama ormanın ucunda.şarkı söylemesini öğrenebileceği ötücü kuş arkadaşı aklın agelmiş.Hemen onun yanına gitmiş:

"Canım arkadaşım.Ne olur ban aşarkı söylemesini öğret!"

"Bilmwm öğrenebilirmisin?Aslında şarkı konusunda ayıların yeteneği yoktur.Ama istersen deneyebiliriz.Benim söylediklerimi tekrar et bakalım:do,re,mi fa,sol,la,si,do..."

Küçük ayı günlerce şarkı söylemeyi öğreten kuşun dediklerini tekrarlamış durmuş.Öğretmeni çalışkan olduğu için onu övmüş.Sonunda şarkıyı öğrenmiş ve kuşların yanına gitmiş şarkısını söylemiş:

"Do,re,mi,fa,sol,la,si do..."

"Hayır,hayır"demiş kuşlar."Gagan olsada,ötmesini bilsende sen kuş değilsin.Çünkü sen uçamıyorsun."

Küçük ayı yavrusu uçmayı d aöğrenmeye karar vermiş.Ayakları üzerinde zıplayıpöne doğru atılmış,ama bu uzun atlama gibi bişey olmuş.Uçmakla ilgisi yokmuş.

"Şimdi beni dikkatle izleyin kuşlar"demiş.Yüksek bir kayanın tepesine çıkarak oradan kendini aşağıya bırakmış.Kollarını kuşların kanatları gibi yana sallıyormuş,elbetteki bu hareket onun uçmasını sağlamıyormuş.Yukardan yuvarlanan bir taş gibi hızla yere çakılmış.Her tarafı acı içinde kalmış,Tahtadan yapıp reçineyleyapıştırdığı gagası da yerinden kopmuş.Zorlukla düştüğü yerden doğrulurken,kuşlar da bu kadar eğlenceyi yeterli bulup ayı yavrusunun yanından ayrılmışlar.

Ayı yavrusu ise acıyan yerlerini ovarak ormana doğru ilerlemiş.Ağaçların sıklaştığı bir yerde oturup biraz kendine gelmek isterken burnun aböğürtlen kokusu gelmiş.Gerçekten de aradaki böğürtlen çalılığı olgun kırmızı böğürtlenlerle doluymuş.Gidip bir güzel karnını doyurmuş.Olgun böğürtlenleri,yaban ballarını,çeşit çeşit meyveleri,taze balıkları yemek ve ormanın tadını çıkarmak,yanidünyada bir ayı gibi yaşamak varken başkalarına özenmek delilik diye düşünmüş ayıcık.Ondan sonra daha ayı olarak dünyaya geldiği için üzülmemiş.

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...