sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hint Dizisi: Geet Hui Sabse Parayi



  Kanal 7'yi vatana millete yaptığı büyük hizmetinden dolayı tekrardan kutluyorum. 

  Niyçün? 

  Evlilikle alakası olmayan localı çaylı cazgır programlara ve batıdan araklanmış, şu eve birkaç kişi toplayalım da tiyatro çevirsinler tarzı programlara, masum aşk dizileriyle hoş bir alternatif getirdiği içün. 

  Bence akşam 10'dan sonra gündüzün tekrarı olmalı. Milletimizin selameti adına bazı adamlar acık romantizm görse fena mı olur? Kanal geçişlerinde bile rastlasa, odunluğunun farkına varır diye düşünüyorum naçizane.
(Anam biraz ağır oldu galiba.) 


   Gelelim dizimize...

  Tam adı: Geet Hui Sabse Parayi.
Ama internette Maan Geet adıyla nam salmış. 
  470 bölümden oluşuyor. Bölümler 20 dk. Ben hintfilmcenneti sitesinden izledim 220'lere kadar. 
 Sonra telaşeden ara verdim, henüz bitiremedim diziyi. Hepsi çevrilmemişti zaten. Siz başlayın anacım, yarısına kadar bile olsa izleseniz hoşlar ötesi olur.

  Iss Pyaar yani Bir Garip Aşk dizisini bilenler vardır. Onu bu diziden esinlenerek yapmışlar. Kıyaslamak gerekirse Iss Pyaar kadar olaylar zinciri yok ama duygu yoğunluğu fazla.


   Kızımız Geet neşeli, cıvıl cıvıl çağında nasıl oluyorsa birkaç gün içinde bir şekilde ailenin ve Geet'in güvenini kazanan Dev isimli Kanada'ya gidecek bir adamla evleniyor, evlendiriliyor. Adamdan hamile kalıp, bir de üstüne havaalanında terk edilince köle izavra misali çileli günleri başlıyor. 
  Kızın dedesine mi sinir olacaksınız, abisine mi, onca eziyete ses çıkarmayan babasına mı, tercih size kalmış. (Bu nasıl aile piiiii...) 

  Tüm bunlar olurken esas oğlan Maan nerde? Zenginlikten kendini çayıra böcüğe vermiş, arazilerde dolaşıyor, çadır kuruyor, kamp yapıyor. Dizide hemen çıkmıyor, birkaç bölüm sonra görüyoruz. Arnav gibi sert, kibirli, aşka inanmıyor.


  Bir şekilde yolları kesişiyor Maan ve Geet'in. Kızı ailesinin elinden kurtarıyor, zira öldürecekler hamile olduğu ve ortada kaldığı için. 
  Devamında herkes kendi yoluna gidiyor, ta ki Geet başka bir şehre yerleşip her şeyden habersiz Maan'ın şirketinde işe başlayana kadar.

  Demiştim ya, Iss Pyaar kadar olay yok ama duygu yoğunluğu fazla diye. Zira ben diziyi ilk izlediğim zamanlar, bu bakışmalardan bir dizi daha çıkar demiştim. Hint dizileri gerçek olamayacak kadar romantik diyoruz ya, işte bu onlardan bir kat daha fazla.


 İzlerken içinizden geçmiyor değil, ya arkadaş sizin hayat telaşeniz, ne bileyim fatura derdiniz, ay sonunu getirememe korkunuz yok mu? Uzuuun uzuuuun bakışıyorlar ve dünya duruveriyor. Ben sıkılmadım, çok sevdim.

  Müzikleri de muhteşem. Hele bir Maahi var ki, onlar bakışsın, müzik çalsın sabaha kadar. 

  Özetle, Hindustani meşk dizileriyle mest olmuş güzide insanlar, listeye bu diziyi de alın derim... ❤ 




Bayıldım bu yazıya diyorsanız, şunlara bayılmanız da garanti kapsamında...






Eğleniyonuz Mu Anam?



Eminönü değil, evin önü! Muhabbet var (embele annat annat bitmir), lezzet var (ele datlı, ele güzel), ana baba duası var (en möggeminden). Daha ne olsun gadasını aldığım...





















Çünkü Happymis Özeliz


  USS'leri olmalı herkesin cancağızım. Yetmemeli her zamanki kullandıkları. Hatta gün be gün, olmazsa hafta be hafta, hiç yoksa ay be ay değişmeli, gelişmeli bu USS'ler. 
 Şahsen bana dar geliyor umumun, hususileri. Herkesin işine kimse karışamaz. Saçmalıksa saçmalık, orjinallikse orjinallik, marjinallikse marjinallik, teknolojikse teknolojik. (Bu buraya olmadı, neyse).




  Her şeyde bir estetik aramıyor muyuz cancağızım? Bunda da bulunur zaar. Sana has bir şey ortaya koyacaksın (mesela yüreğini) ve bu önemsenmeyecek (mesela kulak ardı edilecek) öyle mi? Buna inanmayı reddediyor, bilakis gülümsemek gibi hızla yayılacağını iddia ediyorum. Var mısın iddiaya?.. 

   Başkalarına benzememek arzusuyla yanıp tutuşuyoruz ya. USS'ler tam da buna hizmet ediyor işte. Kalabalıklar içinde aşkına göz kırpmak gibi. Kimsenin bilmediği bir hazineye muttali olmak gibi. Orkestrada kırk yılda bir çalan üçgen zil gibi. Sınav ortasında cevap E diye bağırmak gibi...




 Sence de her şey yapaylığa doğru meyletmiyor mu cancağızım? İşittim ki, yoğurtların üstü kaymaklı görünsün diye bilmem ne koyuyorlarmış. Yufkalar uzun süre dayansın diye bilmem ne. İçecekler kırmızı görünsün diye bilmem ne. 

  Ve yine işittim ki, sosyal medyada takibe takip, unf yapma engeli yersin diyorlarmış. Bunlar da ahir zaman iğretiliği. 

 Bunca sahteliğin içinden kurtarmalı gönlümüzden geçen güzellikleri.




    Ha?.. 
Tabi ya, USS'nin ne olduğunu söylemeyi unuttum. USS, Uyduruk Sevgi Sözcükleri demek. En tatlısından, en şığininden.

 Hadi... Benim USS'lerimi sesli söyle. Gülümseyeceksin... 
  Böbeyim, gocikuş, pönçik, hınhın, cüncüş, bituçi, pincir, fofik, cüngül, höri, bibiş, bötici. 

Şimdi sıra sende!..


❤ 







Hint Dizisi: Bir Garip Aşk



  Dikkat! Bol aşk ve bol macera içerir.

    Kanal 7'nin ilk yayınladığı Hint dizisi. Siz bunu ilk kez tvde görüp içine düşerken biz ohooo başka dizileri de devirmiş kıyaslama yapıyorduk hatun kız.


   Bu diziyi hem altyazılı, hem de tvde Türkçe izledim. Dublaja karşı olmama rağmen yine de güzeldi seslendirme, yakıştırdım. Sadece kanal bazı uzun bölümleri keserken kopukluk olmuş. Daha özenli yapabilirlerdi. Güzel tarafı ise kaliteli görüntüde izlemek. 

    Orjinal adı, Iss Pyaar Ko Kya Naam Doon? Türkçesi, Bu Aşka Ne Ad Vereyim? (Cümlenin sıralanışını görünce bu Hintçe kolay zaar deyip mevzuya el attım. Yaklaşık bir aydır öğrenmeye çalışıyorum. Süreci merak edenler varsa yorum bölümünden sorabilirsiniz.) 

    398 bölümden oluşuyor orjinali. Bölümler 20 dk. Bizim Bir Garip Aşk versiyonu ise 102 bölüm ve 1,5 saat kadar.


   Konu ise Hint klasiklerinden.
"Nefret ediyorum senden, nefret!.. Buna nasıl cüret edersin? "
  Duyguların aktarımı, karakterlerin cuk oturması, müzikleri, gelenekleri... Diziyi muhteşem yapıyor. (İyisiniz hoşsunuz da puta tapmayaydınız be gülüm!) 

  Khushi... (Güzel kızımız, adı gibi mutlu) Öyle deli dolu ki, insana enerji veriyor. Çok dindar, sürekli ellerini birleştirip yukarı bakıyor. (Ya hu biz müslümanız, bizim dizilerde bu kadar dua etmiyorlar!) 
 Kıyafetleri, takıları... Eminim hayran kalacaksınız. Ve her üzüldüğünde yaptığı meşhur jalebi tatlısı... (Ben de erinmedim yaptım valla. Hem de misafire. Çookkk lezzetli oldu.)

  Arnav... (Esas oğlan. Bu arada adam Türkiye'ye geldi. Kötü bir organizasyondu, inşallah pişman olmamıştır.) Arnav gıcık, agresif, inancı yok, maddiyatçı...


   Gün geliyor, fakir ama gururlu Khushi'nin yolu bu zengin ama küstah oğlanla kesişiyor. Hem de pek çok kez. 
 Nasıl oluyorsa adama borçlanıyor. İşe gireyim de şu mendeburun borcunu ödeyip kurtulayım diyerek bir şirkette çalışmaya başlıyor. Eh şirket kimin anlamışsınızdır! Ya ne olacağdı...

  Nefret halleri de, aşk halleri de çok içten. Birbirine çok yakışan bir çift. (Rudra ile Paro da çok yakışıyordu.)

   Dizinin güzel taraflarından biri de tabi ki hiç müstehcen sahne olmaması. Aşkı, nasıl bu kadar güzel ve temiz anlatmışlar diyorsunuz.


   Bollywood etkileri de bolca mevcut ama hiç rahatsız etmiyor hatta romantizm alıp başını gidiyor o anlarda. Misal: 
   İkili karşılaşınca esen rüzgar (Evin içi de dahil), Khushi'nin zarif bayılmaları (Biz yığılıyoruz genelde, o ayakta bayılıyor), sık sık şalın, oğlanın bir yerlerine takılması, düşmeler, çarpmalar, dakikalar süren bakışmalar... 

    Her şeyiyle dizinin atmosferi sizi içine çekiyor. İzlemediyseniz ahanda fırsat, kendinizi mahrum etmeyiniz. 

    Peki... Son bir vurucu cümle ile bitireyim bari. Daha iyisi yapılana kadar, en iyi iki aşk dizisinden biri...
Diğeri de hemen şuracıkta 



Hint Dizisi: Sensiz Olmaz

 İki kez izlendikten ve hazmedildikten sonra yazılmış bir yazıdır, dikkatlerinize celb oluna!

  Nihayet eşe dosta tavsiye ettiğim Hint dizilerini bir süredir tvlerde görür olduk çok şükür! 
  Filmler de sinemalarda gösterilecekmiş diye haber aldım! (Ay ay ay! )

   Ya hu biz kültürümüzle uzaktan yakından alakası olmayan, entrika girdapları Brezilya dizilerine, Dallas'lara kucak açmış milletiz.    Müstehcenlik olmadan romantizmin zirvelerinde dolaştıran geleneksel Hint dizilerine kucak açmak bir yana üç kez sarılacağımız belliydi.

 Her ne kadar bu diziler tvde yayınlandığında az kişinin bildiği, gizemli, el değmemiş bir adanın kalabalıklar tarafından keşfedildiği hissine kapılsam da olsun izlesin millet, babamın malı değil  ya Bolly'nin malı.




  Gelelim dizimize... Orijinal adı: Rangrasiya (Tutkunun Rengi) Normalde 189 bölümden oluşuyor. (Bölümler 20 dk).

   Kanal 7, Sensiz Olmaz adıyla dublajlı ve bölümleri birleştirerek 48 bölüm halinde yayınladı. Çok da eyi oldu. Bir çay içimlik dizi nedir, dizi dediğin koca akşamına çöreklenmeli. 
 Dublajı da iyi olmuş, Rudra'nın ve Paro'nun sesleri çok yakışmış. 

  Yine Khushimiz burda. Artık adı Parvati yani Paro. Dizinin başlarındaki kurak sahneleri çok sevdim. O kuraklığın içinde yerel kıyafetler öyle renkli ve güzel ki!

   Anasız babasız fakir bir kız Paro. Ailesini BSD askerleri öldürdü sanıyor, ama aslında köyün başındaki adamın mendeburluğu hep. Bu köyün kızları geleneksel bir yöntemle seçilerek, evlendirilip başka köye gelin gidiyorlar. Ancak gidenden haber gelmiyor hiç.
  Sıra Paro'ya geliyor, evleniyor ve yola çıkıyor düğün alayı. Sınırda BSD askeri Rudra Pratap  Ranawat. Söylerken kilo verdiren isim.  Hiç de üşenmiyorlar gı. 




  Paro ile  Rudra karşılaşıyor ve  Rudra'nın Paro'yu düşman tarafın kim olduğuna ikna etme çabaları ile olaylar başlıyor.

  Paro, Khushi kadar deli dolu değil. Olgun, üzgün ama çok iyimser. Rudra sert, kızgın, gururlu. Hatta böyle bir nefret nasıl aşka dönüşecek ki diyorsunuz. Dönüşüyor azizim, pek güzel dönüşüyor. 

   Rudra her ne kadar asker olsa da, dizinin ortalarından itibaren çatışma ve aksiyon sahneleri yerini meşk sahnelerine bırakıyor.
   Sonlara doğru ise büyük sürprizle beraber Rudra'yı artık asker olarak görmüyoruz. Bazıları sonu böyle olmamalıydı dese de ben 40. bölümden sonrasını da ayrı sevdim. Farklı bir tat oldu bence.

   Aşk dolu dolu, hayran kalacaksınız! Ve itiraf edeyim, bu diziden sonra başka diziler pek bir soğuk gelir oldu!..




  Bir Garip Aşk'ı izleyenler bilir. Bu diziden sonra ona tekrardan biraz bakınca fark ettim ki Sensiz Olmaz daha olgun bir dizi ve Ashish Sharma'nın oyunculuğu, duyguları yansıtması, Barun Sobti'ye göre daha başarılı. 

  (Ashish Sharma dedim de bizim kızlar twit atmışlar adama, müslüman olmayı düşünüyor musun diye. İlahi çok güldüm. O da  garibim önemli olan insan olmak gibi bir cevap yazmış. Ülkece İslamı tebliğ etme gayretimiz takdire şayan gerçekten).




 Velhasıl güzel insanlar, tvde kaçıran varsa kesinlikle tavsiye ediyorum. 
Bittikten sonra bile etkisinde kalacağınız, sizi çookkk mutlu edecek, yaşasın aşk dedirtecek, masal gibi bir dizi!..


Huzurlu Bir Dokunuş: Kedi



  Aslında başlığı "Bari Kediden Utan" koyacaktım da masalsı dünyamıza zül gelir diye, daha pembe daha pudra bir şey olsun dedim. 
   
    Burnunuzdan öper, 5 aylık siyam cinsi bir kedim var. Lütfen resimlerine bakarken maşallah deyiniz ve ekrana tü tü tü yapınız.



  Hayvanları pek severim, çoğu zaman insanlardan daha fazla. İnsanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum diyen adama da ziyadesiyle hak vermişliğim var. 
    Lise dönemlerimde apartman dairesinde kuş, balık, tavşan, ördek beslemiştim. Sadece sevmek yetmiyor, bakımları da zahmet gerektiriyordu bu şirinelerin. Canım annem hiç kızmazdı. 

  Şimdilerde hayvanseverliğin sınırlarını zorlayarak kedi ile beraber iki de muhabbet kuşu besliyorum. (İnşallah bir gün kedinin ağzında kuşun tüylerini bulmam) 


   Hiç kedi beslememiştim. Aslında o lise günlerinde bir sokak yavrucağı getirmiştim de sürekli miyavlayınca, bu hep bağıracak galiba deyip aynı gün geri götürmüştüm. Susacaktı elbet, nasip yokmuş. 
  
  Kedimin adı Cano. Ben ona kısaca Canobibiş diyorum. Bazen Pakize, bazen Şekerpare, bazen de Mahmure. (İnşallah kimlik bunalımı yaşamaz kuzum. Al şimdi de kuzu oldu) 




     Hayatımıza gireli şu 3 ayda anladık ki pek sırlı, pek akıllı bu kediler. İnsanı tefekküre sevk ediyor vesselam.
Neden mi?

⭐ Her sabah mır mırlarıyla kendine has ibadetini yapıyor.
⭐ En sevdiği şey bile olsa doyduktan sonra yemiyor.
⭐ Sık sık kendini yalayarak temizliyor. Ne şampuan ne duş jeli. Mis gibi kokuyor. 
⭐ İşim gücüm varsa ayak altında dolanmıyor. 
⭐  Şakalaşırken elimizi ayağımızı tırmalıyor ama asla yüzümüze dokunmuyor. 
⭐ Durgun sudan değil de akan sudan içmeyi seviyor. 
⭐ Ona bir şeyi zorla yaptırmak pek mümkün değil, özgürlükçü bir ruhu var.
⭐ Evde farklı bir ses olsa korkup saklanmıyor, cesaretle gidip bakıyor. 
⭐  Gerekli gereksiz miyavlamıyor.
⭐ Etrafı kirletmiyor ve dağıtmıyor. (Bir kediyi bardak çanak dolu bir masaya bıraksanız, kırıp dökmeden, nazikçe aralarından geçip gider.) 
⭐ Ezik değil, asil bir duruşu var. (Kimseye eyvallahı yok yani)
⭐ Sizden veya evden uzak kalsa dönünce bildiğin surat yapıyor. Misal Amerika dönüşü iki hafta resmen sırtını dönüp oturdu, yüzümüze bakmadı beymırat. 

  Velhasıl köpeklerden oldukça farklı bu yumurcaklar. (Bursa'da köpeğimiz de var ordan biliyorum) 




  Tabi ki en güzeli de evde beslenmesinde dinen ve hijyenen (Böyle bir kelime olmayabilir) bir mahsur bulunmaması.

  Hatta bir sohbet esnasında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) yanındakilere: Kediyi sevmek imandandır, buyurmuş. Niçin? diye sormuşlar. Ebu Hureyre bilir, demiş başka bir şey söylememiş. 
   Kedinin içtiği sudan da abdest almış, necis değildir, ev halkından bazısı gibidir, buyurmuş.





   Nankörlük mevzusuna gelince pek sevgili okuyucu, kediler değil insanlar nankör derim. (Bakma öyle ayetle sabit)

    Aklınızda kedi almak gibi bir düşünce yok ise artık düşünün; var ise de eyleme geçiriverin.

Çünkü azizim, bu hayvanlar birmasalgibi...


♥ 






Başladım...

Bana dedi ki: "Kanserim! Bir süre evden gitmem gerek, tedavi olmalıyım""

Onun kendine yakıştırdığını ben daha kimselere yakıştıramadım, yıkıldım!

Ne bir çorap, ne bir kazak, herşey asılı kaldı bıraktığı yerde aylarca. Büyüdü ama kızım, sütüm azaldı. Büyüdü acım, inancım azaldı.

Kapının önüne bırakılan alışveriş poşetleri de gördüm ben, paspasın altına gecenin bir yarısı, sadaka niyetine bırakılan paralar da! 

Öldürmedi kanser, olmayınca öldürmüyormuş meğer! Lüks arabalara sebep oldu yan etki olarak, evin faturaları dahi ödenmezken! 

İmitasyon olan giydiği tişört değildi, kalbiydi! Kirlenmişti bir kere... İyileşsin diye dua eden bir kadınla bebeğini, binbir gece yalanlarıyla zindana atan bir vicdanın karasıydı, oturan gözlerine... 

Bitmişti bile... Hem de çoktan... Geçince aylar, cevapsız kalınca sorular, uyunamayınca uykular; aydınlandı zihnim de... En yakınım sandıklarımdan gizlediklerim, geldi dile. Şahit oldular, yemediğim her lokmaya, her lokmada tükenişime, konuşmadılar. Konuşacakları başkaymış, öğrendik mahkemede!


Bir çanta dolusu para, bir lüks araba, az biraz fiyaka, üç beş de avcı hatun bulunca, adam olunur mu bu devirde?

Beklerken ben, git dediler bana evden, süren doldu! Çocuğunu mağdur etmeyeceğine yemin eden Adam, kanserli hali ile tam da bize ev tutacakken kalp krizi geçirdi aniden! Yersen... Ben hastanede ararken onu, çıkıverdi bir gece klubünden... Tam bir Yeşilcam entrikasıydı sergilenen! 

Toplandık mecbur, sattık eşyaları, dağıttık ona buna, minicik bir kız çocuğu kucağımda. Babamın evine yollamaya çabalarken o, beni, kurdum kendime bir yuva! Ben evi değil, hayallerimi yıkıp geçerken haberi bile olmadı! Kızım gece ateşlendi, haberi olmadı. Bahçenin ortasına geçip onun yolunu gözledi, haberi olmadı. Düştü, ağlamadı,  haberi olmadı. İstediği alınamadı, haberi olmadı. Korktu, omzunu aradı, haberi olmadı. Kırıldı, incindi, haberi olmadı. Anne işe gitme diye boynuma sarıldı, haberi olmadı. Bisiklete hiç binmedi, haberi olmadı.. Büyüdü 5 yaşına geldi, haberi olmadı!

Bu kısmını hiç anlatmadım ben bu Masal"ın... Hep bundan sonrası yazıldı benim için. O evde 9 ay neler yaşadım, bırakın yazmayı daha kimseye anlatmadım! Neden?? Bilmem...

Belki de affettiğimden.

Ama birileri affetmesin bence, benim yerime... Bilsin herkes. Utanmadan mahkemeye çıkıp yalancı şahitlik yapanı da, işbirlikçi olanı da, kalbini satılığa çıkaranı da... En çok da ; utanmadan, Yıktığı evin üzerine ev kuranı, Babalığı  parayla satın almaya kalkanı, kendi gölgesinden dahi korkanı, yine yeniden bir başkasını kandıranı!

Bir ömür geçirmek için yemin ettiğimden, kardeş dediğimden- sığındığımdan yediğim kazıktan bu denli tokum ben, inanmalara...

Diyeceğim şu ki; yaşadıklarım bunlar! Eksiği çok, fazlası hiç yok. Değişmez bazı şeyler; saf-yalın-sadece Anne"yim ben ve herkes kendi kalbinin ekmeğini yer! 

Cennetle Cehennem değil uzakta, hepsi bu dünyada... 

Ben izleyeceğim hepsini çooook uzakta!

Selametle:)

''Fal''...

Ne düşünüyorsam onu söyledin be kadın....

Aklımdan geçen ne ise onu dillendirdin sen sadece....

Marifet sende değildi yani...

Hepimizin hayatında var kötü biri ve iyi olmasını diledikleri....

Aynaya baktım senden sonra, çalışan biri olduğum belli oluyor tabi... Yaşımı da anlamak zor değil, gizlemeye çalışsam da saçımın beyaz tellerini, ellerim, çizgilerim ele verir elbet beni....

Gözlerimden anlarsın tanımasan da... Renginden değil; dolar, taşar, güler... Gözlerim anlatır hep içimde gizlediklerimi.

Bir boydan bakmaya bakar ''Masal''ım olduğunu anlamak... Enseme kazıtmışım adını...

Parmakta yüzük yok, izi de yok... Belli ki bekarım... Ama minicik bir kalp dövme saklanmış yüzük olması gereken parmağın gizli bir yerlerine.... Aşk'a umudu var bu kadının yine de...

Biraz edebiyat bilmen yeter, inandırmak için kendine...

İnanmak isterim tabii ben de...

İşte asıl mesele de bu....

Marifet sende değil yani...

Dilerim, inanırım, inandığımı da yaşarım... Yaratılıştan, Yaratandan... Bir lütuf belki de... İyi ki....

İnanmayın fallara, yalancı onlar... Yolunuzu çizin diye doğuştan verilmiş kalem sizin elinize.... Dileyin, olur!!! Olmuyorsa da sabredin; olur!!! Tam bitti dediğiniz anda gelir sizi bulur...

Ben niyet ettim kendime....

Ödünç mutluluklar değil benim yerim... Emanet kalplere talip değilim... Araflar değil bedelim...

Şimdi yazıyorum unutmayın...

Ben niyet ettim Ekim'e....

Fallar değil sebep, anlatırım elbet.... Ekim'de :)









''Paşa Gönlüm''



Ne günler gördüm ben, biraz dert biraz keder, yalancı sevdaları yaşadım birer birer...

#paşagönlüm yılları çürüttük beraber, bunca zaman sonunda birlikte büyüdük...


Bugün böyle: keyfine düşkün, yan gelip yatmaya meraklı, atmaya hevesli paşa gönlüm niyetine... 


Amannn ha adımlarımıza dikkat, kayar düşeriz mazallah... Adamlarımıza dikkat, iki kuruşluklar olmasın ömürlerimize musallat...


Aman diyeyim... Mış'lı geçmiş olsun zamanlar, di"ler uzak...


#ayselgürel kıvamında günler, azıcık deli, bolca duygulu, iz bırakan ve #kerimtekin tadında gelecekler gidişleri bile unutulmayan... Dilediğim kendime, dilediğim hepimize... 


Paşa gönlümün paşaları, vezir-i azamları, hasekileri, gözdeleri, cariyeleri, soytarıları ve nihayet kralı... Yeriniz geniş, sarayınız konforlu, hareminiz eşsiz... Bekleriz... 


Vizeniz bir bakış, bir kaç sözden ibaret, süresiz... 


Sonuçta biz, bu yaştan sonra kimi vezir kimi rezil ederiz, sizden öğrenecek değiliz....

"""AŞK"""




Bendeki aşk; sana değil aşkadır... Bendeki sebeb-i aşk Tanrıya yaklaşmaktır... Yazdıklarım sana değil, içimdeki aşk-ı derinin kalemle kavuşmasıdır... Bu lütufla dillenen kalbin gördüğü, senin aşk sandığından çok başkadır!!!

Saat bana 5 var... ''YAZ''



Yaz gelsin istiyorum doğrudur... Her mevsim güzel demeyin küserim... Yaz başka!!! O mevsimde doğdum, o mevsimde doğurdum, hep o mevsimde doğruldum... Kışlar bildiğiniz soğuk geçer ben de, aynaya bakasım gelmez... Sonbahar donuk ve yağışlı... Yaprak dökerim... İlkbaharın nazı var... Yer yer mevsim normallerinin üzerinde seyredip hedefe meylederim... Haziran gelince tamam... Temmuz benim cennetim...Ben Temmuz'da başka severim...

Size önerim... Zor değil... Eksilerinizi, eksikliklerinizi, kibirinizi, kininizi, öfkenizi, derdinizi, endişenizi koyun bavula geçtiğimiz kışa yollayın... Yağmur da biter, Mart da, çamur da biter, çamurlu olanlar da çeker gider nasıl olsa... Hazırlanmaya başlayın...

Ben hazır mıyım, daha değil, ama başladım...

Niyetim ciddi...

Bir gün gelecek nasılsa, beklediğimi söylemekten tereddüt ettiklerim.

Nerede, kimde doğduysa, nerede uyuyup, nerede uyandıysa, nerede doyduysa...

Ben bir rüyaya elbet gireceğim... Deniz kokusu üstümde, çiçek açar gülüşüm, Güneşi de yanıma alırım, kumdan evlerimin camlarına pembe panjurlar takarım... Turkuaza boyarım kapılarımı, bahçemde açar binbir renk, ektiklerimle doyarım... Soyunurum eskilerimi, umutlarla yıkarım, yenilerle kuşanır, melek kanatlarından taçlar takarım ❤️❤️

Yolda mıdır, geç mi kalır?? Uzun mudur yol, zaman mı alır??

Arkadaşım, olur da bulursan, ,iki kere tıklatıver kapıyı, ama sessiz sessiz, içerde kızım uyuyor... 1,5 kişilik bir hayat benimki, kalbimin en derininde bir masal duruyor...

Bir de bil, bilmem benden öncesini, fırtına mı, tufan mı, afet mi volkan mı?



Benden sonra sana hergün YAZ....







Giderim, alışığım....




Benim en iyi yaptığım şey gitmek... Canım sıkılırsa binerim arabaya çıkarım yola... Genlerimde var... Bir nevi Çelebi idi babam... Sonra şartlar, yaşlar değişti ama miras kaldı ondan bana... Ve çok büyük şükran...

Karış karış gezdim bu ülkeyi, nerede ne meşhur bildim, yedim... Tatilleri öyle çok sevdim ki çalışmayı hiç bilemedim.. Yazlarım tatil olsun diye mi yaptım yüksek lisans, doktora??? Düşünmüyor değilim...

Ben bu dünyadaki en şanslı kız çocuklarından biriyim. Çok okuttu, çok gezdirdi, trilyonlara değişmem verdiğini... İşte ben bu yüzden gitmek nedir, sizden mi öğreneceğim??

1000 km yol yaparım acıkmam, susamam, yorulmam... Molaları çok severim lakin oyalanıp yolumdan olmam... Öyle kolay değil tabi, siz istediniz diye hiç değil... Ben eğer istersem giderim...

Bir gidişim var ki benim, kin deseniz değil, nefret deseniz değil, intikam zaten değil... Susmam, konuşup haklı çıkarmam, arkadan atıp tutmam... Ağlamam, ağlasam da göremezsiniz, görseniz de gerçek nedeni asla bilemezsiniz...

Bir garip gidiş benimki... Yüzüm güler, inadına mutlu olurum, mutluluğumla vicdanınıza dokunurum...

Çok yollar gitmiş bir kadın var karşınızda, virajları, dağları, patikaları aştım 84 model bir vosvosla...

En iyisi mi siz nasıl gidilir, gittiklerimden öğrenin...

Bilmiyorum kim ama... Arkadaşıma....



'''Nereye koyacağım seni bilemedim, sevgili diyemedim, cesaret edemedim... Sandım ki sensin aşık olan, ben içimdekini söyleyemedim... En iyisi biz senle arkadaş olalım, arkadaş kalalım .... ''' mı dedin????

Niye??? Yemedi mi??

Olunur, olunur... Bizden çok iyi arkadaş olunur da canım günah be, seviyorsan git konuş bence...

Arkadaş arkadaş geçinirken biz, birkaç kendini bilmeze denk gelebiliriz...

Gel biz seninle, film izleyelim, gezelim, eğlenelim, maça gidelim, küfür edelim, uçağa, trene, gemiye binelim, sabahlayalım, ağlayalım, dertleşelim, kampa gidelim, bisiklete binelim, yüzelim, dans edelim, yemek pişirelim...

Oturup bir de karar verelim, neremize koyacağız kimi, nereye kadar iznimiz, çizgimiz...

Yapmayı beceremeyen sussun otursun orda... Arkadaşımmm, ben bir kalbine bakacağım, biraz kırık-dağınık ama fazlalıkları bir dışarı atalım, gerekli yerlere stentleri takalım, ilaçları bulalım, göçebelik sona erdi, yordu, bitti, ben artık burada yaşayacağım...

Anne kim??




84 yazında daha fazla dayanamayıp, hadi demişimm Anne, yaşayacaklarım var benim... Aman da en iyi halt etmişim!!! Zatiii onlar da bilselermiş bir melankolik yengeç gelecek dünyalarına kesin vazgeçerlermiş.. Evin her daim deli, asi, inatçı, hatalı üretimiyim ben... Benden sonraki üretimde mükemmele ulaşmak için denek yapmışlar beni... Bkz. kızkardeş. Olamadım işte herkes gibi... İnadım inat, dediğim dedik... Herşeyi de çok bilirim... Ukalanın tekiyim... Kimseye başarılar dilemem... Zaten kazanmayı sizden öğrenecek değilim... Ben olsam benle oynamam, mızıkçıyım... Ama çok ısrar ettiniz...

Ben döndüm, burdayım... Tam olarak nerde kalmıştım??


Devamını da yazacağım....

Yeter ama....




Mutlu olamadım ben bu cevabı görünce... Çünkü altında bir cevap daha var😔😔 Kendime değil, kızıma üzüldüm... Küçücük kalbi kocaman hediyelerle alamazsınız ki, koynunuza alıp uyumalısınız... Varlığınız değil de sesiniz bile mutlu ediyorsa ve kıtkanaat başka bir varlık onu mutsuz ediyorsa, oturup düşünelim... Kimseye düşman değilim, affettim... Kızım için... Bugün anladım ki en doğrusunu yapmışım... Hep mutlu olsun o, tek dileğim... Dünyaya gelmesinin sebebi benim... Benim seçimlerim... Evlilikler biter, Ebeveynlik bakidir!!! Anne olmak doğumdan, Baba olmak öğrenilir... Herkesi sevsin, herkes de onu... Kavgam yok, hırsım yok... Kavgalarda ona yer yok... Ben Masal'ın kahramanı olmaya çalışmıyorum, bizim masalımızda kahramana gerek yok... Yol arkadaşım o benim, biz yazar-biz oynarız... Ama işte küçücük yaa daha o, onun bir başka ele ihtiyacı varsa??? Sırtımda taşırım, kucağımdan indirmem, sarar sarmalarım velakin yetmezse??? Evlenin, çocuklarınız olsun, mutsuzsanız yollarınızı ayırın... O ayırdığınız yolların sonuna kadar hep çocuklarınızla yürüyeceğinizi unutmayın!!! #obirmasal o bana yeter!!!

Bu Belki Son Günündür

Bu Belki Son Günündür Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim. Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…” Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı. -Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim. Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi -Kahvaltınız hazııır! Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı. -Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı? Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu. Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi. -Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında? Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu; -Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün? -Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim… O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü. -Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm. Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Bu Belki Son Günündür

Bu Belki Son Günündür

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı.

Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?

-Tamam bey, bitti işte.

Adam açık mavi göleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.

Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim.

Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”

Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.

Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.

Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.

Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.

-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?

Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı.

Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?

-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…

O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.

Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Küçük Kuş

Küçük Kuş

Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörüydü. 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş.

Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş.

Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: "Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.

Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce
cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.

Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar. Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı. (Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları",
Boyner Y. 1997)

Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:
"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş,
araba ve ev taksitleri. Hayattan istediğim şey bu mu?"

"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın." diyor Mori... "- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:

"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim."

Sizin bunları yapacak vaktiniz var. Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?"

Ölmeyen Sevgi



Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti... Onları hiç bir şey ayıramazdı... Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...

Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?

İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine? Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.

7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı... Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı... Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı...

Ona olan Aşkı ve Sevgisi onunla beraber ölmemişti.

sevgiliye hicret



yüreğimi ağlamaktan hissetmez haldeyim. göz yaşlarım insanların içinde de durmak bilmiyor. her şeye nedensizağlarmış gibiyim. Oysa sürgünde geçen yıllar sonra şehrime geldiğim halde sanki gurbetteyim. sanki son toparlanmadan sonra gidecekmişim gibi aceleciyim.
önce kitaplarla yeniden hem hal olmalıyım. Bunu fark ettim. her şeyi unutarak alfabenin ilk harfinden başladım. önce bana verilen ilk ilham oku diyerek başlıyordu. Bu okumak ezberlemek, anlamak, öğrenmekle bitmiyordu. hayatı yeniden okumaya başladım. sonra kendimi. Sonra yıpranan yüreğimle, eğri büğrü yaşamımla bunları anlayamayacağımı hayatı silip yeniden başlayamayacağımı gördüm. Bir başlangıç yaptım. zamanla oturacaktı. Temel su almıştı. Ana iskelet için daha beklemem gerekiyordu. Yaşayarak öğrenecektim yeniden. ama zaman dardı.tüm yapı yalamaydı. yıkılanın yerine konulan tutmuyor, sağlam durmuyordu.
Hicreti okudum. sufilerin dediği gibi içime kapandım. hatalardan kaçtım. Ama hayat devam ederken olayların seyrinde binlerce fersah gittiğim halde hala çok zor ayakta durabiliyor, düşüp kalkıyordum.
Sonra göç etmeye karar verdim. Hayatımın tüm bağlarını sağlıklı bitirmek için işlerimi tasfiyeye, bir yandan da insanlarla vedalaşmaya başledım. işler birbirine ilişiyor. günler günlere erteleniyordu. İnsanlar bitmek bilmiyor. Çok zaman kaybediyordum.
Bir gece oturup düşündüm. Her alanda durmadan mücadele kararı aldım. Buna rağmen umutlarımı yaniden getirecek neydi. bir an kırılmamın sebebini anladım. Sevgiden uzak kalıştı bu. İnsan sevgide uzaklaştıkça matematikselleşiyor, robotlaşıyordu.
gece uykusuz, ertesi gün de çok uzun geçti. bulutlar yerine gelmiş ufuk açılmıştı. Sevgiliye hicret yaşanan yer nere olursa olsun insanı anlamlı kılıyordu. Gözlerim ışıl ışıl, yüreğim göğsüme sığmaz olmuştu. Ellerimin titremesi durmuş, gözlerimdeki yaşlar hüzün ve mutluluk karışık hal almıştı. işler rasgitmeye zaman çok hızlı akmaya başlamıştı. Kısa bir sürede toparlandım. kimse beni üzemiyor ve yorulmuyordum.
sevgiliye hicretimle kendime geldim. tüm taşlar yerine oturmuştu. düşler, rüyalar gerçek hayatın bir kaçış yeriydi. Çoğu insan gerçek hayatı da oyalanarak kaybedip tüketiyordu. Hicret edilecek yer olmayınca insan özgülüğü bulamıyordu.

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...