Adil Paylaştırma

Aslan, kurt ve tilki arkadaş olup avlanmaya çıkmışlar. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan avlayan kafadarlar avlarını bir mağaraya getirmişler. Aslan kurda dönerek “Hadi bakalım!” demiş. “Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Demiş.
Kurt ezile büzüle: “Ey büyük sultanım.” Demiş. “Şu öküzü siz buyurun, keçi benim, tavşanda tilki kardeşin olsun.” Demiş.

Aslan birden çok kızmış. Ve “Bre küstah!” demiş. Sen kim oluyorsun? Ben varken sana pay etmek düşer mi?” Sonra da bir pençe darbesiyle kurdu yere sermiş. Bu kez tilkiye dönüp “Öyle aval aval bakma da paylaştır şu avları bakalım.” Demiş.

Tilki “Pay etmek haddim değil ama madem emir buyurdunuz söyleyeyim. Tavşan sabah kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz olur. Keçiyi de akşam yersiniz.” Demiş.

Aslan bu paylaştırmadan çok hoşlanmış ve tilkiye, bu kadar adil bir paylaştırmayı nereden öğrendiğini sormuş. Tilki de: “Yüce efendim!” demiş. “Şu haddini bilmez kurdun halinden öğrendim.” Demiş.

Adam Olacak Çocuk

Sultan II. Murad, şehzade Alaaddin Çelebi'nin vefat etmesi üzerine son derece üzüldü. Balkan ülkeleriyle on yıl süreli ikili anlaşmalar yaparak devlet işlerini on iki yaşındaki oğlu Sultan Mehmet'e bırakarak Manisa'ya çekildi.

İşte bu gelişmeler Macar kralı Ladislas için kaçırılmaz bir fırsat demekti. Derhal Osmanlılarla yaptığı antlaşmayı bozan Ladislas, savaş hazırlıklarına başladı. Haçlı ordusu Kasım ayının dokuzuncu günü Varna şehrine girdi. Müttefikler ordusunun saldırı hazırlıkları yaptığını haber alan Osmanlılar ise derhal bir harp meclisi topladılar.

Bu mecliste Sultan Murad'a mektup yazılmasına karar verildi. Bu mektupta Sultan Murad'a derhal tahtına çıkmasının gerekliliği bildirilmişti. Sultan Murad ise mektuba şöyle cevap veriyordu;

- "Oğlumuz Sultan Mehmed'e hilafet makamını ve saltanat tahtını devretmekten maksadımız, bundan böyle istirahat etmekten ibarettir. Padişahlık kendine lazımsa din ve devleti korusun!" Bunun üzerine Sultan Mehmed babasına ikinci bir mektup yazarak şöyle dedi;

- "Cihan sultanlığı kendisine ait ise, tahtının başına gelip düşmana ders vermesi farzdır. Yok padişah biz isek işte emrediyorum. Derhal ordunun başına geçin. Verilen emre uymak üzerinize elzemdir!"

Bu güzel emri alan II. Murad ordunun başına geçmiş ve Haçlı’ları Kosova’da büyük bir yenilgiye uğratarak tarihimize altın bir sayfa eklemiştir. 12 yaşında padişah olan küçük Mehmet ise 21 yaşında İstanbul’u fethederek Fatih ünvanını almıştır.

YAŞAMAK

   Çıplaklığın kutsandığı, şeffaflığın yuhalandığı çağlardan geçiyoruz.
    Elbiselerin altındaki şehvet altın tepsilerde sunuluyor . Lakin kimsenin kimseye bakmadığı zamanların çocuklarıyız. Acılarımızı, sevinçlerimizi, umutlarımızı görmeye de göstermeye de cesaretimiz yok . Herkes elinde defterleriyle alacak ,verecek, çalacak hesabının peşinde.
    Herkes  durumdan muzdarip olduğunu söylüyor ama bir yandan da  etraftaki kalbini birbirine tüm yorgunluğu ve umudu ile açmışları izliyor kuşkuyla . Merakla bekliyor ne zaman pişman olacak,vazgeçecek; ne zaman insana olan inancını yitirecek ne zaman anlayacak dostluğun , arkadaşlığın , aşkın  yüz yıl öncesinde kaldığını diye diye.
    
 İnsan doğduğu gibi gidebilse keşke bu dünyadan yalansız riyasız
    Kimsenin eline bulaşmasa insanoğlunun kabullenilmiş  zalimliği.
    Zor
    Zor çünkü kimsenin kendinden başkasını sevmeye cesareti yok.Kimse kendinden olmayana tahammül edemiyor, herkes duymak istediği sese açmış kulağını yalnızca, herkes görmek istediğini görüyor. Bin yıllarca kalabalığı ile var olmuş bu topraklarda herkes kendi ıssızlığının esaretinde.
     
Durdurulamayan bir sahip olma tutkusuyla yorarak ,yorularak, yok ederken yok olarak atlıyoruz yılların üstünden.  Üzerinde sahiplik kurmadığımız ilişkiler geliştiremiyoruz. Kalbin sesine kulak vermeyi yediremiyoruz o mükemmel insan egomuza.Kimsenin yavaş yavaş özenle bir ilişki kurmaya gönlü yok. Aşkı da dostluğu da iki durak arası yol üstü barlarında bulup , kaybediyoruz. Bir de bunun normalliğine inandırıyoruz zavallı zihnimizi.
     Oysa yaşamak tüketmek demek değil .
      Çaba gerektiriyor,sakin sakin el birliğiyle kurulan hayatlarda kendi dışındaki şeylere de yaşama hakkı vermeyi gerektiriyor.
      Yaşamak sevmeyi gerektiriyor.Senden olmayanı,sana benzemeyeni , farklıyı da sevebilmeyi gerektiriyor.   
       
Bazen  insanın aklının almadığı , kalbinin dayanmadığı bunca kötülüğe, cinayete, acımasızlığa,haksızlığa rağmen hala nasıl devam edebiliyoruz diye düşünüyorum. Nasıl oluyor da etrafımıza parçalanan patlayan kardeşlerimizin,çocuklarımızın,sevgililerimizin , umutlarımızın , aydınlığımızın bedenleri savrulurken , üstümüze ölüm yağarken, ümitlerimiz sırtından vurulurken  yaşayabiliyoruz .
Bırakıp kaçmalı mı ? Sahiden vazgeçmeli mi inanmaktan,sevmekten,direnmekten ?
       
 Sonra bir telefon geliyor küçük pembe beyaz yeni bir can yolda diye haber ediyorlar içimde kelebekler uçuşuveriyor, ya da birbirini sevip sonsuzluk doğurmaya öpüşen iki güzel kalbin şenliğinde anlamadığım ama çok iyi bildiğim bir dilde halaya duruyoruz el ele,aşkı kutlamaya.Ya da bir sabah ananemin yaşlı bedeni ve tertemiz ruhuyla çiçeğinin tomurcuğunu sevişine uyanıyorum öyle zamanlarda anlıyorum nasıl dayanabildiğimizi.
         
Öyle zamanlarda diyorum uzat elini tutacak bak karşında duruyor kocaman bir umut.Bak girmiş işte dostunun koluna geliyor sana doğru . Sıkı tut , vazgeçme , diren … Sevmek emekti hani uğruna bu kadar emek verdiğin sevmelerden sakın vazgeçme.
     
VAZ-GEÇ-ME

      

Sinderella 2 Rüyalar Gerçek Oluyor

ESKİ

Bunca öldüğümüzden midir aşka olan inancı 
hatta aşkın ta kendisini toprağa gömmemiz?
Sadece el ele değil,
toptan yürümeyi unutmuşluğumuzdan mı bu çaresizlik?
Kalabalık sokaklar,caddeler boyu ardı sıra takip ettiğimiz ıssızlık…
Kazanamayışımızı çoktan- hatta belki daha başlamadan- kabullendiğimizden mi yarışamaz olduk hayatla?
Neden tepeden tırnağa kendimize boğulduk?
Tarihte boğduğumuz herkesin ve her şeyin intikamı mı bu ?
Neden bunca korkuya esiriz ?

Sahi 
biz 
doğarken mi eskiyiz ?



24\12\13

ÇOCUĞA DAİR


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler 

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Halil Cibran


İÇ SES

Bitimsiz hesaplaşmaların bitmeyişi mi bu hayat dediğimiz mevzu ?
Tam olarak ne zaman çakmaya başlayacağız bu işlerden ?
Okular ,yollar, yıllar ,tarihler biri olmamızı salık verip dururken biz daha ne olduğumuzu anlayamamışken nasıl olacak ?
Kim işledi içimize bu teyit hissini , yalnızlığın kutsandığı ve kalabalık meydanlarda , sokaklarda , barlarda , parklarda  koynumuza sunulduğu bu çağda neden bir türlü içimiz yalnız kalamıyor? 
Adını koyamadığımız onaylanma açlığı ile sürükleniyoruz aşktan aşka ,yaştan yaşa, yıldan yıla ...
Oysa yanlışların, hataların , tüm aptallıkların üzerine kurmamış mıydık geçmişi ve hayali..
İnsan kalbi nasıl dayanıklı bu kadar acıya , kine ,ölüme, işkenceye rağmen atıyor işte inatla.
İnsan kalbi ne kadar zayıf zihnin ucundaki pamuk ipliğine bağlı ha düştü ha düşecek.

  Aklımın itaat ettiği her şeye kalbim karşı çıkıyor. Biri diyor ki zaman geçiyor , şanslar kaçıyor , durma , hadi , ne bekliyorsun ...
 Diğeri diyor ki zamandan atlama ; üstünden atlayıp geçtiğin her avarelik yakana yapışacak geri dönemeyeceksin; ikinci bir şans her zaman var ayrıca hata yapmaktan korkmana gerek yok . Sevmeye onay gerekmez diyen sen değil miydin hani gerçeklerle doğrular her zaman aynı olmuyordu şimdi n'oldu da geri vitese aldın.Yanlış yaptığını düşebilirler ama seni seveceklerdir,kabul edeceklerdir.
 Sonlu bir şeyin içindeyken yanlış mı sorusunu bu kadar sormak da gerekmiyor sanırım hepimizin avucunda ucundan kenarından kıvrılmış ; doğduğumuz evden, duyduğumuz dilden kalma bir eskilikle bize bakan sarı beyaz geçmişler var.Bugünümüz değişken , eksik ruhumuzun oyunları ile çevrili ... 
Bugünün umudu yarının kalp sıkıntısı.
Yolumu kalbimden yana çevirdim, çevirdim de işte eksik aklımın oyunları;
 düşmüyor yakamdan zihnimin çınlamaları. 
Kalbimin pişman olmayışına yaftalar yapıştırıyor arsız zihnim.
Ah tutsak bilinç 
Ya sahiden hiç kenarından köşesinden de olsa çakılmaz mı bu hayat ?
Bunca sorunun ardına 
sanırım
Yapılacak tek şey  bir bardak çaya dilenmiş bir kaç dize içmek 
Biraz şiire uyumak
Bu arada laf aramızda kalsın ama 
Şiir de gönülden yana 



UMUDU DÜRT

Ölümü kutsayan canlılar -insan olmadıklarına eminim ne oldukları konusunda kafam çok karışık- için ne demeli ; ne susmalı bilmiyorum.
Ocak’lar , Temmuz’lar , Eylül’ler geçiyor nefesler, bedenler, umutlar ,adamlar,kadınlar,analar,evlatlar geçip gidiyor .
Onlar her utanç da bir kere daha dikleşiyorlar daha da görünür oluyorlar.
 Nasıl bir canavar ki bu -adı her neyse - ölüme , hainliğe , yangınlara , kederlere doymuyor.
 
İçimizde keder bulutu nefes alacak yerimiz kalmadı, ağlayacak yaş kalmadı gözlerde  …
Susmak ağır kelimeler yetersiz …
Güvercinler de sardunyalar  da yorgun …
Umudu uyandırmak , umutsuzluğu dürtmek istiyorum istiyorum ama nasıl ?

Şiirlerin dizeleri arasına saklansak da kar etmiyor artık
Oluk oluk çamur akıyor koskoca bir tarihin sağından solundan
Çamura bulanmadan yürümek için elini tuttuğumuz yol arkadaşlarımızı sırtından vuruyorlar


Ama içindeki temizlenemez isinle pisinle yok olacaksın
Elbet yok olacaksın


Bir sabah uyandığında gece kurduğun pusulara düşmüş bulacaksın kendini
Eli kanlı canavar ölüm dilemiyorum sana


Vicdan diliyorum


Dilerim bir sabah kaybettiğin vicdanınla uyanırsın
Dilerim vicdanının sesi sağır eder yarınını
Dilerim geçtiğini sandığın her şey azap olur  
O son bakışı da
Atılan son tekmeyi de
Yatılan sessiz uykuları da
Yağan ölümleri de
Yakılan bedenleri de unutmayacağız


Unutmadan ama el ele yeniden yaşamayı öğrenirken biz


Dilerim sen de hiçliğinde boğul ...



BİR TUTAM DENİZ

Bir şehri bize sevdiren şey nedir ?
 Bir adam 
  Bir kadın , 
   Bir sokak, bir yatak , bir fincan kahve , 
     Biraz iyot kokusu , belki yorucu bir sis bulutu ...
Bir deniz ,sessiz sedasız, yaz sakinliğiyle iki kıyı arasında salınan ...
İki kıyı biri sohbet,umut,börülce salatası 
Diğeri yorgunluk,vazgeçmişlik,bırakmışlık,yalnızlık
Ruhum gibi şehirlerim de ortadan ikiye ayrılmış,
        denize küçük küçük adalar yerleştirmiş adalarına kekikler,dilekler , yeşiller maviler serpmiş 
 Denizim dalgalı 
hangi kıyıdan vazgeçsem bir şeyleri bırakıyorum ardımda        biliyorum . 
Adaları sevmem bundan belki de;  bir adada dört tarafımı  tüm denizlerim sarmışken kıyılarımın tam ortasında hiçbirinden vazgeçmeden yaşayabilmenin huzuru, 
     kekik değil huzur kokusu dolan burnuma. 
Bana bir şehri sevdiren sakin sakin salınan denizin kokusu belki de ... 

 Biliyorum boğulmak da var bir tutam mavide ...
 Ama zaten herşey bir tutam mavi uğruna değil mi ? 


Renewal


The old year has passed, and a new one begins...........
a time for renewal.
 I hope you have all passed a peaceful and Happy Festive holiday with the ones you love, and I wish you all dear readers a most Happy New Year!

KADEH

Öyleyse bütün yalnız kadehler kalksın havaya 
21.yüzyılın lanetlenmiş kadın-cıklarıydık diye geçerken aklımızdan
Bi su buharı damlasın kadehten masaya 
Kaldırır mı ki bizim masa
Özdemir Bey'in masası kadar masa mıdır bizimki ?
Yalnızlığa inat 
Ruhunu aşkın peşine salmış bedenin bi uzantısı kavramışken o kadehi 
O kadeh de bu büyük lanete doğru kalksın.
Ve belki hiç yaşamayacak olan kalp 
Bi kere daha
Çarpsın 
Hüzünlü Yalnızlığına 

ÖLÜM

  Ölüme dokunabilir misin ?
  Kaç yıl önceydi hatırlamıyorum ölümün renginden neye benzediğinden hatta varlığından dahi habersiz olduğum o en çocuk yaşlarımdı. Bir gün kim bilir nasıl gündelik bir zaman dilimindeydik o an , kapı çaldı kapıyı kim açmıştı acaba hatırlamıyorum ama gelen yengemdi. Çalıştığı için gündüz hiç bize gelmezdi yengem; o gün gelmişti ama. Kapıdan girdi annem de şaşkınlıkla karşıladı yengemi ilk sorusu ‘’ne oldu ‘’ oldu;  halbuki annem evimize gelen kimseyi ne oldu diye karşılamazdı genelde esprili bir seremoni olurdu kapıda ya da en azından hoşgeeelldiniz diye karşılardı apartman merdiveninin başında. Ama o gün büyüklerin algıladığı, sezdiği, bildiği bir anormallik vardı ve annem de ilk kez evimize gelen birini ne oldu diye karşıladı. Yengem şık çantasını kapının yanına koydu ve anneme bakarak ‘’Babam öldü’’ dedi . Sarıldılar …
  Öncesini ya da sonrasını hiç hatırlamıyorum zihnim adeta o anda kilitlemiş her şeyi. Ölümün ilk karşıma çıktığı anı düşününce birden gözümün önüne düştü bu hatıra.
    Sonra kaç yıl sonra bilmiyorum ama ölümü dudağının kenarına küçücük beni kadar sakince , tüm varlığıyla taşıyan bir esmer kızla tanıştım. Bazı annelerin ölebildiğini fısıldadı bana kirpikleri. Ölümün minicik bir bedenin içindeki o ruha ilişikliğini fark ettim. Elimi uzattım tutsun diye bir ölüm karşısında ne denirdi bilmediğim yıllardı. El ele tutuştuk o esmer kız çocuğuyla, yürümeye başladık ayrı ayrı çok defa nefesimiz kesildi. Birbirimizin hiç giremeyeceği yollara girdik sandık,durakların, güzergahların çoktan değiştiğini düşündük ama bir şekilde elimiz her defasında yine değdi birbirine. Yine ben geldim dendiğinde açıldı kalbimiz; değiştik dönüştük büyüdük. Ama kesip atamadık el ele tutuştuğumuz o tanımsız bir olma halini. Ölüm bütün gerçeği ile yeşil bir odanın penceresinin arkasında gülümsedi bize ;birlikte el salladık mezar taşlarından çok daha fazlası olduğunu bildiğimiz o bahçeye. Ölümün karasına ağladığımız anlar da oldu, ‘’ölümden ötesi de yok ki’’ yi öğrenmiş o küçük kız çocuğunun özgürlüğünden korktuğumuz anlar da …    
     Çocukluğun tüm masumiyetiyle tuttuğum elin ardından yanı başıma başka bir kadın düşüverdi. Bilemezdim sınanmaları,aşksızlıkları,tercih etmeleri edilmeleri, yolları, yılları … Kustuğunuzda başınızı tutan ilahi eller vardır ya işte o ellerdendi onunkiler, kaybetmekten korktuğun ama kaybedemeyeceğini anladığın o sonsuz duygulardandı. Ölümün hem içinde hem de çok uzağındayken ya ona da değerse diye ağladığım hastalıklı anlar da oldu.
   Tanımadığım bir bedenin içinde olduğunu bildiğim tabutun yanında gerçeğin ağırlığına yas tuttuğum da oldu .
   Zamanla Bayramlarımın yaşlı elleri de gitti bir bir ölüm denen bilinmezin koynuna.
   Biliyorum artık;
      Ölüm herkesi eşitleyen adaleti ve değdiğini eksik bırakan adaletsizliği ile dolanıyor bu koca mavi düzende.
 Ama bilmek yetmiyor anlamaya. 
   Çünkü
   Bir gün bir haber geliyor ‘Ölüyor ‘ diye
   Hemen ardından koynundaki ölümle dolanan başka biri ‘Alışırsın ‘ diyor

   Sen ölümün karanlığında, tek bir kelimenin tonlarca ağırlığı altında tüm nasıllarınla, nedenlerinle susup kalıyorsun. 

MOR

''Birini her gün anımsamaktan neden kurtulamayız
Sevdiğim bir kadın sormuştu  bunu kendine ;bu aralar sevdiğim başka kadınların her gün her an mimiklerle, otobüs duraklarında , sigara içişlerde , vapurda , bir bardak rakıda , o birini hatırlayışlarına tanık oluyorum .''
    Demişim günün birinde bir köşeye . 
    Çok şey değişti mi galiba hayır , hatırlamak  bütün kadınlar gibi benim ve hayatımdaki kadınların da elinde  hançer. Zaman zaman kınından çıkarıp usulca kalbimize sapladığımız o ağır hareketin arttırdığı acımızla belki tuhaf bir rahatlama duyduğumuz ...
     Çok eskide; bir sokakta, kirli ,dağınık ve terk edilmiş bir evde kaldığını sandığımız hancerimiz; bazen  bir kadının eliyle yeniden kanatıyor bizi. Bir fotoğraf mesela, vazgeçtiğini öpen o  kadının gözünden fırlayıp saplanıyor ruhuna acısını tanıdığın bildiğin adına hatırlamak dediğin hançer. 
     Hazırlamak bizim mor lanetimiz !
     Üstelik tüm unutmaların koynunda . 
     Unutulmuşluğun dudaklarında .
     Vazgeçmişliğin kederinde
     Gitmelerin ve gelmelerin duraklarında 
     Sokaklarda 
     Rüyalarda 
     Zamansızlığıyla 
     Tüm arsızlığıyla 
     Hesapsızlığıyla 
     Sadece kendi karar verdiği anda 
     O an kapıyı çaldığında 
     Ansızın kalbine,ruhuna ve bedenine saplanan 
     Varlığına saplanan 
      Mor bir lanet 
     Bizim müthiş lanetimiz...
     


Winter Sea


It was a blue, blue sky day today, so I took a walk round from Crantock to Vugga Cove and Polly Joke.




As the sun began to set, I sat on a tuft of thrift and just blissed out watching the light dancing on the water....





(Pssst, wasn't the dancing on 'Strictly' sensational tonight!!!!!)
 x x x

Calstock to Cotehele


I now spend a good deal of my time in Calstock, as this is where J lives. Together with Morwelham Quay Calstock was once the bustling centre of mining in the Tamar Valley, and during the 19th and early 20th Century the village thrived off market gardens and the flower growing industry, particularly daffodils and narcissi, which grew well on the south-facing steeply sloping sides of the valley and were sent to the flower markets of London by rail. Mum and Dad were coming to visit nearby Cotehele House today, and as it was lovely and still and sunny I decided to walk there.....this is my route......


The enormous viaduct which still carries the railway line dominates the valley, and terraces of small cottages are nestled into the cliff beneath.





 When the train goes over (and it is only ever two carriages long) it has all the appearance of a little toy chuff-chuff trundling along!

 

The road follows the gently flowing Tamar River, with Cornwall on this side, and Devon on the other.


along the road are dotted little interesting sheds and outhouses.....


including this old railway carriage.


Next comes the boatyard...


  and then you can look back at the viaduct in all its glory.




 At the bend in the river the path begins to climb steeply up through the woods towards Cotehele House......and glimpses of the garden can be seen. Below is the old stone dovecote.


Cotehele is now owned and protected by The National Trust. The Tudor Manor House is built around an inner courtyard



 At this time of year the main attraction in the Great Hall is the magnificent flower garland, created from over 40,000 individual flower heads as well as a mass of foliage, all grown in the garden and arranged over ten days by enthusiastic helpers. It is a Cotehele tradition that has been going on for years; quite how long I'm not sure. The enormous garland is suspended from the ceiling from one end of the Hall to the other.



 The fire had been lit and that wonderful smell of wood burning filled the air



A close-up of the garland reveals just how colourful it is and how many different flowers are used, but they are all varieties that dry well and so will remain looking good right up until Christmas.




The jaw bones of a whale adorn either side of this door, and a different flower garland of pink, purple and white.


 Pots on a side table contained all the different flower varieties that have been used to make the garland this year.


Dad wisely stayed in front of the warm fire whilst Mum and I had a look around the craft gallery. On the ground floor we found the 'Victorian Library', with an old restored harmonium which the public were invited to play. 


So Mum had a go and played a few merry tunes!



 The East front of the house....


with terraced gardens overlooking the valley towards Calstock. The afternoon sun was lighting up the trees beautifully.







 In the large orchard they have planted many old Cornish varieties of apple which were in danger of dying out. Kim Cresswell has created this living willow sculpture of man and horse.






  Lovely reflections.....I was thinking that trees at this time of year almost have the same appearance above ground as below....the bare branches look much like roots.


 After a nice warming cup of hot chocolate and piece of shortbread I said goodbye to Mum and Dad and headed back down the path through the woods; Calstock and the viaduct all lit up now in the setting sun.


The beech leaves are all hung out to dry.....


 A flash of red here and there......



On the wall by the roadside the most wonderful reindeer moss.....



 Back in the village I pass the little gallery,


and 'Make New and Mend', a second-hand clothes shop as well as an alteration service. These are the only retail outlets in Calstock apart from the general grocery store. It is a quiet, gentle place, a little bit bohemian, at the end of a dead-end, and I love it. Hope you enjoyed seeing a bit of it too. x x x


Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...