TEKRAR

Her güzel filmin ardından,güzel bir şarkının ya da başarılı varsaydığın bir romanın o en son anından hemen sonra insanı içine daha iyisi yapılamaz duygusu yerleşir. En güzel söz henüz söylenmeyen demişse de şair sanki söylenecek her şey  söylenmiş gibi hissederiz. 
   Bu aslında küçük insan hayatlarımızda da sık sık tekrarlanır ,büyük mutlulukların ardından sanki daha mutlu olmazmışız gibi gelir kalbimize, çaresizliğin hangi hali yaşanıyor olursa olsun en halidir o. Daha çaresiz bir durumun vuku bulamayacağını düşünürüz. Saatlerce ağladığımız ya da sustuğumuz kederimiz kederin en demli halidir . 
    Oysa hep daha'sı vardır hayatın ve o yüzden aslında her duygu defalarca tekrar edilmeye mahkumdur , kederler birbirine benzemez her mutluluk başka bir renge bürür ruhu bu yüzden yoğun bir duygunun ardından tekrara düşme endişesi ile karışık bir yeni keşif yatar . Yeni yerlerimizi tanırız kalbimizdeki , belki yeni duvarlar öreriz ruhumuza belki affederiz bir şeyleri ,birilerini. Kederin adı keder kalsa da pişmanlık pişmanlık olarak salınsa da zihnimizde, başkadırlar ; o yüzden binlerce yıldır her insan kendi serüvenini yaşar . Başarılar da tıpkı evlerin mahremiyeti gibi gizlidir, ölüm acısı da, hayal kırıklığı da ...
    Bazen tekrarlar büyük öğrenme süreçlerinin tamamlanmasına neden olur . Sanki çoktan seçmeli bir sınavda son anda yanlış şıkkı işaretleyecekken vazgeçip doğruyu işaretlemenin hazzına benzer bir yanlıştan dönme ferahlığı bırakır ardında.'' Tam da yeniden ''diye başlayan cümleler'' iyi ki'' ve ya  ''neyse ki'' ile sonlanır.Alıştığın belki de beklediğin o hayal kırıklığının ardından nasıl da soğukkanlı olduğuna şaşırırsın. 
   Bir mevsim tekrar bitmeye hazırlanırken yeni bir dönem tekrar açılma gayretindeyken, ufak ufak fısıldar bir şeyler,birileri tekrara aldanma her gün yeniden doğar güneş ve her yeni gün yeni bir bilinmez taşır ömre ...

Birbirinden güzel sesli masallar..







http://turbobit.net/fd3x4sy5ykjh/зцrekзi ninenin sorunu.mp3.html

http://turbobit.net/gznky0foe10d/цzgьrlьрьn bedeli.mp3.html

http://turbobit.net/791gi3cetftw/yцnetici seзimi.mp3.html

http://turbobit.net/c7i7nlsc2pf9/зimen biзme makinesi ve зimenler.mp3.html

http://turbobit.net/w06zmbn6lmdl/зan hayvan.mp3.html

http://turbobit.net/8wab48y2o7r7/Зam Aрacэ.mp3.html

http://turbobit.net/euks5vypw2jk/yaрmur agaclarэ.mp3.html

http://turbobit.net/q77imngn1ht0/yeliz yorulmaz.mp3.html

http://turbobit.net/w5krqfvzukvz/Yoksul Kunduraci.mp3.html

http://turbobit.net/rhym8vrbpjpz/verilen sцz tutulmalэ.mp3.html

http://turbobit.net/d750admiouph/trafiklambasi.mp3.html

http://turbobit.net/hp1i2c04h12w/UcanHali.mp3.html

http://turbobit.net/klbf5q86ywid/Yaralэ Gьvercin.mp3.html

http://turbobit.net/3wnrl68xny33/vantuzlu engel balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/phexo8mq0zr4/tembelliрi bэrak зalэю.mp3.html

http://turbobit.net/3a82w83vmn0y/tavюanэn korkusu.mp3.html

http://turbobit.net/cb2f3y080dj7/Tembel Tavsan.mp3.html

http://turbobit.net/t3s2fton6vu3/Tilki ile Teke.mp3.html

http://turbobit.net/ubjdf4d60o9c/tavюanlarla tilkiler.mp3.html

http://turbobit.net/76hzpyjr0m4o/sьslь kalem.mp3.html

http://turbobit.net/qcf2zc2zer0o/sьpьrge balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/qmwzyhxcnu82/tavsan ile kaplumbaga.mp3.html

http://turbobit.net/1k1mnarrgtzx/sцzьnь tutmayan mercan balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/66nvjfvzuqb1/sinek mantarlarэ.mp3.html

http://turbobit.net/vd4d9zhdo6rc/su mercimeрi.mp3.html

http://turbobit.net/0oifmcl9cwb9/Sihirli Soz.mp3.html

http://turbobit.net/3bs3emrb02l3/Son Kurbaрa.mp3.html

http://turbobit.net/8kdgjo52v9c0/seyda - seyda.mp3.html

http://turbobit.net/zhykq3pprjaa/Selim'in Arabasi.mp3.html

http://turbobit.net/0y2i5wuy0k5x/Selim'in Arabasi - 1.mp3.html

http://turbobit.net/10csmexodwqy/sapan baюэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/mcqk3if7szmu/sandal aрacэ.mp3.html

http://turbobit.net/arzfmzm7s1sm/Sarэ Kanarya.mp3.html

http://turbobit.net/lgapgtyqwdn3/sakэz aрacэ.mp3.html

http://turbobit.net/m8ie4iq0xqrz/Rapunzel.mp3.html

http://turbobit.net/0h0snx9sy1cm/Salyangoz ve Evi.mp3.html

http://turbobit.net/5m2l8m17ys7e/oyuncaklar.mp3.html

http://turbobit.net/k1pcl24eo26u/ofkeliatkestanesi.mp3.html

http://turbobit.net/m0hncztiuqns/Pamuk Prenses ve Yedi Cьceler.mp3.html

http://turbobit.net/c3wevsmepm8q/MehterMarslari2.mp3.html

http://turbobit.net/vg2eenx6lmba/ofkelikeciboynuzubitkisi.mp3.html

http://turbobit.net/6pegrp9wp00i/mimozalar 2.mp3.html

http://turbobit.net/am09q0qa2gi2/Obur Kaplumbaga.mp3.html

http://turbobit.net/lkuj1rqfz99q/mimozalar.mp3.html

http://turbobit.net/mf854mhxxdxq/MehterMarslari1.mp3.html

http://turbobit.net/rwtj5i0wt9cp/mercanlarэn baюarэsэ.mp3.html

http://turbobit.net/09vj6n1qgzgn/meraklэ fil bahri.mp3.html

http://turbobit.net/f0qfzmu677pb/meraklэ зiзek.mp3.html

http://turbobit.net/dwy9tqvqshly/Mavis.mp3.html

http://turbobit.net/hzrmiozppgzd/Mehtap'in Kardesi.mp3.html

http://turbobit.net/wzwp6npaf2ar/maymunla tilki.mp3.html

http://turbobit.net/nw4ipxm3fxe0/kэrmэzэ balэkla salkэm sцрьt.mp3.html

http://turbobit.net/a669a4tl44kk/Masallar Diyarэ — Sesli Зocuk Masallarэ » Kurbaрa Prens.mp3.html

http://turbobit.net/fv4vrqvb4nxf/Masallar Diyarэ — Sesli Зocuk Masallarэ » Yavru Aрaзkakan.mp3.html

http://turbobit.net/qp1f4b5qfayn/Masallar Diyarэ — Sesli Зocuk Masallarэ » Keloрlan ve Sihirli Taю.mp3.html

http://turbobit.net/2h7bu97y78r8/Martilar.mp3.html

http://turbobit.net/ay05ku9zzebw/kэrlangэз balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/n1kg0l5weilb/kэnalэ kэzla kьstьm otu.mp3.html

http://turbobit.net/r6fnujzoinlo/Masallar Diyarэ — Sesli Зocuk Masallarэ » Gьneю ve Rьzgar.mp3.html

http://turbobit.net/4trz1bbe0yzu/kцtь yьrekli baldэran otu.mp3.html

http://turbobit.net/8kbnv51ysu98/kьзьk papatyanэn tasasэ.mp3.html

http://turbobit.net/9v1hj41z4wnx/kцstebekle su samuru.mp3.html

http://turbobit.net/jd40apke6y7e/kurnazlэрэn cezasэ.mp3.html

http://turbobit.net/uvpkrhe4l17q/KorkusuzBesler.mp3.html

http://turbobit.net/11bsz2jlp5tp/Kul Kedisi.mp3.html

http://turbobit.net/3n2tilfkdjq7/Kurbaga Prens.mp3.html

http://turbobit.net/lvlf8zoo9rzj/Kuslar Tiyatrosu.mp3.html

http://turbobit.net/tg3hsv5avbrx/klavuzbalik.mp3.html

http://turbobit.net/sh5em4dtwjge/kirpi balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/h8or6ag15aho/Kiymetli Tuz.mp3.html

http://turbobit.net/oyncurzadvqt/kirmizi_baslikli_kiz.mp3.html

http://turbobit.net/15dvk2s47hv1/kikirdek fasulye.mp3.html

http://turbobit.net/9rp0kdeq88l8/Kibritci Kiz.mp3.html

http://turbobit.net/i88f8c9a9g1p/Kirmizi Benekli Kelebek.mp3.html

http://turbobit.net/qftbxji2knes/Kiraz Agaci.mp3.html

http://turbobit.net/t2ar37j1r4j8/kendinibegenmisgulvetэrtэl.mp3.html

http://turbobit.net/xwaa0b7m3eo2/kendini beрenmiю manolya.mp3.html

http://turbobit.net/840tbnbmpsvk/Katэ Yьrekli Zengin.mp3.html

http://turbobit.net/fzqb0xh43juy/karagцz balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/qinddsir4gdt/kendini aslan sanan зiзek.mp3.html

http://turbobit.net/rzmcgnxxjzqn/Kediler Sultanэ.mp3.html

http://turbobit.net/i1qzpxgxzdfa/Kara Tren.mp3.html

http://turbobit.net/lbzaoapxtsq2/iyiyureklimormenekse.mp3.html

http://turbobit.net/bgt5fjwuqomt/iyilikedeniyilikbulur.mp3.html

http://turbobit.net/q3ax6csr3e49/iyi yьrekli kraliзe ile kьpe зiзeрi.mp3.html

http://turbobit.net/qfo2oakhfa5v/iюini baюkasэna gцrdьren tavus kuюu.mp3.html

http://turbobit.net/2taeu4rbqhtm/iyi yьrekli dokumacэ kuю.mp3.html

http://turbobit.net/bgfhfdhbmdmj/iyi yьrekli kedi otu.mp3.html

http://turbobit.net/d9hgtch7y8md/Iki kurbaga.mp3.html

http://turbobit.net/qrnriwv7lu4q/inci balэрэ.mp3.html

http://turbobit.net/j427tpx06751/hiзbir юeyi beрenmeyen menekюe.mp3.html

http://turbobit.net/t1k60afn15w1/hasarioglan.mp3.html

http://turbobit.net/t21jvzha12mc/hansel ve gretel.mp3.html

http://turbobit.net/86p2u0eg1kgd/FezadaikiTurk.mp3.html

http://turbobit.net/4y9p1cypvfr7/Gьl Cenneti.mp3.html

http://turbobit.net/zx9bkg1tmex9/Gьrьltьcь Зocuk.mp3.html

http://turbobit.net/gw15t6mcf375/ElmasNinedenMasallar2.mp3.html

http://turbobit.net/l5pdd7x9arvq/Fareli Koyun Kavalcisi.mp3.html

http://turbobit.net/e3bsvvdgzi6m/Gidgidak Tavuk.mp3.html

http://turbobit.net/tyz09x6qpyuo/el pislenmeden aрэz юekerlenmez.mp3.html

Bu Belki Son Günündür

Bu Belki Son Günündür Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim. Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…” Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı. -Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim. Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi -Kahvaltınız hazııır! Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı. -Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı? Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu. Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi. -Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında? Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu; -Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün? -Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim… O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü. -Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm. Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

Limon Kız Masalı

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde… Develer tellallık eder eski hamam içinde…Hamamcının tası yok. külhancının baltası yok…Arap bacı hamama gider, koltuğunda bohçası yok…Handadır handa, yetmiş iki deli ile bir manda. Yedik, içtik, dişimizin dibi et yüzü görmedi… Bereket versin hacı cambaza… Bize bir at verdi, dorudur diye… At bize bir tekme vurdu. Geri dur diye… Deniz ortasına vardık kıyıdır diye…Tophane güllesini cebimize doldurduk, darıdır diye… Kız kulesini belimize soktuk borudur diye… Tuttu bizi bir zaptiye, delidir diye… Attı tımarhaneye, bir gün, iki gün, üç gün…Tuttuk pirenin birisini, yüzdük derisini, çadır kurduk Üsküdar’dan berisini… Masaldır bunun adı… Söylemekle çıkar tadı… Her kim ki dinlemezse, hakkından gelsin topal dadı… Vakti zamanında çok iyilik sever bir padişah varmış… Fakirlere ramazanlarda yiyecek, bayramlarda giyecek dağıtırmış… Yılda bir gün de sarayının karşısındaki çeşmenin bir musluğundan yağ, bir musluğundan da bal akıtır, herkesin duasını alırmış… Gene böyle çeşmenin musluklarından yağ . ile bal aktığı bir gün, ihtiyar bir kadın çeşmeye gelmiş. Elindeki ağzı kırık testiye yağ doldurmuş. O sırada, padişahın yaramaz oğlu da, sarayın penceresinden çeşmeye gelip gidenleri seyrediyormuş. İhtiyar kadın çeşmenin yanından uzaklaşırken, okunu çektiği gibi onun testisini parçalamış. Yağ yerlere dökülmüş. Şehzade, ihtiyar kadının haline kahkahalarla gülmeye başlamış. Neye uğradığını anlayamayan kadıncağız, başını kaldırıp, şehzadeye: Hey oğlum! diye seslenmiş, ben sana ne yaptım da testimi kırdın? Dilerim Allah’tan, Limon Kız’a âşık olasın da, onu göremeyesin! O günden sonra şehzadeyi bir düşüncedir almış… Acaba bu Limon Kız nasıl bir şeydir, diye akşamlara kadar düşünüyor, meraktan çatlayacak hale geliyormuş. Oğlunun bu düşünceli haline canı sıkılan padişah, bir gün onu yanına çağırarak sebebini sormuş. Şehzade de Limon Kızı merak ettiğini, izin verirse gidip onu arayacağını söylemiş. Padişah, çaresiz razı olmuş. Şehzade, hazırlandıktan sonra bir gün padişah babası ile sultan annesine veda ederek yola düşmüş… Az gitmiş, uz gitmiş… Dere tepe düz gitmiş… Günlerce yol almış… Nihayet bir dağ başında ihtiyar bir adama rastlamış. Selam verip ihtiyarın elini öpmüş. Bu delikanlının kendisine saygı gösterip elini öpmesine pek memnun olan ihtiyar: Hayır ola evlat, diye sormuş, böyle tek başına nereye gidiyorsun? Şehzade: Bir Limon Kız varmış, diye cevap vermiş. Onu pek merak ediyorum da, aramaya çıktım. Ama, günlerden beri yol yürüdüğüm halde hâlâ bir iz bulamadım… İhtiyar gülerek: Ben Limon Kız’ın bulunduğu yeri biliyorum, demiş. Sana tarif edeyim: Şuradan doğru yürü. Karşıki dağın arkasına git. orada önüne bir gül bahçesi çıkacak. Gül ağaçlarının kocaman, kocaman dikenleri vardır. “Ne güzel güller” diyerek bir gül koparıp kokla. Ellerinin kanamasına bakma! Oradan çıkıp yürü… Suyu kan gibi kırmızı akan bir dere ile karşılaşacaksın. Yanına gidip “aman ne temiz su” diyerek biraz iç… Yoluna devam et… Bir köşe başında zincirlerle ağaçlara bağlanmış bir at ile bir köpeğe rastlayacaksın. Atın önündeki eti köpeğin önüne, köpekin önündeki otu da atın önüne koy… Oradan uzaklaş… İlerde karşına iki kapı çıkacak. Bir kapalı, öteki açıktır. Kapalı kapıyı aç, açık kapıyı kapa! Açılan kapıdan geçerek yürü… Büyük bir bahçeye gireceksin. Burası devin sarayının bahçesidir. Bahçede binlerce meyve ağacı arasında bir tane de limon ağacı vardır. O ağacı arayıp bul! Üzerinde üç tane limon göreceksin. Bu üç limonu da kopar, arkana bakmadan geri dön! Geldiğin yerlerden geç… Bu limonları keserken her birinden bir kız çıkar. Senden bir şey isteyecekler: İstediklerini yaparsan ne âlâ… Yapmazsan ölürler. Dikkatli davran… Haydi yolun açık olsun evladım! Şehzade, ihtiyara teşekkür etmiş, elini öpmek için eğildiği zaman karşısında kimseyi bulamamış. İhtiyar birdenbire ortadan yok olmuş. Hemen yola çıkarak yürümeye başlamış. Çok geçmeden dağın arkasına varmış. Biraz sonra gül bahçesine ulaşmış. Güllerin arasına dalmış. Elleri dikenlerden kan içinde kaldığı halde, bir gül koparıp “ne güzel . güller” diye koklamış. Oradan çıkmış. Suyu kan gibi akan dere ile karşılaşmış. Kenarına gidip eğilmiş, “aman ne temiz su” diyerek biraz içmiş, kalkıp yoluna devam etmiş. Bir köşe başında zincirlerle ağaçlara bağlı at ile köpeği görmüş. Köpeğin önündeki otu, atın önüne, atın önündeki eti de köpeğin önüne koyarak oradan uzaklaşmış. . Biraz sonra karşısına iki kapı çıkmış. Açık kapıyı kapamış, kapalı kapıyı da açarak içinden geçmiş ve devin meyve bahçesine girmiş. Koca bahçede araya araya limon ağacını bulmuş. Hakikaten ağaçta üç tane limon varmış. Üç limonu da koparıp geriye dönmüş. Tam bahçenin kapısına yaklaştığı zaman, dev, bahçesinden limonların koparıldığının farkına vararak, yeri göğü inleten sesi ile bağırmış: Tutun kapılar! Şu oğlanı tutun! Açık kapı dile gelip deve cevap vermiş: Ben kaç yıldır kapalı duruyordum. Kimse bana halin nedir diye sormadı. Bu delikanlı beni açtı, biraz ferahladım. Ben onu tutamam! Güle güle gitsin! Şehzade, kapıdan geçmiş. Dev, bu sefer at ile köpeğe seslenmiş: At! Köpek! Şu oğlanı tutun! Bırakmayın! At ile köpek birlikte cevap vermişler: Biz onu tutmayız. Yıllardan beri birimize zorla et, birimize de ot yediriyorsun. O bizi bundan kurtardı. Etle otun yerini değiştirdi. Allah ondan razı olsun. Biz ona fenalık yapamayız! Şehzade, atla köpeğin önünden de geçmiş. Bu sefer dev, dereye seslenmiş: Kanlı dere! Kanlı dere! Şu oğlanı bırakma! Dere, dile gelip cevap vermiş: Ben ona fenalık yapamam. Sen her zaman “kanlı dere” diye benim suyumu içmezdim. Halbuki o, “aman ne temiz su” diyerek içti, gönlümü . hoş etti. Varsın geçsin, yolu açık olsun! Şehzade, dereden de geçerek gül bahçesine girmiş. Dev, arkadan gene seslenmiş: Dikenli güller! Dikenli güller! Şu oğlanı tutun! Bırakmayın! Güller de dile gelip hep bir ağızdan deve cevap vermişler: Sen tenezzül edip de bir gün olsun bizi koklamadın. Her . zaman “dikenli güller” diye hakaret ettin. Halbuki bu delikanlı dikenlerimize bakmadı. Ellerinin kanamasına aldırmadı. Bizden bir tane kopararak “ne güzel güller” diye kokladı. Bizi sevindirdi. Allah da onu sevindirsin. İşi rastgitsin! Şehzade, gül bahçesinden de çıkıp yola koyulmuş. Dev, çaresiz kalınca, bahçesinden çıkarak oğlanın arkasından koşmaya başlamış. Kapılardan, . sonra da atla köpeğin önünden geçmiş, dereye gelmiş. Fakat, dere ona yol vermemiş. Sularını kabartmış, kabartmış… Her tarafı kaplamış, devi boğmuş. Şehzade, herşeyden habersiz olarak yol alırken, limonlardan birini kesmeyi düşünmüş. Yol kenarına oturarak bıçağı ile limonun birini kesmiş. Limon iki parça olur olmaz, içinden son derece güzel bir kız çıkmış. Şehzadeye: Su! Su! diye seslenmiş. Şehzade, kızın su istediğini anlamış. Etrafına bakınmaya başlamış. Aksi gibi oralarda ne bir dere, ne de bir çeşme görememiş. Zavallı kız da: Su! Su! diye diye ölmüş. Şehzade bu hale fena halde üzülmüş. Ama ne çare? Yerinden kalkmış. Kederli kederli yol almaya başlamış. Biraz yorulmuş. Bir ağaç altına oturarak dinlenmeye koyulmuş. Bu sırada ikinci limonu da kesmiş. Bu limondan da göz kamaştıracak kadar güzel bir kız çıkmaz mı? O da, evvelki gibi: Su! Su! demeye başlamış. Fena halde telaşlanan şehzade, sağına soluna bakınarak su aramış. Fakat Allah’ın dağında ne bir pınar, ne de bir dere yokmuş. Çaresizlik içinde bu kızın da: Su! Su! diye diye inleyerek öldüğünü görmüş. O kadar üzülmüş ki, neden bu ikinci limonu bir su kenarında kesmedim diye kendi kendine kızmış. Kederli kederli yerinden kalkmış. Düşünceli düşünceli yola koyulmuş. Ne olursa olsun üçüncü limonu bir su kenarında kesmeye karar vermiş. Böylece epey zaman yol almış, nihayet bir şehre yaklaşmış. Şehre girmeden yol kenarında ağaçlıklı bir bahçe görmüş. Bahçenin ortasında kocaman bir havuz varmış. Etrafta da kimsecikler yokmuş. Gidip havuzun kenarına oturmuş. Elleri titreye titreye üçüncü limonu çıkarıp kesmiş. Bu sefer, içinden, evvelkilerden daha güzel, ayın ondördü gibi bir kız çıkmış. Başlamış: Su! Su! demeye… Şehzade hemen onu tutup havuzun içine atmış. Bol suya kavuşan Limon Kız, kana kana içmiş, doya doya yıkanmış. Şen kahkahalar atmaya başlamış. Limon Kız’ı ölmekten kurtardığı için şehzadenin sevincine . son yokmuş… Neşe içinde Limon Kız’ı seyrediyormuş. Limon Kız havuzda yıkanırken, şehzade: Sultanım, demiş, sizi bu halde sarayımıza götüremem. Burada bekleyin. Ben gidip size güzel bir elbise getireyim. Askerlerimi de alayım. Saraya öyle döneriz. Limon Kız: Peki şehzadem, demiş, ben sizi şurada ağacın üzerine çıkarak beklerim. Yalnız, saraya gittiğiniz zaman annenizle babanıza, alnınızdan öptürmeyin. Sonra beni unutursunuz. Şehzade “peki” demiş. Sonra parmağındaki yeşil taşlı yüzüğü çıkararak: Limon Kız, diye seslenmiş, al bu yüzüğü de, parmağına tak! Birbirimizi kaybedersek, bununla kolay buluruz… Yüzüğü havuza doğru fırlatmış. Limon Kız yakalayarak parmağına takmış. Şehzade de oradan uzaklaşıp gitmiş. Saraya varır varmaz, oğullarına yeniden kavuşan padişah ile sultan, onu kucaklamışlar, önce alnından, sonra da yanaklarından öpmüşler. O andan itibaren de, şehzade Limon Kız’ı unutmuş. Şehzade unutadursun, biz gelelim Limon Kız’a: Şehzade uzaklaştıktan sonra, Limon Kız sudan çıkmış. Havuzun kenarında yüksek bir çınar ağacı varmış. Ona yaklaşarak: Eğil çınar ağacı! Diye seslenmiş. Çınar ağacı yavaş yavaş eğilmiş. Limon Kız dallarından birine oturduktan sonra, ağaç düzelmiş. Limon Kız, ağaçta yapraklar arasına gizlenmiş. Bir taraftan da başını uzatarak havuzun durgun suyunu seyrediyormuş. O sırada, şehirdeki evlerden birinin arap hizmetçisi havuza su almaya gelmiş. Elindeki testiyi havuza daldıracağı sırada, birdenbire durmuş. Havuzun suyunda Limon Kız’ın güzel hayali varmış. Arap kız bunu kendi hayali zannederek hayran hayran seyre dalmış. Sonra, kendi kendine: Ben bu kadar güzelim de, demiş, bana ne diye hizmetçilik yaptırıyorlar? Testiyi doldurup havuz başından uzaklaşmış. Eve geldiği zaman, hanımına: Havuzdan testiyi doldururken suda kendimi gördüm, demiş. Ben çok güzel bir kızmışım. Ne diye bana hizmetçilik yaptırıyorsunuz? Bundan sonra ben su getirmeye falan gitmem! Hanım gülmüş: Hay aptal kız hay, demiş, bir kere başını kaldırıp da ağaca baksaydın, o zaman kimin güzel olduğunu anlardın! Arap kız, bu söz üzerine, evden çıkarak doğruca havuzun kenarına gitmiş. Hayali gördüğü yerde başını kaldırarak ağaca bakmış. Dallar arasında ayın ondördü kadar güzel bir kız görünce, hanımına hak vermiş. Hemen Limon Kız’a seslenmiş: Güzel kız! Cici kız! Ne olur, beni de yukarı alsana! Şehzadenin dönmesi geciktiği için Limon Kız’ın . canı sıkılıyormuş. Biraz konuşup vakit geçirmek için arap kızı yukarıya almaya razı olmuş. Derhal: Eğil çınar ağacı, eğil! diye seslenmiş. Arap kız, ne oluyor diye şaşkın şaşkın bakarken, çınar ağacı yere doğru eğilmeye başlamış. Limon Kız’ın oturduğu dal toprağa iyice yaklaşınca, arap kız, yanına oturmuş. Çınar ağacı düzelmiş. Öteden beriden konuşmaya başlamışlar. Sonra da, vakit geçsin diye, Limon Kız ona başından geçenleri anlatmış. Arap kız, onun hayatını öğrendikten sonra: Mademki sen bir peri kızısın, demiş, elbet bir tılsımın vardır. Bana söylemez misin? Aklına hiçbir fenalık getirmeyen Limon Kız: Benim tılsımım başımdaki küçücük altın taraktır, diye cevap vermiş. Eğer bu küçük altın tarak, yerine konmazsa, ben kuş olup uçarım… Sonra gene konuşmaya dalmışlar. Bir aralık arap kız: Sultanım, demiş, saçlarınız pek dağınık. Başınızı eğinde biraz tarayayım… Limon Kız başını eğmiş. Arap kızı da küçük altın tarakla onun saçlarını taramaya başlamış. Tarama işi . bittikten sonra, tarağı çıkardığı yere değil, saçlarının başka bir tarafına takmış. Limon Kız da beyaz bir güvercin olup uçmuş… Limon Kız kuş olup uçtuktan sonra, arap kız sevincinden geniş bir nefes almış. Sonra üzerindeki elbiseleri çıkarıp Limon Kız gibi ağacın yaprakları arasına gizlenmiş. Şehzadeyi beklemeye başlamış. İşte bu sıralarda, şehzade, Limon Kız`ı hatırlamış. Hemen askerlerini toplamış. Bir kat ipekli sultan elbisesini de yanına alarak yola çıkmış. Atını önden sürerek havuzun olduğu yere varmış. Başını kaldırıp ağaçta arap kızı görünce, şaşırmış: Kız sana ne oldu böyle? diye sormuş. Arap kız, üzüntülü görünerek: Ne olacak şehzadem, demiş, beni unuttunuz. Burada otura otura güneş vurdu kararttı, rüzgâr esti sararttı. Ağlamaktan gözlerim bozuldu. Şehzade bu sözlere inanmış. Arap kız güzelce giyindikten sonra şehzadenin yardımı ile aşağıya inmiş. Hep beraber saraya dönmüşler. Padişahla sultan anne arap kızı görünce şaşırmışlar. Şehzade`nin dediği gibi bu kızın hiç de güzel tarafı yokmuş. Çaresiz kalarak oğullarının hatırı için ses çıkarmamışlar. Kırk gün, kırk gece düğün yaparak bunları evlendirmişler. Düğünden sonra sarayın bahçesine beyaz bir güvercin dadanmış. Hergün bir ağaca konar, bahçıvana: Bahçıvan başı! Bahçıvan başı! diye seslenirmiş. Şehzade uyuyorsa, uyusun, uyansın, uykuları yağ bal olsun! Arap kızı uyuyorsa, . uyusun, uyansın, uykuları zehir olsun. Bastığım dallar kurusun, çiçek, meyve vermez olsun! Sonra uçup gidermiş. Böylece her gün konduğu ağaçların dalları kuruyormuş. Bir gün sarayın bahçesine inen şehzade, bazı ağaçların dallarını kurumuş görünce, bahçıvana: Neden bu ağaçlara iyi bakmıyorsun? diye çıkışmış. Bahçıvan da, dalların neden kuruduğunu anlatmak zorunda kalmış. Bunun üzerine şehzade: O halde bütün dallara zift sür, güvercini yakala! demiş. Bahçıvan, şehzadenin dediklerini hemen yapmış. Ertesi gün güvercin gelip dallardan birine konarak: Bastığım dallar kurusun, çiçek, meyve vermez olsun! demiş. Fakat, uçarken ayakları zifte yapıştığı için dalda kalakalmış. Şehzadeye hemen haber vermişler. Güvercini alıp bir kafese koymuşlar. Şehzade, güvercini çok sevmiş. Kafesi alıp kendi odasına götürerek bir köşeye asmış. Güvercin, şehzade odada iken, bir şeyler cıvıldar, âdeta bir insan gibi konuşur, o odadan çıkınca, susarmış. Arap kız, güvercini görünce tanıdığı için, onu yok etmeyi düşünüyormuş. Bir gün yalandan hastalanarak: Benim canım beyaz güvercin eti istiyor, demiş, yoksa ölürüm… Şehzade, çarşıdan bir beyaz güvercin aldırmaya kalkmış. Arap kız: İlle bu güvercin olacak! Başkasını istemem! diye tutturmuş. Şehzade, ne yaptı, ne ettiyse, arap kızı razı edememiş. Kafesteki beyaz güvercini kestirmiş. Sarayın bahçesinde güvercini kestikleri yer kıpkırmızı kan olmuş. Kanların olduğu yerde o anda kocaman bir selvi ağacı meydana gelmiş. Arap kız, selvi ağacını görünce, dayanamamış, bu sefer de: Bu selvi ağacından bana bir taht yaptırın! diye tutturmuş. Başka bir selvi ağacı bulup keselim demişlerse de, anlatamamışlar. Çaresiz selviyi kesmişler. Arap kıza güzel . bir taht yapmışlar. Artan tahta parçalarını fakir bir kadına vermişler. O da ocakta yakmak için dua ederek alıp evine götürmüş, bir kenara koymuş. Öteberi almak için çarşıya çıktığı bir sırada, tahta parçaları kımıldamaya başlamış. Çok geçmeden tahtaların arasından Limon Kız ortaya çıkmaz mı? Hemen kollarını sıvayarak evi baştan aşağıya . temizlemiş, gül gibi yapmış. Sonra mutfağa giderek yemekler pişirmiş, bulaşıkları yıkayıp kurulamış, kapları yerine kaldırmış. Yemek sofrasını kurmuş. Her iş bittikten sonra da, bir dolaba girip saklanmış. O sırada fakir kadın eve gelmiş. İçeri girer girmez şaşırmış. Acaba bunları kim yaptı diye evi aramaya başlamış. Kimseyi göremeyince: İn misin, cin misin? diye seslenmiş. Limon Kız, saklandığı yerden çıkarak: Ne inim, ne de cin, demiş. Bir peri kızıyım. Ama artık senin gibi bir insan oldum… Sonra gidip kadının elini öpmüş. Başından geçenleri ona anlatarak, evlatlığa kabul etmesini rica etmiş. Yalnızlıktan zaten canı çok sıkılan fakir kadın, onu hemen evlatlığa kabul etmiş. O günden sonra, güzel güzel geçinmeye başlamışlar. Günlerden bir gün, şehzade hastalanmış. Hekimler bol bol çorba içmesini söylemişler. Her gün bir evden çorba gönderiliyor, şehzade beğenirse hepsini içiyor, beğenmezse bir kaşık alıp bırakıyormuş. Limon Kız bunu haber alır almaz güzel bir çorba pişirmiş. Şehzadenin havuz başında kendisine verdiği yeşil taşlı yüzüğü çorbanın içine atmış. Fakir kadına: Anneciğim, demiş, şehzademiz için ben de bir çorba yaptım. Ne olur saraya götürür müsün? Kadıncağız: Hay hay yavrum! diyerek çorba tasını almış, saraya gitmiş. Askerler, üstü başı eski olan bu kadını saraya sokmak istememişler. Şehzade, kadını pencereden gördüğü için askerlere bırakmalarını emretmiş. Kadın yukarıya çıkarak çorbayı şehzadeye vermiş. Odadan çıkarken, şehzade çorbadan bir kaşık içmiş, beğenmiş. Arkasından ikinci kaşığı almış. Ağzına katı bir şey gelmiş. Bir de çıkarıp bakmış ki, Limon Kız`a verdiği yeşil taşlı yüzük değil mi? O zaman anlamış ki, . Limon Kız diyerek evlendiği arap kız, başka biri. Arkasından adam koşturup fakir kadını çağırtmış. Odaya gelince: Teyze, demiş, senin kızın var mı? Kadıncağız: Var oğlum, diye cevap vermiş, hem de bir peri kızı. Ama şimdi o da bizim gibi bir insan sayılır… Kadının bu sözleri şehzadeyi . o kadar sevindirmiş ki, birdenbire hastalığı falan geçmiş. Kadını yanına oturtarak, ne biliyorsa anlatmasını rica etmiş. Fakir kadın da Limon Kız`ın anlattıklarını şehzadeye bir bir söylemiş. Şehzade işin doğrusunu öğrenince, ellerini çırpmış. Odaya giren arap uşağa: Çabuk bizim kadını çağırın! diye emir vermiş. Biraz sonra arap . kız odaya girmiş. Korkudan tirtir titriyormuş. Şehzade: Seni yalancı, hain kadın seni! diye bağırmış. Söyle bakalım, kırk katır mı istersin, yoksa kırk satır mı? Arap kız: Kırk satırı ne yapayım, diye cevap vermiş, kırk katır isterim ki, memleketime döneyim! Arap kızı hemen kırk katırın kuyruğuna . bağlayıp dağlara salmışlar. Sarayda yeniden düğün hazırlıkları yapılmış. Şehzade ile Limon Kız`ı kırk gün, kırk gece süren görülmemiş şenliklerle evlendirmişler. Onlar ermiş muradına, darısı sizlerin başına

ÇÖZÜM

  Her şey değişiyor; değişemeyen ,değişimin her defasında başka konuklarla ve başka konularda girivermesi hayatımıza. İnsanlar değiştikçe  zamanı da dünyayı da değiştiriyoruz ve bir gün geliyor hayata çocukluk döneminin yeni bitirmiş genç bir kadın bir soru soruveriyor ortaya '' inanıyor musun sahiden aşka gerçekliğine tekilliğine '' sorunun cevabını vermeden zihnime düşüyor masallarını kaybettiği belli ki o artık inanmıyor beyaz atlı prenslere,prenseslere ... 
  Peki ya siz inanıyor musunuz bir kadının ya da bir adamın gerçekten sevebileceğine aşka ,Allah'a, umuda, yarına ....
   Evet hepimizin bildiği gibi karmaşık bir ülkeye açıyoruz gözlerimizi her sabah, dünyanın başka bir yerinde korkunç etkiler yaratabilecek  KORKUNÇ olaylar sıradan olma korkunçluğuyla her gün yeniden çarpıyor yüzümüze. Ölümden bir oyun gibi bahsediliyor, insan bedenleri ,hayatları üzerinden rakamlar veriliyor herkes o kadar bir tarafa ait ki kendi tarafından olmayanı dinlemeye tenezzül etmiyor. 
  Tüm bunlar olurken toplum yapısı da değişiyor usul usul ; cebinde binlerce dolar harçlıklarıyla! gece kulüplerinden eğlenen yirmilikler, sabahın ilk anlarında  henüz kendilerinin de  yeni tanıdıkları bedenleri ile mutluluk sanılanın ardında giderken başka bir yer de yaşıtları öğrenciler tutuklanıyor ,  çocuklar gelin diye bir oyunun içine itilip kabusa sürükleniyorlar ve bütün bunları hepimiz biliyoruz. Sorunları tespit etmek de çok şahaneyiz de çözüm denince derin bir sessizlik ...
    Aşkı , renkleri , gençliği, öğrenmenin hazzını, hayal etmenin o mükemmel hafifliğini, seyahat etmenin  gücünü , cesaretin gururunu tanımamız gerekirken savruluyoruz. Ölüyoruz, sömürülüyoruz, cebimiz dolduruluyor ve düşünmekten emekli ediliyoruz daha hiç başlamadan . Hayallerimizi kaybediyoruz daha gençliğin ilk nefeslerinde . 
  
 Peki tüm bunlar olurken sorunlar yüzlerce , hatta binlerce iken çözüm ne olacak , nereden başlanacak ?
  
 Yeni nesil bizim eserimiz olabilecek mi?
  
 Değiştirebilecek miyiz önce kendimizi sonra ülkemizi belki de dünyayı?
   
 Gençlerin hayal kurabildiği , yaşayabildiği , masallara her zaman bir nebze inanıldığı bir dünya yaratabilecek miyiz sahiden ?


Cotswolds Revisited

 

I had a really lovely day at The Cotswolds Vintage Fair; Billy and Monty soon found a new home to go to and it was great to meet up with customers old and new. Ali had organised everything so well, and saved me at the last minute with a table, which I'd forgotten I'd said I would bring myself!


Of course there were so many beautiful things for sale, and I managed to have a look around at the end of the afternoon. A wonderful Edwardian corset caught my eye on a mannequin on Jo's stand, and I'm afraid I succumbed. It's the kind of thing you don't see often, and I'm so glad I did buy it because it fits me perfectly! I get a real buzz from wearing genuine antique garments.


The heavy downpours that had punctuated the day (in between gorgeous bursts of sunshine) had dissipated by the time I'd finished packing up after the Fair, and I decided to have a wander up and down the beautiful wide high street of nearby Broadway.


I have very fond memories of this part of the Cotswolds, as I spent several glorious summers camped in a caravan at Childswickham with my Mum during my college years.


This view sums up The Cotswolds for me: rolling hills and sheep; beautiful!


Of course I had to revisit this magical place - Snowshill Manor - house of my dreams!


The garden is a series of small intimate 'rooms' on different levels, planted with cottage garden flowers, 
and old stone buildings and a pastoral landscape form a perfect backdrop.


'My garden sweet enclosed with walls strong,
the arbours and ayles so pleasant and so dulce'








Snowshill Manor in Gloucestershire is the creation of one man - the architect, artist-craftsman, collector and poet Charles Paget-Wade. He bought the  four-hundred year old house in 1919 after seeing an advertisement in Country Life magazine. 


Wade had inherited from his father sugar estates in the West Indies, which enabled him to restore Snowshill, then much in a ruinous state. Whilst Wade himself chose to live in a small cottage in the garden, Snowshill Manor House became the setting for his enormous and varied collection of objects of craftsmanship, gathered mainly from antique shops and dealers in England, but also from his travels to Europe and the Far East.



His collecting fever began at the age of seven when, inspired by his grandmother's 'wonderful cabinet', he started buying small curios out of his pocket money. Throughout his life he searched for items not because they were
'rare or valuable; there are many things of everyday use in the past, of small value, but of interest as records of various vanished handicrafts.....each piece made by the hand of a craftsman has a feeling of individuality that no machine could ever attain.'


Wade was collecting in an age before the antique shop had been invented, so his 'hunting trips' took him to all kinds of interesting, strange and out-of-the-way places: '......by narrow alleys, up obscure yards, to old inns, coach houses, stables long-disused, scrap iron yards, ships chandlers, sheds by watersides, old maltings, mills and barns. To ancient attics, chilly cellars, gaunt garrets, cobwebby crypts and mouldering vaults. To old tumbledown sheds, propped and patched, with dim mysterious interiors heaped high with accumulations of the ages.'  

This is one of his recollections: 'At St.Neots there was a little shop in the living room of a tiny cottage. It was kept by one of the town road sweepers, so it was only open on Sunday afternoons. His name was above the door written with walnut shells applied to a board. The room was so crammed full entry was quite impossible. The old man would stand in the doorway with a kind of fishing rod with a spring clip at the end. With this he retrieved objects at the far end, often wrecking others on the way.'
How marvelous! 



Due to the fragility of many of the objects, light levels are kept to a minimum with muslin curtains at every window, so the quality of my photographs is a little compromised, but I hope they give you a sense of the absolute treasure trove that Snowshill is, and entice you to go and see for yourself.......




In the attic are numerous items related to weaving, spinning and lace-making.








This doll's house was made by Wade c. 1910 and furnished with 19th C furniture








The grocer's shop below was one of Wade's favourite toys. It was kept by Robert, and customers came from Wade's sister's two dolls' houses. The shop had drawers and painted wooden canisters which opened, all filled with real tea, rice, coffee, cloves, lentils, sugar and spice.




The "Museum Room" is one of the most interesting as it contains photographs, mementos and many original watercolour paintings executed by Wade himself. 



















Part of Charles Paget-Wade's fantastic collection was period clothing, shoes, hats, bags and accessories, but these are now housed in a separate National Trust property as they could not be properly maintained at Snowshill. However there is always a changing display of a number of these items on show in the Museum Room. 


These scarlet silk slippers are to die for!




Lots of exquisite ribbons and trims, and this quilted silk bonnet was my favourite.....




Just above the floor in the Museum Room are two tiny windows, with a teddy bears' picnic in one and a darling little sitting-room interior in the other. Most people simply miss these altogether, as they are specifically designed for small children to discover......





 Wade was a prolific maker, and created whole villages and harbour scenes which were installed in the garden around the pond and along the walls. It is easy to say that Wade never lost his childhood delight and fascination for small things and the sheer pleasure of playing.




These are just some of the little houses and buildings he created for his 'village' in the garden


In 1946 Wade married and spent many of his remaining years living on his inherited estate in the West Indies. He still retained a lively interest in the house and continued to add to his collection, until in 1951 he presented Snowshill and its contents to the National Trust. What you see there today remains as he left it, a perfect memorial to an incredible man.


Although I must have visited Snowshill 20 times I never tire of visiting this dreamy house and garden nestled in the Cotswold hills;

'Treasure beyond measure
Imaginative mind
Magic key to open
The realm of anywhere'

C.P.W. 1883 - 1956

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...