Bizim Ev'de Masallar
Hayal edin... Kışın bu soğuk günlerinde sıcacık evinizde oturmuşsunuz, akşam vakti. Yemeğinizi yemişsiniz, karnınız tok (ama şiş değil), elinizde bir fincan kahveniz ya da ince belli bardakta çayınız(kulplu da olabilir), ortam loş, mumlar yanıyor. İçinizde tarif edilemeyecek bir huzur, derin bir dinginlik. Karşınızda da ben masal anlatıyorum.
Ben de hayal ettim; evimde sevdiğim dostlarım. Akşam olmuş elimde bir bardak sıcak kahvem. hangi masalı anlatacağımı düşünüyorum. Önce havadan sudan sohbet ediyoruz sonra da başlıyoruz hayal etmeye, yolculuğa çıkmaya. (tam o anda Asya "annee çişim geldi" diyebilir)
Masal anlatmaya başladığımdan beri bir hayalim vardı benim "evde masal anlatmak", konu komşu kim varsa çağırmak. Herkes bilecek ki her ayın şu günü Sıla'larda masal var, kekini kurabiyesini alan gelecek (umuyorum) Ahmet'le karar verdik bu ay sonunda başlayacağız buna. Duyurusunu yine yapacağım, tarihini size söyleyeceğim.
Nasıl fikir güzel mi?
Battaniyem neredeyse sahnem orası.
Olpesido'ya Masallar
Şubat ayı benim için güzelliklerle birlikte geldi ve bunlardan en heyecan verici olanı ise Oğuz Demir'in resim sergisinde masal anlatacak olmam. Oğuz Demir'i ve çalışmalarını merak edenler internet sitesinden resimlere bir göz atabilir. Sergi 14 Mart'a kadar E.Ü Atatürk Kültür Merkezi'nde ziyaret edilebilir.
Oğuz Hoca'nın yeri bizde her zaman ayrıdır hem insan olarak hem de bir ressam olarak (resimlerini gördüğünüzde ne demek istediğimi anlayacaksınız). Resimlere bakarken içinde kaybolup gidiyorsunuz, bir resmi bir günde bitirebilmeniz mümkün değil, saatlerce başından ayrılmak da yetmez sanırım. Ben dört kez gezdim, internetten de bakıyorum resimlere ve hala bitirebilmiş değilim. Her resmin ayrı bir hikayesi var, hepsinin bir duygusu, bir ifadesi var.
Oğuz Hoca'nın AKM'de sergi açacağını duyunca ona sergide masal fikrini götürdük, bir de masal akşamına davet etmiştik (Ahmet ve ben)(Ahmet'i bir önceki yazıdan bilenler bilir). Oğuz Hoca da bizi kırmadı ve geldi, o günden sonra da sergide masal anlaşmamızı yaptık, sergi açılışında oradaydım ve insan o resimlere baktığında, onlar zaten her şeyi anlatıyor ben ne anlatacağım diye düşünür, düşündü, ben yani.
Bir kaç buluşmadan sonra masallarımız ve konseptimiz belirlendi. 20 Şubat saat 20.30'da AKM(Konak) de Olpesido'ya Masallar anlatılacak. O gün geldiğinizde sürpriz bir haber daha olacak, onu da o güne saklıyorum. Ben bu proje için çok heyecanlıyım, iyi olacağına inanıyorum. Umarım dinleyenler ve sergiyi gezenler de severler.
Size kıyak olarak bir kaç resim koyuyorum
Resimler olpesido.com 'dan alınmıştır
Ben Sıla, Düş Zamanı Masalcısı
Ben, Sıla Akdeniz. Düş Zamanı Masalcısı.
Masallarla olan tanışıklığım bundan bir yıl öncesine denk geliyor.2014 Mart'ına. İnsan masallarla nasıl tanışabilir ki? Masallar zaten hep orada değil miydi? Çocukken hep masal dinlememiş miydik?
Elbette ki masalın ne olduğunu biliyordum ama beni böylesine etkileyeceğini ve hayatımın merkezinde yer alacağını tahmin etmemiştim.
Judith Liberman ismini duymuşsunuzdur (eğer masallarla ilgileniyorsanız, duymamışsanız da geç kalmış sayılmazsınız. Blog ve web sayfası tık tık) Ben geçen yıla kadar duymamıştım ve bir gün otobüsteyken telefonumdan bir şeyleri karıştırıyorken onun İndigo'daki ropörtajını okudum ve bir daha okudum ve bir daha okudum. Sanırım o anda kader ağlarını örüyordu ki arka arkaya bir kaç kez okumam gerekti. Her neyse. Sonra da araştırmaya başladım. Nerede yaşıyor, neler yapıyor. Sonra da İzmir'de Sanatölye Varyant'ta eğitim vermiş olduğunu öğrendim ama tarihi geçmişti. Bir sene kadar. Bu olay olduktan bir ay sonra orada eğitim gören bir arkadaşımdan Judith'in tekrar eğitime geleceğini öğrendim ve havalara uçtum, uçmamla inmem bir oldu çünkü Cumartesi- Pazar eğitim veriliyordu ve ben sezon içinde her cumartesi E.Ü Atatürk Kültür Merkezi (Konak)'ta Yaratıcı Drama ve Oyunculuk Dersleri veriyorum (Reklamlar) Yerime birini bulmam lazım, yerime birini bulsam bunu Ahmet'e (Kocam ve patronum) kabul ettirmem lazım, eğitim için para ayarlamam lazım vs. Sonuçta bu çoklu bilinmeyenli denklemi aşıp eğitime katıldım.
Harika bir hafta sonuydu. Benim katıldığım eğitim "İç Mitolojimiz" eğitimiydi.
Anlatmakla ilgili bir eğitim değil daha çok kendi masalını yaratmakla ilgiliydi ve sanırım bende etkili oldu ve o hafta sonu kendi masalımı yazmaya başladım (yazmak derken fiziksel yazmak yoksa oturup yazma konusunda sıkıntılarımı cümle alem bilir) Sonra da anlatıcılık konusu gündemimin ilk sıralarına yerleşti. Hemen arkadaşlara duyduğum masalları anlatmaya başladım. Hayatımın her aşamasına yavaş yavaş dahil oldu bu konu. Bu arada da yüksek lisans yapıyorum Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Enstitüsü Tiyatro Bölümü'nde (Tanıtım) o dönem de tez başlığı belirlemek gerekiyor ben de anlatıcılık üzerine bir tez başlığı belirledim hem konuyu daha iyi öğreneyim hem de tez yaparken sıkılmayayım diye.
Sonra öğrendim ki, Judith Haziran'da(2014) Şirince Tiyatro Medresesi'nde bir hafta atölye çalışması yapacak. Hayatım Masal. Bir hafta, Şirince'de, Medrese'de, Masal. Süper ötesi bir haber oldu benim için ben yine havalara uçtum ama düşüş daha bir ani oldu çünkü benim kızım o sırada iki buçuk yaşında bile değildi. Onu bırakıp nasıl gidecektim, gitsem bile Ahmet (kocam, patronum ve çocuğumun babası) bu duruma ne diyecekti. Ayrıca o kadar parayı nasıl bulacaktım (çok değildi ama yine de bir tiyatro oyuncusunun hemen cebinden çıkarıp verebileceği bir rakam da değildi) Ama yine bu çoklu bilinmeyenli denklemden de çıkmayı başardık ve ben bir haftalığına masal kampına gittim ki o sezonluk dizi olabilir o kadar çok şey kattı bana. Ben o bir haftadan sonra bu işi gerçekten yapmak istediğime karar verdim ve başladım masal okumaya. Tüm yaz boyunca, deli gibi masal okudum. Bir de ilk anlatıcılık denemelerime başladım. Bir kitap kulübü üyesiyim Bir Kitap Bin Sohbet, inanılmaz müthiş insanların bulunduğu bir kulüp. Her ay bir kitap okuyup onun üzerine tartışıyoruz, bununla da kalmıyoruz birbirimize her konuda destek oluyoruz. Bir kız kardeşler kulübü gibi. İşte orada "Kurtlarla Koşan Kadınlar" kitabı okunacaktı ve o kitap da masallardan oluşuyor. Ben de onlara sohbetin öncesinde masalları anlatmayı teklif ettim onlar da kabul etti sağolsunlar ve ben her ay bir masal anlatmaya başladım. Yazın depoladığım masalları paylaşma sırası da Kasım ayında geldi. Alsancak Yakın Kitabevi'nde ilk bağımsız masal akşamımı yaptım, temam "Yeniden Doğuş"tu. Sonrasında Aralık ayında hem Yakın'da hem de Bostanlı Kedi Kitabevi'nde masal akşamı yaptım. Ayrıca Aralık ayında Buca'da Ihlamur Kafe'de de "Yeniden Doğuş" masallarını anlattım Böylece serüvenim hız kazanmış oldu. Bir yandan da Narlıdere'de Üç Bedende Şifa Merkezi'nde Masal Meditasyon akşamları yapıyoruz. Karşıyaka'da Bir Artı İki'de de Ankhamaya Farkındalık Atölyesi tık tık ile ortak bir masal akşamı gerçekleştirdik. Ayrıca İzmir Amerikan Kültür Koleji'nde çocuklara masal anlattım.
Bu ay içinde de bir çok masal etkinliği olacak ve ben bu gidişat karşısında hem çok seviniyorum hem de çok şaşırıyorum. Masal benim için büyülü bir yol oldu hem kendimi geliştirmek hem de mutlu olmak için. Umarım anlattığım masallarla bir çok kişinin de hayatına dokunabilirim.
Mantar sote
Doğadaki Güzellikleri gördükçe araştırdıkça ne kadar büyük benzerlikler taşıdığımızı görüyorum bu akşam için mantar alırken aklıma geldi , belkide hepimiz birer mantarız...
Ürüyor, bazıları toplu bir şekilde bazıları tek başına büyüyor ,irisi var ufağı var,siyahı var, beyazı var...
Olmadık yerde biten mantarlar,bazen bir ağaç dibi hatta ağacın gövdesinde.
Zehirli mantarlar Çok güzel görünürler karşıdan, ama hele bir ye o zaman dünyan tersine döner... Çok yakışıklı yada güzeldirler güzel ve mantıklı konuşup doğru insan olduğuna inandırırlar samimiyeti iyi niyeti sizi ona bağlar. Sonrası hüsran yavaş yavaş gerçeği anlarsınızda iş işten geçmiştir.
Grup mantarlar tek başına bir hiçtir ... o yüzden hep yanında bir kaç yalaka arkadaşıyla gezen insanlar gibi...
sosyal mantarlar her yerde rahatça yetişirler. Herkesle samimiyet kuran. Her ortama giren her sohbette illa bilgisi olan.
Küf mantarları, pasaklı insanları anlatmak için en uygun terim olsa gerek...
Kültür mantarları,birileri tarafından yetiştirilen o yüzden lezzetli olup yinede organik olmayanlardır... Okullar okumuş ama insanlıktan nasibini tam olarak alamamış ,nerede nasıl davranacağını bilmeyen insanlar gibi.
Dağ mantarları çok uzaklarda yetişir bir canlının ulaşması zordur. Etli sütlüye karışmayan insanlar gibi hiç bir şey hiç kimse umurları olmaz,onlar herkese uzaktır...
Birde el ayak mantarları vardır, başkalarından beslenir dedikoducu ,fesat hastalıklı beyinlidirler...gerekli gereksiz konuşur her konuda illa bir yorumu vardır.herkesi facesine ekler her yaptigini yayinlar :). en tehlikelileridir...
Bazende lezzetsiz mantatrlara denk geliriz sote yaparız, biber, domates, biraz soğan tadı gelir. Hani ailesi arkasında olmasa bir hiç olan insanlar misali...
Normal mantarlar zararsız kimyasal madde bulunmayan ama şimdilerde az bulunan nesli tükenmekte olan iyi insanlar gibi... Bildiğiniz başka mantar türü varmı ? :)
Ürüyor, bazıları toplu bir şekilde bazıları tek başına büyüyor ,irisi var ufağı var,siyahı var, beyazı var...
Olmadık yerde biten mantarlar,bazen bir ağaç dibi hatta ağacın gövdesinde.
Zehirli mantarlar Çok güzel görünürler karşıdan, ama hele bir ye o zaman dünyan tersine döner... Çok yakışıklı yada güzeldirler güzel ve mantıklı konuşup doğru insan olduğuna inandırırlar samimiyeti iyi niyeti sizi ona bağlar. Sonrası hüsran yavaş yavaş gerçeği anlarsınızda iş işten geçmiştir.
Grup mantarlar tek başına bir hiçtir ... o yüzden hep yanında bir kaç yalaka arkadaşıyla gezen insanlar gibi...
sosyal mantarlar her yerde rahatça yetişirler. Herkesle samimiyet kuran. Her ortama giren her sohbette illa bilgisi olan.
Küf mantarları, pasaklı insanları anlatmak için en uygun terim olsa gerek...
Kültür mantarları,birileri tarafından yetiştirilen o yüzden lezzetli olup yinede organik olmayanlardır... Okullar okumuş ama insanlıktan nasibini tam olarak alamamış ,nerede nasıl davranacağını bilmeyen insanlar gibi.
Dağ mantarları çok uzaklarda yetişir bir canlının ulaşması zordur. Etli sütlüye karışmayan insanlar gibi hiç bir şey hiç kimse umurları olmaz,onlar herkese uzaktır...
Birde el ayak mantarları vardır, başkalarından beslenir dedikoducu ,fesat hastalıklı beyinlidirler...gerekli gereksiz konuşur her konuda illa bir yorumu vardır.herkesi facesine ekler her yaptigini yayinlar :). en tehlikelileridir...
Bazende lezzetsiz mantatrlara denk geliriz sote yaparız, biber, domates, biraz soğan tadı gelir. Hani ailesi arkasında olmasa bir hiç olan insanlar misali...
Normal mantarlar zararsız kimyasal madde bulunmayan ama şimdilerde az bulunan nesli tükenmekte olan iyi insanlar gibi... Bildiğiniz başka mantar türü varmı ? :)
Today was like summer in February......I flung open all the doors and windows to let the warm sunshine in, shook all the rugs outside and started spring cleaning!
Then before I opened the shop this afternoon I took a stroll down to the sea. Portscatho's very own pizza hut, 'Tatams', was open for business......
they serve the most delicious stonebaked pizzas three evenings a week (Thurs/Fri/Sat) and Sunday lunchtime, and bacon rolls on Sunday mornings. I recommend!
After closing I took a last look at the sea
Those waves just keep rolling in...........
The velvet on this 1950's boudoir chair has faded to almost dove-grey now, but just imagine what it was like when first made, in this electric sky-blue!
The papering of the walls is still going on....and on....and on.....
A new acquisition is this wicker basket on wheels, designed I think to keep baby things in. The inner 'tray' which is ruched with a dainty rosebud fabric lifts up to reveal a lovely lined interior, the rosebud fabric again appearing in the base.
These little leather shoes are the most gorgeous colour aren't they! I've put one of Angelica's shoe painting cards next to them.
A few Valentine's Day cards; one an original Victorian fold-out card and the other two are replicas of cards from the 1920's which I make. The little boy in the combinations is picking the petals off a daisy, and underneath it reads, 'she lufs me, she lufs me not....'
The blushing girl with the pink bow is saying, 'I ain't nobody's sweetheart yet'!
This necklace by Louise Taylor-Bowen is made from dyed vintage lace with pretty pink pearls and shells stitched on.
Happy Days everyone! Spring is coming!
İç Ses - 10
Belki şehre bir film gelir, iklim değişir Akdeniz olur.
Gülümse … *
Şehrine filmler gelmeyen topraklarda yaşamanın ortak hissi midir bu ?
Bu söküp atma isteği , sanki her şeyin o filmin gelmeyişinin bile nedeni iklimmiş gibi bir değişsin isteği …
Mucize bekleyişi, iklimi değiştirebilecek ilahı kudrete iman kendine duyduğun yalın ve gerçek bir inançsızlık , derin bir kabulleniş.
Neden sevdiğini anlamadığın , anlatamadığın bir sevgiyle vazgeçemediğin gelgitli bir yaşam.
Ne bırakıp gidebiliyor insan yeni filmler görmeye ne de filmsiz geçen ömre tahammül gösterebilecek kadar vazgeçebiliyor yaşamaktan.
İnsan elini kaldıracak takatinin kalmadığını hissetse bile , tek bir adım atmaya bile mecali kalmasa da umut etmekten geçemiyor ki işte.
Bir duvar dibinde, karanlık bir odada, cam kenarında, uyku esnasında … bir umut …
Belki , belki iklim değişmese de filmler gelebilir bu şehre de ...
*Kemal Burkay\Gülümse
Thank you all so much for your useful and diverse comments on the matter of the old wallpaper. The shop is still in a state of transition at the moment, and I am still undecided about whether to cover it over or not. Once I have finished collaging the other walls I will get a better idea of how the room will look as a whole.
I recently came across this lovely stash of old stamps,
many of them bundled up in lots. Some of the Victorian ones have snippets of writing on. They will come in very handy when doing more collaging.
I am just open on Saturday and Sunday afternoons at the moment, so if you fancy a stroll by the sea or lunch in the pub in Portscatho one of these cold Spring weekends (Yes, Spring comes early here) do pop by and see what's new!
İntihar odası
Hafta sonu deyince aklıma gelen en güzel fikir film izlemek...
bu gece ki filmim İntihar odası...
soluksuz izledim diyebilirim, öyle günlerce kafaya takılır mı?
kişiye göre değişir ancak çok güncel bir konu.. verilen mesajı hala merak ediyorum...
A- ailenin çocuklar üzerindeki önemi
cocuklarıyla gereğinden az ilgilendiğinde başına gelenler mi?
B- arkadaş ortamının önemi mi?
C - internet ortamının ne kadar sahtekar ve zararlı olduğu mu?
D- hepi:)
Aslında internet ortamının dikkatli olmazsak ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne seren harika bir film...
bu gece ki filmim İntihar odası...
soluksuz izledim diyebilirim, öyle günlerce kafaya takılır mı?
kişiye göre değişir ancak çok güncel bir konu.. verilen mesajı hala merak ediyorum...
A- ailenin çocuklar üzerindeki önemi
cocuklarıyla gereğinden az ilgilendiğinde başına gelenler mi?
B- arkadaş ortamının önemi mi?
C - internet ortamının ne kadar sahtekar ve zararlı olduğu mu?
D- hepi:)
Aslında internet ortamının dikkatli olmazsak ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne seren harika bir film...
Selamım var!!! Emanettir:)
Yılından çok emin değil 94 olabilir. Ilk kez aşık oldum, oldum sandım. Demirciköy'de...
Bizim oraların en yakışıklı delikanlısı... Benden biraz büyüktü; 2-3 yaş belki. Çay Bahçesine gidip dondurma yememin yegane sebebi. Ben de her çocuk gibi, eğlenceden yiyebilirdim halbuki. O zaman anladım ki dondurmanın gerçekten mutlulukla bir ilgisi var! :):) Sadece ben değil tabi, kuzenim dahil hepimiz yangınız kendisine. O da farkında mendebur; yüz vermiyor hiçbirimize. Sonu zaferle bitmeyecekse girmem ki ben hiç o savaşın içine. Yel değirmenleri ile yok bir mevzum; benim mevzum galibiyetle.
Sonra ne oldu bilmem.... Adı neydi?
Kendisinin aklıma düşmesine sebep, zorunlu cd çaların baş aktörü Fatih Erkoç ile uzun süren münazaralar yaptık, yolumuz da uzundu tabi.... Olmadı... Bulamadık...
Çünkü ben, yüzleri unuturum, isimleri de ve hatta hisleri de düşlerle birlikte.
Ben sadece kokuları unutmam, mıh gibi kazırım zihnime.
Belki her gün karşılaşıyoruz. Ne bileyim? Yok ki hatıramda.
Belki de deniz kokuyordu. Belki kum. Belki yosun. Aynı gökyüzüne bakıyoruz ama aynı gece de yokuz, aynı günün Gündüzü aydınlık değil ki bize.
Belki ekmek kokuyordu, belki balık... Ne bileyim? Bölüşüp yemedik ki, tek tabaktan, tek kaşıkla.
Belki de ucuzdur parfümü, belki de ter koktu bedeni. Ne bileyim? Sarılıp boynuna ritm kulağımda kalp atışımız bir, dans etmedik ki kocaman gürültülerin içinde sessizce. Uyumadık ki hiç, burnum ensesinde; her nefesimde içime çeke çeke.
Belki aşk kokuyordu. Ne bileyim?
Bir dakika ya!!
Sahi Aşkın kokusu var mı? Var mı tarifi? Denk gelmiş olsam unutmazdım değil mi? Değişik mi yoksa her bedendeki hali?
Ne bileyim?
Olur da yolu size düşerse, bir yerlerde karşılaşırsınız falan. Siz ona söyleyin, bir ara uğrasın bana da. Adresim belli. Kalbim belli, yeri belli. Endişeye mahal yok, o bir gelsin, ben onu en derine gizlerim. Bir daha da Tövbe!! Unutmam hiç söz!
Selam edin, selametle....
Bizim oraların en yakışıklı delikanlısı... Benden biraz büyüktü; 2-3 yaş belki. Çay Bahçesine gidip dondurma yememin yegane sebebi. Ben de her çocuk gibi, eğlenceden yiyebilirdim halbuki. O zaman anladım ki dondurmanın gerçekten mutlulukla bir ilgisi var! :):) Sadece ben değil tabi, kuzenim dahil hepimiz yangınız kendisine. O da farkında mendebur; yüz vermiyor hiçbirimize. Sonu zaferle bitmeyecekse girmem ki ben hiç o savaşın içine. Yel değirmenleri ile yok bir mevzum; benim mevzum galibiyetle.
Sonra ne oldu bilmem.... Adı neydi?
Kendisinin aklıma düşmesine sebep, zorunlu cd çaların baş aktörü Fatih Erkoç ile uzun süren münazaralar yaptık, yolumuz da uzundu tabi.... Olmadı... Bulamadık...
Çünkü ben, yüzleri unuturum, isimleri de ve hatta hisleri de düşlerle birlikte.
Ben sadece kokuları unutmam, mıh gibi kazırım zihnime.
Belki her gün karşılaşıyoruz. Ne bileyim? Yok ki hatıramda.
Belki de deniz kokuyordu. Belki kum. Belki yosun. Aynı gökyüzüne bakıyoruz ama aynı gece de yokuz, aynı günün Gündüzü aydınlık değil ki bize.
Belki ekmek kokuyordu, belki balık... Ne bileyim? Bölüşüp yemedik ki, tek tabaktan, tek kaşıkla.
Belki de ucuzdur parfümü, belki de ter koktu bedeni. Ne bileyim? Sarılıp boynuna ritm kulağımda kalp atışımız bir, dans etmedik ki kocaman gürültülerin içinde sessizce. Uyumadık ki hiç, burnum ensesinde; her nefesimde içime çeke çeke.
Belki aşk kokuyordu. Ne bileyim?
Bir dakika ya!!
Sahi Aşkın kokusu var mı? Var mı tarifi? Denk gelmiş olsam unutmazdım değil mi? Değişik mi yoksa her bedendeki hali?
Ne bileyim?
Olur da yolu size düşerse, bir yerlerde karşılaşırsınız falan. Siz ona söyleyin, bir ara uğrasın bana da. Adresim belli. Kalbim belli, yeri belli. Endişeye mahal yok, o bir gelsin, ben onu en derine gizlerim. Bir daha da Tövbe!! Unutmam hiç söz!
Selam edin, selametle....
Uncovering the past
Ever since I moved into my shop premises in 2003 I have wanted to rip out the modern fitted cupboards and dressers that lined the walls and find out what lay behind. On Monday Dave and I did just that, removing three layers of chipboard and pegboard to reveal the original raw planks that have been there since the building was still a cottage. Behind these planks are the rough, thick bare stone walls. It has felt good to let the building 'breathe' again; at the base of the wall behind the skirting the wood was completely rotten and will need replacing. I am relieved that there appears to be no evidence of woodworm. What has been the best surprise is finding some of the old wallpaper - three distinct layers, all quite differently patterned.
The dilemma I face now is whether to leave this part of the wall exposed so that the wallpaper can be seen, or to collage over the top, as was my original intention, with the paper collage I created when I exhibited at The Country Living Fair a few years ago.
For all its historical interest it is not by any stretch of the imagination 'beautiful' and would to a certain degree change the interior character of my shop, being of a darkish hue while all the other walls are a pale blue or white. Covering it over again will help in its preservation. It is peeling off in a lot of places and exposing it will only accelerate this. But part of me thinks that I should leave it exposed and make a feature of it.
What do you think I should do?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Rare Disease Day and the promises of personalized medicine
O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...
-
Pakistan dizileri Hint dizilerinden farklı. Onlar gibi coşkulu olmuyor genelde. Bu yüzden yarım bıraktıklarım hayli fazla. Ama bu dizi ...
-
Pakistan dizisi önyargımı biraz olsun kıran bir dizi izledim geçenlerde. Baştan söyleyeyim Hindistan dizilerindeki gibi rüzgarlar essi...
-
İnternette bu görselle karşılaştım ve içimde derinden bir öfke dalgası yükseldi. Böyle şeyleri genelde paylaşmazdım. Çoğunlukla susan ve ken...