My first roses are out! The variety is 'Mary Rose' . I mixed the two blooms with some red campions, cow parsley and delicate white-petaled brambles.

 Lately I have been making cushions......


and cards......

 Wendy has made the most darling little baby shoes!!!!!

Hope your summer has got off to a good start
xxx

En Doğalından Temizlik


Uzun bir aradan sonra yine merhaba. Blog yazma işinin tam bana göre olduğunu düşünürken birden bire her şey tıkandı. Sadece blog mu tıkandı daha neler neler var tıkanan. Neyse ki yazla birlikte hayatımda bir temizlik yapmaya karar verdim. Tıkanıklıklar da açılır diye umuyorum. Bu metaforik başlangıçtan sonra umarım sadede gelebilirim:)
Nasıl başladığını bilemediğim bir yolculuktayım. Sanırım her şey bir beyin sıçraması olarak başladı, bilinçte bir sıçrama ve ben aslında doğayla olan birliğimizi (ki bilmeme rağmen) idrak etmeye başladım ve o noktadan sonra da her şeyin olduğu gibi olmaması gerektiğini düşündüm.
Yani, neden ben hem saçıma hem de doğaya feci halde zararlı olan bir şampuanı hem de aslında hiç de ihtiyacım olmadığı halde kullanıyorum? Dişlerimi neden zehir gibi diş macunlarıyla temizliyorum? neden bulaşık makinesi detarjanı hem bana hem doğaya zararlı olduğu halde bunları kullanıyorum bir de bunlara para ödüyorum? sonra diğer soru geldi nasıl değiştirebilirim?
Bu yazıyı yazmakta aceleci davranmadım çünkü yaptığım şeylerin sonuçlarını görmek istedim. Şimdi size artıları ve eksileriyle derinlemesine temizlik:)


DİŞ MACUNU

Karbonat, hindistan cevizi yağı, propolis, nane

Küçük şişe hindistan cevizi yağını benmari usulü sıvı hale getiriyoruz (Sıcak suyun içine şişeyi oturtarak) sonra onu ölçüp küçük bir kavanoza koyuyoruz kaç çorba kaşığı çıktıysa o kadar da karbonat ekliyoruz. 10 damla propolis (olmasa da olur) isteğe göre nane yağı koyuyoruz. Buzdolabında 20 dk bekletiyoruz. Sonrasında da diş fırçamızla az az alıp dişimizi fırçalıyoruz.
Ben ilk denediğimde karbonatı fazla gelmişti biraz daha hindistan cevizi yağı ekledim.
Notlar: Karbonat ve yağ ağızda pek hoş bir duygu ve tat bırakmıyor haliyle diş macunu gibi hooohhh yapınca ayna buzlanmıyor ama dişleri beyazlatıyor. Her gün karbonatla fırçalamak önerilmediği için ben bi de misvak kullanıyorum. Bir gün misvak bir gün macun. Ağız kokusu için de fırçalamadan sonra ağzıma karanfil atıyorum. Oh mis:)

ŞAMPUAN

Karbonat, Sirke, Ev yapımı zeytinyağı sabunu

Bunları karıştırmıyoruz sırayla uyguluyoruz. Önce iki boş kavanoz ediniyoruz. Banyodan önce birine iki tatlı kaşığı karbonat koyup su ekleyip karıştırıyoruz. Diğerine de yarım çay bardağı sirke koyup su ilave edip karıştırıyoruz. Saçımı önce karbonatla yıkayıp duruluyorum, sonra sabunla yıkıyorum en sonunda da sirke ile yıkıyorum.

Notlar: Önceleri saçlarım yağlandı, bu da saçın kendi ph derecesini bulmasından kaynaklanıyor. Şampuanlar saç derimizin dengesini bozduğu için anca kendine geliyor. Saçlarım kokmuyor yani ne sirke ne başka birşey. Saçın şampuan kokmaması ilginç bir his.  Şampuana dönmeyeceğim kesin ama başka formüller de araştırıyorum farklı sabunlar gibi. Buldukça paylaşırım.

DEODORANT - KOLTUKALTI ROLON

Benim vazgeçilmezimdi, vazgeçtim.
Aslında kozmetik dükkanlarında bir tuz satılıyor. Çanta boyları var rolon gibi. Benim aldığımın markası Crystal. Koltukaltını yıkayıp uygulanıyor. Terlemeyi değil ter kokusunu önlüyor ama ben pek memnun kalmadım. Onun yerine sabahları koltukaltımı yıkayıp karbonat sürüyorum bence daha çok işe yarıyor.

Parfüm olarak da yaptığım sinek ilacını kullanıyorum:) şöyle ki:

SİNEK KOVUCU

nane yağı, lavanta yağı, citronella yağı, su

Küçük bir fıs fıs şişesine yaklaşık 2 çay bardağı suya 20-30 damla tüm yağlardan koyuyoruz.

Notlar; Sinekleri uzaklaştırıyor ama sıkma aralıklarını kısa tutmak lazım. İçine yasemin yağı da koyarak benimki gibi bir parfüm yapabilirsiniz.

ÇAMAŞIR DETERJANI

rendelenmiş zeytinyağı sabunu, su, karbonat

zeytinyağı sabununu rendeleyip bir şişeye koyuyoruz üzerine de sıcak su döküyoruz. Sıvı deterjan gibi bir kıvamı oluyor. Bunu doğrudan makinenin içine, giysilerin üstüne döküyorum.(İki kapak) Üzerine de bir çorba kaşığı karbonat.

Notlar; Memnun kaldım, çamaşırlar yumuşak ve temiz oluyor. Memnun kalmak için yeterli sanırım:)

BULAŞIK MAKİNESİ DETERJANI

limon tuzu, karbonat, sirke, limon

2 tatlı kaşığı limon tuzu ve 2 tatlı kaşığı karbonatı su bardağına koyup üzerine yavaş yavaş su ekliyorum. Bu karışımı direk makinenin içine bulaşıkların üstüne döküyorum. Ama su eklemeden de deterjan gözüne konabilir. Parlatıcı gözüne sirke, kaşıklığa da içi kullanılmış limon koyuyorum.

Notlar; bulaşıklar temiz ve parlak çıkıyor. İlk yıkamada ben de inanamamıştım.

ELDE YIKAMA BULAŞIK

Arap sabunu.

YÜZEY TEMİZLEME

narenciye kabuğu, su, maya

narenciye kabuklarını bir kavanoza koyup üzerine su ilave ediyoruz içine de kuru maya ekleyip iki hafta güneş görmeyen bir yerde bekletiyoruz. Sonrasında fısfıs şişeye koyup yüzeylere sıkıp siliyoruz.

Notlar, Ovalamadan çıkmıyor:)

TUVALET TEMİZLEME

Karbonat, çamaşır sodası

Bir kavanozda bu karışımı hazırlıyoruz. Sonrasında eldivenle alıp lavaboya, klozete döküp ovalıyoruz.

Notlar; bunun da ovalanması gerekiyor ama tertemiz yapıyor.


Bütün bunları hazırlamak tahminimden çok daha kolay oldu, alışmaksa daha da kolay. Kendimi ve çevreyi zehirlemediğimi bilmek beni mutlu ediyor. Ayrıca insanlar yüzyıl öncesine kadar bu ürünleri kullanmıyorlardı yine de kimsenin pislikten ölmediğini düşünüyorum. Bence şimdi aşırı temizlikten ölüyoruz çünkü her şeyi öldürüyoruz. Ben temizlik yapmaya bayılan biri değilim ama kendi yaptığım şeyleri kullandığımda kendimi daha mutlu ve hamarat hissediyorum biraz da bilimsel geliyor, mutfak deneyleri gibi.

Bunların yanısıra hayatımızda başka değişiklikler de yaptık, beslenmemizde, alışkanlıklarımızda, harcamalarımızda. Daha sade yaşamaya başladığımızda daha zenginleşiyoruz. İçsel olarak, deneyim olarak. Aklınıza takılan bir şey olursa sorun, belki birlikte çözüm üretiriz. Ayrıca sizin de paylaşacağınız tarifler varsa harika olur.

Tomris Hanım

Sabah dağınıklığımın arasındaki okunmamış dergileri ayırayım niyetiyle dergilerimi karıştırırken içlerinden birinden  bir şey düştü yere. Düşen şey derginin verdiği üç kadın yazarın cümlelerini barındıran bir ‘’şey’’ . ( Adı ne acaba ya ayracın biraz daha büyük boyutlarında bir kuşe kağıt hayal edin ) Ben de onu mantar tahtama astım. Çalışırken ya da çalışma masamda çalışma efekti verdiğim zaman geçirmelerim esnasında kendi yarattığım dünyaya bakmayı seviyorum. O yüzden almıştım o mantar panoyu da.
Neyse bu yazının konusu bu değil pek tabi, kadınlardan biri daha doğrusu cümlesi.
Tomris Uyar
 ‘’ Ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar ‘’ demiş.

  İlk okunduğunda belki bir kadının derinindeki aşk olarak algılanabilir bir cümle aslında. Ama benim içimde tuhaf bir kızgınlık yarattı. Yani Tomris Hanıma değil tabi ki, bir kadına bu cümleyi kurduran sisteme kızgınlığım.  
Kadını güzel bir kaç kelam duymaktan bile vazgeçiren bu yalnızlık…
Bir ilişkide dahi  tek başına olmaya zorlanan kadınlar…
  Güzel olan her şeyi hiç esef duymadan yaşadıkları iki yüzlülüklerine, sevgisizliklerine örtü yapmış olanlar.
Kibar olan, sevdiği kadına güzel sözler saklayan, ilişkisini itina ile sarmalayanın arkasında olası bir ihanet şüphesi, sürekli bir hata bekleyişi.
 Sürekli tekrar eden kusurlu ilişkilerin, kusursuzu ihtimal dışı kılması…
  Kadının binlerce yıllık esaretin hıncıyla özgürlüğe seviştikçe aşkının içinde tutsak kalması ya da belki tutsak bırakılması…
    Zaman geçiyor. Bugün hızla dün oluyor ama hala Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.
   Yakalarındaki iğne ile tek kişilik ilişkilerde; iki kişilik yalnızlık içinde hala ‘’onun sesine aşk şarkıları iliştiriyorlar. ‘’
 
 Zaman geçiyor ama hala
   
     Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.

Ah Tomris Hanımcığım ah…



Fahri bey çıkmazı #8#


Kendim ettim kendim buldum....

Günlerdir kendimi insanlardan uzak tuttum hatta soyutladım, herkes  pis kaka tek temiz tek iyi benim!
 Arasam da kendimde bir türlü hata bulamıyorum, arkadaşlarım sen bu Tolga'nın evliliğine hala inanamıyorsun,umursamıyor gibi davranıyorsun aslında çok yıkıldın halinden hareketlerinden belli diyorlar...
 Ne alaka   Tolga  evlendikten sonra hemen hemen her gece ,gece yarılarına kadar gezdim arkadaşlarla,bizim bahçe ahalisini bile görmedim günlerce...
 kuaföre gidip saçlarımı  biraz kestirdim,bol bol alış verişe çıktım,gerçi biraz fazla abartmış olabilirim alış verişi hiç ihtiyacım olmayan şeyleri alıp borca girdim...
 Kaç hafta geçti hesaplamadım bile, umurumda değil!

Tamam yaaa umurumda ve çok yıkıldım hiç beklemiyordum. ''küçük dağlar senim için yaratılmadı Ekin  hanım'' diyorum kendime ama avutmuyor bu beni...

 ne yaparsam yapayım beni bırakmayacağını sanıyordum...
 Boşuna dememişler güvenme dostuna gelir eder postuna...
 Evlendiği kızda bir şeye benzese içim gam yemez tipsizzz.

Unuttum ki onları aklıma bile gelmiyorlar. Sadece akşamları facede görüyorum resimlerini,tamam bende ekli değiller,ama arkadaşlardan gözüme çarpıyor işte ,ne yapayım...
 Tabii olayı başa sararsak hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş,yaşayarak öğrendim...
 Çevreye karşı umursamaz hallerim,mutluluk rollerim hiçte kolay olmadı, her gün iş yerinde gereksiz muhabbetini açtı ortak arkadaşlarımız,yok gelinin  takıları,yok efenim çok güzel olmuş,balayına şuraya gitmişler,gülümseyerek umursamaz hallerle sohbete ortak oluşum ve ikisinin çok yakıştığını söyleyişim iğrenç bir durumdu.
Sırf mutsuzluğumu kimseler anlamasın diye her akşam iş çıkışı  normalde yüzüne bakmayacağım  tiplerde olan üniversiteden tanıdığım bir gurup saftirikle gezdim...
Bahçedeki komşulara defalarca kapıya gelmelerine rağmen kapıyı açmadım...
Bir kaç haftalık bunalım Dün Annemin gelişiyle sona erdi...
 sonn





İç Ses - 14


Elime bir sopa alıp sıra dayağından geçiresim geliyor insanları.
Bu çözüm -sopa ile mevzuya dalmaktan bahsediyorum- benim doğrularıma ters hareket ediyorsunuz cicim, yanlış yaptın bızımla diyilsın tarzında bir ukalalık mı, yoksa ayan beyan tüm cüssesiyle duran bir yamuk karşısında ne yapacağını bilememekten doğan bir çaresizlik mi onu da tam bilmiyorum ya.
Lakin bazı kimselerin suratlarındaki ''her şeyi bir ben biliyorum, hatalarımdan ders almama gerek yok çünkü o hatalar benim değil ''ifadesinin tam ortasına bir yumruk sallayasım var.Hayatımda hiç yumruk sallamadım ama sanki sallasam içim rahatlarmış gibi düşündüğümü itiraf etmek zorundayım.
Nasıl bu kadar net olabiliyorlar, nasıl bu kadar çok önemseyebiliyorlar kendilerini.
Resmen kendini çok sevme ve de kendini haddinden fazla önemseme hastalığına yakalandı devrimiz.
Bizden öncekilere pompalanan kendinden, aşkından, mutluluğundan vazgeç durumunun vebali midir ki bu yakamıza yapışan acep ?
Ay Allah'ım her devre ayrı bir musibet. 
Ya şöyle gerine gerine huzur içinde yaşayamayacak mıyız biz ?
Ne bileyim işte aşk meşk olsun karnımız doysun. Pikniğe gidilsin, yazlık bahçesinde çay demlensin. Her yaşa uygun bir aşk ve aşık tesis edilsin çok da zor değil gibi ama. 
Mevzu dağıldı galiba ya. İşte çok konuşmayacaksın, ne diyordum ha herkes herkes kadar boktan ve eşsiz işte abartmayalım lütfen ya demek için başlamıştım sanırım içimle konuşmaya. 
Aynen ya abartmayalım rica edicim...
Lütfen yani ...

İç Ses- 13

 Böyle bir pencereden bakar gibi baktığında her şey nasıl da kolay geliyor,
             nasıl da anlaşılır nasıl da sade.
 Anladım sanıp pencereden atlayınca hayata, üstün başın soruya bulanıyor. 
     Cevabını bulamadığın bir sorular bataklığında her adım daha da derine, daha çok soruya batıyor insan soyu.
     İnsan anlayamıyor bir dizeyi, 
                            bir şarkıyı, bir evi, bir şehri, bir hayatı, 
                                            bir ülkeyi , bir dünyayı paylaşmak neden bu kadar zor ; 
                                                                                                                             nasıl bu kadar zor. 

KÖK KADIN

  Kadınlardan bahsetmeye önce ondan başlamam gerektiğini düşündüm bu yüzden. Benim kadınlığıma karışan kadınlığını ömrümce anlatamam herhalde ama onun kadınlığı çalışmaktı. En çok çalışmak. Hayatındaki erkeklerin yüklerini rahminde, omuzunda, gönlünde taşımış çalışkan bir kadın.
Rahminden çıkan başka bir kadına o kadından da bana bulaşan özün sahibi bir kadın. Ömrümce hikayesi yoluma karışacak olan kadın ... Belki de hikayenin kendisi olan bir kadın ...

       
 Büyüyünce anlarsın …

Çok sık duyardım duyarım duyuyorum.
oysa anlamanın büyümekle bir alakası yokmuş , insanın hayatı aklı ile kavrayabileceği sanrısı ,sayılabilen bir birim olan zamanla, günle ayla yılla büyüyebileceği yanılgısı kurduruyor böyle saçma cümleleri. İnsan büyüyünce anlamıyor , hissedince anlıyor , anlayınca büyüyor. Sayılamayan bir birim yaşamımızı şekillendiriyor. Adı belki zaman ama hesaplanamaz dokunulamaz.
   Anlamak insanın içindeki sokakları sislere boğuyor zaman zaman , ateşin yaktığını yanmadan hissedemiyor insan yanacağını anlayacak kadar büyümüş olduğunda çoktan yanmış oluyor.
  Yaşamı içinden geçerken değil de kenarında köşesindeyken fark edebilmemiz bu yüzden belki . O an yaşadığın şey kalbine nasıl değiyorsa o kalp çarpıntısının ritmiyle kavrıyorsun ama yaşarken değil yaşam üstünden geçip gittiğinde .
  Ben yıllarca anneannemin evine gittim her yaz ,özlemle ,sıkılarak ,heyecanla ,korkuyla birçok farklı duyguyla çaldım merdivenli sokaktaki o evin kapısını. Sabahları erkenden kalıp merdivenli sokağın merdivenlerini süpürürdü anneannem. Anlayamazdım neden sokağını süpürdüğünü. Her sene süpürdüğü basamak sayısı azaldı anneannemin. Anneannem her sene bir kaç merdiven basamağı kadar yaşlandı, yani yaşlanmış ben anlamadım küçüktüm. O evin küçük penceresinde çicekli kumaş perdeleri vardı anneannemin perdenin hemen altındaki çekyatta uyurken hiç anlamadım ben bir evin çiçekli perdelerinin olması ne demek.  Zaman geçerken dönüştürmez değiştirmez sanırdım o zamanlar , meğer resmen şekil verirmiş zaman insana. Öyle kaşına gözüne kırışıklar çizerek değil gönlüne çiçek desenli tabaklar ekleyerek.
    Sadece evini değil kendi sokağını da süpüren bir kadın benim anneannem.
    Hasteyken onu saatlerce bekleten hemşireye inat serumunu çat diye kendi çıkarmış bir kadın.
    Büyük cümleleri olmayan , büyük bir cümle gibi yaşayan bir kadın.
     Yıllarca yalnız yaşayabilmiş ama evinin içi dolsun sofrası kalabalık olsun diye heyecan durmuş bir kadın.
     Hayatındaki hiçbir erkeğe yük olmamış hepsinin gönlünden yük almaya çalışmış bir kadın .
     Hayatındaki tüm erkekler tarafından terk edilmiş bir kadın …
    

KADINLAR VARDIR !!!

DİKKAT DİKKAT ''KADINLAR VARDIR'' 

      Bu ülkede her zaman erkekler konuştu. 
Her konuda . Üstüne kurulduğu toprak tepeden tırnağa kadınken üstelik. Analık müessesesine sıkıştırıp kadınlığı, o toprağı kadınların kanıyla yıkadı adamlar. Kadınların özgürlüklerine, çocuklarına , çocukluklarına, kadınlıklarına, insanlıklarına göz diktiler.
   Bu ülkede tacize uğramamış , şiddet görmemiş kadın yok .
   Babasından, kocasından, sevgilisinden, patronundan, oğlundan, devletten …
  Bu ülkede kadına şiddet uygulamayan erkek yok.
    Hoppa kadın , yollu kadın , kezban kadın , kafeslemeye erkek arayan kadın , kuyruk sallayan kadın, çok bilen kadın ,beceriksiz kadın ,çirkin kadın ,kahkaha atan kadın ,evlenilecek kadın, sevişilecek kadın …..  
     Bu ülkede hayat sadece erkeklere hizmet ediyor.
     Güneş onlar için doğsun isteniyor , yağmur sadece onlara yağsın , en çok onlar bilsin , onlar her şeyin adaletin, iktidarın , evin, sokağın, seksin sahibi olsun  isteniyor.
       Yemezler .
       Şimdi kadınlar vardır demenin zamanı.
       Gözlerine mil çektir istersen görmesen de seslerimizi duyacaksın. Bileceksin ve sonunda kabul edeceksin kadınlar vardır.
      Bu yazı dizisi kapsamında kadınlar hikayeleri ile blogumda, varlıkları ile ömrümde olacaklar.
      Adlarını bilmeyeceksiniz, fotoğraflarını görmeyeceksiniz, aklınızdaki hiçbir yaftaya etikete maruz kalmadan sadece hikayeleri ile kocaman kocaman KADINLAR VARDIR diyeceğim.

He yeri gelmişken tekrar etmek istiyorum ''Kadın Kadındır Çiçek Babandır !! ''



Arçelik

Arçelik'e duyurulur...
Tamam anladık çok kaliteli ürünleriniz var da bu kadarı da çok anneannemden bana kaldı. Kaç yıllık bilmiyorum,ben yedi yıldır kullanıyorum,çok memnunum tren bacası gibi buhar salıyor,bir gün cuf cuf diye gidecek gibime geliyor.rilk buharlı ütülerden olabilir diye düşünüyorum...
Gerçi bu yıl biraz kireçlenmeye başladı ve ütüm biraz tutmaya başladı, ipek eşarbı ütülemeyi beceremeyip yakmıştım,bir türlü temizlenmedi ütünün altı. eh o kadarda olsun yani değilmi...

End of Spring...


As it's the 31st May, I suppose today's the day we wave goodbye to Spring. I picked a bucketful of wildflowers from the hedgerow to stand outside the shop; Cow Parsley, Green Alkanet, grasses, Red Campions and Comfrey. May has always been my favourite month simply because of the beauty of the roadside flowers here.

Cat Rowe came to deliver some of her lovely cards and fabric brooches. 


I'm afraid one of these flower brooches made it's way straight onto my dungarees; it perfectly matched the colours I was wearing!

The shop seems to be full of flowers at the moment.....

Pretty fitted cot sheets and pillowcases made in Portscatho by Wendy Bernthal are part of her 'Leonard and Primrose' range of baby clothes and accessories, using lovely Liberty cottons.



Also new are these pretty hair grips by hat designer Gil Fox, and brooches of tiny velvet violets.



 One of my latest cushions on top of a selection of floral vintage fabrics.

Hope you've enjoyed a little peep into the shop today; 
Goodbye May, hello Summer! xxx

Düş Zamanı Masalları ve Akustik Masalsı Şarkılar Konseri



Mavi Sanat Tiyatrosu’ndan
Düş Zamanı Masalları ve Akustik Masalsı Şarkılar Konseri

E.Ü. Atatürk Kültür Merkezi / Konak – İzmir
13 Haziran 2015 – Cumartesi 20:30

En son ne zaman masal dinlediniz? Hayır çocuklara değil size soruyorum. En son ne zaman hayal ettiniz?  Bize sunulanı seyretmek yahut verilmek istenen mesajı algılamaya çalışmak yerine, en son ne zaman sınırlarını kendiniz var ettiğiniz yolculuklara çıktınız? Peki en son ne zaman seyretmek yerine düş kurdunuz?
Bir varmış bir yokmuş diye başlamıyor belki anlattığımız masallar ama neyin var olacağına neyin olmayacağını sizin hayal gücünüz belirliyor. 
Ayrıca bu akşama özel, Akustik Masalsı Şarkılar Konseri başlığında masallara şarkılar ve türküler eşlik ediyor...
Bu etkinlik salt masal anlatmanın ötesinde, izleyici ile etkileşimi olan, seçtiği masallar ile izleyeni bir yolculuğa sürükleyen büyülü bir atmosferin tasarısıdır. Etnik enstrumanlar eşliğinde, masal anlatıcısına müzisyenlerin eşlik ettiği bu gösteri 90 dk uzunluğundadır.

Düş Zamanı Masalcısı: Sıla Akdeniz
Solist ve Müzisyenler: Elif Demirçelik, İsmail Başışık, Erdem Rodos
Genel Sanat Yönetmeni: Ahmet Akdeniz
13 Haziran Cumartesi 20:30
E.Ü. Atatürk Kültür Merkezi / Konak – İzmir
Bilet  için: 0532 528 02 70
www.mavisanat.org



Son...

Yazamadım henüz bir son.

Hiçbir alaturka sonu yakıştıramadım kendime. Hala daha gelişmedeyim bu sebeple. Mümkün mü zaten rüzgar bir oraya bir buraya eserken dümeni sabit tutabilmek bu devirde?? Baktım monoton oldu hikaye; mekan değiştiriverdim. Baktım populer kültür dram istiyor, kişileri sadeleştirdim! Baktım olmuyor, bakmaktan vazgeçerim diye beklerken herkes, bakış açımı değiştirdim.

Neticede yazıyorum yahu hala.... Bazen sahte sandığım gerçekleri yazıyorum, bazen gerçek sandığım sahtelerin üzerini çiziyorum. Olur da üçgenlere düşersem, dik tutmaya alıştığım kuyruktan sebep, hipotenüsleri seçiyorum. Kendi eksenim etrafında dönüyorsam eğer, çapım kadar konuşuyorum, merkeze gelince susuyorum. Dört tarafım eşit değil ki benim, baştan aşağı orantısızım ama doğru yoldan şaşmıyorum. Diyeceğim o ki; hiç pişman değilim! Haritam belli.... Rotam kadere meyilli...

Ve ben mutlu sonu görene kadar vazgeçmeyeceğim kalemimle sırdaş olmaktan. Değilim mükemmel, değilim güzel, değilim çok akıllı, değilim çok başarılı, değilim en iyi... Değilim herkesin herşeyi. "Benim": Herşeyin birazı!!

Bahsi geçen noktayı da koyacağım elbet ama...
O güne var daha...
Birgün sorgusuz, sualsiz, kayıtsız, korkmadan, hesap yapmadan düşünce biri aklıma...
Birgün o mum kokulu evlerde şarkılar bana çalınca....
Birgün başımı koyduğum yerde huzur bulunca...
Birgün bir çift göze,  kızımın yüzünü o ilk gördüğüm andaki hisle bakınca...
İşte o zaman: Merhaba...

Finali "the end" ile yapmak değil benim niyetim. Ben ancak sonu baştan hayal edilmiş bir Masala "AŞK"ı ekler, okuyanlara selam ederim...

Severim...

Fahri bey çıkmazı #7#






 Ben şok...

 Son günlerde çok yoğunum hiç boş vaktim yok , gerçi zamanım olduğu günleri de biliyorum, zamanı hor kullanmayı seviyorum...

  Bu  hafta sonu Tolga'nın  trip halleriyle uğraştım,  Tolganın ve benim  ortak bir kaç arkadaşımızla yemeğe çıktık.
 yemekten sonra eve gelene kadar kavga ettik. Durmadan mızmızlandı diğer kızlar erkek arkadaşlarına sarılıyormuş, kibar ve yakınmış, ben ise ona asker arkadaşıymışım gibi davranıyormuşum...
 Ehh işine gelmiyorsa çek git dedim ..
 Bitsin ,istemiyorum sevmiyorum seni zorla mı yaa...

Beni bahçe kapısına kadar getirip ,iyi akşamlar bile dilemeden gitti ,kabaa...

Saat neredeyse gece on bire  geliyor ancak bizim bahçenin  ihtiyarları uyumamış,  çay yaptım dedi müyesser abla çaydanlığı alıp  Hayriye ablayla  benim balkona kuruldular,ben üzerimi değiştirirken,  kartoncu kadının vukuatlarını  anlatırken,   gülmekten içim acıdı...
 Bu defa da bahçede bir kedi ölmüş.kartoncu kadından şüphelenmeye başladım tam bir psikopat.
 Bahçeye ölü kedi için mezar açıp gömmüş, Hayriye ablada bunu görünce  kediyi gömdüğü yerden çıkarıp poşete koyup çöpe atmış, kartoncu kadın çöpten alıp kediyi başka boş araziye gömmüş...
 Sonradan Müyesser abla anlattı o kediyi önceden görmüşler.

 Meğer kedi hamileymiş, kartoncu kadında yolda bulup evine getirmiş , gündüzde bahçeye salmış kedicik   ağrısı tuttuğu için sanırım    evin çatısına çıkmış ve düşüp ölmüş ...

  Müyesser abla kadına evden çık diyemiyor çünkü korkuyor, kapısının önünde küçük bir dut ağacı var çöpten bulduğunu tahmin ettiğimiz  bir kolu yırtılıp içinden elyafları çıkan kocaman bir palyaço bebeği ağaca  asmış ürkünç duruyor korku filmi gibi...

Çöpten ne bulsa   evine getiriyor daha sonra  ayırıp bir kısmını evinde bırakıyor bir kısmını da satıyor.  Üstü başı kedi tüyü içinde   tırnak araları,  ellerinin çatlak ve kesik yerlerine bile kıllar yapışmış...
 Tolgayla kavgamızın arasından on yedi gün geçti o gece beni eve bıraktıktan sonra hiç aramadı,nasılsa arar diye bende önemsemedim...

 Ev ,iş bizim bahçenin hatunlarıyla oyalanırken birden tolganın yokluğu bana karşı ilgisizliği zoruma gitmeye başladı. 
Ne yaparsam yapayım benden vazgeçmedi şimdiye kadar, vazgeçemeyeceğini düşündüğüm içindir belkide ona bu kadar asi çıkışlarım, sevilmek ,şımartılmak gibi duyguları onun sayesinde yaşadım bunuda inkar edemem şimdi...

  Hiç böyle uzun süre sessiz kalmazdı, bir kaç gün aramaz sonra başlardı aşkımlar canımlar...
 En uzun küslüğü dört gün olmuştu.Dün iş çıkışı Nevin'i gördüm Nevin'in  sevgilisiyle,Tolga aynı mahallede oturuyor   Tolga  Nevinin'in sevgilisine  ''ailem  bir kız buldu evleneceğim'' demiş,
'' hııı bende yedim o benden vazgeçemez'' dedim, güldü alaycı bir tavrı vardı sanki Nevin'in
 ''gül gül sen  paşa paşa gelip  yalvaracak, dizlerinde süründüreceğim onu''dedim 
 ''bir yerde çay içelimmi?'' dedi Nevin. 
''Yok  olmaz acelem var,başka zaman içeriz'' dedim aslında  işim yok ama bu gün çok itik geldi hareketleri sahte  sahte gülüşler gıcıkk...

 Sabah işe gitmek için hazırlanırken face'me göz gezdireyim dedim ne göreyim!

 Vazgeçemez diyordum!   neredeyse  dilimi yutacaktım Tolga, Seval  çiftinin dün nikahı varmış!
Nevin'i aradım hemen ,o da işe hazırlanıyormuş , ''gördünmü face'de Tolga nikahlanmış'' dedim ,
'' biliyorum dün  söyleyecektim ama cesaret edemedim ''dedi...
 Nikahlanmış. ingaaaaa
 yaa nasıl olur adam bana tapıyordu hemen telefon  ettim  telefonu açar açmaz   , evlenmişsin tebrikler dedim,
 sağol dedi kibar ve mesafeli bir sesle...

 Birden kan beynime çıktı yaa nasıl yaparsın bunu daha düne kadar benim için ölüyordun..
 ''Ekin bağırma bana istemiyorum dedin sen beni köpeğin mi sandın!''

 -ya ne alaka

'' Bilmiyorum ekin hanım düşünün bakalım, ben sana iyi bile dayanmışım evlendim ben rahatsız etme artık beni sana hayatında başarılar,''deyip suratıma kapadı...

 aa ben şokk adam  başkasını bulunca  bana uçan tekme attı iyi mi!

  Durmadım tabii ki bir kaç mesaj attım tolga bey efendiye, tabii biraz argo tamam ya fazla argo ve ondan tık yok dayanamayıp aradım telefonu kapamış...
  Bu bana yapılır mı ben ne yaptım ki?
 Günler geçtikçe tolga'nın  beni terk edip evlenmesini kabullendim mecburen, Oysa ki çok mutlu olabilirdik dedim  Nalan'a , gittiğimiz kahvaltı salonunda kahkahalarla güldü ''bi git kızım ya sen onu sevmiyordun ki , onun sana gösterdiği ilgiyi seviyordun gak diyordun hediye guk diyordun,gezmeler ,sinamalar...''

 Sesimi çıkarmadım güldüm geçtim ama aslında çok kötü hissediyorum.
Bir kaç gün bile sürmedi üzüntüm. Facede biriyle tanıştım, tabi o beni takma ismimle biliyor gece gündüz  yazışıyoruz aslında kafa biri polismiş aslında baştan inanmadım çünkü polis biri nasıl tanımadığı görmediği bir kıza her şeyini anlatır ki, çalıştığı karakolu söyedi...
 İstersem ziyaret edebilirmişim, iş çıkışı otobüse binip çalıştığı karakola gittim bana ismini yılmaz demişti ...
 danışmada adını sorup karşıdan bir bakarım diye düşündüm , danışma yılmaz adında biri olmadığını ancak Mehmet yılmaz diye bir polis olduğunu söyledi ve tamda bana karşı geliyordu, içim rahattı beni tanıyamaz resmim bile yoktu, sahte hesabımda.
 Yaklaştıkça ben şok, çok yakışıklı olduğunu fark ettim tabii parmağındaki yüzüğü de ,evliymiş... 








Ada... / Kadı ...

  Her şey geçer.
  Akıp gidene dokunabiliriz belki  ama sahip olamayız.
   O geçip giden bize şekil verir. Geçen giden akan o ‘’şey’’ döner dolaşır ben olur, sen olur, hatıra olur, acı olur, sabır olur, tecrübe olur, ömür olur.
  Bir adam birden fazla kadını üzer. Kadınlar üzülür, adamı bekler, adamı özler, adamı kıskanır, adamı isterler.  Adamı terk ederler; adam geçmiş olur. Geçerken kadınların kadınlığına değer ve hayat ileriye akar.
   Bir adam yenilir. Başlar, başlar hep başlar ama her defasında yenilir. Tırmandığı yokuşlarda hep yarı yoldan paldır küldür yuvarlanır. Yenilmenin içinde kaybolduğunu sandığı bir anda yenilmek ondan geçer. Korkularına değer, onları kışkırtır ama geçer ve hayat ileriye akar. Adam yola çıkar.
   Bir kadın içinin eksiğini fark eder. Tamamlanmak ister.Eksiği yanlışta doldurabilirim zanneder. Eksik dolmaz, yanlış ayağına dolanır. Kadın  sendeler, dengeyi kaybeder. Yanlış kadının dengesini alt üst ederek geçip gider bedeninden  ve hayat ileriye akar. Kadın yola çıkar.
    Başka bir adam korkar. Kendini kaybetmekten korkar. Başka bir kalbe karışmaktan korkar. Denemekten korkar. Uzaktan bakar ‘’o’’na. Dokunamaz, başlayamaz. Korkusunda sessiz ve yalnız kalır. Aşkı boyayabilecek o renk aşka benzeyebilme ihtimaliyle başlayamadan biter. Yalnızlığa değen o cesaretsizlik ‘’o’’nu  bırakıp geçer ve hayat ileriye akar. Adam yola çıkar.
     Bir kadın yaşamak ister. Hudutlardaki dikenli tellere takılmadan yaşamak ister. Görmediği, duymadığı o uzaktaki köye gitmek ister. Yaşayarak yaş almak ister. Bir otobüse binip bilmediği bir durakta inebilmek ister. Özgürlükle dans etmek ister. Bir evin salonuna sıkışmayan, altın alyanslarla boğulmayan bir özgürlükle yürümek ister. Yönünü kaybeden özgürlük kadının gözlerine değer. Tutsaklık kadını kör ederek geçip gider ve hayat hep ileriye akar.
    
      Bir kadın… Bir adam...Bir kadın...Bir adam… Bir kadın… Bir adam …
     Her şey  geçer. Herkesten geçer. Adamlar ve kadınlar birbirinden, nefretten, günahtan, yanlıştan, vahşetten ,şiddetten, şehvetten, güçten, bugünden, yarından, umuttan … geçer.
      Bir adam … Bir kadın … Bir adam … Bir kadın … Bir adam … Bir kadın …
      Bir kadın..
      Bir adam..
      Kadın…
       Adam …
          Kadı…
             Ada…
                 Ka..
                    A ..
                       K..

                         

Fahri bey çıkmazı #6#



Çok uykusuzummm...

 Her gün. İş yerinde son saatler baş ağrısı uykusuzluk beni mahvediyor... Bu gün  eve gittiğim gibi uyuyacağım diyorum...
Duş ,yemek,kahve keyfi derken birde bilgisayarı açayım biraz, bir bakmışım saat iki olmuş... Hatta abartıp bir iki saat uykuyla işe gittiğim oluyor. Uf yaa bizde uyumak yerine şarj olsak keşke, bütün  gün. Kablolarla gezerdim...

İş yerinde sorun olurdu biraz,kablolar oraya buraya takılır, yanlışlıkla birinin kablosuna takılıp düşer yada birinin kablosunu çıkardığını düşününce  vazgeçtim...
 Zaten bütün gün telefon şarjı sorunu yaşıyorum yeterince, birde kendime yer mi arayacağım  ...
 Kaos olurdu  herkes şarjı biter diye iş yapmazdı, birine kızınca çek şarjını ,bataryasını çıkar...  Çok bilim kurgu izliyorum bu aralar...
 Bahçeye yeni gelen kiracı,kartoncu kadının bir sürü. Kedisi varmış ev sahibi sinirden küplere  biniyor,eşyalı ev verdim ,mahvediyor diyor...

Geceleri çok bağırıyor kendi kendine, bazen korkuyorum...
Ev sahibi kedileri  istemem demiş, o da götürüp  bir sokağa bırakmış.
Bu gün  işten gelirken  bizim sokağın girişinde yavru bir kedicik ölmüş, hiç kan yada çarpma izi yoktu, eve gelince müyesser  ablaya anlattım kartoncu kadın boğup atmasın dedim...
 Saçmalama daha neler o yavru değildir işlek yol araba çarpmıştır ,sende kadını iyice cani yaptın, diyor...
 Tamam abartmış olabilirim komplo teorileri üretmeyi. Pek severim. 
Bu gün tolga iş yerime çiçek ve çikolata yollamış bu jeste bayıldım  bütün  arkadaşlara  ikram ettim çikolatadan ...
 Bazen boşa uğraşma kızım evlen şu tolgayla bak rahatına diyorum kendi kendime,ama asi yüreğim yapacak bir şey yok...


Annie's Garden


 Come with me on a tour of Annie's glorious garden.......

 outside the front door is a paved area with a bench and lots of pots, and Annie's painting studio lies just to the left.



A winding path then begins a gentle descent down through several terraces of grass lawns and flower beds.






The clever design means that you can never take in the whole garden at once, but are continually taken along paths and between hedges and through little wicket gates into different garden rooms.




Annie has a penchant for old galvanised watering cans and buckets; they sit dotted around the garden collecting rainwater. The old stove that used to be in the railway carriage now stands in the gravel garden by the greenhouse.








If you look closely some of the containers have sherds of pottery amongst the plants.....



The main area of grass is in front of the railway carriage.....



and below that is the productive kitchen garden. I picked fresh lettuce and rocket for my lunch each day.




Spending these few days here has been such a welcome retreat, a real delight for the senses.


Chris and Annie are currently setting up a website for 'Long Hill Carriage' Holidays @ www.longhillcarriage.co.uk
In the meantime if you'd like to check for availability or book a holiday straight away you can go to:
www.canopyandstars.co.uk/britain/england/somerset/long-hill-carriage/long-hill-carriage


I can thoroughly recommend!
xxx

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...