İnsan Bir Hayali İçin Kaç Hayalinden Vazgeçer?

Günlerim; Sabah yattığım koltuktan kalkıp kahvaltı etmeye çalışıp okula gidip, bütün dikkatimle dersleri dinleyip üstüne heyecandan ne yazacağımı şaşırdığım sınavlara girip, onunda üstüne eve gelip uyuyup ders gece yarısına kadar ders çalışarak geçiyor! Psikopatça mı? Kesinlikle sevgili okuyucularım!!! :) Normal olduğumu kim söyledi ki?! :) Ben ne zaman bu kadar hırslı oldum hatırlamıyorum bile aslında. İşin en komik yanı, okul hayatım boyunca uyuz olduğum bir öğrenci profiline bürünmemdir! "O nedir?" diyeceksiniz şimdi. Şöyle diyeyim size, hani 100 almayan ama 90 aldığında ağlayan tipler vardır ya! Hayatım boyunca anlayamamıştım bu tipteki arkadaşları ama gelin görün ki, sınavda bir hata yaptığımı görünce suratım düşüyor ve kahrediyorum hayatı kendime! :) Tamaaammmmm, biliyorum yazınca bana da komik geldi ama o anları görmeniz lazım. Serra'yı arayıp dünki sınavda bir tane hata yaptığımı ve 90 alacağımı ağlak bir sesle söylediğimde Serra kahkalara boğuldu!! Gülmeyinnn nolurrrr!!! :) "90" sayısını bir not olarak görmüyorum hele ki 8'li rakamlara kalbim dayanmaz herhalde! Mesela bugün "A la Carte Menü"yle boşluk doldurmalı alakalı bir soru gelmişti. Yani ne yapsam oraya bir şey yazamadım. Cümle kuramadım! Hale gel yani! Ne fiil, ne zarf, ne sıfat, ne de isim oraya oturmadı! :))) Oysa menü çeşitlerini çok iyi biliyorum. Ha inekler ha ben! Yakında sadece ot yersem ve mööölersem şaşırmayın sevgili okuyucularım. O soruyu yapamamak bana koydu tabi. Bende sorunun altına "A La Carte Menü" nün ne olduğunu yazdım. Hani boşluğu dolduramadım ya, bildiğimi bir şekilde belli edicem ya! :))) "Yenilmedim ayaktayım" mottosuyla hareket ettim diyebiliriz. :) Bugün ki dersimiz Tabak Sunumuydu. Okuldan çıkınca Starbucks'ta oturup kahvemi yudumlarken, evetttttt ders çalıştım!!!!! Teorik dersler bu hafta itibariyle bitti ve haftaya mutfağa giriyoruz! Nasıl heyecanlıyım bir bilseniz. O kokular ve hamurlar içinde kaybolmak istiyorum. Babam ve annemde bana süper bir süpriz yaptılar geçen gün. Hayalimin peşinden bu kadar azimle gitmemi destekleyerek, bunca zamandır delice istediğim ve her Esse'nin önünden geçtiğimde ağzımın suları akan KitchenAid Stand Mixer'ini bana hediye ettiler! Çılgına döndüm müü?? Offfffffff...! Hemde nasıl!!! Çocuklar gibi şendim! :)))) Zıpladım, hopladım hatta çığlıklar savurdum etrafa! :) Artık istediğim herşeyi yapabilirim!! Bana görgüsüz diyebilirsiniz ama insan istediği bir şeye kavuşunca bunu göklere bile yazası geliyor. Aynı aşık olduğunuzda önünüze çıkan herkese söylemek istediğiniz gibi. Düşünsenize harika bir duygu bu! Bu yolda bana destek olan ve hayallerini bir şekilde gerçekleştirmeye çalışan herkese binlerce kere teşekkür ediyorum!
İnsan bir hayali için kaç hayalinden vazgeçer?.. Ben hepsinden geçtim..
Bon Appetit!

Züchex Fuar'ında Bir Küçük Mutfak Faresi


Okulum inanılmaz bir tempoyla başladı. Her gün teorik dersler görüyoruz. 2 hafta böyle devam edecekmiş sanırım. Tabi bunun sonucunda her gün sınavlar da oluyor. Okuldan eve gelip harala gürele ders çalışıyorum! Ehhhhh! İkinci B noktam; "Birinci Olarak Bitirmek" olduğunu düşünürsek, devamlı çalışmam ve bütün sınavlardan dehşet güzel notlar almam lazım. Lazım da lazım!! Kafamı derslerden kaldıramıyorum desem inanın yeridir sevgili okuyucularım! Uzun süredir erken kalkmadığım için, her sabah 7:00'de gözlerimi açıyor olmam beni alt üst ediyor, bunu itiraf etmeliyim. Ha bir de uyanamıcam korkusu da cabası! O yüzden salonda koltukta yatıyorum! Sığıntı gibi! :) İlk hafta konuları o kadar ilginçti ki, neredeyse herşeye karşı bakış açım değişti diyebilirim. Özellikle; Gıda Zehirlenmeleri ve Hijyen konusu beni aldı götürdüüüüüü!! Herşeyde bakteri ve virüs görüyorum! :) Üstüne de Maliyet Hesabını gördükten sonra, artık dışarı da öyle kolay kolay yemek yiyebileceğimi sanmıyorum! Kızlarımla buluştuğum günleri saymayalım ama! :) İlk hafta allak bullak olduktan sonra 3 gün Züchex Fuar'ında çalışmak için Tantitoni firmasından teklif geldi. Seve seve kabul ettim tabi ki! :) Sabah 6:00'da kalkıp metroyla Karaköy'e gidip oradan da Beylikdüzü'ne gidip bütün gün ayakta kalıp çalışmanın sonucu ne oldu biliyor musunuz? Et kesmesi, kramplar ve sancılar!!! :))) Değdi mi peki? Sonuna kadar hem de!!! Beni seçtikleri için teşekkür ediyorum onlara. Fuarda; Kurabiyeler, Brownie'ler, Havuçlu Kekler, Rainbow Cake'ler ve Elma Toplarım havada uçuştu! İnsanların gelip benden tarif almaları ve onların şirketinin organizasyonlarında çalışmam için telefon numaramı istemeleri dünyalara bedeldi sevgili okuyucularım! Yaptıklarımdan en çok hangisi beğenildi derseniz; yurdum insanı Elma Toplarıma bayıldı! Ki yapılışı en kolay olanı da oydu. Kendisi; Elma Püresi, Tarçın, Bisküvi ve Ceviz'den oluşuyor. İltifat duymak ne kadar da güzel bir şeymiş yahu! :) Bütün durmadan tatlı-tuzlu demeden birşeyler yapmak ve insanlar yediğinde suratlarında oluşan gülümseme ifadesi gibisi yok, inanın. Fırından yükselen Pate Brisee Tartaletler, peynir-dereotu ve zeyin topluluğu üstüne süslenince insanları kendilerinden geçirtti. "Bu koku da nedir yahu?" diye gelen insanlar, kızlarım olana kadar başımda dikildiler. Küçük mutfak faresi iş başındaaaaaa!! Savulunnnnn anacımmm!!! :) Yoruldum mu? Offfffff!! Hemde nasıl! Dönüş yolundaki trafiği söylememe gerek yok herhalde! :) Bunlar, ileride seçtiğim yolda başa çıkacağım en hafif yorgunluklar, biliyorum. Pazar günü, fuardaki son günümü de tamamladım ve eve geldim. Biraz dinlenip hemen ders çalıştım. Çünkü, bugün Mutfak Ekipmanları dersinden sınavım vardı. Biyonik adam gibiyim resmen! :) Biraz dinlenip, ders çalışmam lazım yine sevgili okuyucularım.
Umarım, ekranın öteki ucunda herşey yolundadır. :)
Bon Appetit! :)

Let Them Eat CupCake!

Cumartesi günü, okulumun açılmasını kutlamak için canım arkadaşım Handeciğime gittik. Bu arada kendisi de MSA'nın Aşçılık bölümü mezunudur. Övünerek söylüyorum. Kuzguncuk manzarası eşliğinde akşamüstünün tadını çıkarttık. Ben Pate Brisee hamuruyla küçük Tartaletler ile Lila ve Turkuaz gıda boyasıyla renklendirdiğim ve üzerlerine renkli şekerlemeler koyduğum CupCakeler yapıp götürdüm. Onun yaptığı kanepelerle birlikte çaylarımızı yudumladık. Uzun zamandır bu kadar keyifli zaman geçirmemiştim sanırım. Hava kararmaya başlayınca renkli CupCakeler masadaki yerini aldılar. Ahhh!! Kızlarımı görsenizz!! Sıcağa yenik düşmüşlerdi!! Üzerlerindeki Vanilya Frosting'im biraz inmişti ama tadı, yüzümü kara çıkarmadı neyse ki! :)) Ev yapımı durmaları inanılmaz hoşuma gidiyor. Üzerlerini aslında Şeker Hamuru ile de kaplayabilirdim fakat pek bana göre değil açıkçası' :) Seviyorum şu fransızları yahu!! Ötesi yok! :)) Sonunda sıcak mıcak demeyip, hapur hupur hepsini mideye indirdik sevgili okuyucularım. İnsan böyle okul'un başlamasını kutlamasında nasıl kutlasın! :) Pazar günü nasıl geçti diye hiç sormayın bana! Okuldan önceki gün, abim Umut ve ablam kadar çok sevdiğim İldem'in düğününe gittik. Neye heyecanlanacağımı şaşırdım doğrusu! :)) Onları mutlu görmek sanırım çoğu şeye bedeldi. Ne diyeyim?! Divan işte!! Yapıyorlar! :) Ehhh! Yugoslav olduğumuz düşünülürse, düğünde damat dansı da yapmamak olmazdı! :) Hopa Şinanay diyip kendimi dans pistine atmış olabilirim! :))) Pişman değilim!!! :))))) Düğün pastası olarakta onlarda CupCake seçmişlerdi. Beyaz ve Çiçek figürlü CupCakeler bütün misafirlere dağıtıldı. Çok doğru bir tercih olmuştu. Öyle kesilmiş ve dilim olarak dağıtılan pastaları beğenmiyorum da ben! :) Umarım ömür boyu çok mutlu olurlar ve hepberaber güleriz. :) Canlarım yaaaa!!! :)
Gecenin sonunda eve dönerken yaşadığım duygusal patlamadan bahsetmek bile istemiyorum sevgili okuyucularım. Ağlarken gülen, gülerken ağlayan bir mahlukat olduğum için aslında alışıla gelmiş bir durum bu! Gece koltukta yattım. Hani sabah uyanamazsam falan diye. :) İşimi garantiye alırım her zaman! İlk gün Hijyen ve Gıda Güvenliği ile başladı. Sınavımda fena değildi. Offff!! Neden bu kadar heyecanlı bir kişiliim ki??? :) Şimdi oturup ders çalışmam lazım. İnsanın sevdiği bir şeyi yapması ne garipmiş..
Bon Appetit!

Yapamazsın Diyenler, Yapanları Durduramadı!

Dün, orientasyon günü olduğu için erkenden kalktım. "Saat 14:00'te olduğu halde neden erken kalkıyorsun?" dediğinizi duyar gibiyim sevgili okuyucularım. Heyecanlı bir kişilik olduğum için içim kıpır kıpır halde yatakta döndüm durdum ne yapayım?! :) Kalkar kalkmaz giyindim. Saat yaklaşık 9:00'du sanırım. Sonra bekleme süreci inanın bana geçmek bilmedi. Alt tarafı orientasyon, biliyorum! İlk B noktama geldiğim için yani ilk hedefim gerçekleştiği için nasıl heyecanlıydım bir bilseniz! :) Okulun ilk gününü düşünemiyorum bile! :) Okulda şef bize, genel bir bilgi verdi. Nelerin yasak olduğunu ve nasıl giyinmemiz gerektiğini anlattı. Takılar yasak, makyaj yasak, oje yasak! Derste tezgaha yaslanmak yasak! Dar pantolon giymek yasak! Hijyen kuralları anlatıldı ardından da! :) Daha bir sürü şey tabi ki. :) Çalışacağımız yerleri gördük. Ardından da şef ceketlerimiz, önlüklerimiz, Victorinox pastacı bıçaklarımız ve pantolonumuz verildi. Ayyy! Çok güzellerrrr bebişlerim!!! :) Tamam, itiraf ediyorum, gece yatağımın ucuna koydum onları! :)))
Hayatımda ilk defa bir şeye karşı bu kadar hırslı ve istekli olduğumu görüyorum. Bana belki kızacaklar, yanlış yaptığımı söyleyecekler. Düşe kalka öğreneceğim herşeyi. Bende hepiniz gibiyim.. İnsanım! Bir derim bir kemiğim var! Aslında çok sıradan biriyim. Klasik kızlar gibi ağlarım, zırlarım, trip atarım ve ayakkabı hastalığım var! :) Theodore Roosevelt demiş ki, "Geçerli olan, güçlü olanın tökezlemesine yol açan ya da bir işi yapanın, yaptığı işi nasıl daha iyi yapabileceğine dikkatleri çeken eleştirmenin gücü değildir. Kazançlı çıkan, gerçekten de arenaya çıkabilen, yüzü ter ve tozdan çamura dönüşen, yiğitçe dövüşen, hata yapmadan hiçbir yere ulaşamayacağını bildiği için hata yapıp tekrar ayağa kalkan, kendini yaptığı işe adayan, inandığı şeye baş koyan adamdır. Kazançlı çıkan; sonuçta başarılı olursa yaşayacağı zafer duygusunun tadını, ama başarısızlığa uğrarsa yerinin, ne zaferin ne de yenilginin ne olduğunu bilmeyen korkaklardan farklı bir yer olduğunu bilen adamdır."
İnsanın kurduğu bir hayali gerçekleştirmesi zor olabilir. Elleriniz kanar bazen ya da ayaklarınız acır. Benim gibi saatlerce hatta uykularınızı kaçıracak şekilde düşünürsünüz nasıl olacağını belki de. Hiç vazgememek lazım. Çok iyi hatırlıyorum yaklaşık bir sene önce, croissant yapımını izledikten sonra bu işe girişmek istemiştim. O zamanlar aklımda, yok çini yapma eğitimi alayım yok bilmem ne vardı. Kararsızlığın daniskasıydım yani. Saatlerce çene yorduk. Sanırım hayatım boyunca unutmayacağım anlardan birisidir. Maçka Parkından hava-i fişeklerin yükselmesi gibiydi. O gün, içimde bu iş filizlenmeye başlamıştı. Şimdi burdayım. Eğer ben yapabiliyorsam, siz neden yapamayasınız? Ben mutant değilim ya da özel güçleri olan biri hatta trilyoner hiç değilim! Hayalinizi gerçekleştirmek için bunların hiçbirine aslında ihtiyacınız yok! İnanmanız yeterli, sonra istediğiniz şeyler bir şekilde önünüze seriliveriyor. Unutmayın, Nazım Hikmet'in dediği gibi; "Hayatı ıskalama lüksünüz yok!". Benim amacım, burada kimseye hava atmak veya böbürlenmek değil. Amacım, olamayacak gözüken bir hayalin, gerçekleşebildiğini size sunmak! Bunları sunarken de neler yaşadığımı, ne zorluklar - şapsallıklar çektiğimi ve komik hikayeler silsilesi ile anlatıyorum. Biliyorum, seçtiğim yol, kolay bir yol değil. Fakat ben dimdik duracağım ve hayalimin peşinden gideceğim! Artık, ilk B noktayım! Şimdi sıra ikinci B noktamı belirlemeye geldi. İkinci B noktam okuldan birincilikle mezun olmak! Varımı yoğumu verip ders çalışacağım ve en iyisi olmak için elimden geleni yapacağım! İkinci noktama odaklanmak zorundayım şimdi. Umarım bir gün çok iyi bir şef olabilirim. Diyorum ya, neden olmasın? :) 
Bon Appetit! :)

Ahh! Parmesan kokan Çubuklar!!


Referandum ve Final maçı derken insanın karnı acıkıyor değil mi? Nitekim benim sevimli İtalyan edası güden ailem için öyle oldu! :) Ailem için şunu diyebilirim, hani aynı anda yüksek sesle bir konu hakkında tartışırken 2 dakika sonra yine yüksek sesle kahkalarla gülebiliyoruz. Sanırım en sevdiğim yanımız bu! :) Karın gurultuları içinde can çekişirken, yerimden kalktım ve direk mutfağa yöneldim. İlk önce annemin müthiş reçetesi Peynirli Poğaca yaptım. Bunu yazarken onun reçetesi olduğunu muhakkak belirtmemi söyledi de kendisi! :)) Bu Poğaca'nın en büyük özelliği ise, ertesi günde rahatlıkla yenilebiliyor olması sevgili okuyucularım. Poğacacığım fırından çıktıktan sonra güzel bir demli çay eşliğinde midelerdeki o derin ve huzurlu yerini buldu. Sağanak yağmurda televizyon karşısındaki mükemmel uyum! Ardından üşenmeyip Pate Brisee hamuru yoğurdum. Her zaman tatlı tatlı olmaz değil mi? Arada tuzlu cicilerde yapmak lazım. Tuzlu yaparken en sevdiğim hamur bu açıkçası. İlk önce hamuru yoğurdum ve dinlenmesi için buzdolabında biraz beklettim. Hamurcuk kendine geldikten sonra güzelce oklavayla açtım. Üzerine Parmesan Peyniriyle donattım. Ahhh! Şimdiden kokusunu duydunuz mu sizde benim gibi? :) Sonra uzun ince kestim ve her birini spiral şeklinde büküp tepsideki yerlerini aldırttım. Yaklaşık olarak 20 dakikada pişti çocuklarım. 15 dakika da tutulabilir fakat ben rengini daha koyu seviyorum. İlk tepsideki gözü kara yavrucakları yavaş yavaş tepsiden alırken, kocaman tepsi hoppaaa yere yuvarlandı!!! İşte göze nazara geliyorum! Düşmesi imkansız haldeki çocuklarım bile düşüyorsa ben daha ne yapayım!! Bir elimde spatula bir elimde çatal ayakta kaskatı durdum. Gözlerim doldu ve ayak parmaklarımdan yukarı doğru süzülen sıcaklığı hissetmeye başlamıştım ki annem yanımda bitti ve çığırmama ramak kalmış halimi sakinleştirdi!! Paramparça hatta tuzla buz olan çubuklarım çöpteki yerlerini aldılar. Hayır! Hayır! Bu kadar küçük bir şey beni alt edemez deyip tekrar hamur tutup yaptım! Voilaaa!!! C'est tres Magnifique!!!! Özellikle kilolarından aşırı rahatsız olan annem, bayıla bayıla yedi diyebilirim! Afiyetler, Ballar ve Şekerler olsun ona! :) Tuzlu cicilerimi yaptıktan sonra maçı seyretmek için Etilere gittik. Maç öncesi ben tatlı krizime yenik düştüm! Ne diye düştüysem artık! Dondurmalarıyla meşhur olan yerde Krem Şokala mı yoksa Supangle mi yesem derken Supangle'de karar kıldım. Artık Bayram öncesi mi yaptılar bilmiyorum ama kendisi zehirlenmeme yol açtı sevgili okuyucularım! Yok yani bende akıl yok! Daha yerken "bu bayat!!" deyip yine de üstüne yiyebiliyorsam sonuçlarına da katlanıcam değil mi?! Bundan sonra neymişşşşşşş??? Kendin yapabiliyorken dışarıdan almanın ne lüzumu varmışşşş???!!!
Bu arada, yarın okulun orientasyon günü var! Ayyy! Onun için bile nasıl heyecanlıyım bir bilseniz! Yolculuk başlıyor benim için..
Bon Appettit!

Rainbow Cake Vol.3


Rainbow Cake olayında kendimi aşmaya karar vermiş bir kişilik olarak, yola devam ediyorum sevgili okuyucularım! Yalnız bu sefer yaptığım diğerlerine göre biraz daha farklı oldu. Daha önceleri kendi kek reçetemi kullanıyordum fakat bu sefer, Rainbow Cake'ten Pasta yapmaya karar verdim!!! Yani neymişş? Pandispanya kullandımmm!!! İçini de 4 renk yaptım. Yani; yeşil, mavi, pembe ve sarı. Ahhhhhhh.. Benim şu hippy ruhum yok muuuu? Her kat ayrı ayrı yapıldı ve üst üstü kondu. Bu arada pastacığımı 00:00'de yapmaya başladım. Yaklaşık 3:00 gibi bitti yavrucak! :) Normal sınırlarda olmadığımı artık hepiniz öğrendiniz ne de olsa! Rahat rahat sizinle paylaşabiliyorum! :)) Bu sefer Amerikan tarzı olmasını istedim. Hani böyle kocaman! Neredeyse CheeseCake Factory imalatı tarzı! :)) Etrafı ve içi tamamen Cheese Cream Frosting ile döşendi. Serra ve annem, ilk önce bu konuda biraz şüpheciydiler. Gelin görün ki Tereyağ, PudraŞekeri ve Krem Peynirinden yapılmış bu Frosting, bir güzel oldu! İnanamazsınız sevgili okuyucularım! Her katın içini ayarı ayrı bu malzemeyle sıvadım ve aralarına Damla Beyaz Çikolata koydum. Hani arada rengi bozmasın diye! :) Nitekim çok doğru bir karar vermişim. Pastayı kestiğim zaman bunu şıp diye anladım! :) Yalnız bir hatam vardı. Daha önce böyle Frosting işine girişmediğim için bilemedim tabi ki. Benim yaptığım; dışını da sıvadıktan sonra süsledim ve buzdolabında bir gece beklemesi için koydum. Oysa yapmam gereken, dışını sıvadıktan sonra bir gece bekletmemdi çocuğumu. Dışı donduğunda süslemesi daha kolay yapılırmış meğer. Öteki türlü, yani daha katılaşmamışken süsler etrafa dağılabiliyorlarmış. Neyse bu ilk pasta denememdi ve ben bir şey daha öğrenmiş oldum! Yuppppiiiiii...! Ertesi gün, teyzemler bize mangala geldiler. Havalarda soğuduğu için bahçede mangal yapması biraz zor tabi. Mecburen içeride yaptık. Yemek yendikten sonra, ben havalı havalı benim cüssesi büyük kızımı, yaklaşık olarak bir karış boyunda oldu, masaya koydum. Etrafta "Wooooowwwww!" sesleri yükseldi. Bende koltuklar kabardı tabi! :) Hemende tavuk gibi şişerim! :) Sonra Serra'nın bana aldığı ve kullanmaya kıyamadığım Brabantia Şef Bıçağımla herkese dilim dilim kestim. Tadım aşamasından sonra, her zamanki gibi, gözlere bakıldı ve subjelerimin tepkileri beklendi! :) Bizimkiler, özellikle teyzem, anlata anlata bitiremedi. En büyük destekçilerimden olan teyzem, bana bir gün mükemmel bir Pastacı Şefi olacağımı söyledi. İnsanın gözleri dolar mı böyle bir şeye? Benim doldu! :) Heyyyttttt!! Ver gazı teyzeeee! Ver gazııııı!! :))) Kesseler acımaz yahu!! :))) Tamammmm.. sakinim! Derin nefes alıyoruuummm! :) İşte, yaptığım bir şeyden mutlu olunca böyle oluyorum. Göklere dağlara yazasım geliyor. Ne mütavazilik kalıyor ne hanımefendilik sevgili okuyucularım! :)
Okulun açılmasına bir hafta kaldı. Şimdiden uykularım kaçıyor heyecandan. Hatta bu salı günü orientasyon var. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. Farkındaysanız, ilk B noktama gelmiş bulunuyorum! Ha ha! Olmaz diyenler nolduuuuuuu???!!!! :) Eğer isterseniz, yapılamayacak ve olmayacak şey yoktur! Bazen bende inancımı yitirebiliyorum. Bakmayın devamlı sarkastik konuştuğuma ve güldüğüme! Derin bir nefes alıyorum ve baştan başlıyorum. En baştan hemde.. Görüyorsunuz ya, bir hayal gerçekleşiyor. Neden sizinki de olmasın?.. 7 aydır canla başla ilk hayalimi gerçekleştirmek için çabalıyorum hatta çoğu zaman kafayı bile yiyorum diyebiliriz. Neden biliyor musunuz? Mutlu olmak için.. Evet! Doğru duydunuz, mutlu olmak için dedim sevgili okuyucularım. Sadece bir hayal kurup, bunu amaç edinip, hiçbir şey yapmadan olmaz! Hayat, kimi zaman çok kısa kimi zaman çok uzun gelir. Dolambaçlı yollardan geçeriz. Eğer onlarda, bende bir hayali gerçekleştirebiliyorsak, neden siz bunu yapamayasınız? Neden? Bir zamanda başlamalı, bir yerde başlamalı, şimdiden daha iyi bir zaman yok! Hadi kalkın şu bilgisayarın karşısından ve kendinize söyleyin! "Mucizeler mümkündür!"
Bon Appetit!

Bugün Bayram! Erken Kalkın Çocuklar!

Yine bir bayram yine şenlik edası derken Çikolatalar yapma fikri çok mantıklı geldi. Ehhhh! Gelen olur değil mi? Hali hazırda bu kadar şey yapıyorken, inanır mısınız sevgili okuyucularım, dışarıdan cici almak çok mantıksız geliyor bazen. Hani "Burada yapılmışı var!" demeyip, elleri buram buram endorfin kokan Bitter Çikolata ve, benim Çikolatadan saymadığım, Beyaz Çikolataya daldırmak en tembelce olmayan ve biraz da snob sayılabilecek bir davranıştı. Evet! Benim o! :)) Bitter Çikolata Ben Marie usülü eritildi, içine gizli tuttuğum esans koyuldu ve kalıbına döküldü. Tahmin edersiniz ki, fikirlerim çalınmasın diye ne yazık ki, bütün ayrıntıları böyle sosyal ortamlarda veremiyorum. :( Çubuk şeklinde olan çocuklarım buzdolabında dondular iyice. Onlar olurken ben hırsıma yenik düşüp Beyaz Çikolatayı erittim ve içine nane esansı koydum. Ardından pembe küçücük şekerlemeler koydum. Ne alaka diyeceksiniz ama inanın, yerken ağızda inanılmaz bir his bırakacağını tahmin etmiştim. Nitekim öyle oldu da! :) Bununla yetinmeyip Kakao Yağını erittim ve kırmızı gıda boyası ile eriyen yağa renk verdim. Kalıba pamukla bunu güzelce sürdüm. Üstüne de kendi enstantene şekerlemeli karışımımı koydum! Ohhhhhh!! Misssssssss!!! :) Yavrucakta buzdolabındaki yerini aldıııııııı!! HA HA HA! Sıra Karamel Dolgulu Bitter Çikolataya geldi. İlk önce Bitter Çikolatayı erittim ve kalıba doldurdum. Buzdolabında alt kısım donarken bende iç dolgusu olan karameli yapmaya başladım. Okulda katıldığım Workshopta gayet iyi yapmıştım ama en son evde tam bir hüsranla sonuçlandığı için açıkçası inanılmaz kaygılıydım! Şeker, Su ve Limonu koydum ve pişirmeye başladım. Olucak mı olmayacak mı diye dudaklarımın içini yedim, itiraf ediyorum! Sonunda kaygılarım boşa çıktı ve karamelcik tam istediğim kıvama geldi. TaTammmm! :) İşteeee bendeki süper akılla, çocuğu sıcak sıcak sıkma poşetine koydum! Bir baktım ki ne göreyim!!! Poşet yırtılmış!! Şansa bakın! Ve yine süper zeka - insan üstü beynimle elimle, dikkatinizi çekerim elimle, sıkma poşetini sıyırmaya çalıştım! Sol elimin işaret parmağının ve baş parmağının ateş kadar sıcak karamele değmesiyle gözlerim bir anda yaşardı ve ben yine mutfakta ve yine çığlık çığlığa moduma geçtim! Şansım var ki, bu sefer kesmedim! Yaktım!!!!! Direk elimi soğuk suya ardından buza ve sonrasında yanık kremiyle haşir neşir etsemde geçmedi. Şu anda hala parmağım su toplamış vaziyette! Şef, mutfağın beni çağırdığını söylemişti ama mutfağın bu kadar tutkulu beni çağırdığını tahmin etmemiştim doğrusu! Yaklaşık 2 saat kadar çocuklar gibi zır zır ağladım. Ardından duruma sinirlenip karamelide çöpe attım, kalıptaki içi doldurulmayı bekleyen Bitter Çikolatayı da! Zaten bir şeyim de normal olsun yani! :) Dolapta hazır olmuş çocukları çıkardığımdaki halimi görecektiniz sevgili okuyucularım, bir hava-i fişek gösterisi misali heyecan ve cümbüş içerisindeydim. Diyorum ya, işte o an, herşey unutuluyor! El yanması da, hüzünlerde, burukluklarda ve hatta başarısız olma ihtimali de unutuluyor! Kocaman bir gülümseme oluştu ve "Annnnneeeeeee, kızlarıma bak!!" çığırmaları mutfakta yankılandı. Her ne kadar babam, nane esanslı pembemtrak çikolatalarımı karidese benzetmiş olsa da, beni hiçbir şey yıldıramadı, yıldıramayacakta! :) Karides marides dedi ama hooopp mideye de indirdi hepsini! :)))
Offfff.. Canım çekti gece gece.. :) Diyet mi? Kim? Ne? Ben miii?? :)
Herkese İyi, Mutlu ve Bol Bol Cicili Bayramlar!!!
Bon Appetit!

Kanadalı Hatun & İtalyan Beyefendi



Düşündükçe düşünüyorum ve değişik ne yapabilirimi bulmaya çalışırken, çok sevdiğim ve tariflerine inanılmaz güvendiğim ve siz, sevgili okuyucularım, piyasada bulamayacağınız yabancı cici kitabımdan bir Akçaağaç Şuruplu Kurabiye reçetesi denemeye karar verdim! Reçete aslında çok basit!! :) Bolca mis kokan Tereyağ ve Esmer Şeker mikserle pamukumsu olana kadar çırpılıyor. Ardından ver elini Yumurta, Vanilya Esansı, Un ve geçenlerde aldığım ve kullanmaya can attığım AkçaAğaç Şurubum (Maple Syrup)! Bu malzemecikler harmanlandıktan sonra yavrucağı silindir şekline sokup streçe sardım ve buzdolabına minimum 30 dakika dinlenmesi için koydum. Yaptığım bu kurabiye cinsi, derin dondurucuda 3 ay kadar dayanıyor! Ani misafir mi geldi?! Çatttt!! Koy önüne moduyla günü neşenlendiriyoruz! :)) Yapıldıktan sonra ise, 15 gün kadar dayanıyor tatlı Kanada kokan kızlarım. Şekil verdikten sonra üstünü de Pekan Cevizleriyle donattım. Bu kurabiyenin şöyle bir çekiciliği olduğu kanısındayım; Bir ısırık alındıktan sonra, tadan kişi "hmmmmmmm.." diyerek gözlerini açıp size bakıyor! İşte o dayanılmaz his! İşte o muazzam dakikakalar! :) Güzel olduğunu düşündüğüm bir ciciyi sevdiklerimin önüne koyduğumda onların gözlerinin içine bakıyorum çünkü bir tek gözler yalan söylemez! Eğer karşınızdaki parlayan gözlerle bakıyorsa, iş tamamdır! Rahat bir uyku çekilebilir! :) Durum böyleyken ve üstüne hiçbir şeyi beğenmemesiyle meşhur babam ve babaannem beğenmişlerse ve daha da üstüne babaannem benden bu tatlı hınzır kızın reçetesini istemişseeeee, değmeyin keyfime!!! :))) Kendime göre küçük ama insanlığa göre büyük bir adım attıktan sonra, dünya ülkelerinden İtalya'yı seçtim ve Biscotti yapmaya karar verdim! Yaparken biraz çekindiğim ve aynı anda 2 kitaba birlikte bakarak yaptığım İtalyan beyefendiler, kanımca çok güzel oldular. Malzemeler bir bütün haline getirildikten sonra, hamuru 2 parçaya böldüm ve kesmeden 20 dakika kadar pişirdim. Ardından, bana sonuna kadar dayanacağını hissettiğim yorgun fırınımdan çıkarıp 1 cm eninde kestim ve tekrar 15 dakika pişmesi için fırına verdim. Kıtır kıtır olan beyleri, bizimkiler çok sert buldu. Açıkçası, bence yurdum insanının ağız tadına göre değil. Peksimet kıvamındaki ciciler pek tutulmuyor olabilir ama ben değişik tatları seviyorum napimmmm! :) En güzel kısmı ne biliyor musunuz sevgili okuyucularım, fırından çıkardığınız anda size ciciler öyle bir gülümsüyor ki, o an şu karamsar dünyanın herşeyini unutuyorsunuz. Bir kere deneyin! Ne demek istediğimi göreceksiniz..
Bon Appetit!

Mini Mini Çocuklar! Hani-mişşşş!!!!



Mis gibi kokan sonbahar mevsiminin gelmesiyle garip bir ruh haline büründüm. Bir yandan yaklaşan okul günüm bir yandan da taşınma telaşı içinde bir o yana bir bu yana savrulan kişiliğimle yine mutfaktaki yerimi aldım. Açıkçası taşınma sürecinin içerisinde evlere bakarken, dikkat ettiğim ilk nokta, sizde tahmin edersiniz ki sevgili okuyucularım, mutfak! Küçücük ve ufacık tefecik içi dolu turşucuk misali bir ortamda ben nasıl çalışabilirim?! Bu eller nasıl hareket eder?! Bu çığlıklar nereden duyrulur bilemiyorum! Büyük araştırmalar sonucunda neyse ki bir yer bulduk! :) Ohhhhhhh..! Şenlik ve gümbürtü içerisinde geçen günlerin arasında Brandit firmasından sipariş aldım. Önemli müşterileriyle olan toplantılarında yenmesi için birkaç şey yapılması istendi benden. "İşte geldim burdayımmmmm!! Ben bu işte ustayımmmmm!" diyerek saçlarımı topladım ve önlüğümü üstüme geçirdim. Toplam 10 çeşit cici yaptım. Yuhhhh! demeyin, gözüm doymadı ne yapayım! :) Pate Brisee hamuruyla yapılan küçük tartaletler herkesin favorisiydi sanırım. Babamın öyle gözlerini sinsi sinsi dikmesinden anlamalıydım zaten! :) Bu hamur mutlaka bilinmesi gereken bir hamur cinsi oluyor. Tadı da enfes. Hay! Gözünü sevdiğimin fransızları! Mübareklerin yaptıkları herşey mi güzel olur yahu?! :)) Cici harmonimin içinde Kanepeler, Tatlı-Tuzlu kurabiye çeşitleri, Tarçınlı Elma Topları, Milföy Hamurundan baş döndürücü küçük Tadımlıklar, Tatlı Kuru Meyveli Tartaletler ve Frambuaz Damla Çikolatalı Brownie'lerim vardı. Ağzınızın yanından akan küçük salyaları silin hadi! :)) En feci sahne, arabada siparişleri götürürken yaşandı. Araba buram buram misssss kokuyordu. "Gel banaaaa! Gellll banaaaa!! Ye beniiiiii!!" deselerde kulaklarımızı tıkadık milföy hamurlu çocuklara! :) Serra'yla deli gibi aç olduğumuz için baş dönmesi mi dersiniz yoksa iç geçmesi mi bilemiyorum ama çok garip anlar yaşadık diyebilirim sevgili okuyucularım. :) Sonunda firmaya gittik ve siparişleri güzelce masanın üstüne dizdik. Voilaaaaaaa! :) Aldığım duyumlara göre toplantı sonrası şirkette çalışan arkadaşlar 1 dakika içerisinde bütün cicileri bitirmişler! :) Harika değil miiii??? Davet işlerinde dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri de cicilerin boylarının minik olması. Yani en fazla 2 lokmada mideye inecekler yavrucaklar! :) Bende bunu tabi zamanla öğreniyorum. Sipariş alırken veya herhangi bir eksperiment üzerinde çalışırken ıncık cıncık herşeyi araştırıyorum. Başka türlü işi tam yaptığımdan emin olamam ve bu da tahmin edersiniz ki, beni mutlu etmez! Hayalinizi gerçekleştirirken, sizi yıldırıcı veya sizi daha motive edici olaylarla karşılaşabilirsiniz. Kendinize olan inancınızı hiç kaybetmeyin! Çünkü siz inandığınız sürece, artık biliyorsunuz ki, kimse önünüzde duramaz. Zamanla göreceksiniz ki, yüzünüz aynı benim gibi gülmeye başlayacak! Bırakın birkaç kere yere düşün! Sadece ayağınız kanar!..
Siparişlerin teslim edilmesinin üstüne gidip deli danalar gibi yemek yedik mi? Yedik tabi ki!!! :))) Sonrasında gelen doymuşluğun verdiği o gurul gurul sesi sanırım hiçbir zaman unutmayacağım! Şimdi izninizle, mutfağa gidip son deneyim kurabiyeleri dinlendikleri buzdolabından çıkarıp şekil vermem ve fırında pişirmem gerekiyoooooor!
Bon Appetit!

TAVŞANLARIN KUYRUKLARI NEDEN UFACIKTIR?




Tavşanların kuyruklarının ufak olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz demektir.Bir zamanlar tavşanlarında tilkiler gibi uzun,tüylü ve süslü kuyrukları varmış.Ama meraklı ve maceracı yapıları nedeniyle güzel kuyruklarını kaybetmişler.İşte bu masal bunu anlatıyor.

Tavşan bir zamanlar denizin ortasındaki adaların birinde yaşarmış.Çepecevre denizle kaplı olan bu adanın uzaklarında anakara varmış.Tavşansa kendi küçük dünyası olan bu adasında aslında pek de mutlu değilmiş.Karaya çıkmak,oradaki hayatl atanışmak istermiş.Oraya nasıl varacağını ise bilemezmiş.Yüzme bilmiyormuş ve adadan ayrılabilmesini mümkün kılan başka bir yöntemde bilmiyordmuş.

Adanın etrafında çok sayıda timsah yaşarmış.Bu timsahlarla konuşan tavşan bir oyun düşünmüş:
"Sizce bu dünyada sizinkilerin mi yoksa bizimkilerinmi sayısı daha fazla demiş?"

"Elbette timsahların sayısı fazladır!"

"Ben ise tavşanların timsahlara göre çok daha fazla olduğunu düşünüyorum"demiş tavşan."İstersen bunu sayabiliriz.Sen bütün timsahlara habet ver.Buradan şu uzaktaki karaya doğru yan yana dizilsinler.Ben onları tek tek sayayım.Sonra geri dönüp tavşanların bilançosunu yapar ve karşılaştırırız."

"Neden olmasın!"demiş timsah ve bütün timsahları tavşanın dediği gibi ada ile kara arasında yan yana sırayla dizmiş.

Tavşan da timsahların üzerinde4,birinden diğerine atlayarak bir,iki,üç,beş,onbeş,elli,yüz diye sayarak karaya doğru ilerlemeye başlamış.Artık sontimsaha sıra gelmiş ki,tavşan geriye dönerek bağırmış:

"Akılsız hayvanlar!Beyinsiz kertenkeleden ne farkınız var?Ben artık karaya vardım.Tavşanlarıda siz sayın zahmet olmazsa!"

Ama timsahları kandırdığını sanan tavşan biraz erken sevinmiş.Çünkü bu sözleri duyan son timsah
başını çevirdiği gibi,karaya doğru atlayan tavşanın kuyruğunu çenesiyle yakalamış.

Tavşan bu defa kurtulmuş,kurtulmuş olmasına rağmen kuyruğunu yitirmiş.İşte o gün bugündür tavşanlar adadan kurtulmanın bedeli olarak ufak kuyruklarını taşırlar.

FARECİK VE KIRMIZI ELBİSE



Köylerden birinde ihtiyae bir adam yaşarmış.Bu yaşlı adamın kapkara bir köpeği varmış.Fakat köpek okadar küçükmüşkiiyaşlı adam köpeğine "FARECİK" adını takmış.

Farecik ormanda avlanmayı çok severmiş.Sahibiyle ormana gittiğinde oradan oraya koşar,mutluluk için çalıların diplerini koklar,deliklere başını sokar bakarmış.Hep küçük bir tavşan yakalamak istermiş.

Soğuk kış günlerindenbirinde,yaşlı adam ve köpeği yine ormana gitmişler.Farecik dört bir yana koştururken,birden çok tuhaf bir koku duymuş.Heyecanla kokunun geldiği çalılığa doğru atılmış.Orada çalıların dibinde bir delik görmüş ve içeri girmiş.Bu delik,aşağılara doğru gidenbir dehlizin çıkışıymış. Küçük köpekçik,sürüne sürüne dehlizden aşağıya doğru ilerlemiş.Derken ansızın karşısına uzun kulaklı,burnunuoynatan bir tavşan çıkıvermiş.Farecik cırtlak sesiyle avazı çıktığı kadar havlamaya başlamış.

"Hav ,hav,hav..."

Ama tavşan kaçmıyor,burnunu kıpırdatarak,kulaklarını bir o yana ,bir bu yana eğerek köpeğe bakıyormuş.

"Neden kaçmıyorsun?"diye sormuş Farecik."Sen kaçmazsan,ben seni nasıl kovalar ve yakalarım?"

"Beni niye yakalamak istiyorsun?"diye sormuş tavşan.

"Onu tam bilemiyorum.Ama tavşanların köpeklerin önünden kaçtıklarını,köpeklerinde onları yakalamak için koştuklarını iyi biliyorum!Benden korkmuyormusun?"

"Senden korktuğumu pek sanmıyorum.Sen öylesine küçüksünki ne kadar bağırıp çağırsan beni korkutamazsın.Ayrıca kes havlamayı.Bak yavrularım da burada ,onları sevebilirsin."

Anne tavşan,dehlizden dönüp yuvaya doğru ilerlemiş.Farecik de peşi sıra gitmiş.Yuvada beş tane minicik yavru tavşan oyun oynuyormuş.

"Bak artık yuvamızı da biliyorsun.Seni her zaman bekleriz."demiş anne tavşan.

Ertesi gün mevsimin ilk karı yağmış.Yaşlı adam,köpeği üşümesin diye Farecik'e kenarları kırmızı güzel bir elbise giydirmiş.Farecik ise bu durumdan hiç hoşlanmamış.Elibiseye alışık olmadığı için sırtını gıdıklıyor,koltuk altlarını gıdıklıyormuş.Çıkarmaya çalışmış ama ne mümkün.Yaşlı adam romatizmalı bacaklarını ısıtmak içinateşin başına oturduğunda,Farecik koşa koşa tavşanların yuvasına gitmiş.Bir yandan havlıyor,bir yandan da kuyruğunu hırsla sağa sola sallıyormuş.

Anne tavşan,Farecik'i görünce iki elini birbirine çarpmış:

"Aman Tanrım"demiş."Ne kadar güzel bir buz pateni elbisen var!"

"O buz pateni elbisesi değil"demiş öfkeyle Farecik."Bu kenarları kırmızı şeritli,sıradan ve sıkı bir elbise ve beni fena halde kaşındırıyor.Lütfen çıkarmama yardım et tavşancık!Yavrularına yorgan olarak kullanabilirsin."

Anne tavşan yavaşça elbiseyi çıkarıp,uyuyan yavruların üzerine örtmüş.

"Ne güzel yavrularım var değilmi?"demiş."Sende çok iyi kalpli bir köpeksiz.Lütfen bize başka zamanda gel."

Farecik mutluluktan uçarak eve koşmuş.Her zamanki gibi yine havlıyormuş elbette,ama bu defa mutluluktan havlıyormuş.Yaşlı adam,köpeğin ne dediğini ve neye sevindiğini anlamıyormuş.Onun bu işten anladığı tek şey,sevgili köpeğinin kırmızı elbisesini ormanda kaybetiği olmuş....

KIRLANGIÇLAR



Sıcak yatağımda uyurken babam heyecanla odaya girdi:"Hadi bakalım tembel tavuklar!Kalkın pencereleri açın,bakın kimler var.Gece misafirlerimiz geldi ve sizi selamlıyorlar.Dinleyin."

Çatının altındaki pervazlardan cıvıl cıvıl kuş sesi geliyordu:

cikcirikcik cikciri
girme sakın içeri
bir kemik kaldık bir deri
işte sana bir böcek
şuna bir bak ne iri
cikcirikcik cikciri

Kırlangıçlar gelmilşlerdi demek!İki kardeş yataktan fırladık.Camlara koştuk.Bir kırlangıç ailesi,çatının saçaklarının altında kendilerine yuva yapmaya hazırlanıyordu.Kış soğuğundan kaçıp,uzun yolculuğun ardından gelmişlerdi.Sıcakların başlamasıyla yine bizimleydiler.

Çmur topluyor ağızlarında onu ıslatıp damla damla yuvalarını örüyorlardı.Herbiri bir duvarcı ustasının becerisiyle çalışıyor,her hareketiyle bir şeyleri ifade ediyordu.Davranışlarının diğerleri için mutlaka bir anlamı oluyordu.

"Çamur varmı daha?"
"Evet,getiriyorum!"
"Biraz daha uzat."
"İşte burada al."
"Biraz çerçöp de lazım."
"Yorulduk,yemeğe ne var?"
"Ne istersin?"
"Böcek,tırtıl ne güzel olur."
"Kırlangıçlar haydi yemeğe."

Hepsi pır diye uçuverdi.Bahçenin yeni kazılmış sıcak toprağına,bir ziyafet sofrasında yerini alır gibi neşeyle yayıldılar.Her adımda önlerine çıkan lezzetli,şişman kurtları,börtü böcekleri toplayarak karınlarını iyice doyurdular.

Bir hafta içinde bir yandan yuvalarını yaptılar,diğer yandanbahçedeki kurtları ve tarim için zararlı böcekleri yediler.Toprak artık tam kıvamındaydı.Sebzeler dikilebilirdi.

Kırlangıçlar evimize uğur getirmişti.Bahçemiz bu sene kırmızı domates,taze biber ve taze fasulye ile dolacaktı...

KARTAL VE TAVUKLAR




Bir bahar günü köy evinin ardındaki tavuk kümeslerinin olduğu bölge alışkın olduğu günlük hayatı yaşamaya devam ediyormuş.Küçük paytak ördek yavruları su birikintisinin içinde oynaşıyıyor,civcivler birbirlerini kovalıyor,horoz yavruları babalarını taklit ederek ötmeye çalışıyor seslerini deniyorlarmış.

Kümeslerden birinin tepesine konan bir serçe ise aşağıda kendisine bakan üç tavukla sohbet ediyormuş.

"Benim yükseğe uçabileceğimi biliyorsunuz.Beni çok kezde uçarken gördünüz.Fakat kartal varya kartal,öyle yükseğe uçuyorki buradan göremezsiniz."

Hayatlarında hiç kartal görmeyen tavuklar hayret etmiş."Keşke demiş kartal olabilseydim"bir tanesi hayranlıkla."Ben kartal olsam şimşeklerin üstünde uçardım"demiş ikincisi."Ne yazıkki ben hiç kartal görmedim daha"demiş beneklisi.

Tam o sırada gökyüzünden hışımlabir şey inmiş,kümeslerden birinin tepesine konmuş.Serçe bunun kartal olduğunu hemen anlamış.Tavuklara şöyle demiş:

"Siz hiç kartal görmediğinizden yakınıyordunuz ya işte kartal huzurunuzda.Arkanızdaki kümesin tepesinde duruyor."

Tavuklar dönerken kartal da yandaki kümesin üstüne sıçramış."Ünlü kartal bumu!"diye dudak bükmüş birinci.

"Buda uçmak mı ben bundan daha iyisini yaparım."diye dudak bükmüş ikincisi."Onunda iki kanadı var bizimde!Onun da iki ayağı var bizimde!Bizden nesi fazla anlayamadım!"demiş üçüncü yani benekli tavuk.

Kartal bu konuşulanlara kulak misafiri olmuş."Demek sen küçük benekli,benim sizden farkım olmadığımı düşünüyorsun.Ben eğer canım isterse gökyüzünden iner,bir kümesten ötekine uçarım,ama sizin hayatınız bir kümesten ötekine uçmakla sınırlı.Gökyüzüne uçmayı denesene bir!"

Sonra da görkemli kanatlarını açtığı gibi bir saniye içinde gökyüzünün derinliklerinde kaybolmuş.Tavukların da ağzı açık kalmış bu durum karşısında.

KUŞ OLMAK İSTEYEN AYI YAVRUSU



Bir zamanlar küçük bir ayı yavrusu varmış.Bu ayının isteği kuş olabilmekmiş.Sonunda birgün ormanda dolaşıp,ağaçların dallarında şakıyan kuşlara seslenmiş:

"Günaydın kuşlar,bende bir kuşum işte!"Kuşlar kahkaha ile gülmüşler:

"Sen kuş değilsinki!Kuşların gagaları olur."

Ayıcık kendine ormanda bir gaga aramaya başlamış.Gagaya benzer bir tahta parçasını çam reçinesiyle burnuna yapıştırmış.Kuşların yanına geri dönmüş:

"Bende kuşum artık!Bakın gagam bile var."

"Olurmu canım kuşlar şarkı söylemesini bilirler."

Ayıcık buk ez ümidini kaybetmek üzereymiş.Çünkü şarkı söylemesini hiç bilmezmiş.Ama ormanın ucunda.şarkı söylemesini öğrenebileceği ötücü kuş arkadaşı aklın agelmiş.Hemen onun yanına gitmiş:

"Canım arkadaşım.Ne olur ban aşarkı söylemesini öğret!"

"Bilmwm öğrenebilirmisin?Aslında şarkı konusunda ayıların yeteneği yoktur.Ama istersen deneyebiliriz.Benim söylediklerimi tekrar et bakalım:do,re,mi fa,sol,la,si,do..."

Küçük ayı günlerce şarkı söylemeyi öğreten kuşun dediklerini tekrarlamış durmuş.Öğretmeni çalışkan olduğu için onu övmüş.Sonunda şarkıyı öğrenmiş ve kuşların yanına gitmiş şarkısını söylemiş:

"Do,re,mi,fa,sol,la,si do..."

"Hayır,hayır"demiş kuşlar."Gagan olsada,ötmesini bilsende sen kuş değilsin.Çünkü sen uçamıyorsun."

Küçük ayı yavrusu uçmayı d aöğrenmeye karar vermiş.Ayakları üzerinde zıplayıpöne doğru atılmış,ama bu uzun atlama gibi bişey olmuş.Uçmakla ilgisi yokmuş.

"Şimdi beni dikkatle izleyin kuşlar"demiş.Yüksek bir kayanın tepesine çıkarak oradan kendini aşağıya bırakmış.Kollarını kuşların kanatları gibi yana sallıyormuş,elbetteki bu hareket onun uçmasını sağlamıyormuş.Yukardan yuvarlanan bir taş gibi hızla yere çakılmış.Her tarafı acı içinde kalmış,Tahtadan yapıp reçineyleyapıştırdığı gagası da yerinden kopmuş.Zorlukla düştüğü yerden doğrulurken,kuşlar da bu kadar eğlenceyi yeterli bulup ayı yavrusunun yanından ayrılmışlar.

Ayı yavrusu ise acıyan yerlerini ovarak ormana doğru ilerlemiş.Ağaçların sıklaştığı bir yerde oturup biraz kendine gelmek isterken burnun aböğürtlen kokusu gelmiş.Gerçekten de aradaki böğürtlen çalılığı olgun kırmızı böğürtlenlerle doluymuş.Gidip bir güzel karnını doyurmuş.Olgun böğürtlenleri,yaban ballarını,çeşit çeşit meyveleri,taze balıkları yemek ve ormanın tadını çıkarmak,yanidünyada bir ayı gibi yaşamak varken başkalarına özenmek delilik diye düşünmüş ayıcık.Ondan sonra daha ayı olarak dünyaya geldiği için üzülmemiş.

KÜÇÜK ÇOCUK VE OYUN ARKADAŞLARI




Bir zamanlar yoksul bir çocuk tanımıştım.Ailesi o kadar yoksul,o kadar yoksulduki,çocuklara birtek oyuncak bile alamıyorlardı.Bu zavallı çocuğun oynayacağı hiç oyuncağı olmamıştı.Ama bu çocuğun her şeye rağmen oynadığı güzel oyunları vardı:

Kendi gözleri,ağzı,kulakları,burnu,saçları,boynu,iki kolu,iki eli,iki ayağı onun oyunlarıydı.Saçı rüzgarda uçuşur,oynaşırdı.Kulakları cıvıl cıvıl kuşların neşeli şarkılarıyla,şarıl şarıl akan derelerin sesiyle dolu olurdu.Burnunda çiçeklerin kokusu,kırlardaki taze meyelerin,annesinin tabağına koyduğu cana can katan çorbanın kokusu uçuşurdu.İki eli kıpır kıpır oynaşırdı.İki ayağı bütün gün koşuşur.Mutlulukla hoplar zıplardı.İki kocaman gözü bütün gün eşyaların üzerinde dolaşır,minik sevimli ağızı sürekli sorular sorardı.Böylesine neşelei ve mutluydu bu çocuğun yaşamı.

Sonra akşam olduğunda yıldızlar ve ay çıktığında dünya sessizleşirdi.Küçük çocuğun sürekli soran ağzı sakinleşir,kulakları artık dünyanın cıvıltılarına karşı ilgisizleşir,başı sağa sola dönmez,elleri ile ayakları kıpır kıpr oynamazdı.Ellerini yorganının üzerine yerleştirir,sırma saçları yastığın üzerinde dağılır,ayaklarını bir iki oynatır sonra...

Ve sonra küçük gözlerini yavaş yavaş kapatırdı.Küçük çocuğun bütün oyuncakları,gözleri,ağzı,burnu,kulakları,saçları,boyunu,kulakları,elleri ve ayakları da hep birlikte uykuya dalardı.Sabah ise yeni güne birlikte hepsi oyunlarına yeniden başlarlardı.

HARİKA KABAK



Dul annesiyle bir hayat süren oğlancık varmış.Annesinin çevresindeki evlerde temizlikten,çamaşırdan para kazandığı üç beş kuruşla geçinmeye çalışırlarmış.Ama akşam bir çorba ekmekten başka yemek çıkmazmış sofralarına.

Bir gün oğlancık eve gelirken yolda bir kabak görmüş.Kocaman balkabağını zar zor eve taşımış.Annesi kabağı görünce çok sevinmiş.

"Akşama pişirir tatlı yaparım evlamdıma"demiş.

Kabak dile geldiğinde anneyle oğlu şaşkına dönmüş.

"Olmaz!Sen beni pişirme!"

"Ya ne yapalım peki?"demiş küçük oğlan.

"İçimi oy,bıçakla ban agöz,ağız yap.İçime bir mum dik,mumu yak.Sonra beni ayakkabılarının üzerine koy.Yanıma da iki eldiven bırak.Sonrasına da karışma."

Çocuk kabağın dediklerini yapmış.Kabak birden hareketlenmiş,kapıdan çıkıp gözden kaybolmuş.Kadınla oğlu da çok üzülmüş.Kabak yiyemedikleri gibi,giden ayakkabı ve eldivenlere de üzülmüşler.Bir süre sonra kapı çalınmış:

"Bumbumbumbumbum...."

Çocukkapıyı açtığında,hayretle kabağın geri geldiğini görmüş.Kabağın yanından sarkan eldivenler kocaman bir ekmek tutuyormuş.

Kabak ekmeği bırakıp,içinde yanan mum alevlerini pır prı ışıldatarak yine gözden kaybolmuş.Biraz sonra kapı yine çalınmış:

"Bumbumbumbumbum..."

Kabak bu seferde kocaman bir sucuk getirmiş.Sucuk o kadar büyükmüş ki,eldivenler zor taşıyabiliyormuş.Sucuğı bırakan kabak,neşeli alevini parıldatarak yine geceninkaranlığına koşmuş.

"Bumbumbumbumbum..."diye kapı çalınmış tekrar.Bu seferde bal getirmiş.Kabak sabaha kadar gidip gelmiş:Elbiseler,ayakkabılar,etler,sütler,şekerler taşımış.yoksul evin yoksul kileri ağzına kadar dolmuş.Sabaha karşı kabak eve son gelişinde artık çok yavaş hareket edebiliyormuş:

"Kabakçık yoruldunmu?"

"Evet" demiş kabak."Artık yorgunum."

Sözlerini bitirir bitirmez de yığılıp kalmış.Eldivenler iki yanına düşmüş.Ayakkablılar cansız kalmış.Kabağın içindeki mum sönmüş.

Çocuk çok üzülmüş.Kabağın çekirdeklerini temizlemiş.Bahara onları ekmiş.Belkide çekirdeklerden yeni harika kabaklar çıkar diye beklemiş.Belkide hala bekliyordur küçük çocuk.

Bu Kadın Neden Ağlıyor Anne?!




Gözlerimde çapaklar birikmiş bir şekilde yataktan miskince kalkıp güzelce kahvaltımı ettim. Kahvaltı dediğime bakmayın, sadece bir dilim çok tahıllı ekmek ve beyaz peynir! :) Sabahları pek kahvaltı edemiyorum da! Şaşı bak- Şaşır edasında kadın programlarını açmış bir halde; "Kim kiminle nereye kaçmış?" ve "Bu kadın neden ağlıyor anne?" serzenişleriyle ayılmaya çalıştım. Ahhh! Sonbahar sen nelere kadirsin?! :) Kışın doğan ve kıştan nefret eden bir insan olarak, en sevdiğim mevsim Sonbahar! :) Kendine özgü karamsarlığı içinde insana garip bir romantizm ve güç veren haline bayılıyorum sevgili okuyucularım! Bende, daha Yaz mevsiminin miskinliğinden çıkamamış halime sinirlenip bugün kalktıp iki çeşit cici yaptım! Ohhhhh! Ferahlatıcı bu his, nasılda iyi hissettiriyor kendimi! :) Öncelikle Süt, Su, Mısır Nişastası, Un ve Şekerden oluşan Su Muhallebisi yaptım. Su Muhallebisi nedir derseniz, Saray Muhallebicisindeki onlara özgü muhallebinin aynısı oluyor çocuğum! Çok şekerli değil yaklaşık iki kaşık kadar toz şeker var içinde fakat üstüne yaptığım Çikolata Sosunu döktüğümüz anda işler değişti ve ağız sulandırıcı bir hal aldı. Düşünün babam, babaannem ve Serra, resmen bayıldırlar! İşin öteki yönünden düşünürseniz, rejimdeki bayan arkadaşlar için mükemmel bir lezzet! Serra, doğal olarak yedi tabi ki! :))) Normalde Su Muhallebisinin buzdolabında 1 gece beklemesi gerekiyordu ama biz gördüğünüz gibi beklemedik! Kim bekler ki yahu?! :) Muhallebiciği yaptıktan sonra son gaz yerimde durmayıp, sessiz günün tadını çıkartırken, Boşnak Talısı yapmaya karar verdim. Söylemem gerekiyor ki, kökenlerim Makedon olduğu için bunu yapmak pek alışık olmadığım bir şey! İkisi aynı şey demeyin, çünkü değiller! Yemek türleri neredeyse birbirinin aynısı olsa da, lezzet ve yapılışları arasında küçük farklar var sevgili okuyucularım. Ben yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Boşnak Tatlısı, Şekerpare kıvamında fakat içinde sevmediğim şey olan Ceviz, Hindistan Cevizi ve Tarçın bulunuyor. Yadsı bir biçimde şekil veriyorsunuz. Fırında piştikten sonra da güzelce Şerbetini üstüne döküyorsunuz. Misss Mübarek missss! Aynı zamanda da, Ramazan Ayı içinde hem hafif hemde lezzetli bi cici kendisi. Hoşşş! Babaannem hala aldığım Güllaçları ne zaman yapacağımı soruyor bana ama yapma zamanı sanırım bir dahaki sene olacak! :))) Boşnak Tatlısı, göçmen çocuğum da mideye höpürdeterek afiyetle indirildikten sonra herkes üstüne bir güzel soda içti! :)))
İnsanın canı gece gece tatlı çeker mi yahu? Kadın olmak çok zor kardeşim! :) Ehh! Bu kadın neden ağlamasın anneeee? :))
Bon Appetit!

Ben mi? Nasıl Yani Yaa? Neee? Hadi Canım!!

Eğer blogumu okuyorsanız, benim için şafak 26 olduğunu mutlaka biliyorsunuzdur sevgili okuyucularım. Geriye sayım; okulumun başlamasıyla bitiyor! :) Ahhh! Bu nasıl bir heyecandır ve nasıl bir cümbüştür? Hatta şenlik edasıyla pır pır eden yüreğim nasıl dizginlenir bilemiyorum! :) Eğer yolunu biliyorsanız, lütfen benim gibi heyecanlı bir kişiliğe bunu açıklamaya çalışın! :) Bu blogu yazmaya başladığımdan beri birkaç ay geçti ve ben gün geçtikçe B noktama yaklaşıyorum! Evet! Sizde buna şahit oluyorsunuz! Düşüncelerin somutlaştığının küçük bir kanıtıyım ben! Bu işe başladığımda benimle alay eden çok kişi oldu. Nasıl olur da bir kişi, bir hayalini hiçbir şeye dayanmayarak yapabilirdi değil mi? İsteyerek ve inanarak, nasıl bir şeyi elde edebileceğimi anlayamadı çoğu kişi. Ben bu işe başladığımda, öyle sandığınız gibi bilgim ve ya pratiğim yoktu. Didindim, uğraştım, panikledim, çılgınlar gibi çalıştım ve tabi ki her kadın gibi sızlandım! Offf.. Hemde nasıl! :) Fakat bir an olsun bile yapamayacağıma inanmadım! Bir an bile.. Herşey yetenek ve çok çalışmakta gizliydi sadece.. Amacımı tekrar hatırlatmam gerekiyorsa, ben bir hayal kurdum ve bunun olabileceğine inandım! Elimde ne param vardı ne imkanım! Çalıştığı iş yeri kapatılmış ve ortada kalmış biriydim. Abuk subuk işler yaptım. Bakmayın, kolay şeylerden bahsetmiyorum. Ağladığım çok zaman oldu. Ben ne yaptım? Hayalimin peşinden gittim. Kolay oldu mu? Kesinlikle hayır!!! Milyon tane beni gaza getirici kitap okudum. Dedim size, pek hırslı bir insan değilimdir. Ailemin ve arkadaşlarımın tam zamanlı bir iş bulmam için yaptıkları psikolojik baskılara kaplan gibi sert bir şekilde karşı çıktım. Elimde koskocaman bir HİÇ ile başladım küçük serüvenime! Salonumda duran kara tahta da hala "Mucizeler mümkündür!" yazıyor mesela. Her gece yatmadan önce ona bakıp gülümsüyorum. Hayatın bütün karamsarlığına rağmen optimistik düşünce yapımı hiç bozmadım. Her gün hayalime bir adım daha yaklaşacağımı biliyordum. Gün geçtikçe daha başarılı oldum. Başarılı oldukça siparişler gelmeye başladı. Duyuldukça duyruldu daha çok sipariş aldım. Sonunda okulun önkayıt parasını biriktirmiştim! Diyorum size sevgili okuyucularım, elimde bir kuruş bile yoktu! O kadar parayı nasıl ödeyecektim! Ardından daha çok sipariş ve tatammmm!!!! Hadi mucizelere inanmayın bakalım! Eh! Örneğim işte! Bundan daha iyi kanıt olur mu?! :) 20 Eylül itibariyle Mutfak Sanatları Akedemisi, Uluslararası Profesyonel Pastacılık ve Ekmekçilik Eğitimi (MSA) öğrencisiyim! İlk B noktam tamamlanıyor. Herşeyden önce bunun için heyecanlıyım! O yol bir şekilde açılıyor sevgili okuyucularım. Siz bile şaşırıyorsunuz..
Çoğu arkadaşım, çeşitli kurslara gidip Butik Pastacı oldu. Ya kendi dükkanlarını açtılar ya da bir yere girip çalışmaya başladılar bile. İnanmayacaksınız, son zamanlarda duyduğum herkes pastacı!!! Babam bana, ben kendi dükkanımı açana kadar çoktan herkesin açacağını söyledi bu akşam. :) Sizde böyle bir durumda kalsaydınız ne yapardınız? Eskiden olsa ben, sinirlenip hayata küserdim! Oysa simdi, hepsini gönülden tebrik ediyorum! Hatta gurur duyuyorum! !Özellikle Semacığımı gönülden tebrik ediyorum! Beyaz Fırında çok başarılı işler çıkartıyor. Herkes istediği ve sevdiği şeyi yapıyor. Bundan daha güzel ne olsun! Herkesin yolu farklı sevgili okuyucularım ve herkes ne iş olursa olsun, kendi nasibini yiyiyor! Nitekim bende öyle olacağım. Kendime daha değişik bir proses belirledim. Okuldan mezun oldum, hemen bir yer açayım gibi bir düşüncem yok! Herşeyden önce mutfaklarda pişip Pastry şef olmam gerekiyor! Gerekiyorsa, ayaklarım kanasın yorgunluktan! Benim baş koyduğum yol bu! Nokta! Tamam..Tamamm.. Bazen panikliyorum!! İnsanım yani! Daha mutant olmadım! :)) Nasıl olacak? Ne yapacağım? gibi düşünce öbekleri beynimde yankılanıyor! Ne yapıyorum biliyor musunuz? Kendime güzel bir Türk Kahvesi yapıp güzel bir müzik açıyorum. Gözlerimi kapatıp gülümsüyorum. Marie Curie teyze ne demiş: "Korkulacak hiçbir şey yoktur. Anlaşılması gereken şeyler vardır!" Olay sadece, her B noktasına geldiğinizde yeni bir B noktası belirlemek. Sonra bırakın kendinizi ve olayların oluşmasına izin verin. Eğer ben hayalimi gerçekleştirebiliyorsam, siz neden yapamayasanız?! Hadi söyleyin, hala mucizelere inanmıyor musunuz? Hala mı??!!
Bon Appetit!

Bir "Cathering" Hikayesi



Pazar gününü değişik geçirelim diye Ümraniye IKEA'ya gittik. Şunu çok net anladık ki, haftasonları kesinlikle dışarı çıkılmaması gerekiyormuş! Biraz dolaştıktan sonra ağız tadıyla kahve içelim dedik ve sevdiğimiz bir mekana oturduk. Şans bu ya, canım arkadaşım Ceren'i gördük. Pazartesi günü, yani bugün, bir toplantılarının olacağını ve benim yapıp yapamayacağımı sordu. Son gün ve gece saat 22:00'de bunun haberini alsanız ve ertesi gün öğlen 12:00'ye yetiştirmeniz gerektiğini bilseniz ne yapardınız? Ama ben Yapmaz mıyım?! Uyumam yine yaparım! Eve gidene kadar ne yapıcam ve ne yapsam diye kafa ütüledim tabi ki! Evin kapısını açmamla üstümü değiştirip mutfağa girmem bir oldu diyebilirim sevgili okuyucularım! :) Fındıklı Ay Şekilli Kurabiyelerimin hemen hamurunu tuttum. Ama o kadar akıllıyım ki, yanlış un kullanmışım o panikle! :) Yani annemi ne diye dinliyorsam artık! Git bildiğin özel ununu kullan yani değil mi?! :) Halim perperişandı dün gece!!! Ağladım ve deli gibi zırladım hatta bir ara hayattan nefret bile ettim diyebiliriz! :))) Sonra "kesseler acımaz" diyerek yola devam! Hayatımda başladığım hiçbir işi tam anlamıyla yapmadan bitirmedim. Sabah 7:00'e saati kurdum. Uyanır uyanmaz, fırına gidip yeni mis gibi un aldım. Sonra marketten eksikler giderildi. Tam teşhizatlı bir biçimde mutfakta savaş bayraklarımı çektim ve güzel bir müzik açtım. Ohhhh! En iyi rahatlama methodum! :) Sonra ver elini Damla Çikolatalı Kurabiyeler, Ay Şekilli Kurabiyeler, Peynirli Tartaletler, Milföy hamurundan çeşitli ciciler, Kanepeler, Brownie'ler ve Elma Topları!! Toplam 10 çeşit bir yiyecek grubuyla hazırdım ki, sevgili arkadaşım toplantının 31 Ağustos'a ertelendiğini söylemek için beni aradı!!!! :)) Tam benlik bir olay!! Nitekim ben herşeye gülebilen bir yapıya sahip olduğum için bu durum içinde ,yine gülme krizine tutulma için, bir neden daha buldum! Hakikatten harikuladeyim sevgili okuyucularım! :) Telefonu daha kapatırken, babam, annem ve Arzu çoktan durumu anlayıp tartaletlere ve kurabiyelere gömülmüşlerdi bile! :))) Bugün de öğle yemeğini atlattık diyelim. :))) İşin olumlu tarafından bakmak lazım, toplantının olacağı günü şimdiden biliyorum ve hazırlıklarımı ona göre yapacağım. Hem aklımdaki şeyleri daha rahat yapabilirim. Mesela, italyan kırması kızlarım; Macaronlar! :)))) Voila!!! :))
Mutfaktaki kirli yığınını toplarken, her zamanki gibi müthiş sakarlığımla kafamı ahşap rafın köşesine vurdum mu? Vurdum!!! Çığlıklarrrr, göz yaşı fırlamaları ve kesik çığlıklar eşliğinde mükemmel bir senfoni orkestrası edasındaydım! :)))
Slogan yarışmasında birinci olan slogana kadar Bon Appetit! yazmaya devam edeceğim sevgili okuyucular.. Şimdi gidip 1 saat yürüyüş yapmam lazım. Okula az kaldı ve form tutmam lazım! Onca saat ayakta kalıcam yahu! Hmmppfhhhh.. :/
Bon Appetit!


Sızlanmak Normaldir!!!



Havaya endeksli yaşayan biri olarak, geçen akşam arkadaşlarımızla Yeşilköyde gittiğimiz bir Balıkçı sonrası dehşet bir vicdan azabı duydum! Neden mi? Sizinde fark ettiğiniz gibi bir süredir öyle kendimi tatmin edecek ciciler yapmadım ve bu beni inanılmaz rahatsız etti. Tabi dilime de vurdu! :) "Bir şeyler yapmalıyım!" diye sızlanan ve suratı asılan bir kız oldum çıktım! Tamammm, bende her kız gibi sızlanıyorum! Ne de olsa DNA'larımda alışveriş manyaklığı, alınma ve olayların en ince ayrıntılarını irdeleme gibi etkenlerin var olduğunu düşünürsek, gayet normal değil mi?! :))) Sonuç: Sızlanmak normaldir!! :)) Onca homurdandıktan sonra eve gelip saatlerce yemek kitaplarımdan ders çalıştım, itiraf ediyorum! :) Malzemelere bakıldı ve neler neyle yapılıyormuş öğrenildi ve ertesi gün yapılacak cicilerin listesi çıkarıldı. Az kalsın, masamda kitapların arasında uyuya kalıyordum ki, yatağa yatmanın çok mantıklı bir karar olduğuna kanaat getirdim. Sabah uyanır uyanmaz da listemin en başındaki Mısır Ekmeğini yapmaya koyuldum! Oh La Laaaaa! :) Yaptığım Mısır Ekmeği, binlerce şükür ki, normalde gırtalağınıza oturan türden olmadı. Kırıntıda Scrambled Eggs'in yanına koyduklarının aynısı oldu! Bu durum, beni inanılmaz mutlu etti sevgili okuyucularım. Sadece, bir daha ki sefer yaptığımda şekerini biraz daha az koymam gerekiyor! :) Sabah kahvaltısında ağızları sulandıracak türden oldu, üstüme afiyet! :))) Her ne kadar babaaannem, mısır ekmeğinin böyle olmayacağını savunsa da, bence gayet güzel oldu! Ehh! Herkesin bir stili var değil mi? :) Mısır ekmeği, benim için yeterli mi sizce?! Non, non, noooo! :) Ekmecik soğurken, bende kıpraşmalarıma yenik düşüp kara kızım olan Brownie yaptım! Bu sefer, ortalığa biraz daha harmoni kattım ve içine Beyaz Damla Çikolata koydum! Voila!!! Brownie, konusunda git gide uzmanlaşmaya başladım diyebiliriz, aynı Turta ve CheeseCakelerde olduğu gibi! Şahaser mubarek! :) Vicdan azabının yarattğı bu gazla, ay'a bile giderim herhalde!! :))) Beni durdurabilene aşk olsun! :) Bitti mi sanıyorsunuz?! Yoookkkkkk! Biter mi hiççç?! :) Üstüne iyice gerilip Un Helvası olayına giriştim! Sizinde bildiğiniz gibi , ya da bilmiyorsanız artık bileceksiniz, Un Helvası konsepti biraz zor! Olay, tamamen kavurmayla ve bilekle alakalı. En azından annem öyle söylüyor ki anneler hep haklıdır, çoğu zaman biz bunu ısrarla reddetsekte! :) 15 dakika da olacağını düşündüğüm yavrucak, kavuruldukça kavuruldu ve yarım saat sonra, sonunda benim tam istediğim rengini aldı. Ohhhhhh..! O koku var ya size anlatamam yani!! :) Kavrulduktan sonra üstüne Su, Süt ve Şeker üçlüsüyle yapılan şerbetini döktüm. Çoğu kişi süt koymuyor ama bence sütle daha güzel! :) Kaşıkla da şekil verdikten sonra , süs olsun diye, üstüne biraz Tarçın serpiştirdim. %30 insanın Tarçın sevmediğini düşünürsek, fena bir risk değil! :) Tarçın, sevilmez mi ya?! :) Bugün, o cicilerde eser kaldı mı derseniz, bir lokma bile kalmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim sevgili okuyucularım! :)
İnsanın sevdiği ve hatta tutkunu olduğu bir şeyi yapması ne kadar güzel bir şeydir! Bazen, geçmişte yaptığım milyonlarca şeye bakıyorum da nefret ettiğim bir cümle olan "keşke"yi kullanmamaya çalışıyorum inanın! Eninde sonunda hayatımız boyunca yaşadığımız ve yaptığımız herşey, bizim şimdiki halimizi oluşturuyor! Onlar olmasaydı, şu anda biz olamazdık! Dr. Francisco Bucio demiş ki, " Hepimiz, yaşamımızda şu ya da bu biçimde engellerle karşılaşırız. Ancak derin bir tutkuyu motor gibi kullanırsanız yanlış geldiğiniz yoldan geri dönebilir ve düşlerinize giden yolda ilerleyebilirsiniz." Bunu bir düşünün..
Bon Appetit! 

Rainbow Cake Vol.2

Buhran dolu geçen günlerin ardından neyseki bugün yağmur boy gösterdi. Sabah çok güzel bir şekilde uyandım ve ister istemez ayakalrım beni mutfağa götürdü. Almayadan gelen babaannem benden Pandispanya yapmamı istemişti ama pasta şekline sokmadıktan sonra benim için pek anlam ifade etmiyor. Onu kıracak mıyım? Tabi ki, Hayır! Bugün Pandispanya yerine onun ve babamın seveceği tarzda kek yapmaya karar verdim. Askerlerim tezgahta yerlerini aldılar. Yumurtalar, PudraŞekeri, Un, Limon Kabuğu Rendesi, Vanilya Esansı, Kabartma Tozu ve Tereyağ olmak üzere gözlerimin içine melül melül baktı yavrucaklar. İtiraf ediyorum, bugün ortalığı biraz pislettim! Hatta terliğimin içine bile biraz un girmiş olabilir! :) Homojen yapıdaki kekim yağlanmış kek kalıbına RainBow Cake olacak şekilde kondu ve 170 derece fırına 1 saat pişmek üzere kondu. Bu sefer 2 renk yapmak istedim. Pembe ve yeşili birbirine çok yakıştırdığım içi bu renkleri kullanmaya karar verdim. Bu yapıdaki kekte en güzel kısım ise, kestiğiniz zaman içinden fosforlu renklerin fışkırması! Tadı zaten güzel ve renklerden muhteşem olunca "yeme de yanında yat" mottosunu gütmek zorunda kalıyorsunuz sevgili okuyucularım. Öğle yemeği olarak kek mi yediniz? dediğinizi duyar gibiyim. Cevabım: Evet! :)) Yanında da Arzu'nun yaptığı muhteşem meyve suyu ağızlarımızda şenlik yarattı resmen! 2 renk güzel ama ben cıvıl cıvıl rengarenk sevdiğim için bir dahaki sefer yine çoklu renk sistemini kullanacağım. Kendimi yememek için ansıl zor tutuyorum bir bilseniz.. Hayır! Hayır! Mutfağa gitmek yok! :)
Bu arada rüyamda kocaman bir pasta yapıyordum. Yan tarafımda da Wüsthoff Şef Çantası duruyordu. Ahhhhh! Ahhhhhh..! Yürek dayanır mııııııı?! Bir yerlerden bulmalıyım! Bir yerlerden bulmalıyım! Bir yerlerden bulmalıyım! :)
Bon Appetit!

Ağustos Mu Dedin?! Bol Çikolatalı Fındıklı Pasta mı???

Havaların inanılmaz bunaltıcı olmasından dolayı, insan ellerini kaldıramayacak duruma gelmiyor değil! Sıcakları geçtim ama şu nem yok mu?! Yok yani.. Yapılan herşey pörsüyor!  Global ısınma gelmedi diyordu çoğu arkadaşım, alın size global ısınma! Hala farkına varmadıysanız eğer tabi.. Sıcakların gün be gün bizi yapış yapış yaptığını varsayarsak, ben yine ve yeniden kolları sıvadım ve doğum günü çocukları Arzu, Arzu'nun eşi Gökhan ve mükemmel babam için bir pasta yapayım dedim. Butik pasta kavramından çıkıp normal bildiğimiz pastane pastası türünü yapmayı tercih ettim. Hedefim, Bol Çikolatalı Fındıklı Pasta yapmak! Tamam.. Tamam... Bu sıcaklarda çok tehlikeli bir seçim olduğunu bende biliyorum! Daha önce yapmadığım bir şey olmalıydı ne yapayım! :) Ahhh! Bırakın beni mutfakta yaşayayım! İleride kesinlikle kendi evimde açık mutfak olmalı yoksa herhalde kimseyi göremem. :) Daha merak ettiğim ise, "Acaba çok kilo alacak mıyım?" sorusunu da geri planda bırakıyorum farkına vardıysanız! :)) Sessizce mutfağa girdim. Mis kokulu Tereyağ, Bitter Çikolata, Kakao, Pudra Şekeri, Yumurtalar, Rondoda da ince çekilmiş fındıklar veeeee babamın koleksiyonundan Metaxa Konyak, pasta olmak için hazırlandılar. Askerlerim kenarda beklerlerken, ben her zamanki gibi önceden fırınımı 180 dereceye ayarlayıp ısıttım. Ben Marie tarzında ( içi su dolu bir tencerenin üstüne kaseyi koyun ve ne eritmek istiyorsanız eritin) çikolata ve tereyağını erttim ve soğuması için kenara bıraktım. Ayrı bir mayonez kasesine ise, kakaoyı eledim ve üstüne PudraŞekeri ve Yumurtaları koydum. Mixerle güzelce çırpıp baş döndüren erimiş çikolatalı karışıma ilave ettim. Konyakta içine bir güzel koyuldu. Ohhhhhh!! Başınız döndü değil mi? Fındıkları ilave etmeyi unutmadım tabi ki sevgili okuyucularım. Yuvarlak bir kalıba koydum ve içine 2 parmak kadar su koyduğum tepsinin içine kalıbı koyup 45 dakika kadar pişirdim çocuğumu. Fırından çıktıktan soora yaklaşık 5 saat kadar buzdolabında beklettim. Daha fazla bekleseydi aroması daha güzel karışırdı ama kendisini akşam yemeğine yetiştirmeliydim. Üzeri sosu için ise, yine Ben Marie usülü Çikolata, Tereyağ, Süt ve Vanilyayı erittim ve buzdolabında uzunca süre bekleyen cicimin üzerine döktüm. Pastacığımın kenarlarını süslemek için ise, kalan fındıkları spatula yardımıyla ( ki biraz elde kullandım) yapıştırdım. Üzerine aslında daha başka süslemelerde yapılabilirdi. Şahsen, sade olan şeyleri daha çok seviyorum! :) Voilaaaaaa! Pastamız hazır olduuu!!!  Güzelce akşam yemeği yedikten sonra, kırmızı şaraplar açıldı. Pasta mumlarıyla masaya kondu. Serrayla ikimiz pastanın tadına hasta olduk! Özellikle bayanların muayyen günlerinde veya sevgilileriyle kavga ettikleri günlerde yemelerini tavsiye ederim! İnanılmaz seratonin yuvası kendisi! Gerisi hikaye benden söylemesi! :)) Babamlara biraz ağır geldi. Ehhh! Saçlara ak düşünce böyle oluyor! Bunu duysa beni kıtır kıtır keser herhalde! :)) Marketten alınma Meyveli Pasta ile güzelim pastamı aldattılar o ayrı! Hala çok kırgınım! :)  Ertesi gün tartılmamak üzere, biz afiyetle yedik! Ohhhhh! Canımıza değsinn!!!! :))))
Bon Appetit!

Japonyadan Gelen Akışkan Tatlı ve Yola Devam



Sevgili okuyucularım, Japonya'ya devamlı giden kuzenim Umut, sağ olsun benim değişik tatlar sevdiğimi bildiği için oraya has bir tat getirmiş! Yeşil çaydan yapılan bu tatlıyı annemler hiç sevmedi ama ben bayıldım. Kutuyu açtığınızda iki çeşit tatlı çıkıyor. Eğer yumuşacık şeylere dokunamıyorsanız, kesinlikle size göre değil! Elde akışkan bir yapıya bürünüyor kendisi.Tadı mı.. hmmm.. Hafif plastikimsi hafif tatlı ve hafif tuzlu diyebilirim. Sizinle aylardır mutfaktaki maceralarımı paylaşıyorum ve paylaşmaya da devam edeceğim. Eğer bir gün iyi bir şef olmak istiyorsam, her türlü lezzeti bilmek istiyorum ki kendimin en iyisi olabileyim. Eğer benim gibi sizinde imkanlarınız sınırlıysa, görüyor olmalısınız ki, imkansız diye bir şey yok! Bugün izlediğim bir filmde şöyle diyordu; "Başarı, çok çalışmak ve yetenekten gelir.. Şanstan değil.." Karşılaştığım neredeyse herkes bana ileri de çalıştığım mutfakta çok çekeceğimi söylüyor. Evde yapmak gibi değilmiş. Sanki farkında değilim de ben bunun! Kapalı bir kutu içinde yaşıyorum zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz sevgili okuyucularım. Ben sadece inanılan bir şeyin gerçekleşebildiğini, kendime de ve tanık olarak size de kanıtlamak istiyorum! Zor mu? Evet! Zor yanları var! Bir yerleri kesmeler, ağlamalar veya zırlamalar gibi. Bazen kitlendiğim anlarım bile oluyor, ki buna siz de şahit oluyorsunuz. Sonra derin bir nefes alıp yoluma devam ediyorum. Çakıl taşlarının ayaklarımı kanatmasına izin vermiyorum. Çünkü sadece inandığım şeyi ben başarabilirim. Sadece vazgeçmeyin.. İnanmaya devam edin ve çok çalışın.. Şu kıvrım kıvrım duran yeşil şeylerden şu anda da afiyetle mideye indiriyorum , evet! Ben inanırsam, herkes inanır. Ben inanırsam, istediğim şey olur. Bunu asla unutmayın! Kendinize sizde benim gibi söyleyin..! Hadi! Ne duruyorsunuz!
Bon Appetit!

Bir Güzeldir Çeşme..



Merhabalar sevgili okuyucularım! Çeşmede harikulade bir tatil geçirdik Serrayla. İlk önce normal bir tatil gibi başlayan yolculuğumuz ilk akşam Tuvalde inanılmaz bir yemek yedikten sonra Gurme Trip olarak adlandırdığımız bir serüvene dönüştü. Tuvalde fiyatlar gittiğimiz her yerden yüksekti fakat balıkların lezzeti gerçekten inanılmazdı. Üstüne Damla Sakızlı Muhallebi de yemeği ihmal etmedik tabi ki. Verdiğimiz paraya değdi mi? Değdi! Ama sanırım bütün yolculuğumuz boyunca en fenası El Beso adlı restauranttı! Ah! O müthiş Gelatolardan yiyelim diye gittiğimiz mekan adeta tıklım tıkış! Masada oturuyorsunuz ve yan masadaki 1 karış ötenizde! Bir şey konuşabilmek imkansız! Yemeklerden bahsetmeye dilim varmıyor inanın! Tamam! Gurme değilim ve hatta olmam içinde bir ömür gerekir fakat ağız tadımda var yani! Serra, normal bir Funghi Pizza söyledi kendisine bende Paella söyledim. Şu kadarını söyleyeyim, ben evde bin kat daha güzel Paella yapıyorum!!! Heyyyy gidi Mezzalunammmm!!! Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim, garsonları özellikle seçmişler! Onlar bir harikaydı! Özellikle erkekler kız garsonlara ağızları açık bakıyorlardı diyebilirim! :)) Yemekleri yiyip apar topar oradan kalkıp Damla Sakız Kikörü meşhur Orta Kahve'ye gittik. Orta Kahve, tam meydanda insanları rahatlıkla izleyebileceğiniz bir mekan. Garsonları suratsız. Serrayla Türk Kahvesi içelim dedik.İçtikte..! Fakat inanın bir Türk Kahvesine 8TL vermek bana koydu. Sanırım bütün tatil boyunca bir tek ona verdiğimiz para koydu bize diyebilirim. Hemen seri ve kıvrak bir şekilde oradan kalkıp Lavanta'ya gittik. Lavanta en sevdiğim çiçektir bu arada. İsmine bile dayanamam! :)  İstanbul, Ortaköyde de bir lokasyonu bulunan, Lavanta neredeyse her akşam gidip birkaç kadeh kırmızı şarap içtiğimiz bir mekan haline birle geldi! Huzurlu, sakin ve seçkin bir mekan olarak nitelendiriyorum orayı ben.. Yemek sonrası bizim gibi sakin ve rehabilitasyon kıvamında bir tatil geçirmek istiyorsanız, mutlaka oraya gitmelisiniz! Ertesi akşam da Yaya adlı mekana gittik. Yaya, dekorasyon bakımında beyaz ağırlıklı ve yalın fakat rahat rahat yemek yiyebileceğiniz bir yer. Orada Tavuk Külbastı ve Yaya Kebap yedik. Başlangıç olarak verilen yemekler en güzel Yayadaydı. Özellikle önce verilen yağ-ekmekler ve Risotto Topları şahaneydi! Yaya Kebap dışında başka şeylerde yenilebilir. Öyle ahım şahım bir yemek değil bu arada. Yayadan kalkıp Alaçatı sokaklarını turlarken canımız tatlı çekti. Alaçatıda her yer Damla Sakızı! Artık, öööggghhhh! diyorsunuz! Değişik bir şey tadalım dedik ve İstanbulda Kanyonda da olan FunFöndüden birer kap yedik! Nasıl ağır geldi anlatamam size! Gece ikimizde uyuyamadık! :)) Keşke Bitter Çikolatalı versiyonuda olsaydı ama sütlü çikolata ve beyaz çikolatalı hali mevcut orada. Yazlık bir mekanda bence uygulanan bir strateji hatası! İnsan mide spazmı geçirebiliryor, nitekim biz yaşadık! :) Gelelim en güzel yemeğimizeeeeeee sevgili okuyucularım! Kesinlikle Kalamata! Yeni oteli de açılan Kalamata tam anlamıyla ziyafet çekebileceğiniz bir mekan. Çalışanlar güleryüzlü ve ilgili. Dekorasyonu otantik ve size sanki Yunanistandaymışssınız hissini uyandırıyor. Müzikler ise ortamla uyumlu. Diğer mekanlarda ispanyolca ile başlayıp Serdar Ortaç müziklerine dönüyordu. Biz tam bir yemek almak yerine ortaya bir sürü başlangıç söyledik. Ahtapot'un tadı insanın damağında kalıyor. Balık böreği, jumbo karidesler ve kalamarlar havada uçuştur :)) Ama yemeğin en güzel kısmı sonundaki tatlıydı. Balıkçılarda genelde bulabileceğiniz Fırında Tahin Helvası ina-nıl-mazdı!!!! Tadı kıvamı tam yerindeydi. Nefes almadan yedik resmen! Özellikle sevgilinizle gitmenizi tavsiye ederim! Ortam sizi romantik olmaya zorluyor! Hatta zorlamıyor ister istemez oluyorsunuz! :) Alaçatı sokaklarında her yerde İmren Pastanesini görebilirsiniz. Bizim uğrak yerimiz oldu. Damla Sakızlı Kurabiyeleri ve yine alıp hediye olarak götürebileceğiniz kendi yapımları Damla Sakızlı Türk Kahvesi insanı kendinden geçirtiyor. Ayrıca, oturup kahve içerken insanları seyretmek istiyorsanız, Köşe Kahve'ye veya 15 Eylül Kıraathanesine oturabilirsiniz. Neredeyse herkes 15 Eylük Kıraathanesine oturuyor. İçki içip ayrıca yemekleri yüzünden yiyemediğimiz El Beso'nun Gelatolarını da orada tadabildik. Karamelli italyan dondurmasının mavi renkte olması ilgi çekici ama yerken ne yediğinizi unutuyorsunuz. Acaba vanilyalı mıydı diye kendimize sormadık değil! :) Bütün tatil boyunca yediğimiz en güzel ikinci yemek ise, Şişerka'daydı! Mezeleri şahane! Özellikle Muhammara'yı yemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Kömürde yapılan Tavuk veya Kırmızı Et Saç Kavurmaları ağızda dağılıyor. Tek kötü yanı etrafta uçuşan kara sineklerin ayaklarınızı ısırması! Ama buna da çare bulmuşlar! Garsonlar direk sinek kovucu spreylerden getiriyor! Ve unutmadan, oraya gittiğinizde, eğer içki içiyorsanız, kesinlikle Testi Şarabından içmelisiniz sevgili okuyucularım! Son akşamımızda ise, artık nerede yesek diye düşünürken, yolun üstünde VeriaHan diye bir yer gördük ve hemen oturduk. Aynı zamanda Butik Otelde olan bur mekanın sahibi Avusturyalı bir beydi. Yemeklerde doğal olarak o amntıkla yapılıyor. Fiyat olarak yüksek değil. İsmini unuttuğum Avusturyalı Bey'le yemekler hakkında bayağı sohbet etme şansına sahip olduk. Özellikle Schnitzel'i meşhurmuş. Ehhhhhh yani! :) Tattık mı? Tattık! :) Hoş aklım Serra'nın yediği İspanyol uslü Badem Soslu Tavukta kalmadı değil. :) Benim yediğim, Saç Kavurması ise, fena değildi. Tatlı menüsü harika gözüküyordu fakat akşama kadar tatlı menüsünden sadece Çikolatalı Sufle kalmıştı. Afiyetle yedik! :)
Çeşme tatili bir harikaydı ama dönüş daha güzeldi.. :)
Bon Appetit!

SİHİRLİ YAKUT



Vaktiyle bir nehir kenarındaki mermerden yapılmış bır şatoda çok güzel bir prenses oturuyormuş. Bu çok zenginmiş. Nehrin geçtiği bütün yerler onunmuş. Bu kızla kim evlenmek istediyse kız herkes tarafından geri çevrilmiş. Çünkü prenses evleneceği kimsenin büyük bir kahraman olmasını arzu ediyormuş.

Bir gece şatosunun balkonunda otururken çok uzaklarda bulunan bir dağın tepesindeki yıkık bir binanın, birden bire aydınlandığını görerek hayret etmiş ve hizmetçilerden birini çağırmış.

Prenses :

- O harabe aydınlandı, acaba içinde oturanlar mı var? diye sormuş.

Hizmetçi :

- Her sene paskalyadan bir gece evvel, orası aydınlanır. Birçok cüce gelip, toprakları kazarlar, orada gömülü olan yakut taşını ararlar, demiş.

Prenses de bu taşı aratmak istediğini söylemiş. Hizmetçi bu cücelerin hainliğinden uzun uzadıya söz etmişse de prensesi kararından caydıramamış. Bunun üzerine her tarafa prensesin evlenmek arzusunda olduğu duyurulmuş. Bu nedenle yabancı ülkelerden birçok ve birçok zengin aile çocuğu oraya gelmişler. Prenses onlara sihirli yakutu kim getirirse onunla evleneceğini söylemiş. Taliplerden kimi bu işi göze alamayıp geri dönmüşler. Paskalya'da bir gün evvel, silahlı ve yakışıklı bir genç gelip bu işe gönüllü olduğunu söylemiş. Bu gence karşı kalbinde bir sevgi uyanan prenses sevinçle ona :

- Oraya gitmenin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musunuz? diye sordu.

Genç :

- Biliyorum ama arzunuzu yerine getirmek için bu tehlikeye hazırım, demiş.

Bunun üzerine prenses :

- Şartımdan vazgeçtim, zira benim yüzümden tehlikeye atılmanıza razı değilim, der.

Genç :

- İltifatınıza teşekür ederim, ama oraya gitmezsem size hayat arkadaşı olmaya layık olamam, der.

Cesur genç atıyla hemen yola çıkıp aydınlanmış harabelerin önüne gelmiş. Birdenbire cüceler onu kuşatmışlar. Bunlar ellerinde sivri kazmalar olduğu halde pire gibi sıçrıyorlarmış. Cüceler bu genci tutup içeriye götürerek, şeflerinin huzuruna çıkarmışlar.

Şef, gence :

- Burada ne arıyorsun? Hiç işitmedin mi ki buraya gelen sağ çıkmaz, fakat korkma ben yiğitlerden hoşlanırım. Burada uzun araştırmalardan sonra, bu defa bulabildiğiniz fevkalade bir yakutu sana göstereyim :

- Şu bardağı da al, içinde buradaki kaynaktan alınan saf bir su var; bunu içersen dostumuz olursun, der.

Cesur genç :

- Taşı iyice göreyim, suyu sonra içeyim, der.

lerin şefi yakutu vermiş, sonra bardağı uzatmış. Genç suyu içeceği zaman kulağına :

- Bu zehirdir, sakın içme ve hemen buradan uzaklaş, diye bir ses gelmiş.

Bu söz üzerine genç hemen bardağı atıp, atına bir kamçı indirmiş ve kuş gibi uçup prensesin yanına giderek, yakutu ona vermiş. Biraz sonra şatoya bir kaç cücenin geldiğini haber vermişler. Prensesle cesur genç onları görmek için kuleye çıktıklarında, cücelerden biri onlara :

-u verin yoksa size büyük bir kötülük yaparız, diye bağırmış.

Prenses de ona :

- Yakutu bana kahraman bir şovalye vermiştir, diye cevap vermiş.

Bu sözler söylenir söylenmez, yakuttaki sihir kuvvetiyle harabenin kayaları şiddetle sarsılarak bütün harebe nehre yuvarlanmış ve içindekilerin bir kısmı taşların altında ezilerek, bir kısmı da nehirde boğularak ölmüşler.

Prenses bu yakutu gerdanına takmış ve bu cesur gençle de evlenerek mesut ve bahtiyar olmuş

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...