Olpesido'ya Masallar


Şubat ayı benim için güzelliklerle birlikte geldi ve bunlardan en heyecan verici olanı ise Oğuz Demir'in resim sergisinde masal anlatacak olmam. Oğuz Demir'i ve çalışmalarını merak edenler internet sitesinden resimlere bir göz atabilir. Sergi 14 Mart'a kadar E.Ü Atatürk Kültür Merkezi'nde  ziyaret edilebilir.
Oğuz Hoca'nın yeri bizde her zaman ayrıdır hem insan olarak hem de bir ressam olarak (resimlerini gördüğünüzde ne demek istediğimi anlayacaksınız). Resimlere bakarken içinde kaybolup gidiyorsunuz, bir resmi bir günde bitirebilmeniz mümkün değil, saatlerce başından ayrılmak da yetmez sanırım. Ben dört kez gezdim, internetten de bakıyorum resimlere ve hala bitirebilmiş değilim. Her resmin ayrı bir hikayesi var, hepsinin bir duygusu, bir ifadesi var.

Oğuz Hoca'nın AKM'de sergi açacağını duyunca ona sergide masal fikrini götürdük, bir de masal akşamına davet etmiştik (Ahmet ve ben)(Ahmet'i bir önceki yazıdan bilenler bilir). Oğuz Hoca da bizi kırmadı ve geldi, o günden sonra da sergide masal anlaşmamızı yaptık, sergi açılışında oradaydım ve insan o resimlere baktığında, onlar zaten her şeyi anlatıyor ben ne anlatacağım diye düşünür, düşündü, ben yani.
Bir kaç buluşmadan sonra masallarımız ve konseptimiz belirlendi. 20 Şubat saat 20.30'da AKM(Konak) de Olpesido'ya Masallar anlatılacak. O gün geldiğinizde sürpriz bir haber daha olacak, onu da o güne saklıyorum. Ben bu proje için çok heyecanlıyım, iyi olacağına inanıyorum. Umarım dinleyenler ve sergiyi gezenler de severler.
Size kıyak olarak bir kaç resim koyuyorum
Resimler olpesido.com 'dan alınmıştır




Anne yaram kanıyor...



Patlıcanı tuza basınca acısı geçiyormuş...

  yarama  o kadar çok  tuz bastım yinede "sen" diye  acıyor?


Ben Sıla, Düş Zamanı Masalcısı


Ben, Sıla Akdeniz. Düş Zamanı Masalcısı.
Masallarla olan tanışıklığım bundan bir yıl öncesine denk geliyor.2014 Mart'ına. İnsan masallarla nasıl tanışabilir ki? Masallar zaten hep orada değil miydi? Çocukken hep masal dinlememiş miydik?
Elbette ki masalın ne olduğunu biliyordum ama beni böylesine etkileyeceğini ve hayatımın merkezinde yer alacağını tahmin etmemiştim.

Judith Liberman ismini duymuşsunuzdur (eğer masallarla ilgileniyorsanız, duymamışsanız da geç kalmış sayılmazsınız. Blog ve web sayfası tık tık) Ben geçen yıla kadar duymamıştım ve bir gün otobüsteyken telefonumdan bir şeyleri karıştırıyorken onun İndigo'daki ropörtajını okudum ve bir daha okudum ve bir daha okudum. Sanırım o anda kader ağlarını örüyordu ki arka arkaya bir kaç kez okumam gerekti. Her neyse. Sonra da araştırmaya başladım. Nerede yaşıyor, neler yapıyor. Sonra da İzmir'de Sanatölye Varyant'ta eğitim vermiş olduğunu öğrendim ama tarihi geçmişti. Bir sene kadar. Bu olay olduktan bir ay sonra orada eğitim gören bir arkadaşımdan Judith'in tekrar eğitime geleceğini öğrendim ve havalara uçtum, uçmamla inmem bir oldu çünkü Cumartesi- Pazar eğitim veriliyordu ve ben sezon içinde her cumartesi E.Ü Atatürk Kültür Merkezi (Konak)'ta Yaratıcı Drama ve Oyunculuk Dersleri veriyorum (Reklamlar) Yerime birini bulmam lazım, yerime birini bulsam bunu Ahmet'e (Kocam ve patronum) kabul ettirmem lazım, eğitim için para ayarlamam lazım vs. Sonuçta bu çoklu bilinmeyenli denklemi aşıp eğitime katıldım.
Harika bir hafta sonuydu. Benim katıldığım eğitim "İç Mitolojimiz" eğitimiydi.
Anlatmakla ilgili bir eğitim değil daha çok kendi masalını yaratmakla ilgiliydi ve sanırım bende etkili oldu ve o hafta sonu kendi masalımı yazmaya başladım (yazmak derken fiziksel yazmak yoksa oturup yazma konusunda sıkıntılarımı cümle alem bilir) Sonra da anlatıcılık konusu gündemimin ilk sıralarına yerleşti. Hemen arkadaşlara duyduğum masalları anlatmaya başladım. Hayatımın her aşamasına yavaş yavaş dahil oldu bu konu. Bu arada da yüksek lisans yapıyorum Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Enstitüsü Tiyatro Bölümü'nde (Tanıtım) o dönem de tez başlığı belirlemek gerekiyor ben de anlatıcılık üzerine bir tez başlığı belirledim hem konuyu daha iyi öğreneyim hem de tez yaparken sıkılmayayım diye.
Sonra öğrendim ki, Judith Haziran'da(2014) Şirince Tiyatro Medresesi'nde bir hafta atölye çalışması yapacak. Hayatım Masal.  Bir hafta, Şirince'de, Medrese'de, Masal. Süper ötesi bir haber oldu benim için ben yine havalara uçtum ama düşüş daha bir ani oldu çünkü benim kızım o sırada iki buçuk yaşında bile değildi. Onu bırakıp nasıl gidecektim, gitsem bile Ahmet (kocam, patronum ve çocuğumun babası) bu duruma ne diyecekti. Ayrıca o kadar parayı nasıl bulacaktım (çok değildi ama yine de bir tiyatro oyuncusunun hemen cebinden çıkarıp verebileceği bir rakam da değildi) Ama yine bu çoklu bilinmeyenli denklemden de çıkmayı başardık ve ben bir haftalığına masal kampına gittim ki o sezonluk dizi olabilir o kadar çok şey kattı bana. Ben o bir haftadan sonra bu işi gerçekten yapmak istediğime karar verdim ve başladım masal okumaya. Tüm yaz boyunca, deli gibi masal okudum. Bir de ilk anlatıcılık denemelerime başladım. Bir kitap kulübü üyesiyim Bir Kitap Bin Sohbet, inanılmaz müthiş insanların bulunduğu bir kulüp. Her ay bir kitap okuyup onun üzerine tartışıyoruz, bununla da kalmıyoruz birbirimize her konuda destek oluyoruz. Bir kız kardeşler kulübü gibi. İşte orada "Kurtlarla Koşan Kadınlar" kitabı okunacaktı ve o kitap da masallardan oluşuyor. Ben de onlara sohbetin öncesinde masalları anlatmayı teklif ettim onlar da kabul etti sağolsunlar ve ben her ay bir masal anlatmaya başladım. Yazın depoladığım masalları paylaşma sırası da Kasım ayında geldi. Alsancak Yakın Kitabevi'nde ilk bağımsız masal akşamımı yaptım, temam "Yeniden Doğuş"tu. Sonrasında Aralık ayında hem Yakın'da hem de Bostanlı Kedi Kitabevi'nde masal akşamı yaptım. Ayrıca Aralık ayında Buca'da Ihlamur Kafe'de de "Yeniden Doğuş" masallarını anlattım Böylece serüvenim hız kazanmış oldu. Bir yandan da Narlıdere'de Üç Bedende Şifa Merkezi'nde Masal Meditasyon akşamları yapıyoruz. Karşıyaka'da Bir Artı İki'de de Ankhamaya Farkındalık Atölyesi tık tık ile ortak bir masal akşamı gerçekleştirdik.  Ayrıca İzmir Amerikan Kültür Koleji'nde çocuklara masal anlattım.
Bu ay içinde de bir çok masal etkinliği olacak ve ben bu gidişat karşısında hem çok seviniyorum hem de çok şaşırıyorum. Masal benim için büyülü bir yol oldu hem kendimi geliştirmek hem de mutlu olmak için. Umarım anlattığım masallarla bir çok kişinin de hayatına dokunabilirim.


Mantar sote

Doğadaki Güzellikleri gördükçe araştırdıkça ne kadar büyük benzerlikler taşıdığımızı  görüyorum bu akşam  için mantar   alırken  aklıma geldi , belkide  hepimiz birer mantarız...

  Ürüyor, bazıları  toplu bir  şekilde bazıları tek başına  büyüyor ,irisi var ufağı var,siyahı var, beyazı var... 

 Olmadık yerde biten mantarlar,bazen bir ağaç dibi  hatta ağacın  gövdesinde.

Zehirli mantarlar Çok güzel görünürler karşıdan,   ama hele bir  ye o zaman dünyan tersine döner...  Çok yakışıklı yada güzeldirler  güzel ve mantıklı konuşup doğru insan olduğuna inandırırlar samimiyeti iyi niyeti sizi ona bağlar. Sonrası hüsran yavaş yavaş gerçeği anlarsınızda iş işten geçmiştir.

 Grup mantarlar tek başına bir hiçtir ... o yüzden hep yanında bir kaç yalaka arkadaşıyla   gezen insanlar gibi...


 sosyal mantarlar her yerde rahatça yetişirler.  Herkesle samimiyet kuran. Her  ortama giren  her sohbette illa bilgisi olan.
 Küf mantarları, pasaklı insanları anlatmak için en uygun terim olsa gerek...
  Kültür mantarları,birileri tarafından yetiştirilen  o yüzden lezzetli olup yinede organik olmayanlardır...  Okullar okumuş ama insanlıktan nasibini tam olarak alamamış ,nerede nasıl davranacağını bilmeyen insanlar gibi.

   Dağ mantarları çok uzaklarda yetişir bir  canlının ulaşması zordur. Etli sütlüye karışmayan insanlar gibi  hiç bir şey hiç kimse umurları olmaz,onlar herkese uzaktır... 

Birde el ayak mantarları vardır,  başkalarından beslenir dedikoducu ,fesat hastalıklı beyinlidirler...gerekli gereksiz konuşur her konuda illa bir yorumu vardır.herkesi facesine ekler her yaptigini yayinlar :). en tehlikelileridir...

Bazende lezzetsiz mantatrlara denk geliriz sote yaparız, biber, domates, biraz soğan tadı gelir. Hani ailesi arkasında olmasa bir hiç olan insanlar misali...

   Normal mantarlar  zararsız kimyasal madde bulunmayan  ama şimdilerde az bulunan nesli tükenmekte olan iyi insanlar gibi... Bildiğiniz başka mantar türü varmı ? :)



Today was like summer in February......I flung open all the doors and windows to let the warm sunshine in, shook all the rugs outside and started spring cleaning!




 Then before I opened the shop this afternoon I took a stroll down to the sea. Portscatho's very own pizza hut, 'Tatams', was open for business......



they serve the most delicious stonebaked pizzas three evenings a week (Thurs/Fri/Sat) and Sunday lunchtime, and bacon rolls on Sunday mornings. I recommend!


After closing I took a last look at the sea



Those waves just keep rolling in...........


The velvet on this 1950's boudoir chair has faded to almost dove-grey now, but just imagine what it was like when first made, in this electric sky-blue!




The papering of the walls is still going on....and on....and on.....




A new acquisition is this wicker basket on wheels, designed I think to keep baby things in. The inner 'tray' which is ruched with a dainty rosebud fabric lifts up to reveal a lovely lined interior, the rosebud fabric again appearing in the base.


These little leather shoes are the most gorgeous colour aren't they! I've put one of Angelica's shoe painting cards next to them.


A few Valentine's Day cards; one an original Victorian fold-out card and the other two are replicas of cards from the 1920's which I make. The little boy in the combinations is picking the petals off a daisy, and underneath it reads, 'she lufs me, she lufs me not....'


The blushing girl with the pink bow is saying, 'I ain't nobody's sweetheart yet'!


 This necklace by Louise Taylor-Bowen is made from dyed vintage lace with pretty pink pearls and shells stitched on.



Happy Days everyone!  Spring is coming!

İç Ses - 10

Belki şehre bir film gelir, iklim değişir Akdeniz olur.
Gülümse … *
  
Şehrine filmler gelmeyen topraklarda yaşamanın ortak hissi midir bu ?
Bu söküp atma isteği , sanki her şeyin o filmin gelmeyişinin bile nedeni iklimmiş gibi bir  değişsin isteği …
  Mucize bekleyişi, iklimi değiştirebilecek ilahı kudrete iman kendine duyduğun yalın ve gerçek bir inançsızlık , derin bir kabulleniş.
   Neden sevdiğini anlamadığın , anlatamadığın  bir sevgiyle vazgeçemediğin gelgitli bir yaşam.
   Ne bırakıp gidebiliyor insan yeni filmler görmeye ne de filmsiz geçen ömre tahammül gösterebilecek kadar vazgeçebiliyor yaşamaktan.
   İnsan elini kaldıracak takatinin kalmadığını hissetse bile , tek bir adım atmaya bile mecali kalmasa da umut etmekten geçemiyor ki işte.
    Bir duvar dibinde, karanlık bir odada, cam kenarında, uyku esnasında … bir umut …

   Belki , belki iklim değişmese de filmler gelebilir bu şehre de ...


*Kemal Burkay\Gülümse


Thank you all so much for your useful and diverse comments on the matter of the old wallpaper. The shop is still in a state of transition at the moment, and I am still undecided about whether to cover it over or not. Once I have finished collaging the other walls I will get a better idea of how the room will look as a whole.


I recently came across this lovely stash of old stamps,


many of them bundled up in lots. Some of the Victorian ones have snippets of writing on. They will come in very handy when doing more collaging. 


I am just open on Saturday and Sunday afternoons at the moment, so if you fancy a stroll by the sea or lunch in the pub in Portscatho one of these cold Spring weekends (Yes, Spring comes early here) do pop by and see what's new!

Hıı?


 Hiç hayal etmedim, kaloriferli bir evde oturup, kendime ait bir odayı, yada aşık olmayı , sırılsıklam sevmeyi, sevilmeyi... doğrusunu istersen etmedim değil, edemedim ... 
 İnsan  bildiği, gördüğü şeyi hayal eder, değilmi ama haksizmiyim! 

İntihar odası

 Hafta sonu deyince aklıma gelen  en güzel fikir  film izlemek...
 bu  gece ki filmim  İntihar odası...
 soluksuz izledim diyebilirim,  öyle  günlerce kafaya takılır mı? 
 kişiye göre değişir ancak çok güncel  bir konu..  verilen mesajı hala merak ediyorum... 

A- ailenin  çocuklar üzerindeki önemi
 cocuklarıyla gereğinden az ilgilendiğinde başına gelenler mi?
 B- arkadaş ortamının önemi mi? 
C - internet ortamının ne kadar sahtekar ve zararlı olduğu mu?
 D- hepi:) 
Aslında internet ortamının dikkatli olmazsak  ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne seren harika bir film...


 




Selamım var!!! Emanettir:)

Yılından çok emin değil 94 olabilir. Ilk kez aşık oldum, oldum sandım. Demirciköy'de...

Bizim oraların en yakışıklı delikanlısı... Benden biraz büyüktü; 2-3 yaş belki. Çay Bahçesine gidip dondurma yememin yegane sebebi. Ben de her çocuk gibi, eğlenceden yiyebilirdim halbuki. O zaman anladım ki dondurmanın gerçekten mutlulukla bir ilgisi var! :):) Sadece ben değil tabi, kuzenim dahil hepimiz yangınız kendisine. O da farkında mendebur; yüz vermiyor hiçbirimize. Sonu zaferle bitmeyecekse girmem ki ben hiç o savaşın içine. Yel değirmenleri ile yok bir mevzum; benim mevzum galibiyetle.

Sonra ne oldu bilmem.... Adı neydi?

Kendisinin  aklıma düşmesine sebep, zorunlu cd çaların baş aktörü Fatih Erkoç ile uzun süren münazaralar yaptık, yolumuz da uzundu tabi.... Olmadı... Bulamadık...

Çünkü ben, yüzleri unuturum, isimleri de ve hatta hisleri de düşlerle birlikte.

Ben sadece kokuları unutmam, mıh gibi kazırım zihnime.

Belki her gün karşılaşıyoruz. Ne bileyim? Yok ki hatıramda.

Belki de deniz kokuyordu. Belki kum. Belki yosun. Aynı gökyüzüne bakıyoruz ama aynı gece de yokuz, aynı günün Gündüzü aydınlık değil ki bize.

Belki ekmek kokuyordu, belki balık... Ne bileyim? Bölüşüp yemedik ki, tek tabaktan, tek kaşıkla.

Belki de ucuzdur parfümü, belki de ter koktu bedeni. Ne bileyim? Sarılıp boynuna ritm kulağımda kalp atışımız bir, dans etmedik ki kocaman gürültülerin içinde sessizce. Uyumadık ki hiç, burnum ensesinde; her nefesimde içime çeke çeke.


Belki aşk kokuyordu. Ne bileyim?

Bir dakika ya!!

Sahi Aşkın kokusu var mı? Var mı tarifi? Denk gelmiş olsam unutmazdım değil mi? Değişik mi yoksa her bedendeki hali?

Ne bileyim?

Olur da yolu size düşerse, bir yerlerde karşılaşırsınız falan. Siz ona söyleyin, bir ara uğrasın bana da. Adresim belli. Kalbim belli, yeri belli. Endişeye mahal yok,  o bir gelsin, ben onu en derine gizlerim. Bir daha da Tövbe!! Unutmam hiç söz!

Selam edin, selametle....

Uncovering the past


Ever since I moved into my shop premises in 2003 I have wanted to rip out the modern fitted cupboards and dressers that lined the walls and find out what lay behind. On Monday Dave and I did just that, removing three layers of chipboard and pegboard to reveal the original raw planks that have been there since the building was still a cottage. Behind these planks are the rough, thick bare stone walls. It has felt good to let the building 'breathe' again; at the base of the wall behind the skirting the wood was completely rotten and will need replacing. I am relieved that there appears to be no evidence of woodworm. What has been the best surprise is finding some of the old wallpaper - three distinct layers, all quite differently patterned.


The dilemma I face now is whether to leave this part of the wall exposed so that the wallpaper can be seen, or to collage over the top, as was my original intention, with the paper collage I created when I exhibited at The Country Living Fair a few years ago.



For all its historical interest it is not by any stretch of the imagination 'beautiful' and would to a certain degree change the interior character of my shop, being of a darkish hue while all the other walls are a pale blue or white. Covering it over again will help in its preservation. It is peeling off in a lot of places and exposing it will only accelerate this. But part of me thinks that I should leave it exposed and make a feature of it.


What do you think I should do?


Yaş 18


 
Aslında her şey onun bana olan sevgisini ve aşırı değer vermesini bana çok fazla hissetmemle işler çığrından çıkmaya başladı, benim adıma bütün sorunları halletmeye çalışan biri , ağlamama ,hayal kurmama bile imkan kalmıyor,hata yapmak istiyorum ,ağlamak sonra umud etmek istiyorum ileriki günlerde sorun yaşayacaksın  diye bu günümüde  sorunlu yapmaya hakkın yok , madem yarın bir gün sorunlar yaşayacağım bırakta şimdi huzurlu olayım...  Her şeyi bilmek sana ne kazandırıyor! Bilmiyorum ancak beni kaybediyorsun, az geri dur! Benimde anılarım olsun. Ama iyi ams  kötü anılarım, bırakta terkedileyim  bırak gece ses yaptığım için komşular şikayete gelsin, bırak on yıl sonra ne yapıp ne yapamayacağımın kararını ben vereyim, işsizler kervanına girecekmişim ,memurluğu kazanamayacakmışım, yok çok yiyormuşum,  abur cuburu çok kaçırmışım,onun tasasıda beni tutsun.Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan  tabi ben bu şarkıyı anca dinlerim.
 Bunları ona diyemiyorum hele bir de bakalım neler oluyor anında psikologla görüşmelere başlarsın ,sonra  bir çok aile büyüğü tarafından  akıllar verilir   ,ne yaparsan aşk yok ,hayal kurmak yok  günümüz teknolojisi ise ona göre saçma. paran yettiğiyle yetinmek zorundasın , dır dır dırr yedin bitirdin beni.
offf sadece huzur istiyorum huzur ... Çok mu şey istiyorum? 
Bir rahat bırak anne!

RÖPORTAJLARIM

 Bu bölümde yayınlanmış röportajlarımı okuyabilirsiniz.


1. MİNİMAXİ İNTERNET PORTALINDAKİ RÖPORTAJIM

http://minimaksi.com.tr/burcu-arar-hikaye-anlaticisi-nazli-cevik-ile-minimaksi-icin-bir-roportaj-gerceklestirdi.html


2. BİR BAŞKA İSTANBUL BLOG SAYFASINDAKİ RÖPORTAJIM

http://birbaskaistanbul.blogspot.com.tr/2014/12/nazl-cevik-dinleme-ve-anlatma-edimleri.html


3. İSTANBUL İSTANBUL OLALI BLOG SAYFASINDAKİ RÖPORTAJIM

http://www.istanbulistanbulolali.com/2013/05/istanbul-masal-olsa-roportaj.html

İç Ses - 9

Bazen, durup dururken yani - görünürde hiç bir şey dünden farklı değilken -insanın içini sıkan bir his gelir,size olur mu bilmiyorum ama adı koyulmayan hastalıklar gibi varlığı görülen ama nasıl tanımlanacağı belli olmayan o şey ,o belirsizlik daha da katlar kasveti. Sanki şööyle derin bir nefes alıp tükürsen çıkarıp atacağını zannedersin ama olmaz. Varlığına anlam veremediğin için çözümünü de bilemezsin.
   Bu aralar yaşadığım bu yer için de benzer bir şey hissediyorum ,derin bir kasvet nedenini anlamlandıramadığım kendimden soyutlayamadığım bir his.
    Aslında on hafta önce çok iyi bir başlangıç olacağını sandığım bir ilk adımım son derece sıradan bir sona gelmişti, basit , karalama sayılabilecek bir sorumluluğa dönüşmüştü. Masa başında biraz umutsuzlukla, biraz da çocuksu bir küskünlükle biran önce bitsin istediğim işi tamamlamaya çalışıyordum .
Sevdiğim kadınların ve adamların şarkıları kulağımdaydı pek tabi.
Sonra arkadaşıma mesaj attım onu sevdiğimi söylediğim bir mesaj ; çünkü bir an geleceği hayal ettiğimde ikimizi de çok mutlu akslara sahip gördüm düşümde.
Umut galiba adı ,güzel bir histi mesaj attım ona.O da kendine has üslubuyla cevap verdi ,o an iyi geldi ona da biliyorum. Sonrası önemsiz üç beş saat , ben masa başında çok mühim işlerimdeyken internette yüzlerce insan küçücük bir çocuğun yasını tutuyordu. Anlık , günlük , yıllık sayılamayacak bir yas .
Bizim devrimize miras, bir ömür yaşanacak bir yas.
Alınamayan yaşların kederi.
Üzerine cümle kurulamayacak kadar gerçek ve sahiplenilmiş bir keder.
 Ne denilebilirdi ki ?   
Hangi cümle yeterdi , hangi söz merhem olurdu ?  
Sonra gönlümden bunlar geçerken minik başka bir çocuğun doğum günü olduğunu hatırladım.Henüz nasıl bir dünyada olduğunun farkına varamayacak kadar masum çocuğa doğum günü şarkıları söyledim , o üç beş dakika sadece çocuk huzuru vardı içimde.
   Kaydettiğim görüntüyü yolladım ,çorba pişirdim ,mutfakta soğan doğruyordum, o esnada açtığım şarkıdaki başka bir kadın giden sevgiliye sesleniyordu ,yerini seven fesleğenlerden bahsediyordu , ayrılık güzel sonmuş bak bu keder kaç şarkı oldu diye teselli buluyordu üç beş nota ile. Belli belirsiz ve ortak  bir kadınlık hüznü ile eşlik ettim ona.
   Derken  ben yine geçtim masanın başına , çok mühim şeyler yapıyorum ya devam etmem lazım sonuçta, ama ekranıma bir video düştü . Bir intihar videosu. Normalde izlemem  böyle şeyler lakin buna tıkladım. Benimle yaşıt bir kadın konuşuyordu ; bir taraftan ağlayıp bir taraftan anlatıyordu. Herkesi seviyormuş öyle dedi, sığamadığı bu dünyadan giderken herkesi Allah’a havale etti. Sanki sevgilisini terk ediyormuş gibi terk etti hayatı. Ceset vardı ama katil yoktu. Katil yoktu ve herkes rahat uyuyabilirdi.
      Sonra anneannem elli sene önceki dünyasından bir şeyler anlattı , bizi kendi köyüne yakın başka bir köye götürecekmiş okullar tatil olunca öyle dedi .
      Okullar tatil oldu kar yağabilir diye. Yağmayan karın tatili alt komşunun oğullarını çok mutlu etti.
      Ben zerre kadar ilgilenmediğim şeyleri öğreniyormuşum gibi yapmak zorundayım , ne kadar başarılı olduğumu yedi düvelle kanıtlayabilmek için diploma almam lazım. Oysa daha öğrenmem gereken çok şey var ,  kimsenin ne kadar güzel öğrendin aferin al sana A ortalaman tavan yapsın demediği bir sürü şey var. Sürekli sınandığımız ama kimsenin bu işin doğrusu bu diyemediği bir sürü şey ..

     Benim içimde adını koyamadığım bir sıkıntı var , elime , koluma , ruhuma , hayallerime ve umuduma sinen bir sıkıntı.



Kandiliniz Mübarek Olsun...



Mevlid Kandili
02 Ocak 2015
 Kandiliniz Mübarek Olsun

 Enbiyâ, 107"Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." 
(Enbiyâ, 107)

İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12.gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti. 


O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.O gecenin sabahı gerçekten de feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meşalesi olan sevgili peygamberimizin gönderilişi, Yüce Allahın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir.

 Dualarda buluşalım   bu akşamda kekler, börekler, güzel  sofralar hazırlayıp  ilahilerle dualarla, akrabalarımızla yemek nasip olsun.
 Hayırlı kandiller canlarım öpüyorum...

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...