aycakaraduman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aycakaraduman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İç Ses - 22

Bir saat altmış dakika.
Bir gün yirmi dört saat.
Bir hafta yedi gün.
Basit bir hesapla bir haftanın kaç gün, kaç saat, kaç dakika hepsini hesaplayabiliriz.  Ama işte bütün marazlar hesaplayamadıklarımızdan doğuyor. Aklın ikna olmadığı, ruhun tamamlayamadığı her eksiği renge, notaya, görüntüye, kelimeye dökmeye çalışmamız bundan. Hayatın hızına yetişmek için içindeki binlerce rakamla bize yardımcı olan aletlerimizin acının hızına yetişememesinden hala yazmaya, çizmeye, söylemeye ihtiyacımız olması.   Mutsuzluğun  bile hafif kaldığı  bir çağ düştü bizim kısmetimize.
Mutsuzluk acıya döneli çok oldu.
Kapkara, keskin bir acı …
Üstelik acı karşısında uyuştuk, bir başkasının bütün ömrüne yetecek derinlikte acılardan geçiyoruz her gün.
 Umut ederek uyanılan bir sabah mesela, bazen daha ilk anından bazen tam ortasında kapkara bir haberin ağırlığıyla eziliyor. Umut etmeye ne hal kalıyor,ne umuda güzellemeler yapılacak takat.
 Bir hafta daha bitti.Yedi ayrı gün, yedi ayrı  ruh, tek bir beden.
 Bir haftanın içine yedi gün, yüz altmış sekiz saat sığdı.
 Bir hafta daha bitti işte.
 Hesaplanabilir tarafının bir çırpıda yazıldığı, ama işte asıl meselenin rakamlarla açıklayamadığımız yanında kaldığı yedi gün.




HADİ BİR HAYAL KURALIM

‘’Hadi bir hayal kur? ‘’ ya da ‘’ Hadi bir hayal kuralım? ‘’
Hiç böyle bir cümleniz oldu mu sizin?
Hiç gözlerinizi kapatıp, kendinizi hop diye içine attığınız, bütün sevdiklerinizi de paldır küldür hayalinize çektiğiniz üç beş dakikanız oldu mu?
 
*******
Dünyanın en naif ve en sakinleştirici cümlesidir bu cümle.
Hayali çok olanların, hayallerin kıymetini bilenlerin, yine sadece hayale değenlerle paylaştıkları bir ayin cümlesi gibidir.
Ya da kadehin dibinde kalan son yudumu içip, kadehi masaya vurup, o an o seste ''Ulan ben bu gece dünyayı kurtarırım be '' hissini yaratan bir sarhoşluktur.
 Gözlerini sıkı sıkı yumup, gözünün önüne gelen o bahçeyi bir daha hiç unutmamak için bir an önce uyumayı isteten bir akıl oyunudur.
 Dünya bok gibi bir yer olduğu için ve her şeye rağmen insan soyu yaşamaya devam etmek zorunda olduğu için küçücük mucizevi anlar yaratma telaşıdır.
 Şarkı söylemek, şiir yazmak, kitap okumak, film çekmek, çocuk doğurmak, doğmuş çocuğu büyütmektir.
Gerçeklerden kaçmak için değil gerçeklere rağmen dünya dönebilsin diye bir şeyler yapabilecek takati bulabilmektir.
Aşktır.
Direnmektir.
Öpüşmektir.
İnce şeylere zaman ayırabilecek kadar hayattan vazgeçmemiş olmaktır.
Bir sahil kasabasında bembeyaz elbiseleri uçuş uçuş sahilde koşturan iki yeni yetmedir.
Masa başında bir hikayeyi film yapmaya çalışan iki genç kadındır.
 Torunlarını büyüten ananelerdir.
Vazgeçmemektir.
Titanik’teki iki küçük çocuğun hiç bir zaman ölmemiş olmasıdır.
Seçmektir , seçilmektir.
Gerçeğin paldır küldür sorgusuzca altına alıp ezdiği zorunlu birlikteliklerden farklıdır.
Seçtiğine doğru akar hayal.  

Masaldır.

Dünyanın en naif ve en kıymetli cümlesidir.
Tıpkı masal gibi.
Nasıl ki masallar herkes için yazılmaz, rast gele her önüne gelen anlatılmazsa hayal de öyle gelişi güzel saçılmaz.
Yani demem o ki hem çok ufacık hem de kalbe sığmayacak kadar derindir.
  
Göğe bakmak,
       vapura binmek, ve
                 bir çocuk sevmek gibidir.
 Çok kıymetlidir, çok ...

Eksik Kalmış Bir ''Sütçü Hikayesi ''


   Kulakları sağır edecek bir gök gürültüsü ile başlayıp bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla devam etseydi gün kendimi bir filmin içinde hissedebilirdim.
   Ama öyle olmadı o sabah da üst komşumun matkap sesiyle uyandım o sabah da bugün ne giysem diye düşündüm o sabah da otobüsü kaçırırsam diye bilindik acelemle çıktım evden.
   Sokağın köşesine geldiğimde beyaz küçük bir arabanın arkasında dizdiği beş litrelik plastik su şişeleri ile kilosu iki liraya süt satan sütçüyü gördüm. Bu her sabah gördüğüm bir manzara değildi ama şaşırmadım nedense. Aklıma ilk gelen şey insanların nasıl olup da sütü sevebildikleri oldu. Ben sütü düşündüğümde hep yaptığım gibi yüzümü buruşturdum ve içimden aman kek falan yapıyorlardır dedim başka insanların da süt sevmediğine ikna olmalıydım çünkü, oldum da . Sonra küçükken kapıya gelen sütçüyü hatırladım uzun zayıf ve siyah saçlı bir adamdı.Apartmanın en üst katında otururduk ve sütçü elinde süt dolu güğüm ile dört katı çıkardı ve ben bunu pek tabi o sabaha kadar fark edememiştim . İçimde büyük bir saygı uyandı çocukken bize süt getiren sütçüye ekmeğini taştan çıkarıyor sayılırdı kim bilir ne kadar yoruluyordur.
     

  * Neden yarım kaldı acaba, neden yazmaya başladım, neden vazgeçtim. Nasıl tamamlamam gerekirdi ? Tamamlanmaması gerekiyordu belki de. Evet evet bu hikaye  yarım kalmak  üzerine demek ki. Demek ki tamamlanmaması gereken bir hikayenin  unutulmuş süsü verilen bir kaydı bu. O zaman süte ve sütçüye ve de hikayeye saygıyla deyip susmak gerekir. Yarım kalmayı seçmiş bir hikaye karşısında başka ne yapılabilir ki ?  









İç Ses - 12

 
Yan apartmandaki komşu balkonunu yıkıyor.
 
Köpürte köpürte deterjanlarla hem de;  bu önemli bir iş çünkü bütün kış boyunca açılmamış balkon kapısı açılacak, artık balkonlarda yenecek yemek sonrası  karpuzları ve kahveler balkonlarda içilecek.
  
Komşunun balkonunu yıkayışını izlerken aklıma tam beş yıl önceki bir mayıs akşamı geldi. Annem ve babam balkonda oturuyordu kahvelerini içmişlerdi, kim bilir neler konuşuyorlardı muhtemelen bize bağlı planlar yapıyorlardı. Ben de odamda test çözüyordum üniversite sınavına hazırlanıyordum çünkü ; ara verdim sanırım ki annemlerin yanına geldim bir tabure aldım oturdum masanın yanına. Ne konuştuk ne kadar konuştuk daha sonra odama gidip ders çalışmaya devam ettim mi yoksa uyudum mu hiç hatırlamıyorum. Sadece karanlık gök yüzündeki bir kuşu hatırlıyorum martı olabilir emin değilim. Kafamı kaldırdım kuşa baktım ve ‘’ Allahım şu kuş gibi özgür olacağım günler gelecek mi ‘’’dedim. O anı , o duyguyu ,o kuşu ve gökyüzünün o siyahını hiç unutmuyorum. Alelade bir an gibiydi oysa meğerse değilmiş.
   
Üniversite sınavı bitti, hazırlık, birinci yıl, ikinci yıl  derken işte son yıl geldi. Geçen beş yıl içinde kuş gibi özgür hissettiğim de oldu, kırk kilitli zindanlarda tutsak hissettiğim de . Bir sürü şey öğrendim, defalarca hayal kırıklığına, umutsuzluğa kapıldım. Korktum. Umutlandım. Yaşadım işte herkes gibi herkes kadar.  
    
 Komşum yıkadı balkonunu mis gibi oldu belki bu akşam yemeği balkonda yerler.
      
Belki bu yaz herkes yemeklerini balkonlarında şenlikle yer.
      Belki bu yaz başka  kuşlar  geçer tepemden göğün rengarenk olduğu bir vakitte .
      Belki bu yaz da …  




Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...