Fahri bey çıkmazı # 3 #





Elmanın diğer  yarısı  

O kadar  çok yarım elmalar varki,onları tamamlayanlar kendi parçalarımı sanki bazısı mecburiyetten bazısı öyle sandığı için  bazılarıda  artık sıkıldığı için yalnızlıktan  bir yarım bulmuş kendine...

 Nedir elmanın diğer yarısı yada varmıdır böyle  bir şey tamamlayan, tamlayan ,aşka sevgiye bağlayan, gerçi ben benim aynımdan bir tane daha kaldıramam vuu hiç çekilmez...
 Asi,aksi,dediği dedik,  herkesin onu sevmesini isteyecek ee ben ne olacağım... ben benimle aynı kıyafeti alıp giyen arkadaşımı bile sevmemki...

 Diğer yarı dedikleri nedir her an sevmek diye bir şey varmıdır? 

Diğer yarı dedikleri nedir ki her dediğini onaylamasada boyun eğmekmi yada sırf sevdiği ve yanında olmasını istediği için üzülmekmi? 
 Tipik bir tolga vakası ikimiz bir elmanın  yarıları olamayız hemde asla...
  Geçen hafta sonu sinemaya gittiğimizde birer paket  mısır aldık ,  kendi mısırımı bitirip onun  mısırınıda elinden alıp yemiştim  ve sesi çıkmamıştı, üstelik o mısırı  çok seviyor...
 Ben mutlu olayım yetermiş, yaa ne alaka vermemki mısırımı  araya kadar beklesin arada alsın değilmi ama...
 yarımdık ancak farklı iki elmaların yarıları...

Yoksa iki aynı ruhun ayrı bedenlerde can bulmasımı, bir göz işaretiyle ne  anlatmak istediğini anlayabilmek,böyle insanlar  varsada çok azdır bence...
 Diğer yarımızda kendimiziz bence,
Hırslarımız,egolarımız isteklerimizin depolandığı bir alan ruhla birleşiyor...

Mehmeti bulmak adına facemde  en az iki yüz mehmet olmuştur  soyadını unutmam en büyük hatam oldu  ,insan bu kadar unutamadığı birinin soyadını nasıl unutur nasıl bir keşmekeş bu off ne kadar beyinsizim!

 G ile başladığını biliyorum ve ülkede milyonlarca   soyadı g ile başlayan mehmet vardır en son konuştuğum mehmet ise tam bir faciaydı... 

Öğretmenmiş ve bir çocuğu varmış baştan belki o  olabilir dedim çünkü resmi o kadar çok benziyorki ancak konuştukça onun olmadığını anladım. hatta olmadığı için dualar ettim..
 Irkçı ve dini tanıkıntıları olan bir insan karşısındakini küçümseyerek kendini yücelttiğini düşünen...

 Kendini başka çocuklara  adamışken kendi çocuğunu önemsemeyen ve yaşlı ailesini başından atmaya çalışan ,durmadan  kendini deyişiyle onu taşıyabilecek  bir kadın arayan biri, onu taşımak ne demekse  millete gösteriş içinmi biriyle çıkılır yada evlenilir, millet çok güzel yada yakışıklı desin diyemi, peki sevginin tohumu nasıl atılır, nasıl yeşertilir?

 Tolga beni duysa kesin aramızda büyük bir tartışma çıkacak... iş çıkışı her akşam  tolgayla uzun yürüyüşler yapıyoruz ,hep ben konuşuyorum  bu akşam düşündümde keşke sadece  arkadaşım  kalsaydı...



Fahri bey çıkmazı # 2#


                                Olmuyor...Yalnızlığı ben seviyorum da, site gibi kalabalık bahçeli bir evde yaşayıp, Sevgili  komşuların  her   sabah,  her öğlen, her akşam,ben işten gelirken benden önce benim evime giriyorlar iken bu pekte mümkün değil.
 Alıştım onlara desem de bazen  kafamı dinlemek istiyorum.sonuçta yalnızlık ve özgürlük adına verdiğim savaşlar  müyesser ve hayriye ablayı tanıyana kadarmış... Sadece ruhum yalnız...   
 Anne ve babamın ahı tuttu sanırım yalnız yaşama kararı aldığımda küplere binmişlerdi . Onları ikna edemeyeceğimi anlayınca , şehir dışında bir üniversiteyi kazanıp gitmek kolayıma gelmişti. O zamanlar iyi bir fikir gibi görünüyordu. Okul bitince bir tekstil firmasına tercüman olarak girince, artık  Bu küçük  kasabanın yerlisi olmuştum. Bir kere giderse gelemiyormuş insan  .

Nefret tohumları ekilince içine  ,sevemiyormuş eskisi gibi. 
Tolga uzatmalı sevgilim, biri bana dese sırf can sıkıntısına  biriyle çıkıyorum yadırgardım.. Arkadaş aklına uyup tekrar şans  versemde parası pulu için katlanılmıyormuş. 
Bunları   bana hissettirdiğini  her konuşmamızda kalın puntolu kelimelerle söylesemde , tolga beni anlamak istemiyor. Her buluşmamızda evlenmemiz gerektiğini iyi bir baba olacağını ,iyi bir eş olacağını söylüyor... Ben ise ona bir şans verdiğim güne lanetler okuyorum.  Benim aklımdaysa yıllar önce  sadece dört  ay   flört  ettiğimiz mehmette ..
 Liseden sonra oda ben gibi başka bir şehire gitti. 
Birden bağlarımız koptu. 
Yıllar geçtikçe ona aşkım depreşti belkide diğer yarım oydu .  Aklıma koymuştum onu bulacaktım ne ailesinin nede onun bir adresi yok ancak günümüz  teknolojisinde zor olmasa gerek. İşte blog açma kararını böyle vermiştim face, bloglar.instagram her yere üye  olduğumda onu bulacağımı düşünmüştüm.onu bulacağım derken umarım kendimi kaybetmem.

33. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri'nde Masalcılar



Hayaller gerçekleşir ama nasıl gerçekleşeceğini ve neyin en iyisi olacağını biz genelde tahmin edemeyiz.  Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali kapsamında sahneye çıkmak, bu festivalde yer almak her zaman  çok istediğim bir şeydi. Tiyatroyla ilgilenmeye başladığımdan beri bu festivali kaçırmam, bilet almak için gişe sırası da beklerim, internet başında sabahlarım da. Bilet bulamadığımda kapıda yalvardığım da olmuştur. Neyse ki çok yalvartmıyorlar boş yer varsa alıyorlar (Benden duymuş olmayın) Bunun bir tiyatro oyunuyla olabileceğini düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Bu yıl masallarla festivale kabul edildiğimizi öğrendiğimde minik bir şok yaşadım ve bunun Judith Liberman'la gerçekleşeceğini bildiğimden bu şok dalgası sevinç olarak bir meksika dalgalanmasına dönüştü. Judith Liberman beni anlatıcılıkla tanıştıran kişi, benim öğretmenim. Onun atölyelerine katıldıktan sonra bu işi yapmaya kesin olarak karar verdim ve onunla masal anlatmak, aynı sahneyi paylaşmak benim için büyük mutluluk. Bunun yanı sıra Tahir Ayne'nin de ben masal anlatırken müzik yapması inanılmaz. Bu büyük buluşma kimin başının altından çıkmış olabilir? Ahmet. Ahmet Akdeniz. (Blogu okumaya bu yazıyla başlayanlar Ahmet'i tanımayabilir bu yüzden ilk yazıya tık tık)

Ahmet çok iyi bir organizatör (aslında o bir yazar) ama bir organizasyonunuz varsa Ahmet'e danışmalısınız. Kendisi bir mükemmelliyetçi olduğu için her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünür, planlar ve uygular. Kimsenin aklına gelmeyecek detayları o hatırlar. (Bu konuda çok şanslıyım) Her neyse, işte bu güzel buluşmanın organizasyonunu Ahmet gerçekleştirdi. Tabii ki Mavi Sanat olarak.
Gelelim o güne. Ah o güne. O gün yan, 31 Mart. Bir şey çağrıştırdı mı? Büyük elektrik kesintisi günü. Hani şu ülkenin genelinde elektriklerin olmadığı, insanların telefonlarının çekmediği, şarjların bittiği. İşte o gün. Sabah her şey güzel başlamıştı kahvaltıdan sonra minik bir gezi yapıp masalın anlatılacağı salona Urla AKM'ye gidecektik. Biz kahvaltımızı bitirdiğimizde ben de telefonumu şarja koymak için kalktım ama şarj aletim çalışmıyordu ben de bir milyonuncu şarj aletini bozduğum için kendimi tebrik ediyordum ki o sırada annem elektriklerin kesildiğini söyledi. O sırada mutlu oldum, şarj aleti bozulmadığı için. Sonrasında biraz takıldık, ama elektrik gelmedi. Sonra her yerde kesik olduğunu öğrendik. Panik yapmadık yani ne kadar sürebilirdi ki? Zaman geçti, biz uyuduk falan. Çok garip elektrik kesilince insanın uykusu geliyor. Ama zaman bitti, yani etkinlik saati yaklaştıkça daha bir gerildik. Neyse ki Urla'dan telefon geldi elektrik gelmiş diye bir sevinçle yola çıktık ama yolda bu haberin yalan olduğunu öğrendik. Salonda jenaratör yoktu, biz gerçi mumla aydınlatarak da yapabilirdik ama güvenlik nedeniyle izin verilmezdi. Ortam iyice gerildi, elektrik yok diye çay da yoktu, yemek de yoktu, mazot da yoktu. Ama sonra geldi. Ne büyük nimetmiş. Hemen hazırlıklara başladık. İptal olmadığını öğrenenler salona geldiler. Böyle bir olayın ardından yine de bizi yalnız bırakmadılar, izlemeye geldiler.
Etkinlik çok güzeldi. Ben Kurt Kadın'ı anlattım. Judith de İki kardeşin masalını ve zamanın doğuşunu. Tiyatro Festivali'nde masal anlattık. Masal, her yerde.
Hayaller, gerçekleşebilir. Ama biz nasıl gerçekleşeceğini, gerçekleşen hayalin bize ne katacağını bu hayalin ne zaman gerçekleşeceğini bilmeyiz. İşte bu sürpriz güzeldir. Endişelenmeyin, hayaliniz neyse gerçekleşecek.








Asya Mavi Sahnede



Güzel bir gece çorba içmeden bitmez


Fahribey Çıkmazı # 1 #


Eskiden içimde tuttuklarımı şimdilerde bir çırpıda söylüyorum, Belki kızgınlıktan belkide kırgınlıktan, kırılmaya alışmaktan yada kırılmaya yorulmaktan. Kirpiler de her yaklaşana iğnelerini fırlatırmı dost mu, düşmanmı olduğunu bilmeden?

 Güçlü  olmaktan, güçlü numarası yapmaktan yorulup yere yüzü koyun uzanıp ayaklarımla debelenirken japon animelerinde ağlayan kızlar gibi göz yaşlarım yukarı fışkırsın istiyorum.
'' Aman dur bakalım daha ne gördün''  diye sözüm ona teselli cümlesini duymak istemiyorum. 
Tek istediğim huzur. Derken fincandaki son yudumuda büyük bir ses  cümbüşüne döndürerek höpürdete höpürdete içişime dik dik bakan Günnur  bana her zamanki alaycı gülümsemesiyle ''o huzuru bulursan kalın zincirlerle bağla kuzum . Bu arada kalkmam lazım yarın benim oğlanın maçı var 'derken  bir yandanda   çantasını topluyordu.

 Hmm ppof uf falan neyse bende evde çayıma devam ederim hemde kitap keyfi yaparım deyip, kırk dakikadır oturduğumuz çay bahçesinden   birbirimize  sarılarak vedalaştık.

 Eve gelirken yolda bir sürü plan yaptım kendi kendime. Tabii tüm hayallerim gri geniş demir kapıdan içeri girene kadardı.  iki yıldır komedi filmlerini aratmayan    bahçe kapısıydı ... 
Fahri bey  çıkmazı, çıkmaz bir sokağın en son  kapısıydı, kaybolan hayallerimin,umutlarımın çıkmaz bir sokakta  hapsolmasıydı,yada  çıkmaz bir sokağa ne kadar hayal ve umut sığdırabilirsin sorusuna   istif yaparım nasılsa  çıkmaz, çıkamaz,  mutluluklarda çıkamaz diye şeytani bir gülüşle cevap verişimdi...

 İki yıl önce kiralık bir ev ararken  arkadaşımın anneannesinin evini  kiraladığımızda başladı benim hikayem...
 Geniş gri kapının ardında kocaman bir bahçe girişteki   mor  sümbüller ve hanımeli kokuları karşılamıştı beni,kocaman bahçeye gelişi güzel kibrit kutusu gibi yapılmış   içi tahta ile  bölünüp iki katlı yapılmış  minik minik   ikişer katlı 3 ev beş  hane .. önceden kendileri otururmuş  ,kalabalık bir aileymişler ,kızlar , gelinler, bir süre sonra sıkılmışlar iç içe yaşamaktan hepsi kendilerine  başka muhitlerden ev alıp taşınınca  yaşlı kadında  yalnızlıktan kurtulmak hemde eşinden kalan maaşın yanına ek gelir olur diye   dört  daireyi kiraya vermiş, pek dairede sayılmazya neyse... 

Ben evi kiraladıktan kısa bir süre sonra vefat edince  , onun evine, eşi yıllar önce ölmüş olan büyük kızı olan arkadaşımın annesi Müyesser abla yerleşti.
 ilk başlarda alışmam zor oldu  üst kat katıma gelen kiracılar genelde bir kaç ay oturup gittiler,   hele Yıldız'ın normal biri olmadığını anlatana kadar fıtığımı çatlatan Müyesser abla beni çıldırttı...
   Müyesser ablaya, yeter ki kirayı versinde , farketmez  hırsız, uğursuz....
 -üst katımdaki   pek iyi biri değil diyorum. 
-ya ne zararı var kadıncağızın eşi yurt dışında aydan aya eşinin arkadaşı para getiriyor, diyor...
 bende bir kahkaha  
-hııı   eşi sanada yollayacakmış para malum, kirayı( kıkır kıkır gülüyorum)
-aa terbiyesiz git şuradan,   ördüğü yeleğin yumağını fırlatırken    gülmekten alamıyor kendini..
 aslında oda biliyor ... 

 Bir süre sonra baktım olmuyor, giren çıkan belli değil bahçedeki diğer evlerden birine geçtim karmı! zararmı! bilemedim..

 Orada da alt katımdaki  Hayriye abladan kurtulamaz oldum . Hayriye ablanında eşi yıllar önce  henüz otuz sekiz'inde vefat etmiş,yalnız olduğu için gece  demez ,sabah demez gelir... 
Gerçi hoş  diğer evde de bir an olsun yalnız bırakmazlardı beni Müyesser abla  ve Hayriye abla  yangında evden  ilk ilk kaçıracağım demir başlarım. sanırım alıştım.
 Yalnızlığa hasretim,  yalnızlığa aşığım...


!!!



kalbim  mi ağrıyor ne!
Doğaldır, bütün organlar gibi kalpte ağrır...
 doğal olmayan  baş ,kol ağrıyınca aklıma doktor gelir...
 kalbim ağrıyınca  sen...


Tutulma!

Bir sağıma baktım, bir soluma baktım... Yok dedim baktığın yer yanlış! Sen en iyisi aynaya bak kızım, döndüm durdum, kendi gözlerimin içine baktım.

Bir süredir bakmıyormuşum  oysa ki ben en çok gözlerim anlatır sanardım! Birşeyler yaşandı son birkaç ayda anlatmadığım. Gerçi anlatacak kadar derin değilmiş yaşadıklarım! Yanlışım....

3 sene kadar geriye gittim, 1 sene kadar ileri... Beklemediğim yerden geldi hep sorular cevap veremedim. Baktım olmuyor; boş bıraktım! Öğrencilik alışkanlığım😉

Günler geçti; Güneş tutulacak dediler önce, değişeceksin! Daha ne kadar değişebilirdim ki?? Ay tutulacak sonra, derinleşeceksin. Derinlerime sağlık, derin bir kişiliğim , doğuştan meziyetim✌️

Her zamanki kendimi birşey sanar, o sandığım şeyin ne olduğunu bilmez edamla dedim ki: yaa he he...

Dilim tutulaydı demeyeydim... Dedi ve"lerin aranılan yüzü olmaktan uzak olmayı nedense öğrenemedim!

Hayatta evlenmem dedim; birkaç ay geçmedi!
Çocuk ne yaa sizinkileri severim dedim kuzenime, meğer hamileymişim.
Akademisyenlikten vazgeçmem dedim, durum ortada; özel sektörde profesörlüğe meyilliyim!
Bir daha asla aşık olmam dedim. Aaaaa bak bu oldu, tövbe diyin, dilinizi ısırın! (Yazar burada önce kendini, sonra okuyucuyu kandırıyor)

Dedim ve...
Başladı işte...
Benim maksimum sürem 2 sene. 2 senede bir format atıyorum kendime...
Şimdi yeniden!
Ay bahane, Güneş de değil mesele....
Benim huyum böyle!
Gözlerimin içine baktım ve dedim ki:
Korkma...
Çünkü boşta değil ellerin...
En son ne zaman korkmuştun ki zaten?
Korku ancak; mağlubiyeti baştan kabullenmiş olanlara yakışır, sen mutlu sonunu baştan yazdın; hayat sadece yönetmen; senaryoyu alnına kendin kazıdın...
Dedim ve...
Karar verdim!
Zamanı geldi....
Selametle❤️


Echeverias



I have a fondness for growing succulents. I like the rosette form of the leaves; the way they form a cushiony mound and send off 'baby' off-shoots, and most importantly, the colour, particularly those with that delicious glaucous blue hue. The flower is really unimportant as far as I'm concerned when it comes to growing these plants. I had these two antique wire 'baskets' just the right size for popping a couple of Echeverias into, with enough space down the sides to arrange a lovely selection of shells and pebbles.

I photographed them against a backdrop of my latest shell collage and a piece of stonework hand-carved by my partner J. Here is another of his beautiful carvings:

His dream has always been to work on cathedral building, but his epilepsy has sadly meant that those doors have been closed to him. 




When I work it's all about colour......this collage has very pale tones of delicate pink, beige, brown and off-white. I've used a quotation from a piece of writing by Maggie Barratt called, 'At the water's edge':


"Spending summers by the sea, we learn to live by the tide instead of the clock. We decorate our tables and ledges with beach treasures and live well in sparsely furnished cottages, rich in spirit and happy to have no distractions but the sea outside the window; and each time we look out to sea, we rest a little deeper, grow a little stronger, sleep a little more soundly."



Hello friends.....sorry it's been a while. I've been re-stocking and re-arranging the shop this week and by the time I get home and cook something to eat, I'm just too tired to post. So here's a few pictures of  what's new in the shop; the lovely Spring weather has meant that I can spill out onto the pavement too, and with the door open, I can hear the waves breaking on the beach.







Thanks so much for stopping by 
x.

MÜKEMMELE GEREK YOK MUTLU OL YETER

Mutluluk , tanımlanamayan bir cisim ,hiçbir zaman uzaydan dünyamıza doğru yaklaşmayan…
Herkesin peşinde olduğu bir şey orası malum, uğruna yasaklar, günahlar , bedenler , ömürler …
Herkes o kadar meşgul ki mutlu olabilmekle mutluluğun kendisiyle ilgilenen yok, neye benzediğini fark eden de yok; her durum her an o zihindeki mükemmel tabloyu yaratabilmek için hızla harcanıyor.
  Kendini güzel hissetmek değil mutlu eden, o hali sosyal medya hesaplarında aslında senden, hayatından hiç haberi olmayan onlarca insana sunup onlar tarafından onaylanmak, hatta bunun için yaşamı ertelemek gerekiyorsa varsın ertelensin ne olacak. O harika elbiseyle dışarı çıktığın bir gece mesela sevdin ya kendini at bir ‘’post’’hemen , ama yağma yok yedirmezler o kadar da basit değil mutlu olmak,tam da gece kendini bok gibi hissetmene sebep olacak o, sen ne elbiseyi ne ortamı düşünebileceksin, kendini değersiz hissetmenin doruklarında mutsuzluklardan koca bir demek kucağında eve döneceksin ama fark etmez, zira entarin ohooo kaç like almış baksana. Herkes seni çok mutlu sanıyor öyleyse su koyvermek olmaz.
 Hayatı sistemin belirlediği bir mükemmeliyet algısına sokan sosyal medya hesapları ile her yeni paylaşımda, alınan her beğenide mutsuzlaştırıyoruz. Herkesin herkesi sevdiği , ay ayıp olur takip etmeli , arkadaş olmalı diye kurallar ! geliştirdiği bir düzende gittikçe daha yalnızlaşıyoruz. Sonra da en korumasız anımızda, kadehteki son yudumda, kendine yetemediğin o anda birden bire bir mutsuzluktur hooop ,atsan atamadığın, kolaysa gel üstesinden. Kişisel geliştir dur  kendini nasıl kurtulacağım ben bu illetten diye.
 Öyle zamanlarda kafalarımızın içindeki mutsuzluk üreten o çok değerli ‘’bilgilerin, yargıların,deneyimlerin’’ hepsini çamaşır suyuna yatırmak istiyorum. Sevdiğimiz biriyle konuşmanın yarattığı mutluluğu hatırlarız belki, ne bileyim sonu aşka çıkabilecek bir yola çıkmaya niyet ederken aklımıza mutluluk ihtimali gelir evvela belki o zaman. Belki en yalına ulaşabiliriz, romantik söylenmeler diye ciddiye almadığımız klişe bulduğumuz insan yanlarımızı hatırlarız.
   Olmaz mı?
  Olmalı .
  Olmak zorunda
  Yoksa bu kadar mutsuzluğun içinde küçücük, masum, yaşamak için, nefes alabilmek için , yola devam edebilmek için gerekli mutluluğu hiç bulamayacağız.
 Aşırı mutsuzlukla yüklenen kalplerimiz felç olacak,anlayacak ama konuşamayacak.
 Bu yüzden bir yolu olmalı devam edebilmek için
 Yarın için
 Nefes için
 Şair mutsuzluğu da  var mısın demişti  ya sevdiğine
 Şimdi mutsuzda herkes
 
 Biz birbirimize
 Mutlu olmayı dener miydin benimle dersek
 Başlamış olur muyduk bir yerden ?



En Uzun Yol Bir Adımla Başlar

Bugün blog için yazacak bir şey düşünmemiştim. Bugün pek çok şey düşünüp pek çok şey yapmıştım ama bugün bana sanki hiçbir şey yapamamışım gibi gelmişti.
Bazı günler vardır, o kadar çok işiniz vardır ki o günlerde bir onu yaparsınız yaparken aklınıza diğer işiniz gelir sonra ona koşarsınız. Onu yarım bırakırsınız, bunu yarım bırakırsınız. Bir çok şey yaparsınız ama aslında hiçbirini bitiremezsiniz. İşte bu durumu ikiyle çarp eşittir ben.

Bu aralar o kadar dolu ki kafam. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim, yapmazsam olmazlar, yapmasam da olurlar lar lar. Ben de bu durum içinde hiçbirine odaklanamıyorum. Bugün provam vardı örneğin, prova evdeydi ve ben arkadaşlar gelmeden önce Asya'yı yıkadım. Sonra prova bitti ben de hemen tez için araştırma yapıp alıntı yazdım bir saat çalıştım sonra dedim ki boyamam gereken iki çanta var, onlarla ilgileneyim ama onları yaparken de aklım yapmam gereken çevirilerdeydi ve böylece ben ne yaptığımdan bir şey anladım ne de yapacağımdan. Ta ki sevgili arkadaşım, hocam, canım Efe ile konuşana kadar. Plan yap dedi, bir şeyi bitir zamanını ona ayır ve sonra diğerine geç. Ne kadar mantıklı değil mi? Bunu aslında sorsan herkes bilir ama işte iş yapmaya geldi mi bir panik bir panik. Yoğun olmayı seviyorum, insan yoğun olunca daha çok iş hallediyor bence. Ama kendini de kasmamak gerek, bir onu bir bunu değil de planlı olup işe başlamak gerek. Ben tam bu moddayken, Radyo Voyage açıktı bilgisayarda ve altta da şu yazı geçiyordu " En uzun yol bir adımla başlar." Mesajı aldım, tamam dedim çeviri için tam zamanı başla ve bitir ama sonra aklıma yazı yazmak geldi, ta taaamm işte yazı. Neyse, Erteleme Sanatı kitabında tam da bundan bahsediyordu, adam makale yazmaya fırsat bulamamış ama o sürede bir kitap çıkarmış. Öyle işte.
Erteleme Sanatı kitabıyla ilgili daha fazla bilgi istiyorsan Günün Çorbası Yeliz'in yazısı için tık tık

Olpesido Üzerine Ritm Analizleri


20 Şubat'ta E.Ü (Konak) AKM'de çok güzel bir buluşma gerçekleşmişti. Oğuz Demir'in resimleri üzerine ben masallar anlatmıştım. Şimdi de serginin kapanışı için çok ilginç bir performans izleyeceksiniz. Teoman ve Perküsyon Grubu'nun eşliğinde Oğuz Demir doğaçlama olarak resim yapacak ve ben de bir masal anlatacağım. Yine heyecanlıyım, deneyimlerimi sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Bu etkinlik 13 Mart Cuma 18:30'da E.Ü (Konak) AKM'de olacak. Ücretsiz bir etkinlik olacak. Sizden ricamız siyah ağırlıklı giyinmeniz. Bekleriz.

Olpesido'ya Masallar

Olpesido'ya Masallar

Olpesido'ya Masallar

MÜSAİT OLANI BEKLERİZ

akşam oturmasından dönüyorduk
annemizi hiç üzmemiş,duyduğumuz anne kadınlara has kederi  duymamazlığa gelmiştik
öğrenmiştik  doğrusu
böreğin peyniri hünere, yanık tarafı kadere delaletti
ve tabakta lokma bırakmak hayata büyük hıyanetti
akşam oturmasından dönüyorduk
minibüste annemizin kucağına oturduk bi bizim sokak uzattık


akşam oturmasında kısır yemenin özgürlüğünde sarhoş olmuştu anneler
sonuçta başka bir dört duvardı içinde olunan
ve bu tutsaklık sayılamazdı
pek tabi  özgürlükle de bir ilişkisi olmalıydı

uyku öncesi masalları vardı bazı akşamlar
ama
bir yamukluk vardı masallarda
sonra anne kadın olmayan kadınlardan öğrendik
masallardaki yamuğun sebebini

Meğer o yamuk beyaz yataklarımızdan masallarımızla sızdırılmış sokaklarımıza
Farklı uzunluklardaki iplerle bağlamışlar bizi
Ama hep bağlamışlar
Elinde makası ile dolanan ve nereye varacağını bilmeden
koşmaya karar veren kadınları yakmışlar kazanlarında

Şimdi yeni masallar yazılıyor cadılar sakinlesin diye
ve sadece o ipi daha da uzatmaya teşvik eden

Git tamam git ama nereye kadar gidebileceğini ben bileceğim diyor
Elindeki makas döner şah damarından ömrünü keser
diye tehdit ediyor
çirkin ve sevimsiz
ve manadan habersiz o yamuk şey

Ve lakin …
bizden öncekiler ömürlerini kestiğiniz makasları bize miras bırakmışlar
Miras helaldir bunu bizden öğrenecek değilsiniz ya
Bunun da en iyisini siz bilirsiniz
Elden ne gelir boynumuzun borcu

Ev oturmalarında  kısır yemenin özgürlüğü bir akşam  
dönüşüp dolaşıp ‘’müsait ‘’ olanın cebine girecek
İşte o gün büyük bir bayram alayı kurulacak şehirde
Cebinde özgürlükleri ile dolanan mirasyediler
Dans edecekler
Ve o şenlikli kapıda aynen şöyle yazacak
‘’Müsait olanı bekleriz ‘’


Masal ve Mekan ilişkisi

Tiyatro Medresesi'nde "Hayatım Masal" Atölyesi Kapanış Akşamı


Masal anlatmaya yeni başladım sayılır, yaklaşık bir yıl oldu. Ama ben bu bir yıl içinde o kadar değişik mekanda masal anlattım ki...
Bu yazıda size anlattığım mekanları ve yaşadığım deneyimleri paylaşmak istiyorum.


İlk masalımı kitap kulübünde anlattım ve Alsancak Ora'da üst kattaki toplantı salonundaydı.  Orası 25 kişilik bir yer ortada masalar var ve anlatmak için küçük bir mekan kalıyor bana. Ama orada o küçük alanda, yemeklerin arasında dahi anlattığımda masalım büyüsü her yeri sarıyor. Tabi masal anlatımı sırasında kapı açılıp "iki lahmacun" diyen garsonlar da ayrı bir renk katıyor.
Ora'da anlattıklarımdan bir fotoğraf bulamadım,  Kulübümüzün yazlık modu. Masallar iç içe anlatılıyor.

Daha sonra Alsancak'ta Yakın Kitabevi'nde anlattığım masallar var. Yakın'ın da üst katında anlatıyorum orası da ortalama 40 kişilik bir yer.  Masal batttaniyem yanımda oluyor ve Ahmet ile Yasin yanımda olmuş oluyorlar. Dinleyiciler karşımda duruyor. Bu mekanda yine masalın içine girmek, hayal etmek kolay olsa da dinleyici açısından ışıklar rahatsızlık verici oluyor genelde daha az ışık isteniyor. Benim içinse dezavantajı herkesi net görememem olabilir, aşağıdan gelen gürültüler bazen konsantrasyonu bozabiliyor.
Yakın Kitabevi'nden

 Bostanlıda Kedi Kitabevi'nde de genelde aynı durumlar söz konusu ama orada ben anlatmaya başladığımda gelen giden olmuyor ve daha yalıtılmış bir ortam sağlanabiliyor. Seyirciyi yine ışıklar rahatsız ediyor ama ben bunun yanılsamaya daha kolay girmek istemelerine bağlıyorum. Herkes iç dünyasına daha rahat dönmek istiyor belki de bu yüzden daha az uyarana maruz kalmak istiyorlar.
Kedi Kitabevi'nden

Temmuz ayında Tiyatro Medresesi'nin açık saahnesinde anlatmıştım, orada da Nesin Matematik Köyü'nden de seyirciler vardı. Açık alanda anlatmak, gecenin sessizliği, aniden bir kuşun ötüşü hep masala katabileceğiniz ayrıntılar oluyordu, çok keyif aldım orada anlatmaktan.
Tiyatro Medresesi'nde La Loba
Tiyatro Medresesi'nde Vasalisa


 Evde de masal anlattım geçen ay ve o da inanılmaz bir deneyimdi. Ortam sadece mumla aydınlatılmıştı ve minik ışıklarla evde 7 kişi vardı ve ben masalları rastgele anlattım, içimden o anda hangi masal geldiyse ve bir de masal kartlarımdan seçip anlattım. Benim için inanılmaz bir deneyimdi. Evde olunduğunda, ortam daha yalıtılmış olduğunda yoğunluk çok daha fazla oluyor.
Bizim Evde Masallar



 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü'nde de fuarda bir stantta anlattım. Küçük bir stanttı masal battaniyesini köşeye koydum ve etrafına da tabureler koydum, yaklaşık 10 kişiye masal anlattım ve iki oturum yaptım ve iki oturumda da farklı masallar anlattım. O kadar uğultunun içinde anlatmak, yalıtılmış bir ortam olmamasına rağmen dinleyicilerin konsantre olup masala odaklanması ve dinledikleri masallardan etkilenmeleri çok güzeldi. Ben de bu durumda anlattıklarımı özenle seçtim, çok fazla kelime kullanmadım, onun yerine mimiklerime ağırlık verdim.



 28 Şubat'ta da E.Ü Konak AKM'de Oğuz Demirin resim sergisinde masal anlattım. Sergi alanında, büyük bir boşluğun ortasında, mikrofonla anlatmak, insanların benden uzak olması ve üç tarafa da anlatmak ilginçti. O boşlukta kelimelere daha çok yüklendiğimi, tasvirlere daha çok ağırlık verdiğimi söyleyebilirim.


Kısacası bu bir yıl içinde sahnede de anlattım, dinleyicilerin arasında da, açık alanda ve küçük kapalı alanlarda. Kalabalığa ve daha az kişiye masal anlattım. Benim için her biri ayrı  güzel deneyimdi. Masalın yapısını değil ama anlatımını mekana göre değiştirmek gerektiğini deneyimledim. Dinleyenlere göre, onların yaşlarına, dikkat durumlarına göre. Bu konuda ustalaşmak, koşullar karşısında açık olmayı gerektiriyor. Kendim için bunu diliyorum.
Bunlar da anlattığım ve sayamadığım diğer mekanlardan fotoğraflar.

Buca Ihlamur Kafe


Amerikan Kültür Koleji

Amerikan Kültür Koleji


Bir Artı İki Kişisel Gelişim Merkezi

Sanatölye Varyant- Açık Sahne

Fuar İzmir Sanat- Kutup Misafirleri Oyununda "Masalcı" karakteri

Üç Bedende Şifa Merkezi

ELBET BİR GÜN

  Bu ülkede her zaman erkekler konuştu. 
Her konuda . 
Üstüne kurulduğu toprak tepeden tırnağa kadınken üstelik. Analık müessesesine sıkıştırıp kadınlığı, o toprağı kadınların,anlarının (!) , kanıyla yıkadı adamlar.
Kadınların özgürlüklerine, çocuklarına , çocukluklarına , kadınlıklarına , insanlıklarına göz diktiler.
  Bu ülkede tacize uğramamış , şiddet görmemiş kadın yok .
  Babasından, kocasından , sevgilisinden , patronundan , oğlundan , devletten …
  Bu ülkede kadına şiddet uygulamayan erkek yok.
  Hoppa kadın , yollu kadın , kezban kadın , kafeslemeye erkek arayan kadın , kuyruk sallayan kadın, çok bilen kadın ,beceriksiz kadın ,çirkin kadın ,kahkaha atan kadın  ,evlenilecek kadın, sevişilecek kadın …..  
   Maalesef yine bu ülkede hayat sadece erkeklere hizmet ediyor.
   Güneş onlar için doğsun isteniyor , yağmur sadece onlara yağsın , en çok onlar bilsin , onlar her şeyin; adaletin, iktidarın ,evin, sokağın, seksin sahibi olsun  isteniyor.
    Ve böyle bir ülkede her sene Mart ayında birileri çıkıp orasını burasını mora boyayan kadınların fotoğraflarını oraya buraya asıp kadına şiddete dikkat çekmeye çalışıyor. Bak fazla konuşma konuşurken tipin buna benzer yediğin dayağın iziyle rezil olursun sokaklarda , seni o hale getiren adama da acırlar ‘’ ah kim bilir nasıl damarına bastılar adamcağızı da kadını o hale getirene kadar dövdü ‘’ derler fazla konuşma mı denmek isteniyor. Ya da’’ ay yazık bak ne kadınlar var ya biz alt tarafı üç beş hakarete maruz kaldık susalım hayatımızın kıymetini bilelim ‘’ mi dedirtmek isteniyor nispeten şanslı diğer kadınlara ?
  Amacı ne bilmiyorum ama bu fotoğraflarla şiddeti kendine yaşam biçimi haline getirmiş bu erkek toplumunu hizaya getirmek amaçlanıyorsa bana düşen bir yeşilçam repliği ile karşılık verip '' Aptal olma cicim '' demek. Öz evladını gözlerinin içine bakarak öldüren bir adamın yüzü mora boyanmış manken kadının fotoğrafıyla yola geleceğini düşünmek …
İşte yine geldi malum gün , yine erkekler kadınlarımız analarımız  onlar bizim başımız tacı olmalı evimizin çiçeği olmalı minvalinde bir şeyler mırıldanacaklar, sonra da Allahım ne kadar da duyarlıyım diyerek vicdanını yıkayacak  önlerine çıkan ilk sinir bozucu durumun ‘’amına koymaktan (!)’’ da geri kalmayacaklar.
  Yemezler .
  Siz o size sunulmuş mis gibi hükmen galip sayıldığınız hayatlarınızda yılın bir günü çıkıp kadınlar çiçektir deyince olmuyor o işler.
  Nasıl oluyor diye soran çıkarsa aranızdan ilk olarak dünyanın merkezi sandığınız penislerinizin boyunduruğundan çıkıp , penisinin götürdüğü yere değil aklının ve vicdanının götürdüğü yere ilerle. Bir ışık göreceksin onu takip et bak orada bir şey yazıyor okuyabildin mi , kadın ana da değildir , çiçek de değildir , kutsalda değildir , Kadın insandır yazıyor. Eğer isterse içinden dünya çıkarabilen bir insan.

   Işığı kendi imkanlarınla bulamam diye de  korkma zorda kaldığınız her durumda ,doğal olarak, size yardım etmiş ‘’kız mı kadın mı belli olmayan birileri’’  - kalabalıklar üstelik - bu düzenin,sistemin,dünyanın,doğanın  sahibi olmadığınızı  sadece  bir parçası olduğunuzu siz de anlayın diye Bilal’e anlatır gibi anlatıyor; elbet bir gün anlayacaksınız siz de.


Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...