Sütlaç İle Pekmez Masalı
Şehrin birinde Sütlaç ve Pekmez adında iki kız kardeş yaşarmış. Kardeşlermiş ama birbirlerine hiç ama hiç benzemezlermiş. Sütlaç bir süt kadar beyaz, Pekmez ise bir pekmez kadar karaymış. Bu iki küçük kız kardeş birbirleriyle çok iyi anlaşırlarmış. Tabi arada bir kavga ettikleri de olurmuş. Fakat birbirlerine küsmezler az sonra oyunlarına devam ederlermiş.
Bir gün iki kardeş anneleriyle birlikte bir akrabalarının evine ziyarete gitmişler. Anneler otururlarken kızlar bahçeye çıkıp oyun oynamışlar. Bir ara susamışlar. Su içmek için mutfağa gitmişler fakat boyları bardak almaya yetişmemiş. Sütlaç o sırada yerde bir şişe sarı su görmüş.
-Pekmez, bak orada meyve suyu var, benim canım ondan istedi, demiş.
Pekmez:
-Benim de canım meyve suyu istedi, su yerine onu içelim bari, demiş.
Sütlaç şişeyi kafasına dikmiş daha ilk yudumda bırakmış.
-Boğazım yandı, bunun tadı çok kötü, demiş zoraki çıkan sesiyle.
Pekmez:
-Bakayım tadı nasıl? diyerek bir yudum da o almış.
Almasıyla birlikte bağırması bir olmuş. Sütlaç ağlamaya başlamış. Boğazı yanıyor hatta kavruluyormuş. Kızların sesine annesiyle ev sahibi koşmuş. Pekmez’in elindeki şişeyi gören ev sahibi:
-O elinizdeki şişenin içindekini mi içtiniz? diye sormuş.
Kızlar ağlayarak başlarını sallamışlar.
Kızların meyve suyu diye içtikleri şey, aslında bir temizlik maddesiymiş. Annesi hemen onları kusturmuş. Kızlar kusunca daha kötü olmuşlar. Nefes almakta bile zorlanmaya başlamışlar. Annesi hemen onları hastaneye götürmüş. Doktorlar kızları hemen ameliyata almış. Annelerinin faydalı olur zannederek onları kusturması aslında büyük bir hataymış. Kusarken ikinci kez zehir boğazlarından geçtiği için çocukların nefes borusu ve yemek borusu daha fazla yanmış. Kusmasalarmış tedavileri daha kolay olabilirmiş. Anneleri çok üzülmüş.
Sütlaç ve Pekmez için zor günler başlamış. Yemek boruları yandığı için uzun süre hiçbir şey yiyememişler. İlaçla beslenmişler. Peş peşe gelen ameliyatlar nedeniyle günlerce aç kalmışlar.
Hastanede yan yana iki yatakta yatıyorlarmış. İkisi de konuşamıyormuş. Birbirleriyle bakışarak anlaşıyorlarmış. Biraz iyileşince elleri de katılmış konuşmaya. Bazen ellerinin birine ilaç bağlanıyormuş, o zaman da ayaklarını kullanıyorlarmış.
Sütlaç ve Pekmez el, ayak, baş ve gözleriyle çeşit çeşit oyunlar oynuyorlarmış. Kendilerine bebek bile bulmuşlar. Kollarına bağlanan kocaman şişedeki ilaçları bebekleri yapıyorlarmış. Şişedeki ilacın durumuna göre bebekleri yeni doğmuş oluyormuş. Bebekleri bazen acıkıyor, bazen ağlıyor, bazen gülüyormuş. İlaç bittiğinde bebeklerinin uykuya yattığını düşünüyorlarmış. Onlar da oyunlarına devam ediyorlarmış.
İki kardeşin bu sessiz oyununu odada yatan diğer hasta çocuklar film izler gibi izliyorlarmış. Onlar da izlerken eğleniyorlarmış. Pekmez ve Sütlaç onları da katmışlar oyunlarına. Diğer çocukların da konuşmaları yasakmış oyunda. Sessizce oynuyorlarmış oyunlarını. Çok eğleniyorlarmış. O güne kadar bir şey anlatmak için pek kullanmadıkları gözlerini, burunlarını, dudaklarını kullanmayı öğrenmişler. Yüz ifadeleriyle sessizce konuşabiliyorlarmış artık.
Bu oyun çocukların olduğu kadar büyüklerin de hoşuna gitmiş. Çocukların yakınları da oyunları dikkatle izliyorlarmış. Ne anlattıklarını anlamaya çalışıyorlarmış. Sessiz oynandığı için kimse rahatsız olmuyormuş. Oyun, uyumak isteyen çocukların dinlenmesini de engellemiyormuş.
Sütlaç ve Pekmez zamanla iyileşmişler. Önce konuşmaya başlamışlar. Bir süre sonra da yavaş yavaş yemek yemeye başlamışlar. İyileşmeye başlayınca doktorlar Sütlaç ile Pekmez’in evlerine gidebileceklerini söylemişler. Çocuklar evlerine döndükten sonra sessiz oyunlarını oynamaya devam etmişler.
Sütlaç ile Pekmez odalarında oyun oynadıkları bir gün Sütlaç susamış. Masanın üzerinde bardağın içinde su varmış. Sütlaç bardağı almış, tam suyu içecekmiş ki bardaktan bir ses gelmiş:
-Bu kadar da olmaz ki canım, demiş ince ve tiz bir ses.
Sütlaç korkmuş, bardağı hemen masanın üzerine bırakmış.
-Pekmez, bardak konuştu duydun mu? diye bağırmış.
Pekmez daha bir şey söylemeye kalmadan yine bir ses gelmiş.
-O kadar da değil, demiş sahibi görünmeyen ses.
Kızlar iyice şaşırmışlar.
Pekmez:
-Kim konuşuyor o zaman? diye sormuş.
-Mikrobunuz konuşuyor canım, diye cevap gelmiş sesten.
İkisi de gözlerini bardağa dikmiş dikkatli bir şekilde bakıyorlarmış. Fakat hiçbir şey göremiyorlarmış.
Sütlaç:
-Biz seni göremiyoruz, demiş.
Mikrop:
-Görünmediğim için zaten mikrop olarak yaşıyorum, demiş. Görünseydim, siz insanlar beni yaşatır mıydınız? Bardağın tam kenarındayım ama görmeniz mümkün değil. Neyse konuya dönelim. Siz hiç akıllanmadınız mı, hastaneden daha yeni çıktınız.
Sütlaç:
-Ne oldu, ne yaptık ki? diye sormuş.
Mikrop cevap vermiş:
-Uyarmasam az daha bardaktaki suyu içiyordun.
Sütlaç:
-Zehir değil ya, su içecektim. Ne var bunda? diye sormuş.
Mikrop:
-Bu su ne zamandır burada duruyor? diye sormuş.
Kızlar biraz düşünmüşler. Pekmez hatırlamış.
-Dün sabah ben getirmiştim bu suyu. Kahvaltıdan sonra susamıştım, biraz içtim kalanı da masanın üzerine bırakmıştım. Niye sordun ki?
Mikrop:
-Bu su dünden beri ağzı açık bir şekilde masanın üzerinde duruyor. Biz mikroplar doğum günü bile yaptık bu suda. Siz şurada oyun oynarken biz ne eğlenceler düzenledik.
Sütlaç:
-Ay özür dilerim az daha içiyordum hepinizi, demiş. Ama benim suçum yok ki, sizi görmedim, çok susamıştım.
Mikrop:
-Yok canım bizim için önemli değil, demiş. İçsen de bize bir şey olmaz. Biz senin vücudunun içinde müsait bir yer bulur, yerleşirdik.
Pekmez merakla sormuş:
-Hep içimizde mi kalırsınız siz, bir daha dışarı çıkmaz mısınız?
Mikrop onun bu saf sorusu karşısında gülmüş:
-Olur mu canım öyle şey, çıkarız tabi ki. Bir gün bir hastalık olarak çıkarız ortaya. Ben size acıdım, daha hastaneden yeni çıktınız diye uyarmak istedim. Yeniden hastalanmanızı istemedim.
Sütlaç:
-Ayyy teşekkür ederim çok iyisin, demiş.
Mikrop:
-Suda bir tek biz olsak zararı yok, demiş. Biraz önce suya dev bir böcek düşüp öldü.
Dev bir böcek deyince ikisi de eğilip suya bakmışlar. Dikkatlice bakınca suyun içinde minicik bir böcek ölüsü görmüşler.
Pekmez hayret içinde sormuş:
-Dev böcek dediğin bu mu?
Mikrop:
-Eee... Benim cüsseme göre dev sayılır, demiş. Hem ayrıca boy pos önemli değil ki. Minnacık diye küçümsediğin o böcek ölüsü, seni hasta etmeye yeter. Uyarmasam az daha yutuyordun.
Sütlaç hemen kendini savunmuş.
-Ama çok küçük göremedim ki, demiş.
Mikrop ona bir soru sormuş:
-Ağzı açık kaplarda beklemiş yiyecek ve içeceklerin siz insanlar için zararlı olduğunu duymadın mı?
Sütlaç utanmış.
-Duymuştum ama suyu içeceğim zaman aklıma gelmedi, demiş.
Mikrop konuşmasına devam etmiş:
-O böcek olmasa da biz sizi hasta etmeye yeteriz. Nerede açıkta yiyecek ya da içecek varsa biz mikroplar üzerine çullanırız. Bardağın üzerini örtseydin, su temiz kalır biz de giremezdik.
Pekmez:
-Bundan sonra dikkat ederiz, bizi uyardığın için teşekkür ederiz, demiş.
Mikrop:
-Bir şey değil, demiş. Şimdi beni götürün lavaboya dökün de oradan gidip biraz büyüklerimi ziyaret edeyim.
Pekmez üzülmüş mikroptan ayrılırken.
-Seninle tekrar nasıl görüşebiliriz? diye sormuş.
Mikrop:
-Sizin iyiliğiniz için görüşmesek daha iyi ama ben yine de görüşme imkanlarımızı anlatayım, demiş. Yemekten önce ve sonra ellerinizi sabunlamazsanız çabuk buluşabiliriz. Kirli ellerinizle birlikte çabucak ağzınıza girerim, ancak hastalık olarak karşılaşabiliriz. Onu tavsiye etmem. Ayrıca tuvaletten çıkınca ellerinizi sabunlamazsanız sadece ben değil koca bir mikrop ordusuyla görüşürsünüz. Onu hiç tavsiye etmem, sizin için hiç iyi olmaz.
Sütlaç:
-Ama sen tek olsan bize zarar vermezsin değil mi? diye sormuş.
Mikrop safça sorulmuş bu soruya da gülmüş.
-Hiç güvenmeyin kızlar, demiş. Mikrop her zaman mikropluğunu yapar. Ben sizi uyardım çünkü o suda böcek ölmüştü. Böcekli suda oluşan mikroplarla aram hiç iyi değildir. Onlarla sizin vücudunuzda birlikte olmak istemedim.
Pekmez:
-Yani bizim için değil kendi keyfin için bizi uyardın o zaman, demiş. Ben de ne iyi mikropmuş diye düşünüyordum. Artık sana acımadan suyu lavaboya dökebilirim.
Mikrop:
-Dök dök, demiş. Ama belki suyla birlikte gidemem bardağın kenarında kalabilirim. Onun için sakın bardağı deterjanlı suyla yıkamayın tamam mı! Deterjana karşı alerjim var.
Sütlaç:
-Üzgünüm, biz affetsek annem affetmez, hadi artık hoşçakal, demiş.
Pekmez bardağı mutfağa götürüp suyu lavaboya dökmüş. Bardağı da bulaşık yıkayan annesine vermiş. O günden sonra Sütlaç ve Pekmez temizliğe çok dikkat etmişler. Ne olduğunu bilmedikleri yiyecek ve içecekleri büyüklerine sormadan ağızlarına götürmemişler. Açıkta beklemiş yiyecekleri yememişler.
Sağlıklarını korumak için dikkat etmişler.
Arkadaşlarını da temizlik konusunda dikkatli olmaları için uyarmışlar. Hastanede buldukları sessiz oyunla mikrobun hayatını oynamışlar. Anlatmak istediklerini oyunla daha iyi ifade edebilmişler. Mikroptan ve hastalıktan gereken dersi almışlar. Artık ders almak için oyun ve masalları tercih etmişler.
Bir gün iki kardeş anneleriyle birlikte bir akrabalarının evine ziyarete gitmişler. Anneler otururlarken kızlar bahçeye çıkıp oyun oynamışlar. Bir ara susamışlar. Su içmek için mutfağa gitmişler fakat boyları bardak almaya yetişmemiş. Sütlaç o sırada yerde bir şişe sarı su görmüş.
-Pekmez, bak orada meyve suyu var, benim canım ondan istedi, demiş.
Pekmez:
-Benim de canım meyve suyu istedi, su yerine onu içelim bari, demiş.
Sütlaç şişeyi kafasına dikmiş daha ilk yudumda bırakmış.
-Boğazım yandı, bunun tadı çok kötü, demiş zoraki çıkan sesiyle.
Pekmez:
-Bakayım tadı nasıl? diyerek bir yudum da o almış.
Almasıyla birlikte bağırması bir olmuş. Sütlaç ağlamaya başlamış. Boğazı yanıyor hatta kavruluyormuş. Kızların sesine annesiyle ev sahibi koşmuş. Pekmez’in elindeki şişeyi gören ev sahibi:
-O elinizdeki şişenin içindekini mi içtiniz? diye sormuş.
Kızlar ağlayarak başlarını sallamışlar.
Kızların meyve suyu diye içtikleri şey, aslında bir temizlik maddesiymiş. Annesi hemen onları kusturmuş. Kızlar kusunca daha kötü olmuşlar. Nefes almakta bile zorlanmaya başlamışlar. Annesi hemen onları hastaneye götürmüş. Doktorlar kızları hemen ameliyata almış. Annelerinin faydalı olur zannederek onları kusturması aslında büyük bir hataymış. Kusarken ikinci kez zehir boğazlarından geçtiği için çocukların nefes borusu ve yemek borusu daha fazla yanmış. Kusmasalarmış tedavileri daha kolay olabilirmiş. Anneleri çok üzülmüş.
Sütlaç ve Pekmez için zor günler başlamış. Yemek boruları yandığı için uzun süre hiçbir şey yiyememişler. İlaçla beslenmişler. Peş peşe gelen ameliyatlar nedeniyle günlerce aç kalmışlar.
Hastanede yan yana iki yatakta yatıyorlarmış. İkisi de konuşamıyormuş. Birbirleriyle bakışarak anlaşıyorlarmış. Biraz iyileşince elleri de katılmış konuşmaya. Bazen ellerinin birine ilaç bağlanıyormuş, o zaman da ayaklarını kullanıyorlarmış.
Sütlaç ve Pekmez el, ayak, baş ve gözleriyle çeşit çeşit oyunlar oynuyorlarmış. Kendilerine bebek bile bulmuşlar. Kollarına bağlanan kocaman şişedeki ilaçları bebekleri yapıyorlarmış. Şişedeki ilacın durumuna göre bebekleri yeni doğmuş oluyormuş. Bebekleri bazen acıkıyor, bazen ağlıyor, bazen gülüyormuş. İlaç bittiğinde bebeklerinin uykuya yattığını düşünüyorlarmış. Onlar da oyunlarına devam ediyorlarmış.
İki kardeşin bu sessiz oyununu odada yatan diğer hasta çocuklar film izler gibi izliyorlarmış. Onlar da izlerken eğleniyorlarmış. Pekmez ve Sütlaç onları da katmışlar oyunlarına. Diğer çocukların da konuşmaları yasakmış oyunda. Sessizce oynuyorlarmış oyunlarını. Çok eğleniyorlarmış. O güne kadar bir şey anlatmak için pek kullanmadıkları gözlerini, burunlarını, dudaklarını kullanmayı öğrenmişler. Yüz ifadeleriyle sessizce konuşabiliyorlarmış artık.
Bu oyun çocukların olduğu kadar büyüklerin de hoşuna gitmiş. Çocukların yakınları da oyunları dikkatle izliyorlarmış. Ne anlattıklarını anlamaya çalışıyorlarmış. Sessiz oynandığı için kimse rahatsız olmuyormuş. Oyun, uyumak isteyen çocukların dinlenmesini de engellemiyormuş.
Sütlaç ve Pekmez zamanla iyileşmişler. Önce konuşmaya başlamışlar. Bir süre sonra da yavaş yavaş yemek yemeye başlamışlar. İyileşmeye başlayınca doktorlar Sütlaç ile Pekmez’in evlerine gidebileceklerini söylemişler. Çocuklar evlerine döndükten sonra sessiz oyunlarını oynamaya devam etmişler.
Sütlaç ile Pekmez odalarında oyun oynadıkları bir gün Sütlaç susamış. Masanın üzerinde bardağın içinde su varmış. Sütlaç bardağı almış, tam suyu içecekmiş ki bardaktan bir ses gelmiş:
-Bu kadar da olmaz ki canım, demiş ince ve tiz bir ses.
Sütlaç korkmuş, bardağı hemen masanın üzerine bırakmış.
-Pekmez, bardak konuştu duydun mu? diye bağırmış.
Pekmez daha bir şey söylemeye kalmadan yine bir ses gelmiş.
-O kadar da değil, demiş sahibi görünmeyen ses.
Kızlar iyice şaşırmışlar.
Pekmez:
-Kim konuşuyor o zaman? diye sormuş.
-Mikrobunuz konuşuyor canım, diye cevap gelmiş sesten.
İkisi de gözlerini bardağa dikmiş dikkatli bir şekilde bakıyorlarmış. Fakat hiçbir şey göremiyorlarmış.
Sütlaç:
-Biz seni göremiyoruz, demiş.
Mikrop:
-Görünmediğim için zaten mikrop olarak yaşıyorum, demiş. Görünseydim, siz insanlar beni yaşatır mıydınız? Bardağın tam kenarındayım ama görmeniz mümkün değil. Neyse konuya dönelim. Siz hiç akıllanmadınız mı, hastaneden daha yeni çıktınız.
Sütlaç:
-Ne oldu, ne yaptık ki? diye sormuş.
Mikrop cevap vermiş:
-Uyarmasam az daha bardaktaki suyu içiyordun.
Sütlaç:
-Zehir değil ya, su içecektim. Ne var bunda? diye sormuş.
Mikrop:
-Bu su ne zamandır burada duruyor? diye sormuş.
Kızlar biraz düşünmüşler. Pekmez hatırlamış.
-Dün sabah ben getirmiştim bu suyu. Kahvaltıdan sonra susamıştım, biraz içtim kalanı da masanın üzerine bırakmıştım. Niye sordun ki?
Mikrop:
-Bu su dünden beri ağzı açık bir şekilde masanın üzerinde duruyor. Biz mikroplar doğum günü bile yaptık bu suda. Siz şurada oyun oynarken biz ne eğlenceler düzenledik.
Sütlaç:
-Ay özür dilerim az daha içiyordum hepinizi, demiş. Ama benim suçum yok ki, sizi görmedim, çok susamıştım.
Mikrop:
-Yok canım bizim için önemli değil, demiş. İçsen de bize bir şey olmaz. Biz senin vücudunun içinde müsait bir yer bulur, yerleşirdik.
Pekmez merakla sormuş:
-Hep içimizde mi kalırsınız siz, bir daha dışarı çıkmaz mısınız?
Mikrop onun bu saf sorusu karşısında gülmüş:
-Olur mu canım öyle şey, çıkarız tabi ki. Bir gün bir hastalık olarak çıkarız ortaya. Ben size acıdım, daha hastaneden yeni çıktınız diye uyarmak istedim. Yeniden hastalanmanızı istemedim.
Sütlaç:
-Ayyy teşekkür ederim çok iyisin, demiş.
Mikrop:
-Suda bir tek biz olsak zararı yok, demiş. Biraz önce suya dev bir böcek düşüp öldü.
Dev bir böcek deyince ikisi de eğilip suya bakmışlar. Dikkatlice bakınca suyun içinde minicik bir böcek ölüsü görmüşler.
Pekmez hayret içinde sormuş:
-Dev böcek dediğin bu mu?
Mikrop:
-Eee... Benim cüsseme göre dev sayılır, demiş. Hem ayrıca boy pos önemli değil ki. Minnacık diye küçümsediğin o böcek ölüsü, seni hasta etmeye yeter. Uyarmasam az daha yutuyordun.
Sütlaç hemen kendini savunmuş.
-Ama çok küçük göremedim ki, demiş.
Mikrop ona bir soru sormuş:
-Ağzı açık kaplarda beklemiş yiyecek ve içeceklerin siz insanlar için zararlı olduğunu duymadın mı?
Sütlaç utanmış.
-Duymuştum ama suyu içeceğim zaman aklıma gelmedi, demiş.
Mikrop konuşmasına devam etmiş:
-O böcek olmasa da biz sizi hasta etmeye yeteriz. Nerede açıkta yiyecek ya da içecek varsa biz mikroplar üzerine çullanırız. Bardağın üzerini örtseydin, su temiz kalır biz de giremezdik.
Pekmez:
-Bundan sonra dikkat ederiz, bizi uyardığın için teşekkür ederiz, demiş.
Mikrop:
-Bir şey değil, demiş. Şimdi beni götürün lavaboya dökün de oradan gidip biraz büyüklerimi ziyaret edeyim.
Pekmez üzülmüş mikroptan ayrılırken.
-Seninle tekrar nasıl görüşebiliriz? diye sormuş.
Mikrop:
-Sizin iyiliğiniz için görüşmesek daha iyi ama ben yine de görüşme imkanlarımızı anlatayım, demiş. Yemekten önce ve sonra ellerinizi sabunlamazsanız çabuk buluşabiliriz. Kirli ellerinizle birlikte çabucak ağzınıza girerim, ancak hastalık olarak karşılaşabiliriz. Onu tavsiye etmem. Ayrıca tuvaletten çıkınca ellerinizi sabunlamazsanız sadece ben değil koca bir mikrop ordusuyla görüşürsünüz. Onu hiç tavsiye etmem, sizin için hiç iyi olmaz.
Sütlaç:
-Ama sen tek olsan bize zarar vermezsin değil mi? diye sormuş.
Mikrop safça sorulmuş bu soruya da gülmüş.
-Hiç güvenmeyin kızlar, demiş. Mikrop her zaman mikropluğunu yapar. Ben sizi uyardım çünkü o suda böcek ölmüştü. Böcekli suda oluşan mikroplarla aram hiç iyi değildir. Onlarla sizin vücudunuzda birlikte olmak istemedim.
Pekmez:
-Yani bizim için değil kendi keyfin için bizi uyardın o zaman, demiş. Ben de ne iyi mikropmuş diye düşünüyordum. Artık sana acımadan suyu lavaboya dökebilirim.
Mikrop:
-Dök dök, demiş. Ama belki suyla birlikte gidemem bardağın kenarında kalabilirim. Onun için sakın bardağı deterjanlı suyla yıkamayın tamam mı! Deterjana karşı alerjim var.
Sütlaç:
-Üzgünüm, biz affetsek annem affetmez, hadi artık hoşçakal, demiş.
Pekmez bardağı mutfağa götürüp suyu lavaboya dökmüş. Bardağı da bulaşık yıkayan annesine vermiş. O günden sonra Sütlaç ve Pekmez temizliğe çok dikkat etmişler. Ne olduğunu bilmedikleri yiyecek ve içecekleri büyüklerine sormadan ağızlarına götürmemişler. Açıkta beklemiş yiyecekleri yememişler.
Sağlıklarını korumak için dikkat etmişler.
Arkadaşlarını da temizlik konusunda dikkatli olmaları için uyarmışlar. Hastanede buldukları sessiz oyunla mikrobun hayatını oynamışlar. Anlatmak istediklerini oyunla daha iyi ifade edebilmişler. Mikroptan ve hastalıktan gereken dersi almışlar. Artık ders almak için oyun ve masalları tercih etmişler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder