BOK .... MALUM

Aslında her şey bok gibi .
Bireysel bir durumdan bahsetmiyorum.  
Her yer her zaman boktu.
Bu kanalizasyonda yaşamak gibi.
  Neden böyle, nasıl düzelecek benim zavallı zihnim kavrayamıyor artık. Bunca pisliğin içinde hala nefes alabiliyoruz , kimse kederinden ölmüyor hala kurşunla, bıçak darbesiyle , füzelerle ölüyoruz. Nasıl oluyor da yaşayabiliyoruz .
  Mesela annem geçen gün fesleğenin saksını değiştirdi anneannem dedi ona da ‘’saksını genişlet ki büyüsün‘'. Bizim fesleğen daha büyük bir saksıda artık ama hala çocuklar ölüyor.
 Bir fotoğraf yollamış arkadaşım deniz tuzu bulaşmış bir fotoğraf mutluyum demiş , ama hala bombalar patlıyor sahillerde çocukların kafasında.
  Bir kadın kadın cinayetleri dursun diye çığlık atmış bugün ve başka kadınların ölüme karşı yaşamı savunmalarını fotoğraflamış ama hala ölüm yağıyor kadınların başına.
 Mesela ben biraz önce kendimden bildiğim bir ‘’ayna kadınla’’ konuştum geleceğe dair umutlu kelamlar ettim ama bugünde öldü onlarca gelecek.

 Yeni değil burnumuzdaki bu bok kokusu. Belki bok değil belki kan belki gam …
 Ama işte hepimizin bildiği bu toprağı , toprağın muhteşem özgürlüğüne rağmen , saran o koku …

O adadaki poyrazı özlediğim geçiriyorum bazen içimden sonra utanıyorum , sonra bir an saksısı genişleyen fesleğeni seviyorum ,öpüyorum anneannemden öğrendiğim gibi ama biliyorum , görüyorum,UNUTAMIYORUM  vahşinin kinini. Herkes nasıl da anlamış hayatın sırrını , herkes nasıl da biliyor nedenleri , global ilişkileri !! herkes nasıl da ezber etmiş bu yeni bir şey değil ki demeyi  .

 Bir ben eksik akıllı …

Her yer gam kokuyor , kundakta yastıklara iliştiriliyor buralarda bu acı mirası . Her devre denk getirilen bir keder , her devirde insanı insan olmaktan , fesleğen koklamaktan , deniz kenarında oturabiliyor olmaktan utandıran bir vahşi. Saçtığı dehşet.
 Ben bir eksik akıl .. Oturduğu balkonda nefes almayı başarmak için fesleğen koklayan , bir boka yaramayacağını bildiği halde bunları yazan bir aptal .

      Göz görmeyince akıl katlanıyor belki  ama insan dediğin de safi akıl değil ki …

  

''Fal''...

Ne düşünüyorsam onu söyledin be kadın....

Aklımdan geçen ne ise onu dillendirdin sen sadece....

Marifet sende değildi yani...

Hepimizin hayatında var kötü biri ve iyi olmasını diledikleri....

Aynaya baktım senden sonra, çalışan biri olduğum belli oluyor tabi... Yaşımı da anlamak zor değil, gizlemeye çalışsam da saçımın beyaz tellerini, ellerim, çizgilerim ele verir elbet beni....

Gözlerimden anlarsın tanımasan da... Renginden değil; dolar, taşar, güler... Gözlerim anlatır hep içimde gizlediklerimi.

Bir boydan bakmaya bakar ''Masal''ım olduğunu anlamak... Enseme kazıtmışım adını...

Parmakta yüzük yok, izi de yok... Belli ki bekarım... Ama minicik bir kalp dövme saklanmış yüzük olması gereken parmağın gizli bir yerlerine.... Aşk'a umudu var bu kadının yine de...

Biraz edebiyat bilmen yeter, inandırmak için kendine...

İnanmak isterim tabii ben de...

İşte asıl mesele de bu....

Marifet sende değil yani...

Dilerim, inanırım, inandığımı da yaşarım... Yaratılıştan, Yaratandan... Bir lütuf belki de... İyi ki....

İnanmayın fallara, yalancı onlar... Yolunuzu çizin diye doğuştan verilmiş kalem sizin elinize.... Dileyin, olur!!! Olmuyorsa da sabredin; olur!!! Tam bitti dediğiniz anda gelir sizi bulur...

Ben niyet ettim kendime....

Ödünç mutluluklar değil benim yerim... Emanet kalplere talip değilim... Araflar değil bedelim...

Şimdi yazıyorum unutmayın...

Ben niyet ettim Ekim'e....

Fallar değil sebep, anlatırım elbet.... Ekim'de :)









1 Gün....

Olur mu demeyin?


İnsanlar değişir... 1 günde oldu herşey.... Bir sabah uyandım ve aynaya baktım.... Tam da doğduğum günün ertesi... Meğer ne korkakmışım.... Önce sildim, eledim, bitirdim... Bir süre dinlendim... Fark ettim... 

Bu yaşıma kadar bağımlısı değildim, hiçbirşeyin, hiç kimsenin.... Sabırlıydım sadece, kolay kolay kimseden gitmedim... Ama eğer gidilecekse ben bir anda karar verebilirdim... 

Bir akşam banyoda kalakalmıştım tam 3 yıl önce... Aynaya baktığımda gördüğüm kadın ben değildim... Halbuki ben , en çok kendimi severdim.  Son ağlamamdı o, en içime, en içimdekine; ertesi gün gitmiştim, esaretten geçmiştim... 1 günde oldu herşey.... 

O son 3 sene karışık biraz.... Daha önce başkaları tarafından üzüldüğümden, son 3 senede kimsenin üzmesine izin vermedim biricik kalbimi... Kimsecikler üzemezdi beni, benden başka....

Kendi kendimi duvardan duvara, oradan oraya, suçtan suça, cezadan cezaya, bir üzdüm bir üzdüm bildiğiniz gibi değil.... Kimse üzemezdi beni, benden daha fazla.... Bir hırs bir hırs, en büyük intikamı aldım... Herkesi affediverdim, ben ben de tutuklu kaldım... Sonra?? 1 günde oldu herşey.... 

Doğduğum günün ertesi, verdiğim sözün ilk gecesi... Hadi dedim; arkadaşlar dağılalım... Bu, şu, o... Bunlar yeter bana, fazlalıklar sizi şöyle dışarı alalım... Ne içerisi, çevresinde bile durmayın hayatımın, açılın da nefes alalım....

Mecaz anlamlar yüklediğim anlamsızları, devrik cümlelere terk ettim... Artık kısa cümleler kuruyorum çünkü ben: 

Geldim, Gittim, Bitti... 

Sevdim, Sevemedin, Bitti... 

Denedim, Başaramadım, Bitti...

Di'li geçmiş zaman yaşanmışlıkları bunlar...

Gelecek zaman kipi ile yazar hikayeleri kalemim... 

Geniş zaman severim.... Bir severim, bir severim... Bilmeyenler, görmeyenler, duymayanlar, miş'li zamanlarında cümle içinde kullanır, özne olarak beni, nesne olarak sevdiğimi....

Aslında ben insan değil; Hikaye severim....


Hoşbuldum...

Hoşdöndüm....

Hoşyazdım....

Bekleyiniz.....

Size neler neler anlatacağım.....

1 günde oldu herşey....


Gerisini birlikte yazalım mı???

Wash day


 My washing line was looking very Victorian today, with several pairs of bloomers, a camisole, frilly shirt and two pairs of handmade sleeves. Some of these I wear and some will be for sale. A good wind meant that they were dry in half an hour.


I have started to plant up some containers for the terrace outside my bedroom. It gets full sun for most of the day, so anything I put out there needs to be able to withstand hot, dry conditions, especially when I go away and I'm not there to water. 


So things like lavender, sage, thyme, sedums, Bladder campion, pinks, Tanacetum, succulents and any silvery leaved plants should do pretty well. I'm also avoiding anything that snails eat! I've used old galvanised buckets and other containers recently found at antique fairs. 


 Alongside the wall I've put this large galvanised tub and planted it with two old fashioned roses: 'William Shakespeare' and 'Mary Rose', both of which smell heavenly; plus a few other pink and white flowered plants. I so enjoy going out onto my terrace in the morning and seeing how things are growing, I don't think I could live without a garden of some sort. In another life I would like to be a garden designer.......


Back in the studio I've been messing around with bits again....


It's great to keep a jar for all those little offcuts that would otherwise get thrown away.


 I experimented making a garland....


 and then moved on to some hearts stuffed with thistledown and home-grown lavender......







I hope you are all enjoying your summer x x x

Kendime Doğumgünü Mesajı...

Bundan 5 sene önce, neresi bile olduğunu hatırlamadığım bir yerlerde dedim ki ben kendime: 30'a geldiğinde yaşadığın ne ise onu yaşayacaksın kalan ömründe... O zamana kadar bitir bitirmen gerekenleri, vermen gereken kararları ver, hazır et kendini ondan sonrasına....

Çabuk geçti zaman... Bir acele, bir telaşlı... Arkadan kovalayan vardı sanki; zırt diye geldi, bırakın yaşamayı telaffuzunu sevmediğim yaşlar...

Biliyordum geleceğini, halihazırda bekleniyordu lakin son dakikaya bıraktığım işler vardı benim... Öğrenciliğimden kalan sınav çalışma alışkanlıklarım gibi...

O yüzden bir kaç gündür zorluyorum eşi dostu az biraz erteleyebilir miyiz diye??

İmkan dahilinde değilmiş...

Neyse ki başladım, neyse ki denedim...

Biraz üzgünüm doğru...

Yarım kaldım, yarım bırakıldım, yarım bıraktım diye....

Sonra....

Aslında....

Yanlış biliyorsunuz hepiniz....

30'uma çok var benim.

Çünkü ben bundan tam 4 sene önce 3 gün sonra, Bir Temmuz Günü 10'a 10 kala doğdum....

Bir Masal'da doğdum....

7 Temmuz"da kutlayınız lütfen, ömrümün 5. Yaşını...

Ve...

Bugün değil ki...

O gün...

İyi ki Doğdum....


İÇ SES - 3

 Kendinizi ilk ne zaman büyük bir sınanmanın kapı eşiğinde hissettiniz bilmiyorum ?
  
   Benimki üniversiteye girmeye çalıştığım yıla denk geliyor . Belki hayatı çakmaya çalışmaya başladığım yılların başı olması sebebiyle belki de bütün bir dünyanın , bütün bir dünyamın kabul etiği bir sınavın varlığı sebebiyle …


     Pek tabi herkes gibi  zamanla üzerine yüklenen anlamların hiçbirini taşımadığını anladığım bir sınanma haliydi.
 
 Kuyruğuna neredeyse bir ömürlük umutlar yüklemiş şıklar …
  Adeta tüm ömrün krokisini çizer gibi özenle karalanan optik formlar. Alice’in harikalar diyarını vaat eden kocaman okul kapılarından girilince yanlış masalda olduğumuzu anlamam çok da uzun sürmedi. Zira harikalar diyarına geçtiğimi düşünürken benim arabam bal kabağına dönüşüverdi.
  
   Önce derin bir aldatılmışlık hissi. Bütün dünya bir olup kandırmıştı beni. Gece gündüz kalp çarpıntılı bir dönemin sonu hayal kırıklığına dönüşmüştü. Ama insan hayatta kalmaya programlı bir canlı türü bir biçimde son ana kadar direniyor , zihnim de direnmeyi seçti. Gözlerim görmeyi, ellerim dokunmayı ve kalbim hissetmeyi ...
 
     Bu kadar çok klişe ile karşı karşıya kalacağımı bilmiyordum. Meğer bizi saran o ahlaklı toplumun ne çok ahlaksız bönyargısı (!) varmış. Bizden yıllarca ne çok şeyi saklamışlar , ne çok şeyi o şıkların arkasında gizlemişler. .
    
     Birey olabilmekle bencil olmayı birbirine bulayıp sakın sakın ha diye parmak sallamışlar bize. Sakın bencil olma derken aslında birey olmamızı da engellemeye çalışmışlar - bunu bilerek mi yaptılar yoksa onlar da hala farkında değil mi henüz tam karar veremedim -  


  Oysa mutlu olmanın ve mutlu etmenin  yolu birey olabilmek ..


  Tek başına sevebilmeyi,yaşayabilmeyi,eğlenebilmeyi , mücadele edebilmeyi ...öğrenmek çok mühim mevzu .
 
   Kişinin yaşı, eğitim seviyesi , geldiği kültürden bağımsız bir süreklilikte devam eden bitimsiz  kadın erkek oyunlarının temeli , yüklendiğimiz bütün rollerin manasızca kabul edilmişi tek düze hikayelerinin kaynağı ….

  Halbuki  insan sevmeyi  kimsenin yardımı olmadan başarabiliyor. Olağan , hayatın içinde …                                                                                                                                                                     
 
Aranızda sevdiği bir kediye yanaşmadan önce o kedi buraya gelecek önce bir adabıyla sürtünecek diye düşünen var mı ? Sanmıyorum …
   İnsan evlatları olarak kendini çok akıllı sanan aptal bir türüz. Üzgünüm ama öyleyiz.
   Mükemmel uyumun salındığı doğanın bir parçası olarak kendini o doğadan bağımsız düşünmek aptallık değil de ne ?
   Kocaman pencerelerimiz ardında - ki teknoloji sağ olsun artık sardunya saksılı pencereler ardında da bakmıyoruz dünyaya- listeler , favoriler, gizli özne dolu gizlenemeyen egocuklu twitler, hissedilemeyen  ama küçük oyunlarımıza fon olan şarkılar , heyecanını hissedemeden efektlerle boyadığımız manzaralar, aslına benzemeyen fotoğraflarla süslü kişisel hesap-laşmalar …
  Uzayıp gider liste..
 Daha iyi daha havalı daha  başarılı daha çok arzulanan haklı her zaman haklı en çok haklı olmak için sürüp giden yaşama yük edilen onca yalan dolan.



Aslına bakarsan  kimse kimsenin ömrüne yük olmaya gelmez dünyaya. Kimse cefa olsun diye düşmez kimsenin ömrüne. Herkes  parmak izi misali bir ayak izi bırakarak geçer gider bu dünyadan farklı yollardan ama mutlaka geçer ve gider.


Bir gün biter büyük oyun bitimlidir.
Ne olursa olsun kim haklı olursa olsun yaşanmış yaşanmamış ayıplanmış kazanılmış kaybedilmiş vazgeçilmiş her şeyle birlikte , bütün amaları ve rağmenleriyle biter. Sınanmalarla yoğrulsa da sınamalarla yorsa da biter .


 Demem o ki bence biz tek başımıza sevmeyi , üretmeyi , yaşamayı ve mutlu olmayı becerebilirsek , sardunyadan , kiraz ağacından , yağmurdan sonra  beliriveren ebemkuşağından  biraz daha yaşam bilgisi çakabilirsek , bir parçası olabilirsek dünyanın işte o büyük sınanmadan alnımızın akı yüreğimizin balı ile çıkarız .
 


Şair ne demiş *
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
    Eğer öğrenebilirsek bir ağaç  gibi tek ve hür olabilmeyi belki başarabiliriz sardunyayla dahi kardeş olabilmeyi …..



Nazım Hikmet\Davet

Kadın


Adı kadın olan yazının üzerine sakıncalı damgası vurulmak isteniyor eminim, ama kadınlar diye başlanan cümlelere de tahammül yok . Feminiklik yasaklı düşünce malum . Amma ve lakin mesele ‘’feminiklik yapmak ‘’ değil. Bunca sevgisizliğe terk edilmiş kadının yalnızlığının hesabını sormak. Birazcık sevilmek için adamı (!) için yıllarca uğraşıp didinen onca kadın…
   Sevmediği adamların koynunda ölüme terk edilen, tecavüzcüsüne teslim edilen , alnının çatından töre ile vurulanları söylemiyorum bile.
  Sevmiş seçmiş evlenmiş buna rağmen aşksızlıkta kadınlıklarından vazgeçmiş susmuş kadınlar. Bir çay sohbetinde gözündeki yalnızlığı görebildiğin kocasıyla yan yana film izlemeye heves eden kadınların, ayrıldığı kocasının ardından kadınlığını reddetmiş kadınların, sevgilisi ile el ele sokakta yürümemiş yüreği hep yarım kalmış kadınların insanın ta içine oturan yalnızlıkları.
  
     Yalnız kadının sessiz çığlığı , analığının arkasında unutmayı seçtiği kadınlığı zamanla sevgisizlikle katılaşan kalplere dönüştürülmeleri …
 
   Adalet …
Nerdesin ,
   adaletli dağıtılmamış bunca keder neden …
  
   Değiştiremeyecekleri sandıkları bu acımazsız düzenin içinde  her çağda kendinden vazgeçmiş kadınlar yaratabilmek  sanırım bu acı otoritenin kaynağı …  Değişmeyen dönüşen gam.  Biriken ah.
Onca kadın , bince kadın , milyonca kadın ...
  

   ahlarını ağaç edip şiirler yazmış mesela bi kadın  
      Başka bir kadın avaz avaz ağıtlar yakmış
           Bir başkası öldürülmüş
               Bir diğeri susmuş
                   Biri yılmış
 
                Milyonu yanmış …


   Mevzu feminiklik değil siz onu hiç anlamıyorsunuz. Bunca ahın döküldüğü o ağaç var ya şair kadının ağacı o ağaçlar orman oldu zamanla çok çok çok zamanla . Ah’lar ormanı …
  Bilirsiniz ormanların çok olduğu yerde yağmur çok olur der coğrafya kitapları.
 Bu topraklara bu denli ah yağmasının nedenidir kurduğunuz Ah’lar ormanı        

     

A Garden of Roses



I have been travelling around in my van for some weeks over the last two months, partly selling at Fairs and partly enjoying seeing this beautiful country of ours, and undoubtedly one of the highlights of my latest trip was visiting Great Chalfield Manor near Melksham in Wiltshire.



It is so quintessentially English and romantic; a medieval moated manor house with walled gardens, topiary and sumptuous planting.








Above all, the garden was just dripping with roses; in the borders, climbing the walls, smothering the trees.... it reminded me of the description of the moment when Mary Lennox first passes through the door into the Secret Garden (though of course Mary sees the garden in winter, in its dormant state, but knows what beauty is to come): 

'It was the sweetest, most mysterious-looking place any one could imagine. The high walls which shut it in were covered with the leafless stems of climbing roses, which were so thick that they were matted together. All the ground was covered with grass of a wintry brown, and out of it grew clumps of bushes which were surely rose-bushes if they were alive. There were numbers of standard roses which had so spread their branches that they were like little trees. There were other trees in the garden, and one of the things which made the place look strangest and loveliest was that climbing roses had run all over them and swung down long tendrils which made light swaying curtains, and here and there they had caught at each other or at a far-reaching branch and had crept from one tree to another and made lovely bridges of themselves.'

                                           Frances Hodgson Burnett














 The Manor is currently being used in the filming of Hilary Mantel's novel 'Wolf Hall', as the home of Thomas Cromwell. I look forward to seeing that when it comes out!








YASAK

Sana yasak olmayan birine yasak olmak …
 Şu yasak  elmayı yemeseydik de şarkının dediği gibi zehir zıkkım olmasaydı bal badem.
 Yıllar önce ben o zamanlar hayatı pek de sallamadan, elimde t cetvelim mimarcılık oynuyorum. Fakülteye gidiyorum arkadaşlarımla kule dibinde  buluşup tekelden aldığımız biraları içip geçen kedinin kuyruk sallamasının şahane komikliğine şen kahkahalar atıyorum ve kendimi yeterince büyümüş hayatı çakmış sayıyorum.  
   Birbiri ardı sıralanan hafif gencecik günler geceler geçiriyorum ve bir gün okulda öğrenci işlerinde bizim fakültede olduğunu öğrenci işlerindeki memurun bas bas mimarlık fakültesi ile ben ilgilenmiyorum ilgilenen arkadaşım izinde diye bağırması ile öğrendiğim genç bir adamı görüyorum.

 
 
*****************


      Bir üniversitenin insanın dirhem dirhem yiyen departmanı olan öğrenci işlerinde kader ortağı iki zavallıydık. Bu kader birliği bizi kapıdan çıkar çıkmaz yer yer nahoşlaşan hakaretamiz sözler savurmaya sevk etti. E sonrası tanıştık ve arkadaş olduk . Arkadaşlık kurmakta çok da zorlanıyor sayılmazdım zaten .
   Öğrenci işlerindeki işleri koştururken fark etmeden biz baya baya konuşur olmuşuz , iki genç insan sık sık görüşen zaman geçiren ve birlikte eğlenen ..
Beklenen son …
 Artık arkadaş olamayacak kadar yakındık .

  Bir adamın gözlerine ve bedeninin her zerresine teslim olmak üzereydim biliyordum. Hayatımın tamamına yayılmıştı sadece o var gibiydi nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir hızla oldu herşey hangi duygu ne zaman bir başkasına dönüştü. Dostluk nerede bitti aşk nerede başladı sevgim bu durumun neresindeydi hala bilmiyorum. Ama bir gün hayatın mükemmel akışını bozan o kilişe durum gerçekleşti kader tekerime çomağını soktu ben o adamın hayatında  biricik olmadığımı öğrendim . Benim evimde gönlümde odamda masamda dolaşan adam başka bir kadının da gönlündeymiş meğer.

Sonrası amalarla başlayan cümleler …
 
Ve inanmaya hazır aptal bir kalp …

Kız(a)mamıştım ben mutlaka mantıklı bir açıklaması vardı muhtemelen kırmak istemiyordu karşısındaki diğer kadını , en uygun zamanı bekliyordu söyleyecekti ben başkasına aşığım onun elini tutmaya karar verdim diyecekti emindim ben bundan.Oysa hayatımdaki herkes bu durum karşısında bana acil harekat planları hazırlayıp  final konuşmaları yazıyordu.  Ama anlayamıyordum nasıl oluyordu da benden başka kimse aramızdaki şeyin gerçekliğini fark edemiyordu. O adam beni seviyordu bundan emindim. Hayatımdaki herkes tutturmuştu bir güven , saygı …
  
 Gözümü neyin kararttığını bilmiyorum bir müddet devam etti sonra nasıl uyandım onu da bilmiyorum süreç uzuyor ben yasak bir ilişkinin bilinmezliğine sürükleniyordum.Bizi bir kenara bırabildiğim bir pazar gecesi o kadını düşündüm içinde bulunduğum durum nerden baksan bir ilişkiyi bozan gurursuz üçüncü şahısın haliydi.Olamazdı mümkün değildi öptüğüm adamın benden önce bir başka kadını öpmüş olabilme ihtimali ruhumu kemirirken hala bu durumu bilmeyen o kadına bunu yapamazdım. Birilerinden nefret etmeliydim ama bulamıyordum.Biz birbirimizi tamamlıyorduk zaten gerçek olan bizdik . O gece karar verdim bu böyle olmazdı o ya bana gelecekti ya da bu ilişki bitecekti. Bu şekilde yaşamam mümkün değildi. Dedim git o kadına yaptığın bu haksızlığa beni ortak etme, bu güne kadar olan her şeyin vicdan azabı bana yeter.Gitti ve ben kendimi üstümde mont koltukta ağlarken buldum . Birileri gelip gidiyor göz yaşımı siliyordu hayal meyal hatırlıyorum hala net değil . Kıpkırmızı bir tutku ile bağlandığım o adam elimi aşkla tutmaya cesaret edememişti. Vücudumuzu yakan tutku iki gönle bir aşk edememişti.
  Kendimi karşılıksız bir teslimiyetle ömrüne sermiştim gözünde kayboluyordum. Bİr bakışında içim erirken bir gel demesine sahip olduğum hayatı bir çırpıda yakabileceğim o adam bana gelmemişti.
 
 Üzerimden hayat  geçti , gönlüm dünyanın etrafından  geçen iki kışın ardından daha serinlemiş, aklımı duyar olmuştu . Haklı çıkmışlardı dostlarım güven ve saygı çok önemliydi  Ben güvenilmez  ve hayatındaki insanlara saygı duymayan bir adama aşık olmuştum. Çok gün ve gece geçti  olmazı her haliyle kabul edebildiğim o kritik eşiği geçtim.  Olmazı kabul ettim yanlış bir adamı sevmiştim. Yalnız sevmiştim. Tek başına üç kişilik bir ilişki ile sınanmıştım ama ruhumda birkaç ufak sıyrıkla kurtulmuştum. Çok şükür, eğer bir adım daha atsaydım ruhum altında kaldığı enkazdan sağ çıkamazdı şimdi bunu çok daha iyi anlıyorum.
   
Bugün uzak bir anı olan o sonbaharın üzerinden tam on yıl geçti ben otuz iki  yaşında bir kadın oldum. Bir çok aşktan geçtim yolumda yürürken, yorduğum yorulduğum zaman zaman yaralandığım ve belki de benim de başkalarını yaraladığım aşk oyunlarında sınandım, büyüdüm , değiştim …
  
  Ama aklımda tek bir soru yıllardır soramadığım tek bir soru ?
  Nasıl ?
 Nasıl oldu da bana yasak olmayan bir aşkın içinde kendini bana yasak edebildin ?
  Nasıl oldu da iki kadını  birden aynı aşkın karasında boğabildin ?
    Nasıl yaptın ha
                   neden yaptın ?  

YARIM


‘’Fikrimizi atmosferde , karakterlerde,farklı karakterler arasındaki
çatışmalarda boğmayı tercih ettik.Hayatın benzersiz yönünü göstermek ve sıradan olanı
benzersiz olanla ifade etmek, sonsuz derecede
büyük olanı ,sonsuz derecede küçük olanla ilişkilendirme becerisi beni
her zaman etkilemiştir.’’

BERGMAN


 


Sıcak bir yaz sabahı…
Okulları kapanınca tatilleri başlamayacak kadar büyümüş olduklarını  fark eden genç insancıklar ..
Biten okullar, edilen yeminler , kurulan sofralar , atılan kahkahalar , aydınlanan gün …
Her şeyin normal seyrinde ilerlediği bir sabah  aslında …
Hayata daha kolay karışmaya sağlayacağını düşündüğü ehliyeti almak çin direksiyon dersi alan genç bir kadın , direksiyon dersi veren altmış sekiz yaşında bir adam . Dersler ilerlemiş artık direksiyonda sohbet edebilme kıvamına gelmiş öğrenci.

  O gün de işte havadan sudan geçmişten bugünden konuşuluyordur. Gayet anlaşılabilir bir yaşanmamışlık hırsı ile siz çok şanslısınız bizim zamanımızda diye başlayan  zamane gençlerinin sahip olduğu  ! özgürlüklerden hesap soran  tonlamalarla devam eden bir sohbet vardır arabada.
  Direksiyondaki genç kadın arabayı ‘stop ettirmemek ‘ için debriyaj fren dengesi hakkında kendi içinde geometrik hesaplar yapmaya çalışırken  hoca sanki dün akşam ne yediğini anlatıyormuşcasına sakin sakin  konuşmasına devam etmektedir.
  
  ‘’ Siz çok şanslısınız.Bizim zamanımızda analar babalar her şeye karışırdı. Ben Kabataş Lisesindeydim okuyamadım ama orayı eee babamların durumu çok iyi değildi . Oradaki zengin çocuklarına ayak uyduramadım sanat okuluna geçtim. Annem hiç istemedi. Neyse okul bitti askerlik falan memurluk sınavlarına soktular beni . Girmek istemedim sınava ,çünkü o zamanlar memura kız vermezlerdi.E maşımda bir memur maaşının üç katı falandı. Kazanamayayım diye kopya çektim sınavda hoca beni yakalasın da sınavdan atsın diye yakaladı da . Tam çıkarken sınıftan başka bir tanesi tuttu beni kağıdımda görmüş sanat okulu mezunu olduğumu postaneye teknik bölüme gel dedi. Girdim otuz sene altı ay çalıştım PTT de. Ben çalışırken orada 24 yaşındayım benle yaşıt memur bayan bir arkadaş vardı  sevdik birbirimizi. Peder bey birgün  bizi  birlikte  görmüş olmaz o iş dedi ‘’
- Neden olmaz dedi.

‘’ Nişan atmışmış o zamanlar nişan atmak evlenip boşanmakla bir, o kızı bana almazmış . Ben olmaz istiyorum dedim , araya birilerini soktu kızın tayinini trakya ya aldırdı. Ben bir sene gittim geldim . Anneme dedim bu kızı iste diye. Annem gitmiş bizim oğlan sizin kızı sevmiş babasının oluru yok ama biz usulen geldik istemeye demiş. Şimdi senin babana böyle deseler kovmaz mı adam gelen görücüyü.Kovar tabi. Babası beni kenara çekti oğlum biliyorum bir senedir sen bizim kapımızdasın kızımı seviyorsun istersen iç güveyi olarak gel dedi ama ben yediremedim kendime. İç güveyi ne biliyor musun ?
 
 - Evet damat gelinin ailesinin yanına taşınıyor.

‘’ Evet öyle olmazdı sonra yarın bir gün biz seni adam ettik derler yediremem gururuma diye kabul etmedim. Kısa bi zaman sonra evlendi bana da sen de evlen unut beni dedi. Dinledim onu önüme ilk çıkan insanla nişanlandım.’’

 - Şimdi seviyor musunuz peki eşinizi ?

‘’İşte evlendik çoluk çocuk. O zaman nişanlıyken dedimdi ben sana aşık değilim, aşık olamıyorum diye Sen ne yaparsın böyle bir durum karşısında? ‘’
  
- Bilmem nişanı atardım herhalde .

‘’ O gitti intihar etti . Sonra da evlendik . ‘’

’ Otuz sene sonra,  birkaç yıl önce ,Mecidiyeköy’de gördüm onu . Yarım saat takip ettim o da anladı,beni tanıdı. Ama ne o konuştu ne ben . Ne konuşacaksın ki ‘’

…..


‘’ Şimdi sola sinyal ver ayağını gazdan çek sola gir .Heyecanlanmazsan alırsın ehliyeti  ‘’

 ...






Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...