İç Ses - 21

Kısacık saçlarıyla ve omurgasının üstündeki omurga dövmesiyle kısa boylu ve siyah saçlı kadın…
 Böyle sanki kalbimim ritmiymiş gibi hissettim cümleler kurmuş. Muş diyorum çünkü o şimdi benim ruhumla onayladığım cümlelerini söylerken ben hayatımı çoktan seçmeli şıklar arasından en doğruyu seçerek düzene koyabileceğime inanıyordum. Kulağımda bebekliğimde kulağıma akıtılmış nostaljik sedalar, ruhumda ağır ol molla desinler lafının sevimsiz ağırlığı.
Çocukluğum büyük kısmı çoktan seçmeli testler arasında geçti ve bu hiç havalı değil pek tabi.Çocuklarıma anlatılacak çocukluk hikayelerimin yerini güvensizlik ve belirsizlik içindeki canım topraklarda bebek yaşta ruha enjekte edilen gelecek kaygısıyla çözülen testler aldı. Ötelemek zorunda kaldım. Ya da kaldık bu bireysel bir mesele değil malum bizim devre reva çocukluk böyle bir şeydi.  İşte ben o zamanlar hayatı ve kendimi zerre kadar tanımazken ki geometriyi kendimden iyi tanırdım, yanı başıma güzel insanlar düştü.
 İşte sonrası aslında tanıdık hikaye. Kendi mucizeme sıkı sıkı tutunup ; önce kendimi sonra hayatı tanıyarak bir şeyleri düzenleyip yeni şeyler üretebileceğime aydım.
- Sonrasında da zaten ruhum(uz) boktan çıkmadı. -
 Kendimi köşelerimi, zaaflarımı, vahşetimi, dehşetimi, zayıflığımı  … gördüm.
Görmeye öğrenmeye devam ediyorum.
Sinir uçlarıma dokunulduğunda tepeden tırnağa şiddet olabiliyormuşum meğer.
Her şeyi anlatarak, anlaşarak, konuşarak, dinleyerek çözebileceğime dair olan derin inancım aynı zamanda krizimi yaratmış. Karşımdaki insanın sarsılmaz öz güvenini sos yaptığı yanlışına tahammülüm yokmuş meğer. Tüm iyi niyetimle anlatmaya çalıştığım şeyi zerre idrak edemeyip üstelik o tuhaf cesaretle suratıma özgüvenli saçmalıklarını püskürtmesine tahammülüm yokmuş.
Henüz o kadar kalınlaşmamış derim.
Henüz kendi çıkarlarını ve ruh sağlığını her şeyden önde tutabilen sıradan bir yetişkin olamamışım.
Hala konuştuğum kadar susabiliyormuşum.
Hala kırmızı çizgilerim cümlelerden çiziliymiş.

  İşte ben küçük bir bilgisayar ekranında o kısa siyak saçlı kısa boylu kadının şarkılarını dinlerken ve zihnim anlık sıçralamalarla yerinde duramazken aklıma bunlar geldi.  Bir de  ailem olmuş dostlarımla o kadının bir konserinden çıktığımızı hayal ettiğim yaz kokulu çocukluk hayali.
  Ve gökyüzünde kayan yıldızların ardından tutulan dilekler.
Ve kalplerimizdeki orman .
Kısacık saçlarıyla ve omurgasının üstündeki omurga dövmesiyle kısa boylu ve siyah saçlı kadın sıradaki şarkın zamana gelsin.
Hani her şey zamanlaymış ya.

Buna inanabilelim diye söyle.



Kitap: Satranç


    Yazarı bu kitabı yazdıktan birkaç ay sonra intihar etmiş olduğundan mıdır bilinmez, okurken ruhsal bir gerilim yaşıyorsunuz. Ama  bırakamıyorsunuz da... 
    Stefan Zweig, intihar ettin ettin, zevcenin aklını niye çeldin be adam? O da intihar etmiş...

 

   
Kitabın konusu mu? 
    
    Savaş ve Nazi karşıtı yazar, bir bakıma Dr. B. karakterinde kendini, Czentovic karakterinde küçük bir Hitler modelini anlatıyor. 

   Rastlantı sonucu eline geçirdiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenen, bunu tutkuya dönüştüren ve bu yüzden beyin hummasına yakalanan bir adamın öyküsü bu. Ya hu hem satranç öğren, hem zihninde tek başına hayali biriyle oyna, hem de hamleleri her yönüyle hesap et. Tabi beyin oluyor humma kuşu.

   Karakteri takdir etmemek elde değil, zira onun durumundaki biri için akıl sağlığını korumanın bir yolu bu. 
(Ayrıntıya girmiyorum, okuyunca hak vereceksiniz) 



   Satrançla pek ilgili değilim, buna rağmen heyecan ve merakla okudum. Satranç bilen ya da bilmeyen herkesin faydalanacağı bir kitap. İnsanın, yoğunlaştığında zekasını ne kadar verimli kullanabildiğini, amaçsız yaşayamayacağını ve özgürlüğün ne denli önemli olduğunu anlıyorsunuz.

⭐⭐⭐ 

  Velhasıl kitabı mutlaka okuyun, yoksa yazar boşu boşuna intihar etmiş olacak...

Cancer--luck or environment? Part II: Nothing to food-fight over

Yesterday we commented on the 'controversy' over whether cancer is mainly due to environmentally (lifestyle) or inherently (randomly) arising mutations.  This is a tempest in a teaspoon.

Mutations, whatever their individual cause, must accumulate among dividing cells until one cell has the bad luck to accumulate a set of changes that 'transforms' it into a misbehaving cancer cell.  The set of changes varies even among tumors of the same organ, because many different genes and their expression-regulation contribute to the growth, or restraint of growth, even within the same tissue. That is, not all breast, colon, or lung cancers are caused by the same set of mutations.   It then proliferates, rapidly dividing and thus indubitably acquiring more mutational changes that enable it to do things like metastasize to other parts of the body, or develop resistance to drug treatment.  The more rapidly it grows and spreads, the more rapidly such things can happen.

Even if the first transformational cause were due entirely to environmentally-induced mutations, the real dangers that ensue during the tumor's lifespan are relatively rapid additions to the original tumorigenesis process, and so in a sense the main dangers of cancer are primarily, if not nearly exclusively, due to inherent mutation among cancer cells.  If you get lung cancer and then stop smoking, your lung cancer will still evolve. Indeed, if environment contributes, it may make things worse--if that "environment" is radiation or chemotherapy: radiation definitely causes mutations, and chemotherapy weeds out cells that haven't experienced resistance mutations, leaving or even making room for tumor lineage cells that do have resistance mutations.  Finally, things that stimulate cell division can facilitate new mutations or even just make a tumor spread more rapidly.

So clearly cancer is not all due to environmental, nor to inherently occurring changes.  These and other factors comprise multiple, interacting causative effects.  Attributing cause to environment or inherency is misleading.  But what if cancer were in fact even entirely due to lifestyle factors that stimulate cell division or directly cause mutation?  Of course this would be very good for the Big Data epidemiologists and their studies, and threatening to industries and so on that produce mutagenic waste or products etc.  But suppose epidemiologists were to continue to find major carcinogenic environmental factors (that is, that the major ones, like smoking, aren't already known). Let us further suppose that avoidance behavior were to follow the announcement of the risks (not an obvious thing to assume, actually; the tobacco industry is still thriving, after all).  Then what?

Epidemiologists would say their work has prevented cancer and would claim victory over the to-them strange idea that cancer is due to inherent mistakes in DNA replication and is inevitable if one were to live long enough.  A lifestyle-change-based reduction in cancer would be clearly a very good thing.  But in fact, it would not be an unalloyed victory: one thing it would do is keep the non-exposed person alive (because s/he didn't get cancer!) and that in turn means that s/he would be at higher risk of (1) other age-related deteriorative diseases that dying of cancer would have precluded, many of which are waiting in the wings at ages when cancers arise, and (2) eventually getting cancer at some older age.  In the first case, the rates of other diseases like stroke and diabetes etc. would necessarily go up.  The risk of slowly petering out in increasingly bad shape in an intensive nursing unit would go up.  That would, of course, lower the lifetime cancer risk, but not in a very pleasant way.

In other words, lifestyle changes can delay cancer, but even assuming that the per-year exposure to environmental mutagens were reduced, the consequently longer exposure to those mutagens might mean their lifetime total would go up), so whether or not it decreased the lifetime risk of cancer would be an open question.  However, what this would do would be, by removing environmental causes, to raise the fraction of cancers that are due to inherent mutation, strengthening the fraction of Vogelstein-Tomasetti cases!

It's undoubtedly good to get cancer later rather than earlier in life, but not an unalloyed good.  In any case, what these points show is that the argument over the particular fraction of cancers that are due to environment vs inherent mutation is rather needless.  At most it might be relevant to ask how much of funding investment in big epidemiological studies is going to pay off, rather than spending on some other clearer issues (especially if the major environmental mutagens are already known).  There have already been scads of massive long-term studies of almost anything you can name, to identify carcinogenic exposures. With some very important exceptions, that are by now well known, these studies have largely come up empty, or with now-it-is/now-it-isn't conclusions, in the sense that risk factors are either weak, or if strong are rare and hard to find embedded in the broad mix of chronic disease risk factors.  Environments are always changing with new possible carcinogenic exposures arising, but basically those with strong effects usually show up on their own such as by multiple cases of a particular cancer type in some specific location or among workers in a particular industry or in vitro mutagenesis studies and the like.

If causation is too generic, don't get your hopes up
If comparisons among countries, for example, show that the same cancer can have very different age patterns or incidence rates, this may suggest lifestyles as major risk differences. But that's far from saying that the causal elements are individually strong or simple enough to be enumerated by the usual Big Study epidemiological approach. One can be extremely doubtful that this would be the case.

Saying something is 'environmental' because, for example, it varies among populations is like saying something is 'genetic' because it varies among relatives.  If it's like genetic factors as documented by countless GWAS studies, there are many different, correlated or even independent contributors, then each person's cancer will be due to a different set or complex set of experiences and the luck of the mutational draw.  As with GWAS and related approaches, it is far from clear that large, long-term environmental studies, more mega than we've already had for decades, will be the appropriate way to approach the problem.

Indeed, to a considerable extent, if each case is causally unique, by some different combination of factors and their respective strengths in that individual, then it's epistemologically not very different from saying that cancer occurs randomly, which, though for a different sort of reason, is what V and T said.  There won't, for example, be a specific environmental change you can make, any more than a specific gene you can re-engineer, to make the disease go away or even to change much in frequency or age of onset.

Food fights like this one are normal in science and often have to do with egos, investment in one 'paradigm' or another, how research is supported or advice from experts are conveyed to the public.  But such disputes, though very human, are rather off the point.  We often basically ignore risks we know, as in the proliferation of CT and other radiation-based scanning and medical testing which can be carcinogenic.  Life is mutagenic, one way or another.  So while you have life, enjoy your food--don't waste it by throwing it at each other!  There are better questions to argue about.

Kalite tesadüfmüdür ?



Çok meşhur bir sözdür ve reklamlarda da kullanılır , ''kaliteyi ucuza almak'' mümkünmüdür?
 Her alanda kalite ararız. Gıda ,giyim,insan hep kalitelisi olsun isteriz.
 Bir gün güzellik ve çirkinlik birlikte göle girmişler bir süre yüzdükten sonra çirkinlik sessizce çıkmış gölden, güzelliğin kıyafetini ( sliuteni) giyip  gitmiş. 
 Arkasından gölden çıkan güzel kıyafetini göremeyince  mecburen çirkinliğin  kıyafetini giymiş .
 İşte derler ki o gün bu gündür kim güzel kim çirkin kimse bilemez içine bakmadan anlayamaz.
 iyice süzgeçten geçirmeden ne insanı ne  sebzeyi   sindirmeye çalışma, bedenin hırpalanır der bir büyüğüm.

 Kısaca ele alacak olursak...
Giyimde kalite; 
Tabi ki çok ucuz kıyafetlerde var onlara da şans vermek lazım ,  bir kaç giyimden sonra eskisi gibi olmayacağının bilincinde olarak, kaliteli bir kıyafetin ,  ipi  , kullanılan kumaşı dikişe girdiği yer  çok kaliteliyse , sürümden kazansa bile onu   imal ettiğinin altı bir fiyata satmayacağına göre  kararı siz verin. 
 Gıda; En çok dikkat edilecek sektörlerden biri , en çok oyun dönen sektör kalitesiz  ürünü bile  organik diye pahalı satışa sunup , alıcıda  pahalı demek ki kaliteli deyip alıyor.

 Sebze ve meyve gerçekten çok çaba gerektiren şeyler ekiminde biçimine  kadar . bir  gıdayı organik istiyorsanız kendiniz yetiştireceksiniz yada köylerden bizzat gidip alacaksınız başka çaresi yok  . 
Bunlar benim için imkansız diyorsanız bazı  market ve  özel yerler var ama ya çok aşırı  pahalı  çünkü size gelene kadar çok el değiştiriyor ve hepsi üzerine kendine kar koyuyor.

 Temizlik;
 temizlikte kalite deyince hem ninem gelir aklıma   gidin oradan ben arap sabunundan başka şey kullanmam der çamaşır bulaşık hepsini onunla yıkar  ,  tencerelerini  ,bardaklarını temiz kumla ovar yıkardı eski toprak işte  belkide sağlıklı  olan buydu vefat ettiğinde yüz yaşını geçmişti. 
 Temizlik ürünlerinde kaliteye dikkat etmezsek   en sık başımıza geleceklerden biri alerji ,    giyeceklerimiz yüzünden ,yediklerimizde ise bir sürü bakteri yutmuş oluyoruz hemde en zararlısından kullandığımız bulaşık deterjanları sayesinde ,illa kalıntı kalıyor ama biz bunu  çıplak gözle görmüyoruz. 



İnsan;
 sanırım   kaliteli olup olmadığını en zor anlayacağımız varlık:))
 Kimi dış görünüşüyle vaaovv dedirtir işte kalite bu,  öyle bir duruşu vardır ki , yakışıklı( güzel ) yüzüne baktığınızda içinizi ferahlatan güven veren   bir görünüm ,  temiz giyimli   nerede susup nerede cevap vereceğini bilen sizi dinlerken bile gözünüzü ondan ayıramadığınız  en sıkıntılı anlarınızda   aklınıza getirmeye çalıştığınız  , her soruna mantıklı bir çözüm bulan insandır .
 Tabii böyle birini bulursanız hemen  bir sandalyeye oturtup bağlıyorsunuz ve   klonlanması için nasayı arıyorsunuz::)

 Kalite insan , nasıl ucuz olur ? 
herkesle  arkadaş olan bir insan her lafa anlasada anlamasada her konuya bir yorumu olan her yerde pat pat karşınıza çıkan, kıracakmış  , üzecekmiş düşünmeyen  hep ben benn  ,   hep vıcık vıcık kakarak kikikirik    , acıya   bile saygısı olmayan  bir insan sizce ne kadar kaliteli olabilir ?

 yetişemezki sizi anlayamaz çünkü  herkese odaklanır   siz dört yol ağzında durup  dört yola birden gidebilirmisiniz?
 her insanın belirli bir noktaya  belirli  dostluklara belirli bir kitleye odaklanışı ve hitabı vardır.

  Bir insan düşünmeden , bir olayı tartmadan hemen fikir beyan etmemeli , önce empati sonra  sempati yapmalı:) , her kitleye ,her kesime hitap edemez, çünkü her insan farklı giyimden, farklı yemeklerden , farklı kültürlerden hoşlanır  onunla aynı şeyi  beğenmezseniz  ne kadar anlaşsanız da bir yerde tıkanır, herkesin  beğendiğini beğenip  herkesin her şeyi olmaya kalkarsanız da kendi benliğinizden sıyrılıp başka bir şey olursunuz.
 Her insanın kendine göre bir kalitesi vardır  kumaşı (ailesi)
ipi(yetiştirilme tarzı.okulu v.s) dikişe girdiği yer (arkadaşları, çevresi)
 çok önemlidir birde ne kadar  hepsi iyide olsa   sebze gibi çürüğü de vardır ortam , koşullar mayası , derken bozulur, deterjanı( çevresi) ne kadar iyi ve kaliteliyse birazda olsa toparlanır ama sonuçta    dışarıdan etki ne kadar etki eder  bilinmez.

 Şimdi siz karar verin , sizce kalite ucuza olur mu?

 

Food-Fight Alert!! Is cancer bad luck or environment? Part I: the basic issues

Not long ago Vogelstein and Tomasetti stirred the pot by suggesting that most cancer was due to the bad luck of inherent mutational events in cell duplication, rather than to exposure to environmental agents.  We wrote a pair of posts on this at the time. Of course, we know that many environmental factors, such as ionizing radiation and smoking, contribute causally to cancer because (1) they are known mutagens, and (2) there are dose or exposure relationships with subsequent cancer incidence. However, most known or suspected environmental exposures do not change cancer risk very much or if they do it is difficult to estimate or even prove the effect.  For the purposes of this post we'll simplify things and assume that what transforms normal cells into cancer cells is genetic mutations; though causation isn't always so straightforward, that won't change our basic storyline here.

Vogelstein and Tomasetti upset the environmental epidemiologists' apple cart by using some statistical analysis of cancer risks related, essentially, to the number of cells at risk, their normal time of renewal by cell division, and age (time as correlated with number of cell divisions).  Again simplifying, the number of at-risk actively dividing cells is correlated with the risk of cancer, as a function of age (reflecting time for cell mutational events), and with a couple of major exceptions like smoking, this result did not require including data on exposure to known mutagens.  V and T suggested that the inherently imperfect process of DNA replication in cell division could, in itself, account for the age- and tissue-specific patterns of cancer.  V and T estimated that except for the clear cases like smoking, a large fraction of cancers were not 'environmental' in the primary causal sense, but were just due, as they said, to bad luck: the wrong set of mutations occurring in some line of body cells due to inherent mutation when DNA is copied before cell division, and not detected or corrected by the cell.  Their point was that, excepting some clear-cut environmental risks such as ionizing and ultraviolet radiation and smoking, cancer can't be prevented by life-style changes, because its occurrence is largely due to the inherent mutations arising from imperfect DNA replication.

Boy, did this cause a stink among environmental epidemiologists!  Now one we think undeniable factor in this food fight is that environmental epidemologists and the schools of public health that support them (or, more accurately, that the epidemiologists support with their grants) would be put out of business if their very long, very large, and very expensive studies of environmental risk (and the huge percent of additional overhead that pays the schools' members meal-tickets) were undercut--and not funded and the money went elsewhere.  In a sense of lost pride, which is always a factor in science because it's run by humans, all that epidemiological work would go to waste, to the chagrin of many, if it was based on misunderstanding the basic nature of the mutagenic and hence carcinogenic processes.

So naturally the V and T explanation has been heavily criticized from within the industry.  But they will also raise the point, and it's a valid one, that we clearly are exposed to many different agents and chemicals that are the result of our culture and not inevitable and are known to cause mutations in cell culture, and these certainly must contribute to cancer risk.  The environmentalists naturally want the bulk of causation to be due to such lifestyle factors because (1) they do exist, and (2) they are preventable at least in principle.  They don't in principle object to the reality that inherent mutations do arise and can contribute to cancer risk, but they assert that most cancer is due to bad behavior rather than bad luck and hence we should concentrate on changing our behavior.

Now in response, a paper in Nature ("Substantial contribution of extrinsic risk factors to cancer development," Wu et al.) provides a statistical analysis of cancer data that is a rebuttal to V and T's assertions.  The authors present various arguments to rebut V and T's assertion that most cancer can be attributed to inherent mutation, and argue instead that external factors account for 70 to 90% of risk.  So there!

In fact, these are a variety of technical arguments, and you can judge which seem more persuasive (many blog and other commentaries are also available as this question hits home to important issues--including vested interests).  But nobody can credibly deny that both environment and inherent DNA replication errors are involved.  DNA replication is demonstrably subject to uncorrected mutational change, and that (for example) is what has largely driven evolution--unless epidemiologists want to argue that for all species in history, lifestyle factors were the major mutagens, which is plausible but very hard to prove in any credible sense.  

At the same time, environmental agents do include mutational effects of various sorts and higher doses generally mean more mutations and higher risk.  So the gist of the legitimate argument (besides professional pride or territoriality and preservation of public health's mega-studies) is really the relative importance of environment vs inherent processes.  The territoriality component of this is reminiscent of the angry assertion among geneticists, about 30 years ago, that environmental epidemiologists and their very expensive studies were soaking up all the money so geneticists couldn't get much of it.  That is one reason geneticists were so delighted when cheap genome sequencing and genetic epidemiological studies (like GWAS) came along, promising to solve problems that environmental epidemiology wasn't answering--to show that it's all in the genes (and so that's where the funding should go).  

But back to basic biology 
Cells in each of our tissues have their own life history.  Many or most tissues are comprised of specialized stem cells that divide and one of the daughter cells differentiates into a mature cell of that tissue type.  This is how, for example, the actively secreting or absorbing cells in the gut are produced and replaced during life.  Various circumstances inherent and environmentally derived can affect the rate of such cell division. Stimulating division is not the same as being a direct mutagen, but there is a confounding because more cell division means more inherent mutational accumulation.  That is, an environmental component can increase risk without being a mutagen and the mutation is due to inherent DNA replication error.  Cell division rates among our different tissues vary quite a lot, as some tissues are continually renewing during life, others less so, some renew under specific circumstances (e.g., pregnancy or hormonal cycles), and so on.

As we age, cell divisions slow down, also in patterned ways.  So mutations will accumulate more slowly and they may be less likely to cause an affected cell to divide rapidly.  After menopause, breast cells slow or stop dividing.  Other cells, as in the gut or other organs, may still divide, but less often.  Since mutation, whether caused by bad luck or by mutagenic agents, affects cells when they divide and copy their DNA, mutation rates and hence cancer rates often slow with advancing age.  So the rate of cancer incidence is age-specific as well as related to the size of organs and lifestyle stimulates to growth or mutation.  These are at least a general characteristics of cancer epidemiology.

It would be very surprising if there were no age-related aspect to cancer (as there is with most degenerative disease).  The absolute risk might diminish with lower exposure to environmental mutagens or mitogens, but the replicability and international consistency of basic patterns suggests inherent cytological etiology.  It does not, of course, in any sense rule out environmental factors working in concert with normal tissue activity, so that as noted above it's not easy to isolate environment from inherent causes.

Wu et al.'s analysis makes many assumptions, the data (on exposures and cell-counts) are suspect in many ways, and it is difficult to accept that any particular analysis is definitive.  And in any case, since both types of causation are clearly at work, where is the importance of the particular percentages of risk due to each?  Clearly strong avoidable risks should be avoided, but clearly we should not chase down every miniscule risk or complex unavoidable lifestyle aspect, when we know inherent mutations arise and we have a lot of important diseases to try to understand better, not just cancer.

Given this, and without discussing the fine points of the statistical arguments, the obvious bottom line that both camps agree on is that both inherent and environmental mutagenic factors contribute to cancer risk. However, having summarized these points generally, we would like to make a more subtle point about this, that in a sense shows how senseless the argument is (except for the money that's at stake). As we've noted before, if you take into account the age-dependency of risk of diseases of this sort, and the competing causes that are there to take us away, both sides in this food fight come away with egg on their face.  We'll explain what we mean, tomorrow.

Nur kokulu Cuma...



Ey Şems! Varlığın bana yetmiyorken, yokluğunla avunmak zorundayım. Ya al götür kalanımı, ya da gel, tamamla eksik kalan yanımı.
 - Hz. Mevlana

Nur kokulu bir Cuma diliyorum...

Gece Atıştırmalıkları

Çayın yanına almıştım  , çay olana kadar ben yedim onları , çok lezzetliler ne yapayım:))
 Poşetlerini açarken aklıma geldi:))
bazı insanlar , karşıdan bakınca ne kadar şeker ,tatlı ,sevimli,gerçek kişiliğini bir anlıyorsunuz aaa oluyorsunuz...
 bir de  tipe bak tipe dediklerimiz var özü sözü bir sürprizi yok en basitinden samimi...
Çay oldu yanına  keki olan varmı?:)))



Aşık sanmıştım 
üzerini değişince ikiyüzlü olduğunu anladım:))
Sadece aşık gibi davranıyormuş :))

Hayallerimi yıktılar 
İki yüzlü cinler:))


Ayı falan ama içi dışı bir:))
 Ayı işte fazla bir şey bekleme , beklentin belli:))





Kuyular ve Kuytular...




Her insanın kuyuları ve kuytuları vardır ,  her insanın  ve doğuştan gelen  aile yapısı , genleri , karakteristik yapısından dolayı  kuyuları ve kuytuları farklıdır.  Bir insanın  kuyusu  , göz yaşı kin nefret intikamla dolmuş ise o kuyuda boğulursun ,onun yaşadığı acıların bin katını da yaşatsa umrunda olmaz , o dayanabilmiş ise bu kadar acıya başkaları neden dayanmasın...

 Aynı kuyu  farklı insan ,  kuyusuna göz yaşı ve merhamet doldurmuştur  merhamet ve şefkat her şeye inat yaşama inat sevginin sonsuz olduğuna inanır ve kuyusu sevgi doludur. 

Onun kuyusunda boğulmana imkan yoktur , kova kova şefkat , merhamet doldurur , sıkıntılı anında kendini o kuyuya atmak istersin...

 Aynı şekil kuytusuna sığındığınız liman her zaman kuytu değildir!
Yarasalar bekler sizi o kuytularda , siz sığınırken  gölgeler yavaş yavaş  hapseder yüreğinizi , arkanızdan çevrilen dolaplar , maskeli maskeli dost görünümlü  düşmanlar , sır verdiğiniz    sizi yanıltan insanlar ,  uykusuz geceler  , çelişkili düşünceler ve artık mutsuzluk hakimdir ütopyanızda...

Bazı insanların kuytusuna sığınılır ve   sarar sarmalar , artık bir bütün olur  hayalleriniz  gerçek olmuş gibi hissedersiniz ,  siz içinizde tutamayıp ona anlatırken o kendine bile fısıldamaz sırlarınızı . Korur kollar her şey odur ,  sizi anlamış   sevmiş bağrına basmıştır yel değirmenlerine savaş açan don kişot gibidir...

Her insan biraz gül biraz kül kokar ,  bazısının gül kokusu baskındır bastığı toprağı , dost olduğu insanı kısacası çevresini ailesini gül kokutur .
 Bazısının da kül kokusu baskındır gittiği yeri  is kokutur buram buram genzi yakar ... 
 Kimin kuyusuna , kimin kuytusuna sığınacağınıza dikkat edin ...




Kış geldi mi ne? :)


Hava çok soğuk kalbinizin sıcaklığı yeterli olmayabilir:)
Sabah  camdan baktığımda ki manzara



Hemen kendimi yollara attım  dersem yalan olur bir saate yakın ekmek yerine ne yesem diye düşündüm ve en sonunda paşa paşa  fırının yolunu tuttum...

Yollarda ne kedi ne kuş var nereye sığındılar acaba, umarım  çok üşümüyorlardır ...

Dört günlük tatil boyunca her gün kuşlara  yeşil , kırmızı mercimek ,pirinç haşladım    ilk başlarda  kaplara koyuyordum baş edemedim kuşlar hücum edince birbirlerini itip kakıyorlar, bende toprağa attım  bizim bahçe cami havlularına benzedi:) 
yarın iş var  özleyin beni kuşlar:)
 iyi akşamlar diliyorum:)




İç Kusma Sorunsalı

Son yazıyazdığımdan bu yana 3 sene geçmiş. Vay anasını :) Beni eğer sosyal medyadan takip ediyorsanız güzel insanlar gelişmelerden muhakkak haberdarsınızdır. Yeniden yavaş yavaş yazmaya karar verdim. Nasıl zaman bulacağım hakkında en ufak bir fikrim yok ama deneyeceğiz bakalım :)

Bu zaman zarfında sektör aldı başını yürüdü tabi. Offf.. milyon kişi var. Bu sizi korkutmasın. Eğer fark yaratabiliyorsanız tutunursunuz. Bazı kişiler hiçbir halt yapamadıkları halde bile inanılmaz bir pazarlama ile kendilerini öyle bir satıyorlar ki.. bu konuda takdir ediyorum ama lamı cimi yok. Kadın kendini satıyor kardeşimmmm :) yaptığı ürünler mi? hahahahahha.. no comment bebemm :)
Taklit en samimi yalakalıktır kanımca.. bBayılıyorum öyle tipleri gördükçe. Beni sinirlendirmek çok zor. Bunun için uğraşıyorlar ama yemez :) Ben bunca yıl hayata karşı dimdik durmuş sillesinden geçmişim. Zorluklar beni yıldıramamış bir Allahın kulu mu yapacak bunu! Hahayt! Alnını karışlarım Alim Allah! :)
Geldiğim bu duruma, sevgili okurlarımda farkındadır, tek başıma geldim. Tırnaklarım kanaya kanaya yılmadan vazgeçmeden. Ne kendimi pazarladım ne reklam yaptım. Bu nacizane blogum dışında internet sitem bile yok. reklamda vermem. Beni keşfeden bulur. Benim yolum hoşuna gittiyse herkesi yanımdan yürümesine onur duyarım. Sadece ama sadece işlerimle varlığımı sürdürdüm ve bundan sonrada öyle olacak. işim olmaz onla bunla laf dalaşına giren tiplerle takılmaya. Benim daha büyük hayallerim ve daha büyük bir kişiliğim var. Düştüğüm zaman TEK başıma kalktım ayağa. Kimseden destek almadan. TEK BAŞIMA! O yüzden o kadar umrumda değiller ki..
Ama bazende hadlerini bildirmek lazım kimilerinin. Yoksa kendilerinden geçiyorlar hhahahaha.. Ortalığı boş zannedip atıp tutuyorlar. Ben susmam! Yedirmem ne kendi hakkımı ne başkasının hakkını!
Bir pastacıysan sen kardeşim, sadece figür yapınca pastacı olunmuyor bunu bir netleştirelim. Kabartma tozu ve karbonatın arasındaki farkı bilmeyen kişi pastacı olamaz! bu net! Anlaştık değil mi bu konuda? :) Hele kendileri sıfırdan bir şeyi ilk yapmış gibi lanse etmelerine öyle gülüyorum ki.. Ah bebeğimmmm ahhhh diyesim geliyor. ama o kadar acıma duygum yok maalesef :) Yardıma kimin ihtiyacı varsa hiç düşünmeden koşarım. Hatta bu yolda bayağı kazık yemişliğimde vardır. Hali hazırda ben gibi olmaya çalışmak değil, ben olmaya çalışan birkaç kişi bile söylebilirim. Ben hayatım boyunca bir şey olmaya çalışmadım. çünkü bir şey olduğumu zaten biliyordum. Birine benzemeye de çalışmadım. Niye başkası olmaya çalışayım ki? Benim bir kişiliğim var yahu :) Allahıma binlerce şükür ki yapıyorumda birşeyler.
Şimdi açıklağa kavuşturulması gereken başka bir konumuz daha var güzel insanlar; EGOSUZ OLMAK.
Beni tanıyanlar ve yakından takip eden dostlar bilir. Benim yıllardır girdiğim bir yol var. Bu inanç meselesi. İnsan oğlu aşağılık kompleksiyle ve egolarıyla doğar. Aldığımız telefonlar, arabalar,kıyafetler vs hep bundandır. İnsan olunduğu için herkesin bir egosu vardır. Bana göre bunu en aza indirgemek gerekir. Kadın orda tutmuş kardeşim hayatımda gördüğüm en egolu yazıyı yazmış.Millet altına ay ne egosuzsunuz diyor. EGO kelimesinin anlamını bilmemiz gerekiyor ilk önce. Benim inancımdan dolayı ben yıllar içerisinde bunu minimize etmeyi başardım. Ne kötü hırlarım ne en iyi olayım diye bir kafa da değilim. ama asla asla mütevazi de değilimdir. Mütevazilik en büyük megolamanlıktır! İnsan kendinin ne olduğunu bilmeli. Mütevazilik kisvesi altında diğerlerini küçümseyip kendini yücelten bir sürü kişilik var ortada. Ah bebeğim benim gibi çok kitap okuyan kişiler senin ne demek istediğini anlıyorda sen anca etrafındaki bazı kişileri kandırırsın.
Hayatımda hiçbir zaman olduğumdan başka biri olarak davranmadım binlerce şükür. Giderliysem giderlyim mutluysam mutluyum. Kimsenin gözüne de sokmam hiçbir şeyi. Kendimin farkındayım fakat ben buyum ve senden üstünüm gibi bir anlam yükleyen cümle asla kurmam! Çünkü hep dediğim gibi bir bir okyanusun parçalarıyız. Bir bütünü oluşturuyoruz. Belki ben bir şeyi daha fazla biliyorumdur ama belki sen başka bir konuyu benden daha fazla biliyorsundur. Hepimizin birbirinden öğreneceği şeyler var. Ben haddimi bilirim ama haddini bilmeyene de haddini bildiririm. Heheyt! Ne konuştum be! Bıraksanız içimdekini kusacakmışım gibi :) Biriktirmişim içimde hahahahahah..
Daha da varda zamanla yazacağım herşeyi.. Eh yazmadığım bayağı zaman olmuş. :)

İçinde sevgi kırıntısı olmayan kişilerle işim olmaz nitekim. ama yolu merhamet, sevgi ve sanattan geçen herkese boynum kıldan ince..

Raif Badawi Sizde olabilirdiniz


resimler http://www.raifbadawi.org/

Dinin özgürleşmesinden ve kamusal alandaki baskısının azaltılmasından yana tavır sergileyen Badawi, ilk birkaç yıl boyunca Suudi Arabistan'daki otoriteler tarafından herhangi cezai bir yaptırıma tabii tutulmamıştı. Ancak Arap Baharı'nın ardından 2012 yılında tutuklanmış ve önce idam cezasını gerektiren dinden çıkma suçuyla yargılanması istense de daha sonra suçun mahiyeti asayişi bozmak, İslami değerleri küçümsemek, dini liderleri gülünç duruma getirmek olarak değerlendirilmiş ve görülen bu davanın sonucunda Badawi 7 yıl hapis ve 600 kırbaç cezasına mahkum edilmişti. Cezaya itiraz edilmesinin ardından davanın yeniden görülmesine karar verilmiş ve yeniden görülen davada Badawi’nin cezası artırılarak toplam 10 yıl hapis, 1000 kırbaç ve 266.000 dolar para cezasına çevrilmişti.

2012'den bu yana hapiste olan Badawi'nin 1000 kırbaçlık cezası ise 20 hafta boyunca her Cuma günü cuma namazının ardından 50 kırbaç vurularak tamamlanacak. İlk 50 kırbaçlık ceza 9 Ocak 2015 tarihinde gerçekleştirildi.
 Yazı:Netten alıntı


 http://www.raifbadawi.org/

Blog yazmak sırtınıza iyi gelmeyebilir,
O bir blogger
Onun üç çocuğu bir eşi var tek savunduğuda buydu, Özgürlük herkesin dinde ve yaşamında özgür olmaya hakkı vardır lütfen hepimiz birlik olalım ve bir günlüğünede olsa hepimiz bloğumuzda bunu paylaşırsak sesimizi duyurabiliriz   sadece 50 kırbaç vuruldu ve daha  950 kırbaç vurulacak  her cuma namazı sonrası buna biz dur diyebiliriz , hadi sende bloğunda bu gün bunu paylaş ve dünya uyumasın. 
Blogger bolat'ın yazısıyla öğrendim  okumak isteyen blogger bolat'ın yazısı tıkla




Not: Ne bloğu olursan ol paylaş Lütfen destek olup bloğunda paylaşanlar  yorum bıraksın...



Bu gün...

Evde olmak kötü bir şeymiş , Ev hanımı olmam ben , büyük ihtimal  ölmeden  bir önceki güne kadar çalışırım .

Akşam gece dörtte uyuyunca sabahta haliyle  on birde uyandım kahvaltıyı edene kadar bir oldu, çarşı , pazar gezmesi derken evde  biraz mutfağa gireyim dedim .

Kurabiye yapayım dedim , o kadar rahat ettiler ki ellerimde ,  birde bu soğukta sıcacık fırını görünce yayılmışlar ohh:)
Süsledim püsledim biraz  ,gider onlar gider:))
Özel birine:):)

 eh birde tuzluya el atayım dedim neyse onlar idare eder


Yanık kremi getirin kualanın yüzü penguenin göbüşü yanmış:=))

 gaza gelip yaprak bile sardım  benimkiler  hiç te  yemek bloglarında ki gibi ince uzun olmadılar gayet tombiş oldular:)


Canım profiterol istedi ona hiç cesaretim yok  , yapmasına yaparım da yenirmi bilemem:) 

Dışarı çıkıp pastanede  yedim ohh mis yapanın  ellerine sağlık:)

Tatil olunca her yer çok kalabalık alışveriş çılgınlığı var.
Hemen evime attım kendimi...
 Bunlar eve gelirken soğuktan  üşümüş yiyecek arayan kedicikler:(

Denge oyunu hiç oynadınız mı bilmiyorum ben yıllardır almayı erteliyordum , geçen ay aldım özellikle yalnızken  oynaması çok zevkli, isteğe bağlı ailece yada  bir arkadaşlada oynanabilir  rezidansımı yıktım resimlerken.



 Kitaplığı karıştırırken  eski kitaplarımdan birini buldum ,  İlk kırk sayfada hiç sıkılmadım , 
Bana Sevgiyi Anlat
Zeliha Akçagüner






Günü  her şeyden biraz diyerek film açtım ancak hüsrana uğradım beklediğim filme henüz alt yazı gelmemiş biraz  Hintçe  izledim  anlayamamak  kötü   diyerek başka bir Hint filmi açtım .
 Kick











En heyecanlı sahnelerinden biri

 Konusu ve  oyuncuları güzel sürükleyici Bir bayan ve bir polis ikiside bir baş belasından muzdariptir ve yolları bir gün kesişecektir... 
  I
love you:))

 Şimdilik  Kuğudan haberler bu kadar ...




Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...