Sabah dağınıklığımın arasındaki okunmamış dergileri ayırayım niyetiyle dergilerimi karıştırırken içlerinden birinden bir şey düştü yere. Düşen şey derginin verdiği üç kadın yazarın cümlelerini barındıran bir ‘’şey’’ . ( Adı ne acaba ya ayracın biraz daha büyük boyutlarında bir kuşe kağıt hayal edin ) Ben de onu mantar tahtama astım. Çalışırken ya da çalışma masamda çalışma efekti verdiğim zaman geçirmelerim esnasında kendi yarattığım dünyaya bakmayı seviyorum. O yüzden almıştım o mantar panoyu da.
Neyse bu yazının konusu bu değil pek tabi, kadınlardan biri daha doğrusu cümlesi.
Tomris Uyar
‘’ Ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar ‘’ demiş.
İlk okunduğunda belki bir kadının derinindeki aşk olarak algılanabilir bir cümle aslında. Ama benim içimde tuhaf bir kızgınlık yarattı. Yani Tomris Hanıma değil tabi ki, bir kadına bu cümleyi kurduran sisteme kızgınlığım.
Kadını güzel bir kaç kelam duymaktan bile vazgeçiren bu yalnızlık…
Bir ilişkide dahi tek başına olmaya zorlanan kadınlar…
Güzel olan her şeyi hiç esef duymadan yaşadıkları iki yüzlülüklerine, sevgisizliklerine örtü yapmış olanlar.
Kibar olan, sevdiği kadına güzel sözler saklayan, ilişkisini itina ile sarmalayanın arkasında olası bir ihanet şüphesi, sürekli bir hata bekleyişi.
Sürekli tekrar eden kusurlu ilişkilerin, kusursuzu ihtimal dışı kılması…
Kadının binlerce yıllık esaretin hıncıyla özgürlüğe seviştikçe aşkının içinde tutsak kalması ya da belki tutsak bırakılması…
Zaman geçiyor. Bugün hızla dün oluyor ama hala Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.
Yakalarındaki iğne ile tek kişilik ilişkilerde; iki kişilik yalnızlık içinde hala ‘’onun sesine aşk şarkıları iliştiriyorlar. ‘’
Zaman geçiyor ama hala
Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.
Ah Tomris Hanımcığım ah…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder