Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?





  Sevgili Simurg'un Kalemi ve Bir Kısanın Günlüğü  beni م lemişler.
Kendilerine şükranlarımı sunarak, icabet etmek elzemdir hissiyatıyla cevaplıyorum.


Blogla tanışmam nasıl oldu?

  İçimdeki acil yazmam gerek dürtüsüne daha fazla karşı koyamadım. Blogumu cep telefonumdan bir günde açtım. (Biraz baş ağrısı, birkaç fincan kahveye mâl oldu) 


Neden blog yazıyorum?

   Azizim benim blogum, böyle nasıl desem kımıl kımıl (gezi), yumuş yumuş (kitap), tatlış tatlış (film) şeylerle ilgili. 
 İstiyorum ki masal dünyamda herkes mutlu olsun. Bu yüzden blogumun bir nömreli prensibi ezici, üzücü, bozucu mevzuların yer almaması.


Yakın çevremdeki insanlara bloğumdan bahsediyor muyum?

  Duymayan az kişi kalmıştır, herkese hunharca anlatıyorum. Yetmiyor yazılarımı gönderiyorum. (Psikolojik baskı mı, tabi ki hayır. Şirin ısrar taneleri).


İlk yazım ile son yazım arasında ne gibi farklar var?

   Tanıtım yazısı idi, kaldırdım sonra. Son yazım dizi yazısı. Tarzım aynı (Alışılıyor korkmayın).


Blog yazmak yaşantıma neler kattı?

 Yeni yeni şeyler öğrendim, öğreniyorum. Yazılarımdaki yorumlar faydalı olduğumu hissettiriyor.  Mutlu oluyorum. 
  Blog alemini samimi ve kaliteli buldum. Bir de telefonumun şarjı daha çabuk bitiyor.


Diğer blog sahipleri ile iletişim kuruyor muyum?

   O nasıl lakırdı, tabi ki.
Yüz yüze olmadı henüz ama benim parmaklarım korkak değil,  üşenmem gül gibi yazarım yorumlarımı. Konularımdaki yorumlarla da güzel bir iletişim kuruldu. Daim olsun inşallah. 


Hangi kaynaklardan ilham alıyorum?

  Konularım bana özgü. İnternete girip de ne yazsam demiyorum. Bu benim masalım.


Rahatsız olduğum bir konu var mı?

  Yaklaşık 5 aydır buralardayım, şimdilik yok. Olursa söylerim.


Yakın arkadaşlarıma blog yazmayı önerir miyim?

   Bittabi... 
Herkes yazsın, coştursun. Lakin millet çoluk çocuktan başını kaldıramıyor. 
 Bebek gazından, uykusundan, iştahından konu edebiyata, sanata gelemiyor bir türlü. Ya işte ben de hepsini mütebessim, başımı sallayarak dinliyorum (Napcan hayat).


   Velhasıl azizim sık sık bloguma uğrayın, iyi gelir...




On this day in 1986

Lost in an African Jungle*

It all began in L.A. California when I had to go to Africa on safari, to hunt the Wild Weirdo Snake. Because I was a scientist and had to study one. So I went to Africa to the big bush (the grassy swamp land). I was there but suddenly I got lost. Luckily, I brought a map. But it started to rain and my map got soaked. So I couldn't use that. But then, in the midst of the jungle, I heard what sounded like Indians. So, I ran, but they were coming from all directions. They came and got me. They had a Wild Weirdo Snake for a pet. So they wrapped it around me. I died. So they ate me. And for the rest of my life my head hangs from a stick.

The End

Is this the Wild Weirdo Snake? (source)




*Thanks to my mother for saving this.

Kardelene dönüşmek...

Karşılaştığımız zorluklar karşısında değişmeden kalmak sanırım olası değil. Davranış biçimlerinin hepsi değişiyor kardeşim. Mesela daha güçlü oluyorsun..sonraaa daha duygusuz oluyorsun.. sonraaa daha acımasız..daha umarsız oluyorsun. Bazen hayatımın bu hale gelmeden önceki halini çok özlüyorum. Gözlerimden yaş akarak gülme krizlerine girdiğim..dostların gerçek dost oldukları.. arkamdan iş çevrilmelerin olmadığı bir dünya..
Bütün dünyaya tek başıma savaş verirken değişmemek imkansiz gerçekten.Çok şeyden vazgeçiyorsunuz. Sevmekten..sevilmekten..çoğu hayalden.. en azından ben geçtim.. Bir hayale tutunurken..hayatı kurtarmaya çalışırken çok şeyden vazgeçtiğimi fark ettim. İsteyerek veya istemeyerek..oldu napalım di mi?..
Her gün ama her gün mesleğimi bırakmam için bir neden çıkıyor karşıma. Bazen bir duvara tosluyorum, bazen karaktersiz tiplerle uğraşıyorum, bazen kardeşim dediğim biri sırtımdan bıçaklıyor. Bazende garip bir bekleyiş...
Diyorum Duygu..git buralardan..napiyorsun..neyle uğraşıyorsun..Kendi kompleksleri içinde kavrulmuş insanların beni yıkmaya çalıştıklarını gördükçe incinmiyor değilim. Bende insanım değil mi eninde sonunda.. Bazen ben bile unutuyorum bunu..hatta kadın olduğumu.. Hayatimin icine aldigim guvendiklerim bana zaten 'HACI'derler..

Benim başka seçeneğim olmadı bu hayatta.Bana bir hayat verildi ve ben o yolda bir şekilde yürüyorum.

Şimdi size çok ayrıntılara girmeden bütün hikayenin arkadasındaki hikayemi anlatacağım.
Hani bir anda insanın hayatı değişir derler ya. İşte öyle bir gece benim bütün hayatım değişti.
İnanılmaz varlıklı bir haldeyken babamın kalp krizi geçirmesi sonucusunda bir gecede tüm hayatım tepetaklak oldu. Platinium kartımı çıkardığım günler..özel yapım arabama bindiğim..böyle havalı havalı louis vuittonlarda zaman geçirdiğim olmuştur yani :)Bildiğiniz şatoda yaşayan bir tiptim ben. Çok havaşlıydım belli değil..Kafanızda öyle tiki tiplerden canlanmasın. O halde bile çalıştım ben hep ve hep ayaklarım yere bastı. ama alışınca ve bir gecede tam tersine dönünce insan bir garip oluyor işte.
O hafta bütün arabalar evler satıldı. borçlar borçlar.. Baba çalışamıyor,anne ev hanımı tabi.iş başa düştü o zaman. Tek başıma herşeyi sırtladım. Her zaman güçlü müydüm.hayır.. Pazarda çalışmaya başladım. Takı tasarlayıp pazarlara çıktım. Üniversite mezunuyum kadınım diye barındırmadılar. Dayandım. Kitap okuma manyağımdır belki bilmezsiniz..2 bin tane kitabım vardı. Hepsini sattım. Kıyafetlerimi sattım. En çok kitaplarımın gitmesi koydu ama. Halen daha o gün aklımda. bağıra bağıra ağlamıştım. Sanki bütün hayatım ağlıyor gibi. Dostunu kaybetmek gibiydi. Pastacı olmayı kafama takmıştım. Okul paramı biriktirdim. Pazardan kazandığım para bir borca bir okul taksidine gidiyordu. internet üzerinden kekler turtalar falan satmaya başladım. okul paramı biriktirdim. Hem okumaya başladım hem çalıştım. Un ve yağdan hamur kavurduğum günleri bilirim ekmek alamadığımız için. Borç istediğim dostlarımın bana sırt çevirdiğini bilirim. Annemin kenara çekilip sessizce ağlayışlarını bilirim. Babamın hayatımda ilk defa haykırarak ağladığını.. Yüreğimin dayanmasını sağladım. O gün bugündür canla başla hiç durmadan çalışıyorum. hiç durmadan. Duygu yorulmuyor musun hiç diyeceksiniz biliyorum. Ne kadar yorgun olduğumu hangi kelime anlatır bilemiyorum. Tek dileğim pembe bir bisiklet..Böyle saçma bir hayalim var ama hangimizin yok ki?.. Daha bir sürü şey var ama onları anlatamam buradan..
Zor muydu?.. ah dostlarım.. zor sadece bir kelime olarak kalır yanında..

Ben bunca yıl dimdik ayakta durmuşum. Bütün fırtınaları bir bir göğüslemişim tek başıma. Kimsenin yapamadığını yapmışım ve sayılı birkaç kadın şeften biri olmuşum. Sonra birkaç kendini bilmez arkamdan iş çeviriyor. İşin en kötüsü ben bunları fark etmiyorum sanıyorlar ya hastasıyım. Alçakça.. karaktersizce.. kendini ve haddini bilmezce.. Yazım tarzımın kopyala yapıştır mı ararsınız.. benim gibi foto çektiren mi.. benim ürünlerimi taklit etmeye çalışan mı.. insanlarla konuşma tarzımı bile.. ama işte içten gelen bir şey bu.  Ben hiçbir zaman yapmacık davranamadım. hiç öyle bir kaygımda olmadı. zaten ne kazandırır ki bana.. saçma yahu..gülmek lazım.. Ben düşmanımın bile dürüstünü severim. Bir kalitesi olmalı herşeyin. Hayat değişir her gün..olaylar kişiler.. değişmeyen tek şey nedir biliyor  musunuz? Kendinizsiniz.. Eğer vazgeçmezseniz..pes etmezseniz.. işte gerçek başarı budur.

 Eğer bir iki ürün yaptınız die hemen bir yerleriniz tavan yaparsa.. ustalarınıza boyun kaldırırsanız..kendinizi bir halt zannederseniz yani..yok olmaya mahkumsunuz.. Ben hala ustalarımın yanında saygı duruşuna geçiyorum. Bunca sene sonra bile.
Ben hayata dimdik durmuşken kimseye eyvallahım olmadı binlerce şükür.
Size bunları anlatmamın amacı her koşulda istediğiniz hayali gerçekleştirebileceğinizdir.
Eğer isterseniz..
Inanirsaniz..

Ben kendimden ve hayallerimden vazgeçmediğim için bugün benim.. olduğum gibi.riyasız..abartısız..
Ben dünyayı değiştireceğime inandım. ve oldu..
Eğer isterseniz herşey mümkündür..

The Modern Makers Fair

Just a few pictures of my stand at The Modern Makers Fair: I've got a lovely large space with a floor-to-ceiling picture window of the view overlooking the sea!



The Fair is arranged over 3 floors of the hotel, with dozens of exhibitors selling all sorts of beautiful handmade things. It's not too late if you're in Cornwall and fancy coming along; the Fair is on again tomorrow from 10am till 4pm. Tickets have not sold out so you can just turn up at the door; entry is free. The Bedruthan Steps Hotel is at Mawgan Porth on the north Coast about 15 minutes from Newquay.


Pakistan Dizisi: Bashar Momin


  Pakistan dizisi önyargımı biraz olsun kıran bir dizi izledim geçenlerde. 
   Baştan söyleyeyim Hindistan dizilerindeki gibi rüzgarlar essin, Rabba Veeler çalsın, uzun uzun bakışsınlar, yüzlerce bölüm sürsün de manyak gibi sabahlayayım diyorsanız bu diziye başlamayın azizim. (Sizi Maan Geet, Iss Pyaar, Rangrasiya gibi dizilere havale ediyorum.)

 Zindagi Gulzar Hai'yi yarım bırakıp Pakistan ile arama mesafe koymuştum. (Baydınız be gülüm, aşık değil iş arkadaşı gibiydiniz) 
   Bu arada o dizinin oyuncusu Fawad Khan aldı başını gidiyor Hindistan'da. 




  Gelelim dizimize, Bashar Momin. 
32 bölümden oluşuyor. Yaklaşık 40 dk bölümler. Bollywoodfanatikleri sitesinden izledim.

   Esas oğlan Bashar Momin, bir nevi mafya (Psikopat demek istiyorum müsadenizle). Bunun kız kardeşleri pek kıymetli. Biri evli, diğerinin nişanı bozulmuş. 
 Kızımız Rudaba'yı ise (Abisi Bashar Momin'in kız kardeşiyle evli) Amerika'dan biriyle uzaktan nişanlıyorlar ve olaylar böyle başlıyor.
  Dizi oğlan ve kız ağırlıklı olsa da Rudaba'nın nişanlısından bahsetmeden geçemeyeceğim. Yani bir insan bu kadar mı arabesk, bu kadar mı ezik olur? Sen Amerika görmüşsün, coolluk hak getire.
  Yine de, isyanım var ülen rollerinde süperdi. Zaten dumanlı bir dizi, bir de ben gece izledim, adamla beraber bunalıma girdik.

 Dizinin çoğu 6 kişi arasında geçiyor. Mekanlar çeşitli değil. Müslüman ülke olduklarından zaar eşler bile mesafeli. (Biz de müslüman ülkeyiz ama neyssa...) 




  Oyuncular çok başarılı, özellikle Rudaba. (Bashar'la konuşurkenki ıyy iğreniyorum senden bakışları, ağlak halleri falan çok iyi) 
  Bashar ise terör estiriyor evde (Kız iki kere bayıldı adamın bağırmasından).

   20-25 arası bölümlerde az sıkılsam da 25 ve sonrası beni şoka uğrattı diyebilirim. 

  Bashar'ın piyano çaldığı ve hakkında tüm gerçekleri öğrendiğimiz sahneler çok etkileyici (Kocaman bir dram var altında).  Ailevi sebeplerden mütevellit sevgiye inancı sarsılmış, acısını da kızdan çıkarıyor. (Anam babam gerildim o nasıl bir psikolojik baskıdır!) 
   Rudaba güçlü ve akıllı bir kız. Öyle güzel baş ediyor ki sonunda aşk kazanıyor.

   Evet Hint dizileri gibi romantizmin dibine vurmuyorlar ama değişik bir dizi. Gerçek hayata daha yakın. (Bacım özeniyorsunuz Hint dizilerine, bekarlar evde kalıyor, evliler kocasına çemkiriyor).

  Velhasıl-ı kelam izleyin Bashar Momin'i. Psikopat bir adamın nasıl aşık bir adama dönüştüğüne şahit olun. 

   Dizinin meşhur güzel müziği ise Tu Hi Tu. Dizide bol bol çalıyor. Görüntülerine bir bakıverin, heveslenin nevinden başka bir video paylaşayım.
   Aşk ile buyrun o halde... ❤ 



Ve çok etkilendiğim yeni Pakistan dizisi hemen şurda
Khuda Aur Mohabbat
 Nice to be making cushions again! I love to match all the delicious colours of my old Sylko threads to the fabrics I'm using,
 including this beautiful length of French curtain that I recently bought from Sue Meager.
 I'm making for a fair that I'm doing for the first time, The 'Modern Makers Fair' at the Bedruthan Steps Hotel near Newquay this coming weekend, 23rd and 24th April (see side bar). There will be over 50 contemporary designer-makers from Cornwall and further afield selling their work. Tickets are free but must be downloaded in advance via the website, by clicking here.
As well as cushions I will also have a collection of my shell collages for sale, both large and small, and plenty of handmade cards. 
I am on a 'demonstration' stand, so I shall be attempting to recreate a little corner of my studio and doing a bit of stitching and arranging so that visitors can get an idea of my working methods and what inspires me. Hope some of you can make it along! x

Nebevi Tıp: Hacamat


  
  Bu, biraz uzun ve okurken dikkat gerektiren bir yazı olacak. O yüzden lütfen bir bardak çay alınız, etrafta gürültü yapan şeyler varsa kapatınız (Çocuklar da dahil) ve önyargılarınızı ötede bir yere bırakıp (Balkon olabilir) öyle okumaya başlayınız. 




  "Eski hekimler hikmet sahibi idi. O yüzden hekim denirdi. Herhangi bir şikayette bedene bütün olarak bakardı ve sebebini tek bir organda aramazdı. Şimdi doktorlar organların hastalıklarına göre bölümlere ayrıldığından hastalığın sebebi çok başka bir organ kaynaklı ise anlayamayabiliyor. 
  Bir hastalık vücutta yolunda gitmeyen şeylerin sonucu olarak çıkar. Misal, tansiyonu yükselen birine düşürücü ilaç vermek bunu baskılamaktır. Çünkü tansiyon yükselmesi bir sonuçtur, sebebini bulup buna müdahale etmelidir.

    Bir ülkede limon ve sarımsak yetişiyorsa orada antibiyotik kullanmanın mantıklı bir açıklaması olamaz."
   (Bizzat tecrübe etmişliğim vardır. Biz ailece haftada birkaç gece bölünmüş sarımsak yutarız ve mevsim hastalıklarına yakalanmayız çok şükür.) 

   Bu ve bunun gibi gerekçeleri ile açıklanan pek çok görüşe Gerçek Tıp kitabından ve hacamat yaptırdığım uzmanlardan ulaştım. Zamanla paylaşırım inşallah.




 Yazarın, sünnet ve hadis eksenli konuşmaları, yaşının çok altında dinç görüntüsü dikkatimi çekmişti. Kendisiyle tanışamasam da (Geçen yıl vefat etti, Allah rahmet eylesin) talebeleriyle tanıştım. 
  Şifa veren uygulamalar ve beslenme tavsiyeleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve önceki Peygamberler (a.s) kaynaklı.
  Kitabında hastalıklar, deterjanlar, açlık oruçları, sülük terapisi, organ temizleme yöntemleri, çeşitli bitkiler, doğal ilaç yapımı, doğum vs gibi pek çok konu yer alıyor. 

⭐  

 Hacamat ise bunlardan biri. Cebrail aleyhisselam tarafından Efendimize (s.a.v) Mirac'da emredilen bir uygulama. 

  Hastalıktan kurtulma ve sağlığı koruma amaçlı kupa kapatılarak, küçük çiziklerle derinin altındaki ölü hücrelerin ve atık maddelerin toplandığı noktalardaki kan alınıyor. Böylece beden temiz kan üretiyor ve yenileniyor. 
  Her organ için sırtta ilgili bölüme yapılarak o organın temizlenmesi arınması sağlanıyor. 

   İlaç kullanımı, sezaryen, telefon, internet, insanların olumsuz enerji ve nazarları bizim ruh ve beden sağlığımızda kötü tesirlere sebep oluyor. 
  Maalesef insanımızın çoğu hastalıklı. Bu yüzden kadın, erkek mutlaka yaptırmalı.        Hatta bir seferinde küçük bir çocuğa yapılırken gördüm.
   Dikkat bozukluğu, hiperaktivite, anlama zorluğu vs. gibi pek çok sorun için de faydalı olduğunu söylemişti yapan kişi. 


 Gelelim Efendimizin (s.a.v) mübarek tavsiyelerine:

  "Tedavi olduğunuz şeylerin en hayırlısı hacamattır. Bütün hastalıklara şifâdır. Aç karnına hacamat aklı ve hafızayı arttırır. Baş hacamatı (cankurtaran) yedi derde şifadır, cinnet, baş ağrısı, cüzzam, baras, uyuklama, diş ağrısı, baş dönmesi." 

 Faydaları için fotoğrafları büyüterek okuyunuz. 




    Hacamatın belli günleri ve şartları vardır. Perşembe, pazartesi, salı, pazar. 
   Aç karnına olmalı, o gün hayvansal gıda yenmemeli ve duş alınmamalı. 
  Mutlaka manevi olarak da donanımlı birine yaptırmalı.  

   Uzun zamandır hastalığı olsun veya olmasın çevremdeki herkese  anlatarak bilinçlenmelerine ve az insanın bildiği bu sünneti öğrenmelerine vesile olmaya çalışıyorum.
  Bazen korkan arkadaşlarımla beraber gidiyorum, hem yanında bulunayım, hem kendim de yaptırayım diye. İşlem bittikten sonra ilk sözleri, korktuğum gibi değilmiş, kendimi çok iyi ve enerjik hissediyorum, oluyor.
   Şimdilerde pek çok arkadaşım da hacamat oluyor, çevresine tavsiye ediyor. 

  Nebevi tıp tavsiyeleri devam edecek inşallah. Tecrübeleriniz veya sorularınız varsa lütfen bizimle paylaşın.

 Buraya kadar okuduysan azizim bir köpüklü kahveyi hak ettin demektir. Hadi üşenme kalk. 
   Bu arada ben üçüncü çayımı içiyorum. Ne kadar ince eleyerek yazmışım hesap et gari. 

Sevgiler, şifalar...


♥ 









The last orang standing (no place to swing): why do we care?

Every time we see documentation of threats to the existence of particular species, the issue arises as to whether human activities are responsible.  And if so, there's usually a plea to stop the devastation. Recent examples that led me to think about what this means include the April 5 NY Times story about devastation being experienced by the orangutans in Indonesia, whose range is becoming ever more limited.  Here is an image from that story:

All alone in a devastated habitat.  NYTimes story 4/5/2016
The pathos of the image is evocative, and even heart wrenching, but fortunately this particular animal was rescued.  Here is a heart-warming image from the same story:


Rescue!  From the same Times story
And there was a recent, truly uplifting story, from Al Jazeera, about a conservationist who has spent decades carefully and patiently enabling orangs to return to the forest.

Orangutans are in trouble, and at least some people seem to care.  Indeed, the pathos is about much more than individual orangs orphaned to a cruel fate.  It is about the endangerment of their species itself. There are similar concerns about other species, such as the likely impending doom of other great apes (besides ourselves): chimps and gorillas, in particular.  But, in fact, why are we concerned?

Why the concern?
It may seem obvious.  After all, every individual dies--humans, ants, birds, our pets, our children, ourselves--and orangs.  We don't want to die or suffer, so maybe it's natural in some way for us to empathize with those who are dying or suffering.  Knowing we ourselves will die some day, we don't like to see other individuals die, and in a collective sense, we extend the same feelings of empathy rather automatically to whole species.

But while it may be uncomfortable to think about it, 'we care' doesn't apply to everyone and it's at least worth thinking a bit about why anyone would care.  Every species becomes extinct.  There will always be a last one standing (or, if there are still trees around, swinging).  And it, too, will go.  Even if we except those lineages of life that continue to produce offspring which some day we would dub with a new species name, many if not by far most species eventually disappear without issue.  Extinction is a permanent loss (even if some geneticists occasionally resuscitate a dodo, mammoth or Neanderthal from DNA), but so is every death.

Orangutans and chimpanzees may be cute fellows we can relate to, but there have been quite a few other ape species over the past few million years.  Each was presumably just as cute and cuddly and person-like in its own way, as the orangs, and chimps are today (not to mention those lumbering gorillas, and gibbons, those acrobatic swingers).  But something did each of them in, except for the one lineage that led to us--and it may have been that one--our ancestors--who did the others in at the time!  They didn't set up nature reserves for the other, unlucky, apes.

Extinction is a normal part of life.  So I again think it's fair to ask why our empathy is so poignant when we can document fates such as those of the orangs, or the many other endangered species, that we can see in the flesh.

The daily obituaries and the vanishing orangs are instances of business-as-usual, that happen to be taking place in our own particular time. It may well be that the specific forces at work today are uniquely due to the predominance of humans on the earth, but from a more distanced view, that is just one of many more or less unique eons or events during earth history.  We've been changing things very rapidly, but perhaps not particularly more dramatically than major cataclysmic meteor strikes or volcanic eruptions that have, or may have, quickly changed global climates and led to mass extinctions.

So even if the details of human agency are specific, the phenomena of change are generic.  The comings and goings of individual plants and animals, of species and ecosystems have always been specific to a given time and place.  That is the essence of evolution as we know it.  One could even say that, as biologists, we should be glad that we can see the theoretically hypothesized, inferred process of extinction in action in diverse ways.

It is also interesting to me that while we may rue the passing of a few orangs in a jungle, that means we are being unsympathetic with the people who need (or want) more rice fields or timber, or to make a living by selling ivory.  Indeed, in many ways we often seem less concerned about the many individuals of our own species who are daily subjected to marginal or lethal living circumstances, or who are bombed out of existence, also by humans. There are far, far more such victims--each of them individuals--than there are living orangs who could be subjected to such forlorn fates as are seen in these recent news stories.  So in some ways the 'we' who are so empathetic are sitting in protected privilege, and isn't that empathy a kind of self-flattering feeling?

Vegetarians have various reasons for following their diets, one of them being that they don't want to be the cause of death or suffering of animals.  This may be similar to sentiments about displaced orangs.  And of course, most people who can do eat meat, even if we want to save the orangs, and are antagonistic to poachers or encroaching farmers.  It may seem less existential because we can, after all, always make more chickens or cows.  And if salmon become endangered, we try to stop catching them (for a while).  That is rather selfish even if there might be a twinge of compassion involved.

It is rather similar with climate change, I think.  We know very well that not even continents are forever.  Islands and shores come and they go. We owe today's gorgeous mountain ranges, and spectacles like the Grand Canyon, to yesterday's destruction of what was before.  Why do we care about climate change when, in essence, climates have always changed and the major effects of this epoch will occur decades or a century or more from now, when neither we nor even our children, will be here to see them?  Yes, humans may be the immediate cause of this cycle, but if we stopped driving and flying today, biogeography will change anyway, in its own ways and on its own times.

In every objective sense, climate change and the conflicts and dislocation that will be associated with it, will just be another part of the earth's long and dynamic history, an evolutionary history, not always pleasant, in which every today is left behind to become a yesterday to its tomorrow.

The meaning of 'life' is local
Obviously the key is what 'in every objective sense' means, or doesn't, to these feelings.  Perhaps the fact is that this is not a phenomenon in any objective sense.  Instead, it is personal and emotional. Is it a form of sappy nostalgia, or some strange empathy that we extend to a few furry friends if not always even to members of our own kind?  Is it deeper and more self-referential, an extension of the empathy for our children and close kin, that evolution has programmed in our particular species? Do we shed tears for the hapless orangs because we know our own similar fate awaits us?  Is our empathy for orangs and other endangered species a way of pretending, somehow, that by 'saving the planet' we are saving ourselves--a need to feel important, or a desire to avoid facing the fact that it will be me sometime soon, too?

To many people this sort of empathy gives life its 'meaning', a vague term that refers to values we choose to hold.  These values are subjective, and we know that such 'meaning' is just for our own personal, temporary lives.  Some deeply religious people believe God gave us the earth to exploit, yet other equally religious people believe we must cherish it and keep it as pristine as God made it. Indeed, the atheists I know are at least as empathetic to these values for reasons they might not even think need explaining: it's just how they feel about the cosmos.

Personal value systems are in essence how we choose to live and what to value in the time we happen to have here, even when we also know they make little difference to long-term nature.  It isn't nice to do so, but I think it's appropriate to note that even this kindly view is not so innocent: What people value is also what they so often seem to feel they must force others to value as well, which is more or less how we behave about sociopolitics generally.  We sympathize with the orangs and elephants but demonize the farmers who are clearing the forest, or the ivory hunters.

To me personally, at least, if we want to try to be objective about the cosmos, and we accept that evolution, with its emphasis on reproduction and survival and thats pretty much it, explains how we got here, i't's unclear why we should particularly care about anything other than what affects us directly, or perhaps indirectly in the sense of our children, and even that seems to be purely from survival instinct.  Maybe it just pleases us to see orang-rescue stories.  But I still find it curious that we care or even wish to prevent what we know very well has always happened, and is indeed the basis of the evolutionary processes that made us possible.  In some ways, we act as if extinction were some new phenomenon, newly ominous in the world.

So what if, in our time, it happens to be a few apes or coral or whatever that disappear?  The 'so what?' would have to be either that we are oblivious to the realities of evolutionary existence or that we know those realities but choose to hold some values that give us a sense of existential value or purpose, in our own lives, even if they are individually fleeting.

I myself like attempts to preserve what seems good in the world.  I am warmed by the fact that some lucky orangs will be given a chance at life, because somebody cares to do that for them.  I feel that way even if I know that their eventual death, out there in cruel Nature, is likely to be very unpleasant. In fact, it may be a blessing, because the last orang standing, or swinging, will be very lonely.  And I love our three cats!

I personally agree with sustainability people in thinking that we should cut down--way down--on our consumption and pollution, and on causing major ecological changes.  But I also realize that my feelings are just my own, probably rather egotistical, way of making it through the temporary maze.

There will be a last hurrah for the orangs.  It is likely to be soon.  But, despite all I've just said, I don't want to see it, because while it may be naive vanity, I too care.

Gezegenin Yol Halleri



   Hani çoğumuzun yaş ilerledikçe hayatına bir sakinlik, dinginlik gelir ya, benim tam tersi oluyor.

 Öğrenciliğimde, ergenus çağlarımda kukumav kuşu iken, okul bitimi ile bir düzen oturması, ev oturması beklentisine münafi olarak kendimi yollarda, şehirlerde, buranın nesi meşhursa dadalım heyecanı içinde buldum, buluyorum.




   Yurtiçi gezileri malum. Bölgelere ayır ve al eline harita, tıngır mıngır dolan. Yurtdışında ise bir tek Amerika'ya gidiyorum, şimdilik. (Evet 10 saatten aşağı uçmuyorum şekerim)

  Yolda olmak, güne başka şehirlerde uyanmak, yeni şeyler görmek ve tatmak, saati tarihi düşünmemek nasıl keyifli anlatamam. Böyle hissetmekle beraber evimi de çok severim ben. Hatta bazen günlerce dışarı çıkmadan kitap okur, film seyrederim. Biraz uçlarda yaşadığımı kabul ediyorum. 

  Yol videoları ve resimleri ise vazgeçilmezim. Bazılarını paylaşayım da masal dünyamız eksik kalmasın gari.


New York, USA 


Williamsburg, USA


Philadelphia, USA 


Manhattan, USA


Washington, USA 


Pennsylvania, USA 


Artvin


Nerelisen gardaş?


Erzincan


Rize 


Ürgüp 


Amasya 


Rize


Artvin 


Sümela, Trabzon 


Erzincan 

  Müzikler yolları daha mı anlamlı kılıyor ne? 
Hadi açın sesini!

Pennsylvania roads 

Pennsylvania roads 2 

   Evet, ara sıra yollara düşmeli insan...
 Her defasında kendi içine de yolculuk edebilmeli. Nereleri nasıl gezmişim hemen sağda! 
   Seyahatler çekiyor içim... Ya sizin? ✌

♥ ♥ ♥

Hint Filmi: Bajrangi Bhaijaan



Bolivuud sevilesi çünkü, 

   Bu filmlerdeki çekim hataları (Kayalıklara tutunan Shahrukh'u saran halatların arzı endam etmesi), bol müzik ve dans (bazen olay ve diyalogdan fazla), aşırı duygusallık (Adamların kızarık gözlerle cumbul cumbul gözyaşı dökmesi), abartılı ekşın sahneleri, dakikalarca süren bakışmalar, evin içinde bile esen rüzgarlar beni hiç rahatsız etmiyor. 

  Hollywood öte dursun soğuk nevale, daha bizden, daha sıcak Bollywood...

  Bu bilgi pıtırcıklarından sonra gelelim  derhal, tez zamanda izlememiz, izletmemiz gereken filme...




  Elimden geldiğince, tanıdık tanımadık herkese tavsiye ettiğim bir film. Başrolünde Salman Khan'ın olduğu bu film çok yeni ve ödül almış.

  Zaten gerçek hayattan uyarlama. Dilsiz küçük kızımız Pakistanlı bir müslüman. Adamımız çok dindar bir Hintli. (Maymuna tapıyor)

 Annesi kızının dili çözülsün diye Pakistan'dan trenle Hindistan'a yola çıkıyor. Türbeye adak adayacaklar.
   Yolda kız trenden iniveriyor bir gece vakti ve Hindistan topraklarında kalıyor. Hem hüzünlü hem komik maceramız tam burada başlıyor. 




   Hindistan'da kaybolan bu küçük kızı evine ulaştırma macerası olan film, özünde hangi inançtan olursa olsun insanın erdemleri sayesinde bir ortak nokta bulabileceğini anlatıyor.

  Çok güleceğiniz ve çok ağlayacağınız bir film. (Benim gibi kolay ağlamayan birinin bile gözünden yaş getirdi yani)

  Müziklerine gelince, hepsine bayıldım. Duyguları çok iyi yansıtan şarkılar olmuş. Hâlâ ara sıra dinliyorum.

   Beni Salman Khan hayranı yapan, yok mu bu ademin başka filmleri dedirten, elimden gelse herkese izleteceğim film! 




  Velhasıl alın yanınıza kocanızı (o yoksa eltinizi görümcenizi), bir kova da mısır, yayılın izleyin. Yoksa bu dünya çekilmez anacım. 
 Ha, bir de izledikten sonra nadide yorumlarınızı reca ediyorum... ♥ 

Hayırlı Kandiller


REGAİP KANDİLİ DUASI

 Bismillahirrahmanirrahim
Allahümme Salli âlâ Seyyidina Muhammedin ve âlâ Âli seyyidina Muhammed
Ya Rabbi!
Acizlikten, üzüntüden, tasadan, kederden, Korkaklıktan, kabir azabından, cehennem ateşinden sana sığınırız. Bizleri kötülükten ve kötülerin şerrinden emin eyle ya Rabbi!
Bize karşı düşmanlık duygularıyla oturup kalkanların kalblerini yumuşatmak
murad ediyorsan, bize ve gönüllüler hareketine karşı onların kalblerini yumuşat ve sinelerini daim bir sevgiyle doldur!
Ey kalbleri evirip çeviren Sultanlar Sultanı!
Bizim kalblerimizi de, onların kalblerini de sevdiğin ve hoşnut olduğun
güzelliklere çevir! Ya Rabbi!
Sen bizlere bizi aşan istidat ve kabiliyetler ver
ve lutfedeceğin bu kabiliyetleri
senin rızan yolunda kullanmayı
bizlere nasip eyle ya Rabbi!
Sen bizlere peygamberleri donattığın sıfatları lutfet lakin biz lutfedeceğin bu sıfatları tefahur vesilesi yapmayalım ve hep kendimizi sıfır görelim ya Rabbi!
Cümlemize vicdan genişliği lutfet
Kalplerimize inşirah bahşet
Bizleri kollektif şuura sahip kullarından kıl
Ve bizleri müttakilere rehber eyle ya Rabbi!
Hayırlı Kandiller.





























İyi ki memelerimiz var !





Selam vermekten korkar olduk, selamımızı   kuyruk salladı diye düşünen zihniyetlerden korkar  olduk ,Sokak başlarında  peşimize takılıp hangi köşede sıkıştırıp  bizi ölüme sürükleyecek diye düşünmekten, sırf peşimizi bıraksın diye saatlerce kalabalık duraklarda beklemekten yorulduk,polis  kapısını eve gitmeden önceki adres yapmaktan yorulduk.

  Face'ye ekledi, like attı, gülümsemişti,  bir hafta konuştuk, üç gün selamlaştık, ama resimlerini beğendim  gülen yüz  yollamıştı ,artık benimle ilgilenmiyor,bana ihanet ediyor kesin beni aldatıyor,
terketti, ihanet etti deyip kafasına sıkılır hale geldik.

 Burka mı kullanalım  kaçalım mı her gördüğümüzden haremlik selamlık mı olalım,  face'ye instagram'a sadece  baba, ağabey mi ekleyelim  nasıl bir zihniyetiz akrabalarımıza, arkadaşlarımıza her an oda bize zarar verecekmiş gibi mi davranalım?
 Anlayamıyorum bazı insanları Hayır kelimesinin anlamını  cilve yapıyor sananları artık cinnet geçirip  küfürü bastığınız için sizin küfürden hoşlanıp size cinsel tacizde bulunan insanları  hiç anlamıyorum! 
  Bulunduğunuz her ortama gelip  çevrenizdeki insanlara kadar dil uzatıp sizi arkadaşlarınızdan kaçar hale getirenleri hiç anlamıyorum.
Dişi kuyruk sallamasa erkek peşinden gitmez diye düşünüp   güneşten göz kırpsak kesin bana göz kırptı kal**k diyenleri.
Altı gün konuşup yedinci gün sizin mantığınıza kişiliğinize uymadığı  için sohbet  bile etmek istemediğinizde bizim geçmişimiz yaşanmışlığımız var diyenleri hiç anlayamıyorum   sizi ölümle  , ailenize çevrenize zarar vermekle tehdit eden insanları hiç anlamıyorum. Namus neye göre namus kime göre namus anlayamıyorum!
Bazı insanların kendi zihninde yaratıp inandığı ve o düşünceye göre hayatına yön vermesini hiç anlayamıyorum.








Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...