YAŞAMAK

   Çıplaklığın kutsandığı, şeffaflığın yuhalandığı çağlardan geçiyoruz.
    Elbiselerin altındaki şehvet altın tepsilerde sunuluyor . Lakin kimsenin kimseye bakmadığı zamanların çocuklarıyız. Acılarımızı, sevinçlerimizi, umutlarımızı görmeye de göstermeye de cesaretimiz yok . Herkes elinde defterleriyle alacak ,verecek, çalacak hesabının peşinde.
    Herkes  durumdan muzdarip olduğunu söylüyor ama bir yandan da  etraftaki kalbini birbirine tüm yorgunluğu ve umudu ile açmışları izliyor kuşkuyla . Merakla bekliyor ne zaman pişman olacak,vazgeçecek; ne zaman insana olan inancını yitirecek ne zaman anlayacak dostluğun , arkadaşlığın , aşkın  yüz yıl öncesinde kaldığını diye diye.
    
 İnsan doğduğu gibi gidebilse keşke bu dünyadan yalansız riyasız
    Kimsenin eline bulaşmasa insanoğlunun kabullenilmiş  zalimliği.
    Zor
    Zor çünkü kimsenin kendinden başkasını sevmeye cesareti yok.Kimse kendinden olmayana tahammül edemiyor, herkes duymak istediği sese açmış kulağını yalnızca, herkes görmek istediğini görüyor. Bin yıllarca kalabalığı ile var olmuş bu topraklarda herkes kendi ıssızlığının esaretinde.
     
Durdurulamayan bir sahip olma tutkusuyla yorarak ,yorularak, yok ederken yok olarak atlıyoruz yılların üstünden.  Üzerinde sahiplik kurmadığımız ilişkiler geliştiremiyoruz. Kalbin sesine kulak vermeyi yediremiyoruz o mükemmel insan egomuza.Kimsenin yavaş yavaş özenle bir ilişki kurmaya gönlü yok. Aşkı da dostluğu da iki durak arası yol üstü barlarında bulup , kaybediyoruz. Bir de bunun normalliğine inandırıyoruz zavallı zihnimizi.
     Oysa yaşamak tüketmek demek değil .
      Çaba gerektiriyor,sakin sakin el birliğiyle kurulan hayatlarda kendi dışındaki şeylere de yaşama hakkı vermeyi gerektiriyor.
      Yaşamak sevmeyi gerektiriyor.Senden olmayanı,sana benzemeyeni , farklıyı da sevebilmeyi gerektiriyor.   
       
Bazen  insanın aklının almadığı , kalbinin dayanmadığı bunca kötülüğe, cinayete, acımasızlığa,haksızlığa rağmen hala nasıl devam edebiliyoruz diye düşünüyorum. Nasıl oluyor da etrafımıza parçalanan patlayan kardeşlerimizin,çocuklarımızın,sevgililerimizin , umutlarımızın , aydınlığımızın bedenleri savrulurken , üstümüze ölüm yağarken, ümitlerimiz sırtından vurulurken  yaşayabiliyoruz .
Bırakıp kaçmalı mı ? Sahiden vazgeçmeli mi inanmaktan,sevmekten,direnmekten ?
       
 Sonra bir telefon geliyor küçük pembe beyaz yeni bir can yolda diye haber ediyorlar içimde kelebekler uçuşuveriyor, ya da birbirini sevip sonsuzluk doğurmaya öpüşen iki güzel kalbin şenliğinde anlamadığım ama çok iyi bildiğim bir dilde halaya duruyoruz el ele,aşkı kutlamaya.Ya da bir sabah ananemin yaşlı bedeni ve tertemiz ruhuyla çiçeğinin tomurcuğunu sevişine uyanıyorum öyle zamanlarda anlıyorum nasıl dayanabildiğimizi.
         
Öyle zamanlarda diyorum uzat elini tutacak bak karşında duruyor kocaman bir umut.Bak girmiş işte dostunun koluna geliyor sana doğru . Sıkı tut , vazgeçme , diren … Sevmek emekti hani uğruna bu kadar emek verdiğin sevmelerden sakın vazgeçme.
     
VAZ-GEÇ-ME

      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...