Baston






 Mutluğun Bir anahtarı olsaydı eminim onu tam  kilidin yuvasına  soktuğum anda kırardım, Şans benden uzak .  Bir şeyi çok istiyorum ya inadına olmuyor...
 Akşamdan plan yaptım hamak, kitap  ve film üçlüsü  arada kahve keyfisi...
  Bu gün güya  top patlasa komşu çatlasa keyfimden ödün vermeyecektim...
Kahvaltıyı hazırladım , telefon zır zır  arayan Halam koş kızım ben  Marketin önünde düştüm.Hemen çıktım,  yakın sayılır yürüyerek   dokuz dakika ben o yolu üç dakikada koştum tabii dün yedim tatlıları ...
 Bacaklarımın altı et kesmiş evde yatmaktan , markete yaklaştım aradım eve çıkmış.  Bütün günü onunla ilgilenmekle geçirdim. Üç kızı var hepsi Almanya'da yaşıyor oda Almanya'da   tek başına yaşıyor. 
Tatile geldiler Ortanca kızıyla geldi, yanındaydı  arabasıyla ablasını almak için sabah erkenden  hava alanına gitmiş yalnız olunca halam markete gitmeye kalkıyor  yetmiş üç yaşında aslında çok sağlıklı yaşına göre  tam marketten çıkarken bastonunun altına çakıl taşı girmiş , baston kayınca  sol tarafına düşmüş, Cola makinasına kafası vurmuş...
 Kulağı , boynu  bacakları hep çürük.  Bizim insanımız çok ilgisiz diyor,  kimse kaldırmamış on dakika yatmış yerde  en sonunda  yoldan geçen biri yardım etmiş, ne yaptı markette öyle baktılar mı diyorum  evet diyor inanamıyorum! belki görmediler diyorum , dışarıdaki cipsleri elleseydim görürlerdi diyor  mantıklı !  komşuya buz sormuş etleri koydum buzum yok demiş anlamadım ki acaba halamı mı sevmiyorlar... 
 Birde aklıma şu canlı bomba olayları falan geldi insanlar korkudan yaklaşamıyor ki!

İnatçı hastaneye götüremedim. En küçük kızı tatile gelmedi o aradı ne yapıyorsunuz diye  halamda ağlamaya başladı tabi haklı olarak kızı da panik yaptı, hemen  ona resim çekip attık iyi diye...
 Almanya'dan gelirken  uçakta bastonunu üst  tarafa koymuş  diğer yolcu eşyasını alırken bastonu başına düşürüp halamın başını delmiş.



 Üçüncüde... Allah korusun artık nedir bu bastondan çektiği... Gece  hala kızları yani ablamlar geldiler onlara emanet edip eve geldim.
 Bu gün çıkardığım dersler;
 Mutluluğa bir baston kadar  uzağım,
 Baston her zaman destek olmuyor bazende köstek oluyor
 Baston gibi insanlar var hayatta çok güvenip yaslanırsın , ayağını kaydırıp seni yerle bir eder..
Üstelik acısı böyle bepanthen kremle falan geçmez...

 Bu gün hayal ettiğim hiç bir şeyi yapamadım, umarım yarın güzel bir gün olur...


 Well hello! Yes, yes I know it's been nearly two months since my last post......Sometime in June I lost my data cable and so couldn't download any pictures from my camera. Now that I have a replacement I can post just a few photos of some new acquisitions.

 A lovely velvet corsage and dotty black silk ribbon.....

 On my bed at the moment a Victorian patchwork quilt with some beautifully patterned fabrics.....





 and my latest project - a little pillow with old lace and a flower corsage, and my hand-stitched writing, a quotation from one of my favourite poems by Frances Cornford.
This weekend I'm going on a buying spree at Shepton Mallet Antiques Fair - I can't wait!

Uyandın mı?


 Uyandın mı ?
 Elini yüzünü yıkadın mı?
 Kahveni içtin mi?
 Kahvaltını ettin mi?
 Ne yedin bakayım?
 Bu gün neler yapacaksın?

Güzellikler, mutluluklar ve bol  gülücüklü bir sabah diliyorum...  


 

Bayram Buruğu




 Bu Bayram bazılarımız için sevdiklerimizden ayrı ilk bayram.
 İlk  onsuz kahvaltı, ilk onsuz bayramlaşma...
 Yüzler saklanacak, gözler kaçırılacak, 
Biraz sonra unuturmuş gibi yapıp,   
karşındaki üzülmesin diye konu kapatılacak ama bütün gün konu açılıp ağlanılacak!
 Daha geceden içe oturan bir taş yarının tedirginliğinde...
  Bayram eve kalabalık , çocuklara  harçlık...
  Birde  Hasta yatağında bayramı geçirenler var!

Yazıyı yazarken aklıma geldi her arefe gecesi ninem şu  türküyü söyler ağlardı , bayram buruğuyum ben derdi, anam yok, babam yok, kocam yok, evlatlarım gurbette...
 Bayram gelmiş neyime kan damlar yüreğime anam anam garibem... 
 Akşam ezanında naylon leğenini ve ibriğini alır sundurmada ağlaya ağlaya abdest alırdı, nedendir bilemezdim o zamanlar gelenek haline gelmişti onda....

Güzel sağlıklı, ve merhametin kalplerimizi yumuşatacağı nice güzel bayramlar diliyorum...


Sırbistan

  Bavul 20 kiloyu geçmeyecek, az gerekli elbiseleri çıkar. 
   Ooo hâlâ 23 kilo... Tarhanayı çıkar, doğal zeytinyağlı sabunları da, Türk kahvesi de iki paket yeter. Cezve?  Yok kalsın, tencere bulurum orda. 
  Annecimle yol hazırlığı diyaloglarımız. Efendim önce kendim tartılıyorum, sonra bavulla. 
 İlkel yöntemlerle Pegasus sınırlarını aşmamayı başardık zannımca, zira havaalanında bavul 20.0 kg geldi. 


  Türkiye haritasını tamamlamaya ramak kalmışken, dünya haritasına göz dikmiş idim. Lakin ar ediyordum koca haritayı alıp sadece Amerika'ya çarpı koymaya. 
 Vakti gelmişti azizim. Şöyle yakından yakından başlayayım dedimdi. 

Sırbistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek. 
(Uyar mı gulüm? Sen de okuyarak gezeceksin çünkü).


Sırbistan 



  Öncelikle şu şirinceğiz evde konakladım. Burada evler çok yeni değil. İnşaat ise hiç görmedim diyebilirim.
  Yağlı boya resim merakları var. Elbise dükkanlarından çok sanat galerileri gördüm. Hatta kaldığım ev de güzel yağlı boya tablolarla doluydu.


  Genelde bizim evler gibi geniş balkonlar, ferah görüntüler yok. Hatta çoğu evlerin camları bana resmen pis geldi. (Bayram temizliği de mi yok sizde bacım? Noelden noele sileydin gene temiz kalırdı). 


 Otobüslerle rahatça her yere gidiliyor. Kimse akbil (Sırpbil) basmıyor burda. Protesto ediyorlarmış. Bizde olsa millet birbirine girer, bedava diye kimse evinde oturmaz, protestonun suyunu çıkarırlar. 


   Şehrin en güzel yerleri gökdelen bina değil, kocaman parklar. Temiz havayı hissedebiliyorsunuz. 


  Yürürken veya toplu taşımada tesettürlü olmam çok dikkat çekti. (Uzaylı kadar olmasa da ona yakın bir ilgiyle baktılar). Esasen bana da onların uzun boyları ilginç geldi. (Kadını erkeği, ne uzunsunuz arkadaş. Allah'tan kendimi seviyorum da komplekse girmedim). 


  Burada yani Belgrad'da mağazalar pek canlı değil.
 Esnaf adeta, bütçeniz belli anacım, zorlamayalım sizi demiş. Dükkanlar küçük ve çeşit az.
  Lakin sebze meyve organikmiş burda, ucuz üstelik. Ticaret rahat yapılabilir, bazı markalar hiç girmemiş. Yeni atılımlar düşünen arkadaşlara duyurulur. (Yeme içme, et ucuz burda. Yaşar gidersiniz valla.) 


  Meclis binası güzel. Önündeki iki atlı heykel daha güzel. Rivâyete göre atın biri meclise girmek istemeyen adamı temsil ediyor, bir genç atı içeri sokmaya çalışıyor. Diğer at ise meclise girip çıkmak istemeyen adamı temsil ediyor, genç atı dışarı çıkarmaya çalışıyor. (Koltuk sevdası her yerde var demek ki). 


  Aziz Sava Tapınağı, oldukça görkemli. Ayasofya'yı andırıyor. İçi tadilatta, birkaç tasvir var.


   Elçiliklerin bulunduğu yolda kule şeklinde devasa bir kilise var. Adını hatırlamıyorum.(Burada İngilizceye tepkililer sanki, çoğu tabelalar Kiril alfabesi. Gençlere kolaylık olsun diye üstte Latincesini yazmışlar ama o da kendi dillerinde).


  Yakın zamanda savaş görmüş bir ülke burası. Nato'nun bombaladığı binaları, unutulmasın diye öylece bırakmışlar.


   Kalemeydan, Osmanlı'dan kalma tarihi bir kale. Sava ve Tuna nehirlerine nazır tepede geniş bir alan. Ecdad buralara gelmiş hey be! Ne idealleri varmış insanların! (Biz anca gezelim). Ruhları şad olsun... 



   Belgrad'da tarihi Bayraklı Cami. 


   Helal yemek bulmak pek kolay değildi ama arkadaş tavsiyesi ile bulduk bir yer. İnegöl köftesi tadında çok lezzetli köftesi vardı.



    Özetle Sırbistan Belgrad, yolunuz düşerse uğranılacak bir ülke. Tarihi yapılar göreyim derseniz Kalemeydan'a giden yollar ideal, iki taraflı hem dükkan, hem de orjinal binalarla dolu.
(Yok anam bunlar İstiklal Caddesi'nde de var derseniz, eyvallah saygı duyarım lakin Kalemeydan ve tapınaklar görülmeye değer).




  Yorulduysan dinlenelim azizim. Sırada Makedonya var!..


Bayrama bir kala



 Günaydın:)  
Herkes son bezler ellerinde  oranın buranın tozu alınıyor, bayram için ekmekler alınsın zira geçen bayramı  makarna ile geçiren biri olarak tavsiye ederim :) 
 Bayram tatlılarına şerbetleri dökülsün cızıl cızıl sesler eşliğinde.
Haldır haldır alış verişler yapılıyor.
Kum saati şırıl şırıl akıyor çabuk çabuk işler bitsin daha kendimizi temizleyeceğiz:))  saç ,kaş, bıyık, tıraş, çoluk çombalak banyo yapılır arkasından banyo ovulur.
 Kıyafetler ütülenir, erkekler ne rahat diye söylenilir...
 Tatlı krizi ve et komasına gireceğiz yine:)
 Bir hikaye anlatmak istiyorum

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. 

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. 

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk. 

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. 

Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: 

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" 

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.


- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

 İçimizdeki iyiliği  bu bayram  çikolatalarla çok  besleyelim:)


Dualarınızda beni de unutursanız, çok teessüf ederim:))




Bir demet hüzün

  






yaz gününde  yüreğime çığ düşürdün
ah be güzelim
ayazında kendini de dondurdun
henüz açmıştı goncamı soldurdun
 farkındamıydın sen, beni yaşarken öldürdün...



Ah sevgili ben seni değil Kendimi terk ediyorum
Sanma ki içim sızlamaz Sanma ki gözlerim ağlamaz
Ah! sevgili
Geride kalmaktan daha zormuş gitmek
arkanda bir parçanı bırakarak ıssız yollarda ilerlemek
ne kadar çok sevdiğini bir daha söyleyememek
ah! sevgili
 ben seni değil kalbimi terk ediyorum
canım yanıyor
kesilmedi tenim kesilmedi bedenim
acıyan yüreğim
ah! sevgili
ışığımdın görmez oldum  hiç gitmem sanardım
 kalamaz oldum
sığamazdım dünyana
ah! sevgili
anlamalısın beni olamazdık  boşlukları
böyle dolduramazdık
ah! sevgili
sahte gülüşlerimi maske edip yüzüme
arkamı dönüm gül yüzüne
gidiyorurum
ah! sevgili
 bil ki seni çok seviyorum

Ben sımsıkı sarıldıkça ellerine
 sen  koydun beni el yerine...
sakla yamalarını kalbim , sakla yaralarını kalbim
ey yalnızlık...
aç kollarını  ben geldim.

 olamıyorsan dermanım senden gelsin ecel fermanım...
 yaşama sebebim din şimdiyse ecelim...





 Not: Yarın Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç farz namazının arkasından birer defa Teşrik Tekbiri getirilir.

Yine sabah oldu

 Çok güzel bir hafta sonu diliyorum,  ben bu sabah koyu bir kahve içiyorum balkonda kuşları izliyorum , müthiş  baş ağrısı eşliğinde...
 ya siz güne nasıl başladınız bakalım?

Biz çocuktuk...



Gülen gözler.    
Biz çocuktuk...

Tabii ki  her şey değişiyor  durduramayız bunu, rüzgar bile eskisi gibi esmiyor, insanlar daha ürkek  daha bıkkın, güvenleri sarsılmış denge kaybı yaşıyor bu gün deliler gibi sevdiği  şeyi  ertesi gün kesip çöpe atabiliyor bu bazen bir eşya bazen bir insan olabiliyor!

  Acıma duygusu, günaha girme ,yasak olması  insanları  bu tür eylemleri gerçekleştirmekten alı koyamıyor, buda aklımıza ne değişti de böyle değiştik? sorusunu getiriyor.

Çocukken    sabah uyanınca, ki sabahları  cami imamını camiye giderken gördüğümüzü  bilirim o kadar erken uyanırdık...
 Televizyon açılır hemen. 
 Uçan kaz Nilss vardı eskiden , jetgiller, Taş devri, heidi, casper birde anime çizgi filmler vardı hatırlayabildiklerim,  bayılırdık izlerken  kahvaltı sonrası bizi kimse içeride tutamazdı ...
 Bütün gün saklambaç ,
kovalamaca oynamaktan  bitap düşerdik
 helede  doktorculuk yok mu:))
 Hadi hadii itiraf edin  ben doktor olacağım diye  sıraya girerdiniz:))
 Açlığımız aklımıza bile gelmezdi  çeşmeye ağzımızı sokar sırayla su içerdik kuşlar gibi...

  Midelerimiz lıkır lıkır ederdi o seslere gülerdik en çok kimin karnından ses geliyor diye,  çocukluk bu kavgada olurdu  en çok tükürürdük kavgada, hemen barışırdık çünkü kimse guruptan ayrılıp eve gitmek istemezdi, zaten öyle kinde yoktu içimizde ,oyuncağı aldı diye bıçaklamak gelmezdi aklımıza zaten ne bıçağımız vardı ne oyuncak vardı öyle çeşit çeşit  oyuncaklarımız  akülü arabalarımız yoktu, oyuncaklarımız  annelerimizin  kullanmayıp bize verdikleri tencereler kenarları  çatlak tabaklar yamulmuş çatallar bambaşka dünyalar kurardık kendimize, 
 Birde kilden , topraktan, çamurdan oyuncaklar yapardık kuruturduk güneşte ben hep canlanmalarını beklerdim minik  çamur kızlarımın...
Hamurumuzda sevgi vardı ileride anne baba olmaktı hayalimiz, ya doktor ya mühendis olacaktık :)) 


Köyde büyüdüğümden artık kim fırına ekmek attıysa   tilki gibi koklar hemen o  bahçeye gidilir  oyun orada devam edilirdi  komşunun ekmekleri fırından çıkarmasını beklerdik zaten ısrara gerek yok bir sini ekmek çocuklara itinayla kırılır,  hamur olmasın diye kesilmez  pekte asimetrik ve incecik olmayan dilimler kocaman yumuşacık ve sıcacık ekmeklerin üzerine  başka bir komşu hemen  bir kalıp  margarini sırayla gezdirir üstlerinde ekmeklerin, öyle bıçakla  falan uğraşmaz...

   Sonra kimisi kimyonlu kimisi salçalı kimisi şeker  serper üzerine ekmeğin derken  bir bakmışsın  komşularda doluşmuş  onlar çay keyfine geçerken çocuklar çılgınca oyuna devam, birde  dondurmacı gelirdi  arabasıyla, havalı kornayı bastımı deli olurduk' Kimisi folluklara koşardı bir yumurta  bir dondurma demekti, evdekiler bağırır bırakın yumurtaları diye kendimizden hariç birde  arkadaşa alırdık, kimde yoksa  idare edilirdi, külahın dibi kırılır içine dondurmadan  bandırılırdı.

 En çabuk kırmızı renkteki dondurma biterdi birde  dondurmacı  uzaklaşınca külahtan düşen dondurmaya çok ağlardık, peçetelerimiz tişörtlerimizin etekleriydi...

 Üstümüzdeki kıyafet  batmış,  
elbiselerimiz  bir yere ilişip yırtılmış ,   burunlar akmış kimsenin umru değil gece olunca eve gitmek istemezdik bazı  analar ellerinde   fışkın gelir kendi çocuklarına  vururken tabi bizim popolarda nasiplerini alır her kes evine evi olmayan sıçan deliğine  haydiyinn haydiyin  dağıtırlar bizi...

 ağlaya ağlaya eve gideriz hemen anneye şikayet anne  ****** annesi dövdü bizi kovaladı:))  anne- ohh iyi yapmış az yapmış size  hortumu takıp  ıslasaydı  keşke yıkanmış olurdunuz, pislerrr...
 Helede pazar ise o gün  berbere gidilir yaa evet evet  kuoför yok o zaman berber Amca tahta bir sandalyeye oturtur , sırayla hepimiz Ali garson oluruz:)) malum bit olmasın ...

 Evde de bir posta ağlarız yıkanmak istemeyiz o leğen buz gibi su kaynak, yada buz gibidir illa  diz kapakları , dirsekler ovulur nasılda çitelerler sanki  çamaşırız arkadaş :)
  bıcı bıcı yapınca tabi uyku kaçınılmaz    yer minderlerine  uzanırdık ninem masal anlatır tabi ev kadın  dolu  koca koca kadınlar gelir masal dinlemeye  , onlar muhabbete devam biz çocuklar çoktan  rüyalar semtinde  gezmeye başlarız büyüklerde bizden kafalarını dinler. gece yarısı bu defa işler değişir komşuların kocaları gelir  kadınları toplamaya haydiyin saat kaç oldu diye, Kar yağdığında  komşunun biri ev ev gezer  dondurma yapardı kardan   bütün komşular   dondurma yaptırmak için sıraya girerdi.Öyle çeşit çeşit kurabiye yoktu , anne kurabiyesi biraz sıvı yağ biraz yoğurt, köy umurtasından sap sarı olur o kurabiye üzeri şekerli şekerli peçka soba , kuzinede pişer.
 Komşuluk vardı , arap sabunuyla bulaşık , sabun tozuyla çamaşır yıkanırdı.
 Yaşlılar hep bir bilgiliydi daha ağırdı , gençlerle tartışırken bile hadi oradan cahil derlerdi.
 Gerçektende  gençler yapamazlardı onların yaptıkları işleri  dikişleri, yürüyüşleri  bile bir farklıydı, ağlayan bebeği eline alırsa susturur ağrısını sızısını anlar birde nazar okurlardı hemen, söylenmeleri çok vardı ama yaşlıydı onlar hep gençliklerini  ,gençken çektikleri üzüntülerini anlatırlardı hiç birinin facesi ,instagramı  cep telefonu yoktu.
 face de torunlarla aşık atmazlardı...
   Bellerinde gizli keseleri vardı  ,gizli bankamatiklerimizdiler.  sırdaştılar bazende biz sırdaş sanardık  gizliden anne babamıza söyler , ve biz yıllarca düşünürdük bunu   babam nasıl öğrendi diye.
   Şimdi çocuklar büyüklerden çok şey biliyor, büyüklerden daha fazla sırları var ve daha ürkünçler.
 Eskiden bebeği severdin gülerdi şimdi bir kaç aylık bebeğe cöe yapacaksın o sana yapıyor cöee diye ...

Sabunla yıkanan saçlar ertesi gün terden yapış yapış olurdu, lastikli donlarımız vardı, naylon terliklerimiz. bazen  terliğin eşi kaybolmuş giderdik eve...
Yağlı salçalı ekmek yerdik biz, oyuncaklarımız yoktu ki oyuncak kavgası yapalım  her cümlemiz saçmaydı  her cümlede kahkahalarla gülerdik.
 Biz mutluyduk...


Not: Yazılarım evladım gibidir:)  blog yazarki'de misafir yazar olarak yazdığım bir yazı, ayrıca külahın dibini Handan hatırlattı:) 





Ritim






Sevmek aslında inanmaktır
 İçinden okuduğun dua ile dilek ile başka kalbe dokunmaktır.
 Bu gün sadece gülümse kendin için yaşa.
 Kendin için ibadet et.
 İster tepin, ister tapın, ister rükuya  eğil.
 Sadece kendini bil, kendini sev.
 Başkaları sen ne  yapsan  bulacaktır bir mazeret.
 Başkalarının mutsuzluğundan beslenme,
kötü enerji, sağlıksız yağlı  yemek gibidir,
eninde sonunda sana dokunur.
 Gülümse gözlerin ışıldasın kalbine yansısın.
 Mutlu hisset...
En büyük hırsızlık bir başkasının enerjisini çalmaktır...
Not:minik bir  sabah listesi:))


Hedef



Bazen çok kızıyorum çevremdeki insanlara o kadar güçsüz ve zavallı ayağına yatıyorlar ki  kendilerine zarar gelmesin diye  hiç gözlerini kırpmadan insanı ateşe atıyorlar.
  Akşam Melekler bendeydi sabah alt kattaki sapık amcanın hanımının sesine uyandım yine Ahmet abime, 
- günaydın çok ses yaptınız hiç uyuyamadım diyor .
 Onlar misafir, sen misafire böyle bir şey nasıl dersin ve  saat ondu  çarşıdan geldik, ikiye geliyordu yattık  hepimiz büyük insanlarız horonmu teptik evde...  
Bayramda kızı geldi torunu bebek sabaha kadar ağladı , hiç uyutamadılar  bizi surup verip uyutmuşlar biz hiç  ses oldu demedik, normaldir hepimiz insanız dedik, toplumda yaşıyoruz olacak böyle şeyler.

  Bende  çıktım camdan beğenmiyorsan çıkarsın dedim. Şato tutacak o zaman burası varoş mahallesi  ev iki katlı  katı ayıran şey tahtalar,  gaz çıkarsalar duyuyorum ben bir şey diyormuyum.
 Gidip beni  ev sahibine şikayet ediyor  nasıl kızdım. ama  her şeyin suçlusu  ev sahibim  en baştan gidip  Kuğu  bulmuş haberleri, gazeteyi , nette sizi deyince kadın beni zıt belledi , şeytan diye bağırıyor bana:)
 Foyalarını meydana çıkardım:)
 Amcan çıkacak bayramda gör sen diyor:)) Aman görelim  Müzeyyen   gidip diyecekti ben gördüm beni öne attı ona yada kızlarına zarar gelmesin ben kimim ki! Bir kişi ölmüş  çok mu yeter ki kendi canları olmasın insanlar böyle  iki yüzlü  işte git gide yaşlılara karşı tavrım değişiyor. ve çok korkuyorum başıma bir şey gelirse  bu insanlar yüzünden diye. bende bir çenemi tutamadım:(
 Melekler Bu gün Almanya yolculuğuna start verdiler, hayırlısı ile giderler inşAllah...
 Çok kararsızım evimi çok seviyorum ama bu insanlarla uğraşmaktanda bıktım bunlar çıksada başkaları gelecek her gelen gideni aratıyor.  Kafam çok karışık şu bayramı bir atlatayım bakalım...
Bazı insanlar  güçsüzdür  korunmak için başkalarını hedef tahtası yapmaktan çekinmezler.
Bazı insanlar  güçlüdür, korumak için  hiç alakası olmayan olaylarda başkalarını korumaktan üşenmezler.
 Bazı insanlarda çok gereksiz  kahraman olmaya çalışır korumaya çalışırken canından, malından olurlar. 
 Ben  sadece bana zarar gelmesin suçu olmayan masum çocuklara zarar gelmesin  diye söyledim... 
Üzgünüm...


Ömür


 Kendi yapar insan derdi babaannem, kuleleride kendi yapar, etrafına çitleride kendi yapar, o çitlerin içinde ister insan gibi yaşar, ister...

Ne sığar ömre ne sığar gönle bir binanın içinden bile ağaç yeşerirse... 
sevmek için ne engel olur ki kalbe...
Mutluluk sadece avuç içlerinde açmayı bil yeter.
Herkese benden güzellikler...

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...