Ürkek Tavşan İle Kurbağalar Masalı

Ürkek Tavşan İle Kurbağalar Masalı

Ormanların en korkak hayvanı tavşanmış. Yaprak kımıldasa hemen saklanacak yer ararmış. Ona bu kadar korkak olmaması gerektiğini söylüyorlarmış ama bu sözde pek işe yaramıyormuş. Kendisinden çok daha küçük hayvanların ormanda korkusuzca gezdiğini gören tavşan korkaklığına daha bir üzülürmüş.
Bir gün tavşan ormanda gezintiye çıkmış. Tabii buna gezinti denirse. Korka korka, saklana saklana yüreği ağzına gelerek yürüyormuş ormanda. Tam gölün kıyısına geldiğinde vwırrrakk wırraaakkk diye bağırarak suya atlayan kurbağalar görmüş. Buna çok şaşırmış. Çünkü kurbağalarda kendisinden korktukları için suya atlıyorlarmış. Tavşan o an anlamış ki ormanda kendisinden daha korkak hayvanlarda var.
O günden sonra tavşan korkusunu az da olsa . yenmeyi başarmış.

Tavşanla Kurbağalar Masalı

 Tavşanla Kurbağalar Masalı

Bir tavşan, yuvasında oturmuş, kara kara düşünüyormuş.Zaten zavallının içini kemiren korkudan hiç yüzü gülmezmiş.Düşüncesi bile korku üzerineymiş.Şöyle diyormuş kendi kendine : " Korkak yaratılmış olmak ne büyük mutsuzluk.Bir lokma yemek bile boğazımdan rahat geçmiyor.Her an korku içinde yaşıyorum.Korkudan gözlerim açık uyuyorum.Bu da yaşamak mı sanki?
Tavşan böyle keder içinde kendi kendine . düşünürken bir hışırtı duymuş.Kendini hızlıca atmış dışarı.Koştuğu gibi göl kıyısına gelmiş.Bu sefer kurbağaların ödü kopmuş.Cup cup suya atlamaya başlamışlar.Bunu gören tavşan :
" Ya, demek korkak olan yanlız ben değilmişim.Benden korkanlar da varmış.Hem bir tane bile değil bir sürü kurbağa.Ben neymişim de haberim yokmuş.Kimbilir bu güne kadar ne korkular salmışım ortalığa ."
Gerçek budur.Dünyada hiç bir korkak yoktur ki, kendinden korkağı bulunmasın.

Kurt İle Leylek Masalı

 Kurt İle Leylek Masalı

Kurtlar nasıl yer bilirsiniz:
Kaptı mı koparır, kopardı mı yutarlar.
Kurdun biri bir ziyafete konmuş
Ve öylesine tıkınmış ki
Ölüyormuş az kalsın;
Bir kemik saplanmış boğazına,
Kimseler yok, çağıramaz,
Bağıracak bağıramaz...
Bir leylek geçiyormuş bereket versin,
Allem kallem anlatmış derdini;
Koşmuş imdadına leylek.
Kuş değil cerrah mübarek;
Gaga dersen makastan iyi,
Soktuğu gibi gırtlağına
Çıkarıvermiş kemiği.
— Tamam, deyip ücretini istemiş.
— Ne ücreti? demiş kurt, Alay mı ediyorsun babalık? Canını kurtardığım yetmiyor da Bir de ücret ha?
Ağzıma girmişken kafan
Bir kapsam ne olurdun?
Bu ne nankörlük be!
Çekil git, bir daha da elime düşme.

>> Horoz İle Tilki Masalı

 Horoz İle Tilki Masalı

Gün görmüş, açıkgöz bir horoz, 
Ağaçta nöbet bekliyormuş. 
Tilki yanaşmış güler yüzle:
— Kardeş, demiş; müjde! 
Savaşanlara son verildi, son! 
Barış oldu bütün dünyada. 
Haberi yaymaya geldim,
İn aşağı da öpüşelim.
Hadi bekletme, duramam pek;
Yirmi köyüm var gidilecek.
Hem nöbet möbet yok artık, bitti;
Rahat rahat gezebilirsiniz şimdi.
Tavuk, horoz işinize bakın, korkusuz;
Size yardım etmek dostluk borcumuz.
Söyle seninkilere sevinsinler,
Bu gece bayram etsin, hora tepsinler.
Sen de gel artık, haydi;
Gel de kardeş kardeş öpeyim seni.
— Tilki kardeş, demiş horoz; 
Bundan hoş, bundan tatlı haber olmaz! 
Hele bunu senden duymak yok mu, 
Bitirdi beni doğrusu.
Bak, iki tazı da geliyor karşıdan; 
Onlar da müjdeci anlaşılan
Görsen ne koşuyor kâfirler;
Nerdeyse gelirler.
Dur, ben de ineyim de bari,
Tatlı tatlı konuşalım hep beraber.
— Hoşça kal, demiş tilki;
Ben kaçayım, yolum uzun.
Öpüşmek başka zamana kalsın.
Hazret dar atmış kendini ormana. 
Barışta iş yok deyip kendi kendine. 
Horozsa başlamış keyfince ötmeye: 
Koca tilkiye tilkilik ettim diye.
Lafonten Hikayeleri La Fonten Hikayeleri Fabl Hikayeleri
Jean de La Fontaine

Tilki İle Leylek Masalı

Tilki İle Leylek Masalı

Tilki hocanın iyiliği tutmuş bir gün
Hacı leyleği yemeğe buyur etmiş
- Ama, demiş tilki, bizde misafir
Umduğunu değil bulduğunu yer.
Meğer tilkinin cimrisi hepsinden betermiş
Bir çorba çıkarmış topu topu
O da sulu mu sulu
Hem nerden getirse beğenirsiniz? Tabakta.
Leylek gagasıyla uğraşadursun
Tilki bitirmiş hepsini bir solukta.
Leylek kızmış, ama çekmiş sineye.
Bir zaman sonra
O da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.
- Hay hay, demiş tilki, nasıl gelmem?
Ben dostlara naz etmesini sevmem.
Tam saatinde gelmiş.
Leyleğe türlü diller dökmüş.
Şu güzel bu güzel,
Hele yemeğin kokusu
Gel iştahım gel!
Gerçi tilkilerin iştahı
Pek nazlı değilmiş ama
Et kokusu başka şeymiş.
- Kuşbaşı galiba, demiş
Bayılırmış etin böylesine
Hele kıvamında pişmişine.
Derken yemek sofraya gelmiş,
Gelmiş ama nasıl?
Kokusunu al, eti arada bul!
Dar boğazlı upuzun bir çömlek içinde
Tam leyleğin gagasına göre
Tilki burnunu burgu etse nafile.
Kısmış kuyruğunu evine dönmüş.
Aç kaldığına mı yansın
Bir kuşa . rezil olduğuna mı?
El alemi aldatanlar
Bu masal size:
Bir gün sizi de sokarlar
Kurduğunuz kafese ...
LA FONTAINE

La Fontaine Kimdir

La Fontaine Kimdir

La Fontaine, tam adıyla Jean De La Fontaine, 1621 ile 1695 yılları arasında yaşamış bir Fransız yazarıdır. Masalları dilden dile dolaşan bu ünlü yazar, uzun yıllar ormanlık bir bölgede yaşamış. La Fontaine in masallarında anlattığı hayvanlar onun için çok önemli olsa gerek... Masallarına konu olan hayvanlar, konuşuyorlar. Bu tür, hayvanların ağzından anlatılan masallara FABL adı verilir. Olaylar şiirsel bir dille anlatılır. Çok etkileyicidirler, öyle ki, sadece çocuklar değil büyükler de severek dinler bu masalları...
Kurnaz tilkiler, kibirli arslanlar, çalışkan karıncılar ve bir dolu sevimli hayvancık La Fontainein masallarından bize seslenirler. Onların öykülerinden her zana kendimize uygun dersler çıkarabiliriz. En güzeli de bunu yaparken çok eğleniyor olmak...
Aşağıda, La Fontainin masallrından seçmeler var. Eğer hala okumadıysanız, bulduklarınızı hemen okumanızı öneririz. :))
1. Ağustosböceği ile Karınca
2. Karga ile Tilki
3. Kurt ile Kuzu
4. Tavşanla Kaplumbağa
5. Kurt ile Köpek
6. Tilki ile Leylek
7. Horoz ile Tilki
8. Kedi ile Fareler
9. Kurt ile Leylek
10. Tarla Faresi ile Kent Faresi
11. Kurbağa ile Korkak Tavşan
12. Güvercin ile Karınca
13. Değirmenci Oğlu ile Eşeği
14. Ayının Dostluğu
15. Altın Yumurtlayan Tavuk
17. Tilki, Horoz ve Karga
18. Fino ile Eşek
19. Yarasa ile Gelincikler
20. Aslan ile Sinek
21. Horoz ile İnci

La Fontaine Hayvanlar Mahkemesinde Masalı

 La Fontaine Hayvanlar Mahkemesinde Masalı

la fontaine`i birgün hayvanlar ormanda yakalamış ve arslanın yanına götürülmüş arslan buna demişki la fontaine senin yüzünden küçük çocuklar ve büyükler bize gülüyor. dedi. sen o hikayeleri ve masalları yazmasaydın eşşekte benim postuma bürünmeyecekti diyerek sözünü kesti ve şöyle dedi ağustos böceğine sen karıncanın kapısına gidip dileniosun dedi. ve aslan yok dedi sen o masalı yazmadan önce karıncayla ağustos böceği arkadaştı ve hep birbirine yardım ederlerdi. dedi ve la fontaineyi insan at bahçesine gönderdiler siz aslanın yerinde olsaydınız hangi cezayı verirdiniz arkadaşlar?

Tembel Tavşan Masalı

 Tembel Tavşan Masalı

Bir zamanlar ormanda korkunç bir kuraklık başlamış. Yaz gelip geçtiği halde, tek bir damla bile yağmur yağmamış. Susuzluk hayvanların canına tak edince, bu duruma bir çare bulmak için toplanmışlar. İçlerinden birisinin teklifi üzerine, bur kuyu kazmaya karar verip çalışmaya başlamışlar. Bütün hayvanlar, hatta kuşlar bile gece gündüz çalışıyormuş. Ancak tavşan; `Ben daha çok küçüğüm!` diyerek çalışmak istemiyormuş. Tavşanın böyle nazlanması diğer bütün hayvanları çok kızdırmış.
Hayvanların emeği boşa çıkmamış. Kazdıkları kuyudan buz gibi bir su çıkınca, herkes çok sevinmiş. Kana kana içip yıkanmışlar. Kuyunun kazılmasına yardım etmeyen tavşana ise su vermemişler. Kral aslan, tavşanın kuyuya yaklaşmasını önlemek için,kuyunun başına her gün bir nöbetçi görevlendirmiş.
Tavşan yaptığı hatayı anlamış anlamasına, ancak iş işten geçtiği için yapacak bir şeyi de yokmuş. Bir gece kuyuda nöbet tutma sırası file gelmiş. Tavşan fili çok severmiş `kimse görmeden bana biraz su verir` düşüncesiyle yanına gidince, filin uyuduğunu görmüş. Çok uğraşmasına rağmen, onu bir türlü uyandıramamış. En sonunda gidip kulağına bağırmış. Fil öyle bir zıplamış ki, kuyunun etrafındaki taş ve toprak yığınına çarpmış, bütün taş ve toprakları kuyunun içine dökmüş.
Böylece kuyu kapanmış. Bu duruma çok üzülen fil ağlamaya başlamış. `Benim yüzümden oldu!` diyormuş. `Şimdi ne içeceğiz, hem sabah olunca diğer hayvanlara ne diyeceğim?`
`Bu kadar üzülme!` demiş tavşan.
`Elbette bir çaresini buluruz. Hem ikimiz beraberce çalışırsak, sabaha kadar kuyuyu temizleyip açarız.`
Fil: `Ama sen küçük ve zayıfsın!` demiş. Tavşan şöyle cevap vermiş; `Sen beni şimdi gör! Bak ki nasıl çalışıyorum.`
Gerçekten de tavşan bir çalışmış, bir çalışmış ki sormayın. Sabaha kadar fille birlikte kuyuyu açmayı başarmışlar. Ertesi gün fil, bütün hayvanlara tavşanın çalışkanlığını anlatmaya başlamış. Herkes tavşanı alkışlayıp, kuyudan su içmeyi hak ettiğini söylemiş.
Tavşan sadece su içebildiğine değil, diğer . hayvanlarla yeniden dost olduğuna da çok sevinmiş. Kendisini ormanın bir üyesi gibi görmek onu mutlu ediyormuş.

Aslan Postu Giyen Eşek Masalı

 Aslan Postu Giyen Eşek Masalı

`Nereden akıl etmişse eşeğin biri, aslan postuna bürünmüş. Bürünmüş ya, o günden sonra da kimseler dolaşamaz olmuş çevresinde...
Eşek, aslan postuna bürünmekle ne değişecek ki... Her zamanki gibi eşek işte... Ama postu aslan postu ya. Görenler tir tir titriyor korkudan.

Bir gün bir aksilik olmuş, bizim sahte aslanın uzun kulakları dışarı fırlamış. Akıllı adamın biri görmüş olanları , işin aslını anlamakta gecikmemiş. Vay sen misin diye, bir güzel dayak atmış eşeğe.

Adamı uzaktan görenler şaşırıp kalmışlar doğrusu... Sanmışlar ki koca bir aslanı döverek götürüyor. `Bravo !` demişler hep bir ağızdan...

Öyledir... Kimi kendi hatalarının kurbanı olur, kimi de bu hatalar üzerine kurar düzenini .`

Altın Yumurtlayan Tavuk Masalı

 Altın Yumurtlayan Tavuk Masalı

 

Yemyeşil, küçücük bir köyde yoksul bir köylü yaşarmış. Bu köylünün bir tavuğu varmış. Köylü tavuğu çok severmiş. Tavukta ona her gün bir yumurta yaparmış. Ama bu yumurtaların ilginç bir özelliği varmış. Yumurtalar altındanmış. Köylü her gün kümesten aldığı altın yumurtayı şehre götürür, kuyumcuda satarmış.

Yoksul köylü giderek zenginleşmeye başlamış. Zenginleştikçe huyu değişiyormuş. Artık para kazanmak için çalışmak zorunda kalmıyormuş. Çalışmadan, yorulmadan para geldiği içinde paranın değerini bilmiyormuş. Gereksiz yere para harcamaya, ihtiyacı olmayan şeyler almaya başlamış. Lüks içinde yaşamaya alıştığından bir süre sonra para yetersiz gelmeye başlamış.

Artık daha fazla parası olsun istiyormuş. Kümese gittiğinde, tavuğu eskisi kadar sevip okşamıyor, ona verdiği altın yumurtalar için minnet duymuyormuş. Zamanla tavuğun karnında bir hazine sakladığına inanmaya başlamış. Eğer tavuğun karnını keserse bu hazineye ulaşacağını, ömrü boyunca krallar gibi yaşayacağını düşünüyormuş.

Aç gözlü köylü, bir sabah elinde bıçakla kümese girmiş.Tavuk köylünün kötü niyetini anlayıp kaçmaya başlamış. Ama köylü hazineye ulaşmayı kafasına koymuş. Yakaladığı gibi kesmiş tavuğu. Acele ile karnını açmış, merakla içine bakmış, bir de ne görsün? Tavuğun karnında ne altın var, ne de hazine. Aç gözlülük yaptığı ancak o zaman aklına gelmiş. Ama artık iş işten geçmiş.

Korkak Tavşan Masalı

Korkak Tavşan Masalı

Ormanın birinde korkak bir tavşan yaşarmış. Bu tavşan her şeyden çok korkarmış. Hiç dışarı çıkamazmış. Bütün gün evinin penceresinden dışarısını seyredermiş. Zaman zaman iç geçirirmiş. Ne olurdu, ben de dışarıda dolaşabilsem, dermiş. Çoğu zaman canı çok sıkılırmış. Yapacak bir işi de yokmuş. Korkaklığı yüzünden, yaptığı hiçbir şeyden zevk alamazmış. Yemeğini bile huzurlu olarak yiyemezmiş. Basit bir tıkırtıda bile, yüreği hoplarmış. Geceleri korkudan gözlerini kapatmadan uyurmuş. Ufacık bir gürültü duysa nefesini tutup, bir köşeye saklanırmış.
Kendisine:
- Bu kadar korkak olma. Biraz cesur ol. Korkularını yen.
Diyenlere:
- Söylemesi kolay. Korkum o kadar güçlü ki, onu yenmek imkansız, demiş.
Tavşan, herkesi kendisi gibi korkak sanırmış. Bu yüzden kendisine `Cesur ol!` diyenlere kuşkuyla bakarmış. Tavşan bir gün çok susamış. Hava çok sıcakmış. Susuzluktan kıvranmaya başlamış. Ama çok korktuğu için dışarıyada çıkamıyormuş. Bir süre çaresiz beklemiş. Fakat susuzluğu geçmemiş. Giderek daha fazla susamış. Artık dayanamayacakmış. Dere kenarına gitmeye karar vermiş. Tavşan korka korka dere kenarına gelmiş. O sırada kurbağalar derenin çevresinde geziniyorlarmış. Tavşanın geldiğini görünce kendilerini suyun içine atmışlar. Kurbağalar suya atlar atlamaz, büyük bir gürültü kopmuş. Gürültüyü duyan tavşan korkudan bayılacak gibi olmuş. Gürültü kesilince yerinden kalkmış. Elindeki kabı suyla doldurmuş. Kana kana içmeye başlamış. Suyunu içince derinden bir `oh` çekmiş. Bir süre dere kenarında beklemiş. Gururla çevreyi gözden geçirmiş.
- Ben gerçekten bir kahramanım. Artık hiçbir şey beni korkutamaz. Gürültüden korkmadım. Üstelik başka hayvanları korkuttum.
Tavşanın keyfine diyecek yokmuş. Sözlerine devam etmiş:
- Cesareti olanlar çıksın karşıma! demiş. Emin adımlarla yuvasına doğru yürümüş...

Ceylan Kaplumbağa Fare Ve Karga Masalı

 Ceylan Kaplumbağa Fare Ve Karga Masalı

Bir varmış, bir yokmuş; hayvanların mutlu yaşadığı bir ülke varmış. Bu ülkede ceylan, kaplumbağa, karga ve fare bir arada güzel güzel yaşıyormuş. Yurtları uzak, çok uzak bir yerdeymiş. Mutlulukları da bu yüzdenmiş. Bir gün ceylan çayırda oynuyormuş, halinden çok mutluymuş. Ancak birdenbire insanoğlunun en iyi dostu olarak bilinen bir köpek çıkmış ortaya . Tabii arkasındanda bir insan gelmiş . Köpek ve adam geyiğin peşinden koşmaya başlamış.Ceylan kaçmış onlar kovalamışlar.
Bu sırada evde yemek zamanıymış. Sofrayı hazırlayan fare bakmış arkadaşlarından biri eksik. Arkadaşlarına dönerek :
-Neden ,demiş hep dörtken bu gün üçüz? Ceylan arkadaşımız bizi unuttu mu dersiniz?
-Unutmaz, demiş kaplumbağa. Mutlaka başı dertte olmalı. Ne olurdu karga gibi kanatlarım olsaydı, uçar dolanırdım çayırları. Ya ceylanın yardımımıza ihtiyacı varsa, ne olduğunu bilmeden onu yargılamak doğru olmaz.
Karga hak vermiş kaplumbağaya. Kanatlarını çırpıp havalanmış ve ceylanı aramaya başlamış. Birde ne görsün, ceylan ormanda bir tuzağa düşmemiş mi? Ağlardan kurtulmak için çırpınıp duruyor. Karga hemen dostlarına haber vermiş. Üçü düşünüp bir sonuca varmışlar. Biri evi bekliyecek, diğer ikisi ceylanı kurtarmaya gidecekmiş. Tabiki evde kaplumbağa kalmış. Fare ile karga fırlayıp gitmiş. Kaplumbağa kalmış kalmasına ama, aklı hep dostlarındaymış. Sonunda oda çıkmış yola. Bir süre sonra fare ile karga ceylanın yanına gelmiş. Fare ağları kemirmiş. Sonra hepsi oradan ayrılmış. Avcı oraya gelip ağları parçalanmış, tuzağıda bomboş görünce küplere binmiş. Öfke ile etrafa bakınmış o sıra kaplumbağayı görmüş. Onu çantasına koymuş. Ceylan bir başka güne kalsın. Biz bu akşam kaplumbağa ile yetinelim. Karga olup bitenleri yukarıdan görmüş. Hemen uçarak olanları ceylana ve fare anlatmış. Üçü hemen bir araya gelip dostlarını nasıl kurtaracaklarını düşünmeye başlamışlar. Sonunda bir yol bulmuşlar. Ceylan, avcının önüne çıkıp kendini göstermiş. Ceylanı karşısında gören avcı hemen onun peşine düşmüş. Avcı kovalıyor, ceylan koşuyormuş. Sonunda avcı yorulup sırtındaki çantayı yere atmış. Farede bunu bekliyormuş. Hemen koşup, çantayı kemirmiş ve dostunu kurtarmış.
Onlar ermiş muradına, avcı boş dönmüş evine.

Etiketler

Şampiyon Ördek Masalı

Şampiyon Ördek Masalı

Bir gölün çevresinde binlerce ördek yaşıyordu. Bu ördekler çeşitli yarışmalar düzenlerler, centilmence mücadele ederler ve birinci gelenleri ödüllendirirlerdi. Son birkaç yıldır yapılan yarışmalarda birinciliği Gadro kazanıyordu.yüzme yarışı olsun, dalma olsun, güzel yürüme yarışması olsun Gadro hep önde, hep birinciydi. Gadro, arkadaşları oyun oynarken tek başına antrenman yapmış, hırsla kendini büyük bir şampiyon olacağım diyerek yetiştirmişti. Birinci olamamak diye bir şeyi düşünemezdi. Zaten her şeyden emin olmadan yarışmalara katılmamış ve girdiği ilk yarışmadan zaferle çıkmıştı.

Gadro, son günlerde arkadaşlarına yakında buralardan gideceğini söylemeye başladı. Zaten burada sıkışıp kalmıştı. Dünya bu kadar küçük değildi. Çekip gitmeli dünyaya Gadro’yu tanıtmalıydı. Gadro, bir gün ansızın çekip gitti. Hızlı adımlarla yürüyüp giderken, dönüp arkasına bakmadı. Gadro, gölden uzaklaştıkça kalbini kemirmeye başlayan huzursuzluğun gitgide büyümekte olduğunu fark etti. Ne zaman birkaç orman hayvanını bir arada görüp yanlarına gitmeye kalksa huzursuzluğu çoğalıyordu. Çünkü onlar Gadro’ya sıradan biriymiş gibi davranıyorlar, bazı konularda ileri sürdüğü fikirlere gülüp geçiyorlardı.

Gadro, bir süre sonra yürüyüşünün bile gülümsemelere neden olduğunu görünce canı iyiden iyiye sıkılmaya başladı. Bunlar da kimdi böyle? Kim oluyorlardı da onun çapında birine gülüyorlardı? O, koskoca bir şampiyondu. Göl kıyısında yaşayan binlerce ördek arasında adı bir ilah gibi anılıyordu. Ya bunları kim tanıyordu? Daha birbirlerini tanımak değil, kendi kendilerini bile tanımıyordu bunlar. Kendi adını unutmuş biri, Gadro’nun namını işitmiş olsa bile, şimdi hatırlamasına olanak var mıydı? Zavallıydı bunlar, hepsi zavallıydı.

Gadro, pek çok yeri gezip dolaştıktan tam beş yıl sonra göl kıyısına geri döndü. Artık eskisi gibi göl kıyısında dolaşmıyor, geceleri gölde yüzme, dalma antrenmanları yapıyor, gündüzleri ise, gölü rahatça görebileceği bir tepeye çıkarak, gölde yüzen ördekleri seyrediyordu. Gadro, bir gün yine bu tepeye çıkmıştı. Biraz sonra kırk elli ördeğin göl kıyısına gelerek, bunlardan ayrılan beş ördeğin göle girip birbirleriyle yarıştıklarını gördü. Arada bir, tek tük alkış sesleri duyuluyordu. Herhalde antrenman yapıyorlar, diye düşündü, Gadro. Aradan biraz zaman geçtikten sonra yaşlı bir ördeğin gelmekte olduğunu gören Gadro, tanınmaması için giydiği şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirdi. Yaşlı ördek, selam verdikten sonra, Gadro’nun yanına oturdu:

“ Yarışmalara bu yıl da ilgi pek az..” dedi. “ Baksana beş ördek yarışıyor, taş çatlasa elli ördek onları alkışlayıp gayrete getirmeye çalışıyor. “

Gadro şaşırmıştı:

“ Ne dediniz?..Bunlar yarışıyorlar mı şimdi?..Hayret, ben antrenman yaptıklarını sanmıştım!.”

Bunun üzerine yaşlı ördek:

“ Yarışıyorlar evlat, yarışıyorlar. “ dedi. “ Hem bu yarışma yılın en büyük yarışması. Büyük ödülü bu yarışı birinci bitirecek uzun mesafe yüzücüsü ördek kazanacak. Eskiden bu gölde ne yarışmalar yapılırdı. Bu tepe, şu yandaki tepeler, şu gerideki tepeler, tıklım tıklım dolardı. Her yarışmaya yüzlerce ördek katılırdı. Yarışmalar, büyük bir çekişme içinde günlerce devam ederdi. Son gün yapılan final yarışmalarıyla birinciler belli olur, alkışlar arasında ödüllerini alırlardı. Ne zaman ki, O, buralardan gitti, yarışmalardaki tüm heyecan bitti. Böyle giderse birkaç yıla kalmaz, yarışacak sporcu bulunmaz. Seyirci olmayınca yarışacak sporcu bulmak zor oluyor, evlat. “

Gadro, tanımasın diye yaşlı ördeğin yüzüne bakmıyordu. Yaşlı ördek sözlerini tamamlayınca, Gadro, tanınma korkusunu unutarak başını çevirirken şöyle konuştu:

“ O gittikten sonra yarışmalardaki tüm heyecan bitti dediniz. O dediğiniz kimdi ki? “

“ Bana bu soruyu sormakta yerden göğe kadar hakkın var, evlat. “dedi yaşlı ördek.“ Zaten sen sormasan da, ben onun adını söyleyecektim. Senin yabancı olduğun, çok uzaklardan buralara geldiğin belli. Yoksa kimden söz ettiğimi anlardın. O, dediğim Gadro’ydu, evlat. Gadro, büyük bir şampiyondu.İlk girdiği yarışmadan son girdiği yarışa kadar hep birinci oldu.Herkes, Gadro’yu seyretmeye gelirdi. Binlerce seyircinin yaptığı tezahürat korkunç olurdu. O yarışırken dağ-taş ( Gadro…Gadro…) diye inlerdi.Gadro gideli beş yıl oldu ama, onu bir türlü unutamadık. Aradan bunca zaman geçmesine karşın birkaçımız nerede bir araya gelsek hemen Gadro’dan bahsetmeye başlarız. Gadro başkaydı canım, Gadro bambaşkaydı. “

Yaşlı ördek sözlerini tamamlarken Gadro duygulanmış ve göz pınarlarında biriken yaşları silmek için şapkasını biraz yukarıya kaldırmıştı. Kendisini yarışırken ve göl çevresinde gezerken pek çok defa gören yaşlı ördek karşısındakinin kim olduğunu anlamıştı. Bu, büyük şampiyon Gadro’ydu. İnanılır gibi değildi. Demek Gadro yıllar sonra geri dönmüştü. İlk anlarda inkar etmesine, Gadro olmadığını söylemesine karşın, yaşlı ördeğin uzun süren ısrarlarına dayanamayan Gadro, sonunda geri döndüğünün herkes tarafından bilinmesine razı oldu.
Ertesi gün gölde binlerce ördek toplanmıştı.Hepsi, büyük bir sabırsızlıkla Gadro’yu bekliyordu. Gadro, onları fazla bekletmedi, geldi, göle girdi, yanında yaşlı ördek olduğu halde, ördeklerle tanıştı, hal hatır sordu, iltifatlar etti, onlarla kısa süren konuşmalar yaptı, gönüllerini aldı. Daha sonra düzenlenen yarışmaya kadar Gadro, genç ördeklere gölde antrenman yaptırdı. Onların iyi birer yarışmacı olmaları için sonsuz gayret gösterdi. Düzenlenen her yarışmaya Gadro da katılıyordu. Eskiden olduğu gibi, yine her yarışmaya yüzlerce ördek katılıyor, yine yarışmaları binlerce ördek seyrediyor, yine dağ-taş ( Gadro…Gadro... diye inliyordu. Gadro yarışmalarda birincilikler alıyordu fakat bazı final yarışmalarında Gadro’nun geçildiği görülüyordu ve bunu Gadro’nun yeni şampiyonlar ortaya çıkması için yaptığını herkes biliyordu.
Gadro, yirmi dört yaşına girmiş ve iyice yaşlanmıştı. Birkaç yıldır sadece kısa mesafeli yüzme yarışlarına katılıyordu. Son yarışında ilk metrelerde fenalık geçirmesine karşın, yarışı bırakmadı. En geride kalmıştı. Diğer ördekler yarışı tamamlayıp geriye dönüp baktıklarında Gadro’yu gördüler. Efsanevi şampiyon Gadro, ileri doğru yüzmeye çalıştıkça sırtüstü düşüyor, kendini kaybetmiş bir halde debelenip duruyordu. Yarışmacıların hepsinin üstünde Gadro’nun emeği vardı.O, gece gündüz demeden kendilerini bu yarışa hazırlamıştı. Hoca zor durumdaydı. Yardım etmeliydi. Yarışmacı ördekler, bir çırpıda Gadro’nun yanına gelip, onu kucakladılar. Yarı baygın durumdaki Gadro mırıldanıyordu.“Yarışı bitirmem lazım çocuklar, yarışı bitirmem lazım…” Gadro, binlerce ördeğin derin bir sessizlik içinde ayakta izlediği son yarışını diğer yarışmacıların kolları arasında bitirmeyi başardı.
Normalde bir ördeğin ortalama yaşam süresi yirmi beş yıldı. Fakat Gadro daha uzun yıllar yaşadı. Yarışmalarda yarışamasa bile yarışmalar yapılırken Gadro hep oradaydı.

Gitarcı Aslan Masalı

Gitarcı Aslan Masalı

Ormanlar Kralı aslan bir varisi olmadığından yakınıyordu. Nedeni bilinmezdi fakat hiç yavrusu olmamıştı. Bir erkek yavrusu olsa bir iki yıla kalmaz kocaman olurdu. Şöyle yelesini savurarak boy boy dolaşırdı ortalıkta. Ormana asayişi kontrol için çıktığında bir kükre dimiydi, suçlular ve suç hazırlığı içinde bulunanlar saklanacak delik aramalıydı. Neden sanki tacını, tahtını bırakacağı bir varisi yoktu. Yakın akrabaları falan da yoktu ki, onlardan birini yanına alsın, yetiştirsin, kendinden sonrası için kral olmaya hazırlasın. Kral dediğin soylu olurdu, asil olurdu, öyle her önüne gelen krallık yapamazdı. Tutsa alelade bir aslanı kendinden sonrası için vasiyet etse, yeni kral beceriksiz çıkacak ve yönetim etkisiz kalınca da orman karışıklığa, kargaşalığa, kaosa sürüklenecekti.

“ Hayır, gözüm arkada kalmamalı “ diye düşündü Ormanlar Kralı aslan. “ Soy kütüğümü tekrar kontrol etmeliyim. Hem bu defa öncekiler gibi olmamalı, çok daha dikkatli davranmalıyım. Babamı, dedemi ve tüm soyumu, sopumu en ince ayrıntılarına kadar incelemeliyim. Mutlaka bulmalıyım, damarlarında asalet kanı taşıyan bir aslan mutlaka bulmalıyım. ”

Ormanlar Kralı aslanın günlerce süren araştırması sonunda meyvesini verdi. Dört nesil öncesinde krallık yapan aslan yerine büyük oğlunu vasiyet edince küçük oğlu bu duruma üzülmüş ve çekip gitmişti. Onun çok uzaklardaki Grandr Ormanı’na gittiği ve orada sakin bir yaşam sürmeye başladığı belirtilmişti. Konu hakkında daha sonra ne olduğu gibi bir bilgiye rastlanmıyordu. Ormanlar Kralı aslan tilkiyi huzuruna çağırdı ve ona durumu anlatıp, Grandr Ormanı’nda araştırma yapmasını, eğer varsa, akrabalarından genç ve yetenekli bir erkek aslanı alıp saraya getirmesini emretti. Tilki tamamen sessiz iş görecek ve dışarıya bilgi sızdırmayacaktı.

Tilki, Grandr Ormanı’na vardığında küçük bir kalabalık gördü.Bu kalabalığın ortasında genç bir erkek aslan gitar çalıyordu. Tilki daha önce gitar çalan bir aslan görmediği için çok şaşırdı. Pek de güzel çalıyordu canım bu aslan gitarı. Gitar sesini yakından dinlemek için ön sıraya geçmek lazımdı. Haydi ne duruyordu geçseydi ya ön sıraya. Tilki kalabalığın arasından sıyrılarak ön sıraya geçti. İşte şimdi gitar sesi kulağına daha bir hoş geliyordu. Bir süre bu gitarcı aslanın konserini dinledikten sonra onun oldukça yetenekli olduğunda karar kıldı. Hani gitarcı aslan hava karardıktan sonra konserini bitirip dinleyenlere teşekkür edip kalkıp gitmese sabaha kadar onun çaldıklarını dinlemeye razıydı. Bu kadar olurdu canım, bu kadar olurdu.

Tilki ertesi gün yoğun bir çaba içine girdi. Sağa gitti, sola gitti, gezdi, dolaştı. Pek çok orman hayvanıyla konuşmalar yaptı. Ne yaptı etti, sözü döndürdü, dolaştırdı, dört nesil öncesinde kral olan aslanın küçük oğlunun ne olduğu, nasıl yaşadığı ve soyunun devam edip etmediği sorularını onlara sordu. Konuya doğru dürüst bir açıklama getiren yoktu. Hep ben ne bileyim, ben ne bileyim. Fakat iş dedikodu anlatmaya geldi miydi fındık kırdırıyorlardı. Birbirlerinin arkasından demediklerini bırakmıyorlardı. Dedikodu kötü bir alışkanlıktı, bunu bari bilselerdi ya..

Tilkinin Grandr Ormanı’ndaki araştırması on gün devam etti. Sonunda bir yaşlı aslan konuyu aydınlığa kavuşturdu. Kraliyet ailesinden şu anda hayatta olan bir aslan kalmıştı. O da gitarcı aslandı. Tilki için gitarcı aslanı bulmak zor olmadı. Yine aynı yerde konser veriyordu. Tilki konser sona erdikten sonra gitarcı aslanın yanına giderek, Ormanlar Kralı aslan tarafından buraya gönderildiğini, kralın kendisini konser vermek için saraya davet ettiğini söyledi. Bu teklifi kabul eden gitarcı aslan, ertesi gün tilki ile birlikte yola çıktılar.

Saraya varınca tilki gitarcı aslana kalacağı odayı gösterdikten sonra kralın huzuruna çıktı ve en başından başlayarak olanları anlattı. Damarlarında asalet kanı taşıyan genç ve yetenekli bir erkek aslan nihayet bulunmuştu. Fakat şu gitar çalma işi kralı hem şaşırtmış, hem de düşündürmüştü. Nereden aklına gelmişti bilmem ki bu aslanın gitar çalmak? Akşam yemeği sarayın yemek salonunda yendikten sonra gitarcı aslan konserine başladı. Sanki sihirli bir el gitarın telleri üzerinde dolaşıyordu ve dinleyenler bu tellerden çıkan nağmelerle büyüleniyorlardı. Bazı bazı gitarcı aslan sesiyle de iştirak ediyordu bu nağmelere ve gerçekten büyüleyici bir tablo ortaya çıkıyordu.

Günler günleri kovaladı. Geçen günlerle birlikte kral gitarcı aslanı tanıdıkça daha bir sevdi. Asildi, soyluydu, bilgiliydi, kültürlüydü, saygılıydı. Daha ne olsundu canım aynı zamanda kuzeniydi ya bu gitarcı aslan.Yerine vasiyet ederdi olur biterdi.Ama bunu ona nasıl söyleyecekti. İşin en zor tarafına sıra gelmişti. Günler geçip gidiyor fakat kral bir türlü ona söyleyemiyordu. Sonunda kral bir gün cesaret bulup her şeyi olduğu gibi anlattı.

“ İşte soy kütüğü burada. İşte şunlar dört nesil öncesinde dedelerimizin adları. Benim dedem kral tarafından vasiyet edilince, senin deden Grandr Ormanı’na gitmiş. Onun soyundan sadece sen yaşıyorsun. Yani sen benim kuzenim oluyorsun. Benim tahtımın, tacımın tek varisi sensin. “

Kralın anlattıkları gitarcı aslanı hiç şaşırtmadı. Zaten o bütün bunları babasından defalarca dinlemişti. Her şeyi bildiğini krala söyledi. Kral, gitarcı aslanı açık sözlülüğünden dolayı kutladı. Çünkü gitarcı aslan her şeyi bildiği halde bildiğini söylemeyiverse hem kendini aldatmış sayılırdı, hem de kralı. Kral bunun farkındaydı ve böylesine mert bir aslanın varisliği kabul etmesinden kıvanç duydu.

Yedi Kargalar Masalı

 Yedi Kargalar Masalı

Bir adamın yedi oğlu varmış.o kadar istermiş de bir kızı olmazmış.günün birinde karısı ona müjde vermiş :gebe olduğunu söylemiş.çocuk dünyaya gelmiş.bu seferki kızmış.buna çok sevinmişler ama ,çocuk pek cılız , pek ufakcık bir şeymiş. Bu yüzden de evde vaftiz edilmesi gerekmiş.

Vaftiz suyu getirsin diye babası , oğullarınadan birini kuyuya yollamış. Öbür altı oğlan daonun paşinden gitmişler.hepsi de suyu önce kendisi doldurmak istiyormuş . bu yüzden testi suya düşmüş . oğlanlar oldukları yerde kala kalmışlar ; ne yapacaklarını şaşırmışlar .hiçbiri eve dönmeye cesaret edememiş.

Çocukların hala dönmediklerini gören baba:

--- Yetiz oğlanlar kesin oyuna daldılar!demiş

Kızın vaftizsiz öleceğinden korkuyormuş. Canı çok sıkılmış:

---İnşallah hepiniz karga olursunuz! diye ilenmiş. Daha sözünü bitirmeden başının üstünde bir hışırtı ilişmiş. Havaya bakmış ;kömür gibi kara yedi tane karganın uçup gittiğini görmüş.

Anne baba bu ilenci bir daha geri alamamışlar. Oğullarının yedisinide elden kaçırdıkları için çok üzülmüşler .bütün sevgilerini biricik kızlarına vermişler , onunla bir parça olsun avunmuşlar.

Kız çok geçmeden kendini toparlamış ,gün geçtikçe güzelleşmiş ama başka kardeşleri bulunduğundanuzun zaman haberi olmamaş. Ana babası bunu duyurmamaya çalışmışlar.

Sonunda günün birinde ahalinin kendisinden söz ettikleri işitmiş . Diyorlarmış ki:

--- Kız güzel ama , yedi ağabeysinin başlarına gelen yıkım onun yüzünden oldu.

Bunları duyunca kız çok üzülmüş. Annesine , babasına gidip sormuş:

---Ağabeylerim var mıydı benim ? Onlara ne oldu ? demiş.

Bunun üzerine ana babası bu gizliliği daha fazla saklamak istememişler. Tanrının böyle istediğini , yoksa doğumunun buna buna neden olmadığını anlatmışlar.Ama kızcağızın içine bir kurt düşmüş . Kardeşlerini kurtarmayı kafasına koymuş.Bir yerlerde durup dinlenemez olmuş . Sonunda bir gün gizlice yola çıkmış.Ağabeylerinin izini bulmaya ne pahasına olursa olsun onları kurtarmaya karar vermiş.

Evden çıkarken ana-babamı anarım diye bir yüzük ,karnım acıkırsa diye bir dilim ekmek ,susarsam içerim diye bir testi su ,yorulursam otururum diye de bir iskemle almışmış.

Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş …Sonunda dünyanın öbür ucuna , güneşinyanına varmış ama güneş çok sıcakmış,korkunç bir şeymiş.Hem de küçük çocukları yermiş. Kız hemen burdan kaçmış ;doğru aya gitmiş. Ay da pek soğukmuş. Hem de kötü huyluymuş. Çocuğun orada olduğunu anlayınca:

--- Burnuma insan kokusu geliyor! Diye bağırmaya başlamış.

Kız oradan da çabucak kaçmış ;yıldızlara gitmiş.Bunlar ona güler yüz göstermişler. Her yıldız ayrı bir sandalye de oturuyormuş. İçlerinden sabah yıldızı ayağa kalkmış ;ona bir aşk kemiği vermiş:

---Yanında bu kemik olmazsa sırça sarayıaçamazsın. Oysa kardeşlerin orada…demiş.

Kız bu küçük kemiği almış. Bir mendilin içine sarmış , yola çıkmış. Gide gide sırça saraya varmış. Büyük kapı kilitliymiş. Kız aşk kemiğini çıkarmak için mendili açmış. Bir de ne görsün? Mendil bomboş değilmi? Meğerse kız iyi yürekli yıldızın armağınını yitirmiş. Şimdi ne yapacak. Kızcağız ağabeylerini kurtarmak istiyormuş. Oysa sırça sarayın anahtarını yitirmiş. Bubun üzerine bir bıcak almış. Küçük parmağını kesmiş. Kapıya bunu sokmuş. Bereket versin kapı açılıvermiş.

Kız içeriye girince karşısına bir cüce çıkmış:

--- Yavrum demiş,ne arıyorsun burada?

Kız:

---Ağabeylerimi… Yedi kargaları arıyorum!

Cüce:

---Bay kargalar evde değiller. Onlar dönünceye kadar bekleyeceksen gir içeri!

Bunun üzerine cüce yedi tabak , yedi bardak içinde kargaların yemeklerini içeri getirmiş. Küçük kız her tabaktan birer lokma yemiş , her bardaktan birer yudum su içmiş. Sonuncu bardağın içine de yüzüğü koymuş.

Birden bire havada bir hışırtı ,bir kanat hışırtı duymuş. Cüce:

---Bay kargalar eve geliyor!demiş.

Kargalar gelmiş ;yiyip içmek istemişler. Tabaklarını bardaklarını görünce arka arkaya söylenmeye başlamışlar:

---Tabağımdan kim yediş?

---Bardağımdan kim içmiş?

---Buna bir insan ağzı değmiş!

Yedinci karga bardağı dikip içerken ağzına yüzük gelmiş. Bakmış. Anne babasının yüzüğünü tanımış:

Kapının arkasında durup bu sözleri işiten kız ortaya çıkmış. Bunun üzerine kargaların hepsi yeniden insan kılığına dönmüşler. Sarmaş dolaş olmuşlar. Hep birlikte evin yolunu tutmuşlar.

Tilki İle Keçi Masalı

Tilki İle Keçi Masalı

Tilkinin biri, suyun kaynadığı bir çukura düşmüş, çıkmak için hiç bir gereç ve yol yokmuş. Bir süre sonra, kaynağa susamış bir keçi gelmiş. Tilkiyi görünce, ona suyun iyi ve bol olup olmadığını sormuş.
Zor durumda olduğunu belli etmek istemeyen tilki, “Gelsene dostum; su o kadar güzel ki, ne kadar içsem kanamıyorum. Üstelik o kadar da bol ki, istediğin kadar iç, tükenmez,” demiş. Bunu duyan keçi, hemen kuyuya atlamış. Keçi susuzluğunu giderdikten sonra, tilki başlarının belâda olduğunu söylemiş ve kurtulmaları için ona şu planı önermiş:
“Ön ayaklarını duvara koyup başını da eğersen, senin sırtına çıkar ve kurtulurum. Sonra da senin çıkmana yardım ederim.”
Keçi bu öneriyi canı gönülden kabul etmiş. Tilki, arkadaşının sırtına çıkıp boynuzlarına basarak kendisini çukurdan dışarı attıktan sonra, hızla oradan kaçmaya başlamış. O kaçarken, keçi bağırarak tilkiye yaptıkları anlaşmayı bozduğunu söylemiş. Tilki, aldattığı zavallı keçiye dönmüş ve soğuk bir tavırla, “Sakallarının yarısı kadar beynin olsaydı, yukarıya çıkış olup olmadığını iyice öğrenmeden kuyuya atlamazdın. Kusura bakma, ama seninle zaman yitiremem; işim gücüm var benim!” demiş.

Jean de La Fontaine Kimdir

Jean de La Fontaine Kimdir Jean de La Fontaine (okunuşu Lafonten) (d. 8 Temmuz 1621 Château-Thierry - ö. 13 Nisan 1695 Paris) Fransız şair ve yazar. Yazdığı fabl eserleri ile tanınmıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Paris e kolejde okudu. Hukuk tahsili yaptı. Papaz yetiştirilmek istenildi. Lise de kiliseden ayrıldı. Okul hayatında başarılı bir öğrenci olamadı. Gençliğinde baba mesleği olan orman ve su kanalları işleriyle uğraştı. Çeşitli memurluklarda bulunmuş, düzensiz bir hayat yaşamıştır. 1673 senesinde Madam de la Sablière in himayesine girerek burada ilim adamları, felsefeciler ve yazarlarla tanıştı. İlk masallarını burada yazdı. Çağdaşları, La Fontainei bir masal yazarı olarak görüyorlardı. Halbuki La Fontaine, yazdığı masallarda Dede Korkut masallarındaki uslupla hayvanlara ahlaki karakterler vererek onların şahıslarında bazı insan karakterlerini tenkid etmiş, bir ahlak dersi vermiştir. Buna edebiyatta teşhis ve intak sanatı denir. La Fontainein bu hususiyeti çok geç fark edilmiştir. Eserlerinde sadelik ve açıklık görülür. Konuşma şeklinde akıcı şiirleri, hayvanlar üzerinde tenkitleri, incitmeden iğneleme usulleri ile Fransız edebiyatına büyük eserler kazandırmıştır. La Fontaine masallarındaki konular, şark klasiklerinden alınmadır. La Fontaineden çok önceleri yazılmış Beydeba ın Kelile ve Dimne eserindeki hikâyelerin 18 tanesi, bu Fransız edebiyatçısı tarafından şiir şeklinde tekrarlanmıştır. Masalları çoğunlukla herkesin anlayabileceği bir şekilde yazılmıştır. La Fontainein canlı, hızlı, incelik ve nükte dolu bir anlatımı vardır. Kişilerini hemen daima hayvanlar arasından seçerse de bazan insanları, bilhassa köylüleri de olaylara karıştırır. Sık sık bahsettiği hayvanlar aslan, kurt, tilki, eşek ve horozdur. La Fontaine, kötüyü göstererek iyinin ne olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Ancak şiirlerini okuyan çocuklarda herhangi bir açıklama yapılmazsa tam ters etkinin hasıl olduğu da bir gerçektir. Masalları toplam olarak 238 adet olup, 12 kitapta toplanmıştır. 1668de basılan ilk altı kitabında 124 masal vardır ve bunlar birinci cildi meydana getirir. İkinci cilt 1678de basılan beş kitaptır. En son 1694de bastırdığı üçüncü cilt ise tek kitaptan ibarettir. La Fontaine, roman ve piyes de yazmıştır. Nakaratlı uzunca şiirleri ve şiirli mektupları vardır. Hadım, Gülünç Macera, Floransalı, Büyük Maşrapa, Köy Sevdaları komedi türündeki eserlerindendir. Contes (Kont) isminde şiirli hikâyeler eserinden dolayı Fransız Akademisine kabul edildi.13 Nisan 1695 e Paris e öldü. Eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. Ancak hiçbir tercüme orijinalindeki sadelik ve çekiciliği verememiştir. Türkçeye ise, Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Orhan Veli Kanık ve Sabahattin Eyuboğlu tarafından çevrilmiştir.

Karga İle Tilki Masalı

 Karga İle Tilki Masalı

Bay karga konmuş bir dala, koca bir peynir ağzında. Tilki kokuyu almış gelmiş, bilirsiniz kurnaz olur tilkiler, kargayı nasıl tuzağa düşüreceğinin hesabını yapıvermiş.
-Günaydın sayın karga, bu ne güzellik demiş; Bu ne güzellik böyle , inanın bakmaya doyamıyorum size. Şu pırıl pırıl tüylerinize, renginize. Ne yalan söyleyeyim, bu ormanda bir güzel daha yoktur üstünüze.

Kara karga havalara girmiş, bir görseniz. Ne yapacağını şaşırmış sanki, sağa sola kıvırmış boynunu, poz vermiş fotoğraf çektirir gibi… Tilki onun havalara girdiğini görünce, daha bir coşmuş sanki. Sıradaki palavralarını söylemeye başlamış.

- Bunca güzelliğe, sesiniz nasıldır acaba diye merak ediyor insan. Acaba sesinizi duyablir miyim sayın karga ?

Şuna bir gak diyeyim de ses görsün demiş; gak der demez peyniri ağzından düşürüvermiş. Tilki kapmış peyniri, yer dururmuş bir köşede, kara karga gözyaşı dökmüş peyniri için. Tilki giderken dönmüş kara kargaya son sözünü söylemiş o anda.

-Kara bayım, demiş kargaya; şu sözümü hiç unutma, kaptırdığın peynire değer: Her dalkavuk çıkarı için över,yüzüne güler, peynirini yer. Karganın aklı başına gelmiş ya iş işten geçtikten sonra.

Şehir Faresi Ve Tarla Faresi Masalı

 Şehir Faresi Ve Tarla Faresi Masalı

Bir varmış, bir yokmuş bir şehir faresi varmış; Bir gün evde otururken tarla faresine acıyıp, onu eve çağırmış. Koca bir halının üstüne bir sofra kurulmuş şahane. Ne yemekler ne yemekler, bu yemekleri bilmezmiş tarlada yaşayanlar. Şehirli olmak lazımmış, görmek için.

Böyle bir ziyafet görülmemiş, hiçbir şey eksik değilmiş. Ama tam yemeğe başladıkları anda bizimkilerin iştahı birden kesilmiş.

Ayak sesleri gelmiş birden, evin üstünde bir yerden; şehir faresinin bodruma bir kaçı varmış, görülmeye değer. Misafir olan tarla faresinin ise kalbi duracakmış telaştan. Bunlar saklanmış kalmışlar bir yanda.

Biraz sonra ses seda kesilmiş yukarıda, fareler çıkmış meydana, şehirli fare buyurun demiş, soğumasın bizim kızartma.

Tarla faresi yüreği ağzında, ben doydum demiş. Yarın sizi tarlama beklerim. Biz de böyle kral sofraları olmaz tamam, doğru fakir işi bizimkisi ama yediğimiz boğazımızda kalmaz, ayak mayak sesi duyulmaz. Haydi hşçakal kardeş,korkulu yemek bana gelmez, demiş bizim tarla faresi ve bir daha şehir faresine yamağa gitmemiş.

Ağustos Böceği İle Karınca Masalı

 Ağustos Böceği İle Karınca Masalı

Ağustos böceği bütün yaz, saz çalmış şarkı söylemiş. Karakış birden bastırınca şafak atmış zavallıda; Bir şey bulamaz olmuş yiyecek: Koskoca ormanda ne bir böcek, ne bir sinek.Gitmiş komşusu karıncaya:
- Aman kardeş demiş, halim fena; bir şeycilkler verde kışı geçireyim, yaz gelince öderim. İnan bana.Ağustosu geçirmem söz sana.Ödemezsem eğer, böcek demesin kimse bana.
Karınca iyidir hoştur ve çalışkandır bilirsiniz ama eli sıkıdır biraz. Can verir, mal varmez.
- Sormak ayıp olmasın ama demiş, bütün yaz ne yaptınız ?
Ne mi yaptım demiş ağustos böceği; gece gündüz şarkı söyledim, fena mı ettim sizce ?
- Yooo. Demiş karınca ne mutlu size; ama hep türkü söylemek olmaz; kışın da oynayın biraz.

Keçi Koyun Ve Kısrak Aslanla Ortak Masalı

 Keçi Koyun Ve Kısrak Aslanla Ortak Masalı

Evvel zaman içinde bir gün, kısrak, keçi ve kızkardeşleri koyun bir aslanla birlik olmuşlar.
Aslan bayağı yamanmış ha, çevrenin derebeyiymiş sanki. Kazançta da, kayıpta da, ortağız deyip anlaşmışlar. Yola koyulmuşlar.

Ertesi gün bir geyik düşmüş nasılsa keçinin kurduğu ağlara.Hemen ortaklarına haber salmış keçi. Toplanmışlar bir araya. Sonra aslan koca pençesini vurup geyiği ayırmış dört parçaya. Ama kendi parçası bayağı büyükmüş, tam aslan payı.

- Bu parça benim demiş, biliyorsunuz neden:Buna karşı bir diyeceğiniz olamaz sanırım. Benim adım aslanda ondan. Yasaya göre ikinci parçada benim hakkım, dileyen kitapta yerini bulur.En güçlü kimse, en haklı odur unutmayın. Üçüncü parçaya gelince en değerli ortağın olacak: Ee ben değilim de kim o değerli ortak ?Dördüncü parçaya gelince, öyle boş boş etrafa bakmayın, benim tabi var mı başka cevabı olan bakayım.

Aslan bütün avı kendisi yemiş, bizimkiler, sessiz sessiz beklemiş.

İki Katır Masalı

 İki Katır Masalı

İki katır yürüyormuş yan yana, biri yulaf yüklüymüş, biri para.Köylülerden tuz vergisi toplamışlar, koca bir heybe dolusu mangır.

Para yüklü katırda bir çalım bir çalım sormayın, başı havalarda… Boynunda çıngırak şıngır mıngır, sanırsınız bütün paralar onun, zengin havalarında bizimkisi, zenginler gibi bir sağa çalım yapıyor…

Bu böyle sürüp giderken, eşkıyalar sökün etmiş birdenbire; Kendine zengin havası veren o katırın üstüne çullanmışlar tabi. Yakalamışlar durdurmuşlar bizimkini. Katır savunmaya başlamış paraları, eşkıyalarda vurmuş sopayı.

Ve o zaman ağlamış katır, dert yanmış sağa sola:
- Ben böyle mi olacaktım, demiş. Yulaf yüklü katıra bakıp iç geçirmiş. Ona bir fiske bile vurulmasın, ben böyle sürükleneyim yerlerde. Yulaf yüklü katır, arkadaşının sırtını sıvazlamış:
- Yüksek işler, iyilik getirmez her zaman; yulaf taşımakla kalsaydın benim gibi, başına bu bela gelmezdi.

Kurtla Köpek Masalı

 Kurtla Köpek Masalı

Bir masal var kaf dağının ardında. Köpekle tazıyı anlatıyor masal , biz ne desek boşuna .Köpekler kuş uçurmaz olmuş çiftlikten, kurt bundan etkilenmiş tabi. Tazıya dönmüş açlıktan… Bir köpek görmüş dağda, yağlı, besili, parlak tüylü,yolunu şaşırmış besbelli, “bunu yersem ne güzel olur demiş. Saldıraya geçecekmiş ama çekinmiş.Aşağıdan alıp yaklaşmış yanına.
- İyi ense yapmışsınız maşallah demiş. Köpek şöyle uzun uzun bakmış.
- Siz de yapabilirsiniz bayım demiş. Benim gibi beslenmeyi isteseniz beslenirsiniz. Yaşamak sayılmaz sizinki, hep sefil olmak kötü bir şey besbelli. Ne bu böyle, ne rahat bir uyku, ne ağız tadıyla yenen bir lokma yemek.Gelin benim yanıma dünya varmış deyin. Kurt bayağı merak etmiş doğrusu. Nasıl bir işmiş ki bu ?
- Orda işim ne olacak benim ?

Çomar gülmüş:
- Hiççç demiş.Fakir fukaraya saldıracaksın, evin adamlarına kuyruk sallayacaksın, sahibine hoş görünmek tek görevin. Bunun karşılığında artık ne varsa hepsi senin. Tavuk kemiğimi istersin , güvercin, bıldırcın kemiği mi. Bu arada sırtını okşarlar sabah ve akşam keyfe bak.
Kurdun ağzı kulaklarına varmış , gözleri dolmuş sevinçten… Köpeğin peşine takılmış çiftliğe doğru yol alırken, boynunda bir iz görmüş
- Bu da nesi ? demiş.
- Hiçç demiş köpek
- Hiç ama ne ?
- Değmez konuşmaya bile nene gerek
- Söyleyin canım merak ettim işte.
- Tasmanın yeri olacak
- Neee? Bağlıyorlar mı ? demiş kurt; öyleyse her istediğin yere gitmek yok.
- Yook demiş. Köpek ne çıkar bundan ?

Kurt yolunu çevirmiş başka yöne:
-Sizin olsun eti de kemiği de ben özgürlüğümü kimselere veremem, kimsenin boyunduruğu altına giremem, demiş ve uzaklaşmış ordan. Gidiş o gidiş.

Heybe Masalı

 Heybe Masalı

Ormanlar kralı aslan bir gün bütün canlıları çağırmış, gelin toplanın demi yanıbaşımda. Ve yaradılışında kusur bulan söylesin diye de eklemiş. Maymunu çağırmış önce, konuş bakalım demiş, kendi halinden memnun musun ?

- Ben mi , demiş maymun, neden memnun olmayacakmışım? Onlar dört ayaklı da ben değil miyim ? Kimse kalkamaz suratımda kusur aramaya.Ama ayı kardeşin suratı öyle mi ya ? Aceleye gelmiş bir karalama zavallının ki. Bana sorarsa hiç resmini yaptırmamalı.
Ayı gelmiş ortaya, başını sallamış iki yana, herkes halinden yakınacak sanmış. Ne gezer, övmekle bitirememiş biçimini; Fili eleştirmiş bir hayli: Demiş ki, kulaklarından kesip kuyruğuna eklemeli.
- Nedir, demiş, o biçimsiz, o çirkin irilik ?Akıllı sandığımız file gelince sıra, o kadar övmüş ki kendini inanamamış hiçbiri. Ama balinada kusur bulmuş o da.
- Bu kadar şişmanlık düşman başına demiş.

Arkadan karınca gelmiş. O da peynir kurdunu pek ufak bulmuş…Minnacık kurda şöyle bir bakınca, kendini pek büyük bulmuş.

Aslan bakmış her yaratık halinden memnun. Hep kendileri güzel, başkaları çirkin. Yollamış hepsini gülerek, memnun olmuş.

Ama aslan bir şeyi bilmiyormuş, insanoğlunu dinlese çok gülermiş eminim, insanın kendisini beğendiği kadar kim beğenir ki kendini. Kendimizi beğenir, başkalarını hep yana atarız,kendimizdeki kusuru bağışlar, başkalarında pireyi deve yaparız.

Bir heybemiz olsa omzumuzda, arka gözüne kendi kusurlarımızı saklar, ön gözüne başkalarının kusurlarını atarız.

Etiketler

Kırlangıç Ve Küçük Kuşlar Masalı

Kırlangıç Ve Küçük Kuşlar Masalı

Bir kırlangıç dünyayı geze dolaşa çok şeyler öğrenmiş.Büyük küçük fırtınaları önceden tahmin eder, gemicilere haber verirmiş. Bir gün bir yerde, kırlangıç bakmış, tarlasına kenevir tohumu ekiyor bir adam. Çağırmış yanına küçük kuşları:
- Bakın demiş,sizin kuyunuzu kazıyor şu adam. Bana göre hava hoş, çeker giderim buradan, ama korkarım sizin haliniz duman.Şu elin savurduğu tohumlar var ya, başınıza örülen birer çoraptır. Her attığı tohum, bininizin öfkesi gibi benden size söylemesi.

Günü gelip keneviri ip yaparlar, seyreyleyin o zaman size kurulacak dolapları. Ya ölüm,ya zinden gayrı sizlere:kiminize kafes, kiminize tencere.

Onun için gelin dinleyin beni, yiyin şu tohumların hepsini. Yaz günü kırlangıcı kim dinler, küçük kuşlar diledikleri yemi yemişler. Tarladaki kenevirler büyümeye başlamışlar yeşil yeşil. Kırlangıç bir kez daha uyarmaya çalışmış küçük kuşları. Koparın koparın demiş, bu köklerden çıkan tohumcukları. Onlar büyüdüler mi kendinizi yok bilin,

Kuşlar çok kızmışlar bizim kırlangıca” amma şom ağızlısın demişler yüzüne baka baka. Hem o filizleri yolmak için kaç bin kuş lazım sen bilir misin ?Bu arada kenevir büyüdükçe büyümüş,kırlangıç kuşları bir kez daha uyarmış.

- Bakın demiş, işler kötü, kötü tohum yurdumuzda aldı yürüdü.bugüne dek bana inanmadınız ama sonuna geldiniz yolun. İnsanoğlu tohumlarını tarlada büyütürken , boş vaktinde kuş avlamaya başlayacak eminim ben. Ya hiç çıkmayın yuvanızdan ya da göç edin başka bir yere. Uzaklara gidemeyiz derseniz,duvar deliklerine saklanıverin.

Kuşcağızlar yorulmuşlar kırlangıcı dinlemekten, başlamışlar cıvıl cıvıl ötmeye.Kırlangıç haber verirken onu dinlemeyenler, dolmuşlar kafeslere. Hep
böyle kendi bildiğimizi okuruz yalnız bela başımıza gelmedikçe inanmayız.

Kurtla Kuzu Masalı

 Kurtla Kuzu Masalı

Masal masal içinde, Bilir misin bir çok gerçek var bu masalın içinde. Kim daha güçlüyse hep odur haklı. İnanmayan dinlesin bu masalı.

Kuzunun biri su içiyormuş, tertemiz pırıl pırıl bir dereden. Aç bir kurt yaklaşmış yanına, belikli av istemiş canı.
- Vaayy demiş, sinirle.Sen kim oluyorsun da suyumu bulandıruyorsun, şimdi gösteririm sana.
- - Aman efendim, demiş kuzu: Kızmayın bana ne olur. Hem bir bakın hele ben nerdeyim. Bulunduğum yerden suyunuzu nasıl bulandırabilirim. Hem bakın bakın, siz benden yukarıdasınız, bulandırsanız suyu siz bulandırırsınız.

Kurt doğruları biliyormuş da , bu doğrular işine gelmiyormuş. Üstüne yürümüş kuzucuğun.
- Onu bunu bilmem demiş canavar: Bulandırıyorsun işte o kadar.Hem dahası bile var. Sen bana geçen yıl küfretmiştin ya, nasıl unuturum ben onu ?
Kuzucuk itiraz etmiş;
- Efendim ben geçen yıl yoktum ki. Daha bu yıl doğdum inanın.
Kurt bozulmuş ya belli etmemiş. Sendeğilsen kardeşindir ukala demiş.
- Kardeşim yok ki küfretsin demiş kuzu.
Kurt ısrar etmiş;
- Seninkilerden biridir mutlaka. Benden iyi mi bileceksin.İşiniz gücünüz benimle uğraşmak,çobanlarınız ve köpekleriniz anlattılar bana. Sana ve senin gibilere haddini bildirme zamanı artık geldi. Kurt kapmış kuzuyu koşmuş ormana. Kuzucuğu gören olmamış bir daha.

Öküz Olmak İsteyen Kurbağa Masalı

Öküz Olmak İsteyen Kurbağa Masalı

Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde öküz olmak isteyen bir kurbağa çıkış karşımıza. Dinleyin bakalım ne demiş, ne yapmış :

Kurbağa bir öküz görmüş çayırda, o kadar hoşlanmış ki, bayılmış boyuna posuna. Kendisine baksanız, boyu yumurta kadar ama kurbağa bu anlamaz ki , ille de öküze benzeyecek. Öküze bakmış kabarmış, kabardıkça şişmiş., ıkınmış, sıkınmış , gerilmiş. Bir görseniz gerginlikten nefes alamayacak hale gelmiş. Eşine sormuş:
- Nasıl hanım öküz kadar oldum mu ?
Hanımı şöyel bir sağdan bakmış, birde soldan:
- Nerdeee ? demiş .
Kurbağa daha bir hırslanmış
- Al öyleyse demiş. Şimdi nasılım. Bunu söylemiş ya, iyice şişmiş.Hanım gülmüş :
- Vazgeç bu sevdadan demiş.
Bizimki iyice hiddetlenmiş.
-Sen dur hele bakalım demiş.Şişmiş, birdaha, biraz daha. Biraz daha şişmiş. Derken çat diye çatlamış.

İşte böyle çocuklar, dünya böyle sersemlerle dolu: Her bakkal illa han hamam yaptıracak, her küçük çobanın uşakları olacak, herkes kendinde olmayana böyle hayran hayran bakacak. Ondan sonrada çat diye çatlayacak.

Meyvelerin Önemi

 Meyvelerin Önemi

Bir zamanlar fadime adında güzeller güzeli bir kız varmış. Ama fadime meyve yemeyi hiç sevmezmiş. Bu yüzden hep hasta olurmuş. Abur cubura bayılırmış ama meyveye gelince kesinlikle yemezmiş. Bir gün çok kötü hasta olmuş yataktan kalkamamış. Fadimenin annesi fadiyemi doktora götürmüş. Doktorun ilk sorduğu sen meyve yiyormusun olmuş fadime utana sıkıla hayır cevabı vermiş. Doktor fadimeye genellikle meyve ve sebze yemiyenler hasta olur demiş. Fadime gerçektenmi demiş doktor evet anlamında başını sallamış. Fadime çok şaşırmış. Henüz 6 yaşında olduğu için meyve yememenin kendisini hasta edeceğini bilmiyormuş. Doktor daha sonra annesine dönerek siz çocuğunuza meyveleri süsliyerek yedirirseniz emin olun meyve yiyecektir demiş. Anneside peki doktor bey demiş. Fadime ve annesi ordan evlerine gitmek üzere uzaklaşmışlar. Fadimenin annesi eve gelince doktor beyin dediği gibi yapmış meyveleri süslüyerek masallar anlatarak Fadimeye yedirmiş. Fadimede birden sevinçle bağırmış Meyvenin tadı çoooook güzeeel demiş. Fadimenin annesi çok sevinmiş fadime de meyve yiyerek hastalıktan kurtulmuş.

Kiraz Ağacı Masalı

Kiraz Ağacı Masalı

Bahçenin birinde bir kiraz ağacı varmış. Ağacın önce beyaz çiçekleri, sonra da kırmızı kırmızı kiraları olurmuş. Kiraz ağacının kapısı konuklara açıkmış. O hiç yalnız kalmazmış.

Kiraz ağacının bodrum katında köstebekler, solucanlar otururmuş. Ağacın gövdesinde ise karıncalar, böcekler bulunurmuş. Üst kattaki konuklar ise çiçeklere gelen arılar, dallara konan kuşlarmış.

Bir gün kiraz ağacı evini dolduran bu konuklara dönmüş, şöyle demiş: “Ey konuklar! Söyleyin bakalım daha ne kadar zaman evimde konuk olacaksınız? Bütün gün evimde rahat rahat oturuyorsunuz. Peki bana ne kira ödüyorsunuz?”

Konuklardan solucan ve köstebek hemen konuşmaya başlamışlar: “Bilir misin, biz sana yararlı olmaya çalışıyoruz. Köklerini saldığın toprağı gece gündüz eşeliyoruz. Böylece sen köklerini rahatça daha derinlere salabiliyorsun. Gelişiyorsun.”

Üst kattaki arılar ise şöyle demişler: “Senin çiçeklerinin balını kim çıkarıp topluyor? Niz olmasak senin çiçeklerinden hiç bal alınmazdı.”

Kuşlar ise şöyle konuşmuşlar: “Bizim neşeli sesimiz, şarkımız olmasa senin için sıkılırdı. Seni biz eğlendiriyoruz.”

Böylece kiraz ağacı konuklarının da kendisine bir şeyler verdiğini öğrenmiş. Bir daha da bu konulara hiç karışmamış. Onlar da ağacı hiç yalnız bırakmamışlar. Onu eğlendirmişler, zararlı böceklerden korumuşlar, toprağını temiz tutmuşlar.

ÇAM AĞACI

Zamanlardan eski zamanlarda, büyük bir ormanda bir çam ağacı varmış. Hani şu yaprakları diken diken olan ama güzel kokan çamdan. Yalnız bu çam ağacı halinden hiç memnun değilmiş. “Öteki ağaçların ne güzel kocaman kocaman yaprakları var. Benimkiler ise diken diken, kuşlar bile konmaya korkar,” diyormuş. Öteki ağaçlardan bir ayrıcalığım olsa ormandaki ağaçlar ve hayvanlar beni fark etseler ne iyi olur.”

Masal bu ya Orman Perisi ağacın isteğini duymuş. Gelmiş sormuş, “Söyle bakalım nasıl yapraklar istersin?” demiş.

Çam ağacı da, “Ah! Şöyle pırıl pırıl parlasın, cam gibi parlak olsun. Uzaklardan görülsün.” Demiş.

Peri değneğini oynatmış ve bizim çam baştan aşağı kristal yapraklarla donanmış. Işıl ışıl olmuş bir anda. Çevredekiler hayran kalmışlar. Ağacın keyfine diyecek yokmuş, ama uzun sürmemiş bu keyif. Bir gece fırtına çıkmış.Rüzgarın şiddeti ile birbirine çarpan yaprakların hepsi kırılmış. Tabii o yılı öyle yapraksız geçirmiş ağaç.

Ertesi yıl peri yine gelmiş. Olanları görünce bu kez gümüşten yapraklar vermiş ağaca. Ağaç gene pırıl pırıl olmuş herkes ona imreniyormuş. Ama gümüşten yaprağı olduğunu duyan gelmiş bir yaprak almış. Kısa zamanda ağaç gene çıplak kalmış.

Üçüncü gelişinde ağaç, Periye, “Ne olur yapraklarım gerçek yaprağa benzesin ama güzel koksun.” Demiş. Peri de bir koku vermiş çama, ormanın taa öteki ucundan duyulmuş. Keçiler, kuşlar hepsi almış kokuyu. Gelip yemişler bu güzel kokulu yaprakları. Gene yapraksız geçirmiş koca kışı bizim çam ağacı.

Ağaç sonunda gösterişten vazgeçmiş. Periye son kez yalvarmış. Eski yapraklarını istemiş. “Diken diken olsunlar ama üstümde dursunlar,” demiş. Peri de sihirli değneğini sallamış ve eski yapraklarını vermiş. Ama çamın son dileğini tam olarak vermiş. “Çamın yaprakları hep üstünde kalacak.” Demiş. O gün bugün de çamlar yapraklarını dökmeden kışı geçirirler.
Ağlayan Elma Ve Gülen Elma Masalı Bir varmış bir yokmuş. Evvel zamanda bir padişah ve üç de oğlu varmış. Bunlar ülkelerinde mutlu bir hayat sürerlermiş. Küçük oğlan bir gün köşkünde otururken, sokaktaki çeşmeden su almak için bir kocakarının geldiğini görmüş. Oğlan ninenin testisine küçük bir taş atmış ve testiyi kırmış. Nine bir şey söylemeden evine dönmüş. Bir testi daha alıp gene çeşmeye gelmiş. Oğlan bu sefer de bir taş atıp testiyi kırmış. Nine sessizce evine geri dönmüş. Ertesi gün testi elinde gene çeşmeye gelmiş. Oğlan, ninenin geldiğini yukarıdan görüp hemen eline bir taş daha almış. Uygun bir anda atıp gene testiyi kırmış. Nine başını kaldırmış: -Hey oğul, bir şeycikler demem.. Dilerim Mevla’dan, ağlayan elma ile gülen elmaya aşık olasın demiş, çekip gitmiş. Oğlan da aradan birkaç gün geçince ninenin söylediğini kendine dert etmeye başlamış. Gerçekten ağlayan elma ile gülen almaya aşık olmuş. Günden güne sararıp solmaya başlamış. Çok geçmeden padişah, oğlunun hastalandığını işitmiş. Hekimler bir türlü derdini anlayamamışlar. Günlerden bir gün kente bir hekim gelmiş. Bakması için saraya çağırmışlar. Hekim: -Bunun hastalığı sevdadan başka bir şey değil demiş. Oğlan da en sonunda ağlayan elma ile gülen elmaya aşık olduğunu babasına söylemiş. Babası çok üzülmüş: -Şimdi ne yapalım, oğlum? Biz onu nerede buluruz demiş Oğlan: -Ben gider onu bulurum.. Yeter ki siz izin verin diye cevap vermiş. Padişah; -Oğlum, bu hal ile nereye gideceksin? Onun kim olduğunu, nerede olduğunu bilmezsin. Vaz geç bu sevdadan. Dediyse de oğlan kanmamış. -Mutlaka gidip bulacağım demiş. Ağabeyleri de babalarına; -Biz de onunla birlikte gideriz. Kardeşimizi yalnız bırakmaz, bu elmaları mutlaka buluruz demişler. Bunlar yol hazırlığı yapmışlar. Üçü birlikte yola düşüp bilmedikleri ülkelere, kentlere doğru yürümeye başlamışlar. Az gitmiş uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler... En sonunda bir çeşme başına gelmişler. Çeşmenin taşının üzerinde bir yazı görmüşler. Taşta şunlar yızılıymış: “Karşıdaki üç yolun birine giden gelir, birine giden ya gelir ya gelmez, öbürüne giden hiç gelmez” Büyük oğlan; -Giden gelir yola ben gideyim demiş. Ortanca oğlan da; -Giden ya gelir ya gelmez yola da ben gideyim demiş. Giden gelmez yola gitme de küçük oğlana kalmış. Büyük oğlan; -Gittiğimiz yerden hangimiz önce gelirse, ötekilerin gelip gelmediğini nereden bilsin? demiş Küçük oğlan ileri atılmış: -Parmaklarımızdaki yüzükleri çıkarıp şu taşın altına koyalım. Kim önce gelirse taşı kaldırsın yüzüğünü alsın. Sonra gelen de kimin dönüp dönmediğini bilsin. Böyle yapmışlar. Her biri istediği yola gitmiş. Büyük oğlan “giden gelir” yoluna çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş; bilmediği bir ülkeye varmış. Orada, ‘Giren çıkandan bir şeyler öğrenirim’ umuduyla bir hamama girmiş. Hamamda tellak olarak çalışmaya başlamış. Ortan oğlan “giden ya gelir ya gelmez” yoluna koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş... Günlerden bir gün bir ülkeye varmış. Orada bir kahveye girerek çalışmaya başlamış. Sonunda kahveci olup orada kalmış. Küçük oğlan da “giden gelmez” yoluna düşmüş. O da az gitmiş, uz gitmiş. Çok uzun yollarda yürümüş. Otura kalka, gide gide bir gün bir çeşme başına gelmiş. Bakmış ki bir nine bu çeşmeden su dolduruyor. Oğlan yanına gitmiş... —Nineciğim, beni bu akşam evinde konuk eder misin demiş. Nine de; —Ah oğul, benim bir evim var... Yattığım zaman ayaklarım dışarı çıkar. Ben kendim sığamıyorum, seni nerede konuk edeyim diye cevap vermiş. Küçük oğlan yaşlı kadına bir avuç altın vermiş: -Aman nine, ne olur bana yatacak bir yer bul deyince nine altınların hatırına; -Gel oğul gel... Evim de var odam da.. Senden başka kimi konuk edeyim? Deyip, oğlanı evine götürmüş. Evde biraz yemiş içmişler. Otururken oğlan sormuş: -Aman nine, bir ağlayan elma ile gülen elma varmış... Nerededir onlar bilir misin? Nine bunu duyar duymaz oğlana bir tokat vurmuş. —Sus! Onların adını anmak yasaktır... Bunun üzerine oğlan çıkarmış bir avuç altın daha vermiş. Nine sevinerek; -Oğlum, yarın kalkarsın, şu karşıki dağa giderisin. Oraya bir çoban gelir. O çoban, ağlayan elma ile gülen elmanın olduğu sarayın çobanıdır. Onun gönlünün yapıp saraya girebilirsen elmaları orada bulursun. Ama elmaları aldıktan sonra doğruca benim yanıma gelesin demiş. Oğlan da sabahleyin kalkmış. Kadının tarif ettiği dağa gitmiş. Bakmış ki orada bir çoban koyun otlatıyor. Gidip çobana selam vermiş... Oturup konuşmaya başlamışlar. Sonra oğlan ağlayan elma ile gülen elmayı çobana söylemiş. Çoban da tıpkı yaşlı kadının yaptığı gibi bu sözü işittiği anda oğlana bir tokat vurmuş. Tokatı yiyen oğlanın aklı başından gitmiş. —Aman çoban kardeş bana neden vurdun? Deyince çoban yeniden üstüne yürümüş. —Sus daha konuşuyorsun, öyle mi? Diye bir tokat daha vurmuş. —Onun lafı burada yasaktır, demiş. Oğlan çobana yalvarmış yakarmış, bir avuç altın vermiş... Çoban altınları görünce yumuşamış. Oğlana demiş ki: -Ben şimdi bir koyun keserim. Onun derisini tulum çıkarırım. O tulumun içine girersin. Akşamüzeri ben koyunları sürüp saraya giderken sen de koyunların içinde saraya girersin. Çünkü saraya girerken koyunları sayarlar. Sen de koyun gibi yürüyüp kendini bildirmeyerek sürüyle birlikte içeri girersin. Geceleyin, herkes uyuyunca, en yukarı kata çıkar sessizce sağ taraftaki odaya girersin. Padişahın kızı yatakta yatar, elmaları da rafta durur. Onları, uyandırmadan alabilirsen alırsın... Eğer kız uyanırsa bağırır... Seni yakalarlarsa iş fena olur. Çoban bunları söyledikten sonra kalkmış bir koyun kesmiş. Koyunun tulum gibi çıkardığı derisine oğlanı sokmuş. Koyunların içine katarak doğruca saraya gitmiş. Nöbetçiler koyunları saraydan içeri girerken saymışlar. Oğlan da sürüyle birlikte içeri girmiş. Gece olmuş, herkes uyumuş. Saat dörde beşe gelirken oğlan tulumdan çıkmış. Yavaş yavaş en yukarı kata gidip çobanın söylediği odayı bulmuş. Açıp bakmış ki orta yerde bir yatak, içinde de ayın on dördü gibi güzel bir kız yatıyor... Oğlan ona bakarken, raf üzerinde bulunan elmaların biri kahkaha ile gülmeye diğeri de hüngür hüngür ağlamaya başlamışlar. Bunları işiten oğlan hemen kapıyı kapadığı gibi kaçmış, doğruca koyunların yanına gitmiş. Elmaların gürültüsüne yatakta yatan kız uyanmış. Bakmış ki kimsecikler yok. Odanın dışına çıkmış, öteye bakmış, beriye bakmış... Kimseyi bulamayınca içeri girmiş: -Sizi gidi yalancılar sizi... Beni aldattınız. Diyerek elmalara kızmış. Yeniden yatağa yatmış. Aradan kısa bir süre geçince kız tekrar uyumuş. Oğlan da bir daha yukarı çıkmış. Yavaş yavaş odanın kapısını açmış, içeri girmiş. Elmalara doğru bir iki adım atmış. Bu sırada yeniden elmaların biri gülmeye, biri ağlamaya başlamış. Oğlan korkusundan gene kaçmış. Kız uyanmış, bakmış ki kimsecikler yok... —Hay gidi edepsizler hay. İkidir beni uykudan uyandırıyorsunuz. Gene bir şey yaparsanız sizi döverim, demiş ve yeniden yatmış. Kız uyuyunca oğlan gene gelmiş, kapıyı açıp elmaların yanına yaklaşmış. Elini uzatıp raftan alayım derken elmalar gene gülüp ağlamaya başlamış ve oğlan gene korkup kaçmış. Kız uyanıp bakmış ki kimsecikler yok: -Sizi gidi arsızlar sizi. Bu gece deli mi oldunuz? Üç keredir beni uykudan uyandırıyorsunuz. Bu nasıl iş? Deyip, bir tokat birine, bir tokat ta ötekine vurmuş. Sonra yeniden yatağına girip yatmış. Aradan epeyce vakit geçmiş. Oğlan gene odaya girmiş ve rafa yaklaşmış. Elmanın birini eline almış... Bakmış ki ses yok... Öbürünü de alıp dışarı çıkarmış. Doğruca koyunların arasına gidip tulumun içine girmiş. Meğer elmalar kıza, kendilerine kızdığı için darılmışlar, bu yüzden ses çıkarmazlarmış. Sabah olmuş... Çoban koyunları saraydan çıkarmış ve dağa doğru gitmiş. Oğlan, saraydan uzaklaşınca kimsenin olmadığı bir yerde tulumdan çıkmış. Çobana bir avuç altın daha vermiş. —Allaha ısmarladık, deyip doğru ninenin evine gelmiş. Nine oğlanı görünce hemen bir leğenin içine biraz su koymuş. Bir tavuk keserek kanını suya akıtmış. Suyun içine bir tahta koyup oğlanı tahtanın üstüne oturtmuş. Kız sabah olup da uykudan uyanınca, aşağı bakmış, yukarı bakmış ki rafta elmalar yok. —Eyvah! Bu gece elmalarım çalındı. Onlar beni üç kere uyandırdılar ama ben anlayamadım; meğerse hırsız gelmiş diye ağlamaya başlamış. Padişah bunu duyunca sarayın kapılarını kapattırmış. Hatta şehrin etrafındaki kalenin kapılarını da kapatarak gireni çıkanı sıkı sıkı arattırmış. Şehrin içini de aramışlar, bir türlü bulamamışlar. Falcılar fal bakmışlar. Sonunda görmüşler ki elmaları alan kanlı bir denizde gemiyle gidiyor. —Padişahım, demişler; -Bu adam çok uzaklara gitmiş. Bu kanlı deniz nerededir bilemeyiz... Sonunda bu elmaları aramaktan vazgeçmişler artık. Kalenin kapıları eskiden olduğu gibi açılmış. Oğlan nineye biraz daha altın verdikten sonra -Eyvallah deyip oradan çıkmış. Geldiği yoldan dönmeye başlamış. Gide gide bir gün, ağabeyleriyle ayrıldığı çeşme başına gelmiş. Yüzüklerini koydukları taşı kaldırıp bakmış ki hiçbiri gelmemiş. Kendi yüzüğünü almış ve küçük ağabeyinin gittiği yola gitmiş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş... Bir gün bilmediği bir ülkeye varmış. Yolunun üstündeki bir kahveye girmiş. Yorgunluk çıkarmak için kahve çubuk içmiş. Bakmış ki ağabeyi orada kahvecilik ediyor. Yaklaşmış yanına, ama kahveci olan ağabeyi onu tanımamış. Bir ara oğlan ağabeyini yanına çağırmış. Söz arasında: -Sen nerelisin? Filan derken, ağabeyi anlamış ki kendisiyle konuşan kardeşidir. Sonra birlikte kalkmışlar geri dönmek için yola koyulmuşlar. Şurası burası derken gene o çeşmeye gelmişler. Taşı kaldırıp bakmışlar ki, ağabeyleri gelmemiş. Ortanca oğlan da yüzüğünü almış. Ağabeylerini aramak amacıyla onun gittiği yola gitmişler. —Kardeşim, bunlar biraz bizde dursun, sonra gene sana veririz, demişler. O da; -Pekiyi deyip vermiş. Sonra bu iki ağabey birbirlerine; -Biz bunu öldürelim; şu elmaların biri sende biri bende kalsın demişler. Yol üzerinde bir kahveye rast gelmişler. O kahvenin bahçesinde biraz oturup yemek yiyelim demişler. Kahveciden bir hasır istemişler, kahveci de hemen getirmiş. Bahçede ağzı açık bir kuyu varmış. Hasırı o kuyunun üstüne yaymışlar. Küçük oğlan kuyuyu görmemiş... Hasırın üstüne oturduğu gibi kendisini kuyunun dibinde bulmuş. Ağabeyleri biraz oturmuşlar. Yemek yiyip karınlarını doyurmuşlar. Kahve, tütün içmişler. Az sonra gene yola düşüp ülkelerine doğru gitmişler. Kuyuda su olmadığı için, aşağıya düşen oğlan ölmemiş, ama bayılıp kalmış. Ağabeyleri ülkelerine varmışlar. Babaları küçük kardeşlerinin nerede olduğunu sormuş. Onlar da; -Biz gittik, ağlayan elma ile gülen elmayı bulup getirdik. O, bir giden gelmez yola gitmişti, bir daha gelmedi, demişler. Babaları da üzülmüş, ağlamışsa da; -Elbet gelir diyerek kendini avutmuş. Onlar babalarının yanında oturmada olsun, biraz sonra, kuyuya düşen oğlanın aklı başına gelmiş. Kuyunun içinde yukarıya doğru bağırmaya başlamış. O sırada kahveci bahçede gezerken bir de bakmış ki kuyudan bir ses geliyor. En sonra kuyuya bir adam sarkıtmışlar ve oğlanı çıkarmışlar. —Sen buraya nasıl düştün diye sorunca oğlan da başına gelenleri bir bir anlatmış. Sonra kalkıp kendi ülkesine gitmiş. Ama babasının sarayına gitmemiş. Başına bir işkembe geçirmiş ve keloğlan kılığına girerek bir kalaycı dükkânına girmiş. Orada çırak olarak çalışmaya başlamış. Gel zaman git zaman, herkes kendi hayatını yaşamaya devam etmiş... Ama ağlayan elma ile gülen elmanın sahibi olan kız çok büyük üzüntü içindeymiş. Kızın padişah babası bin taneli bir tespih yaptırmış ve adamlarına vermiş. —Bu tespihi alın, ülke ülke gezin. Kim başına geleni anlatarak bu tespihi bitirinceye kadar çekebilirse bu elmaları o almıştır... Onu tutup bana getirin, demiş. Adamlar tespihi almışlar. Çeşitli ülkelere gitmişler. Gezmişler, dolaşmışlar ama kimse o tespihi çekememiş. En sonunda bu elmaları çalan oğlanın ülkesine gelmişler. Tam o kalaycının önünden geçerlerken, oğlan ustasına; -Usta, ben başıma gelenleri anlatırken bu tespihi çekerim, demiş. Ustası adamlara haber vermiş. Onlar da tespihi getirmişler: -Haydi bakalım, hem anlat hem de çek demişler. Oğlan o zaman; -Ben bunu çekerim ama buranın padişahının yanında çekerim demiş. Oradan oğlanı alıp padişahın yanına getirmişler. Olan biteni padişaha anlatmışlar. Oğlan oturmuş, başına gelenleri bir bir anlatmış. Bu arada tespihi çekmeye de başlamış. Tam kardeşlerinin onu kuyuya attıklarını söylediği sırada tespih bitmiş. Padişah da bu oğlanın kendi küçük oğlu olduğunu anlayıp, hemen kalkmış onun boynuna sarılmış. —Vah oğulcuğum, senin başına bunca işler gelmiş de benim haberim olmamış diyerek ağlamaya başlamış. Adamlar oğlanı alıp öteki padişaha götürmek istemişler. Ama önce elmaları alan iki büyük oğlanın cellât elinde cezaları verilmiş. Sonra da küçük oğlanı elmalarla beraber öteki padişahın ülkesine göndermişler. Az gitmişler, uz gitmişler... Gide gide bir gün gene, elmaların çalındığı ülkeye ulaşıp, bu oğlanı padişahın yanına götürmüşler. Padişah oğlanı görür görmez ona kanı kaynamış. O tespihi bir de kendi önünde çekmesini istemiş. Oğlan gene tespihi alıp başına gelenleri baştan sona kadar anlatmış ve tespihi de çekmiş. Padişah; -Oğlum, sen bu elmaları âşık olduğun için çaldın. Ama benim kızım da bunlara âşıktır. Gel, kızımı sana vereyim, ikiniz de bu elmalardan ayrılmayın demiş. Oğlan da: -Baş üstüne deyip padişahın söylediğini kabul etmiş. Küçük oğlanla kız evlenmişler. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Yaramaz Meyve Kiraz Masalı

Yaramaz Meyve Kiraz Masalı

Bir zamanlar dünyanın en büyük şatosunda bir kız yaşıyormuş bu kız meyveden başka birşey yemezmiş en çok kiraz,çilek,portakal ve şeftali yermiş. Ama annesi bundan hiç memnun değilmiş kiraz ve çileği çok sevdiği için yemeğe kıyamazmış kirazın küçük bir kızı varmış bu kız o kadar haylazmış ki meyvelerin şefi şeftaliyi çok kızdırırmış. Bıçağı alıp hep onu gıdıklarmış şeftali uyanıp kovalarmış ama yakalayamazmış çünkü o küçük olduğu için her deliğe sığıyomuş, şeftali büyük olduğu için sığamıyormuş.Kirazın annesi bu durumu anlamış.Bir gün kızını karşısına alıp konuşmuş.Bak kızım bu yaramazlığa artık son ver.Çünkü o koskaca meyveler şefi seni bir lokmada yutuverir.Hiç acımaz demiş.Yaramaz kiraz peki demiş ama hala aklından haylazlık geçiyormuş.Bir gün, şeftali yine öğle uykusuna yatmış.Kiraz yine dayanamayıp gıdıklamış.Şeftali uyanmış bağırarak gel burayaaaaa, demiş.Kiraz her zamanki yerine saklanacakken birde ne görsün! o ara kapanmış.şeftali elime düştün demiş kiraz ona yağ çekmiş bak beni yeme miğdene otururum.Hem senin çok güzel kabukların var diyerek yağ çekmiş.Şeftali:gerçekten mi sahiden öylemi düşünüyorsun?Kiraz:Tabikidee demiş.Şeftali onu serbest bırakmış.Kiraz olanları annesine söylemiş annesi:Bak gördün mü? demiş.Kiraz:Evet annecim artık hep sözünü dinleyeceğim demiş.Ve ondan sonra kiraz yaramazlık yapmamış.Ve o kızda artık her yemekten yemeğe başlamışşş...

Kırmızı Yanak İle Huysuz Elma Masalı

 Kırmızı Yanak İle Huysuz Elma Masalı

Elmalar sağlık verir,
İçinde vitaminler.
Çocuklar elma yerler,
Aman ne güzel derler.

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,uzaklarda bir yerde kırmızı yanak adında bir elma varmış. Kırmızı yanağı tanıyan pek çokmuş. Günler günler içinde, kırmızı yanak günlerin peşinde koşup dururmuş.
Bizim kırmızı yanak elma ağacındaki en güzel elmalardan biriymiş. Hatta en kırmızısı, en tatlısı, en ağırbaşlısı. Bütün elmalar onun önünde saygıyla eğilirlermiş. Kırmızı yanağın yan dalında ise huysuz elma yaşarmış. Kim ne dese sinirlenir, başına ne gelse çevresindekileri suçlarmış.
Elma ağacı bu olup bitenlerden hiç memnun değilmiş. huysuz elmanın ikide birde kırmızı yanağa saldırmasına içerler durur, arada bir huysuzu uyarırmış ama huysuz kimsenin uyarılarına kulak vermez, kendi bildiğini yapmaktan vazgeçmezmiş.
Bir sabah huysuz elma erkenden kalkmış. Sonra dalının üstünde ne kadar eşyası varsa üstlerine su dökmüş ve kimselere görünmeden tekrar uykuya dalmış. Bir saat sonra :
- Benim dalımı kim ıslattı?
diye yaygarayı basmış. Ağacın dallarındaki diğer elmalar ve elma ağacı neye uğradıklarını şaşırmışlar. Hepsi apar topar huysuz elmanın dalına doluşmuşlar, hatta bir ara dal kırılma tehlikesi bile atlatmış. Huysuz elma kırmızı yanağı kastederek;
Yine komşum bulaşık sularını dökmüştür mutlaka`` demiş.
Herkes kırmızı yanağa doğru dönmüş. Kırmızı yanak morarmış sararmış, Üzüntüden rengi alacalanmış. Sonra;
- Benim hiç bir şeyden haberim yok hem uyuyordum hiç bir şey görmedim , demiş.
Huysuz elma :
- Tabi uyuyordun niye uyumayacaksın ki, dalımı mahvettikten sonra rahat rahat uyursun ,diyerek cevap vermiş.
Kırmızı yanak:
- Beni yapmadığım bir şey için suçluyorsunuz sayın huysuz elma. Bunu bir kere daha yapmıştınız ama bakın ben sizinle hiç ilgilenmiyorum. Sizin dalınıza yaklaşmıyorum bile görüyor musunuz ?
Huysuz elma atılmış hemen :
- Geçen hafta yaklaşmıştınız ya hem buradaki herkes şahit.
Kırmızı yanak boynunu bükmüş :
- İyi ama siz dalınızda yaptığınız toplantıya beni de davet etmiştiniz ve diğer arkadaşlarla birlikte gelmiştim.
Huysuz daha bir böbürlenerek :
- Bak işte yalanın ortaya çıktı, birde ben senin dalına bile yaklaşmam diyordun.
Kırmızı yanak ama yani şimdi gibi kelimelerle lafa başlamak istediyse de, hiç bir şey diyememiş. Bu sırada elma ağacı lafa karışarak bütün elma ağacı sakinlerini şaşırtmış.
- Ben olup biten her şeyi gördüm demiş. Huysuz elma aniden bağırmaya başlamış, bir yandan el kol hareketleri yapıyor,bir yandan suçsuzluğunu ispat etmeye çalışıyormuş:
- Ama nasıl gördünüz olamaz ki, ben etrafa su dökerken herkesin uyuduğundan iyice emin olmuştu, siz de mışıl mışıl uyuyordunuz.
Bu sözleri söyleyerek yakalanan huysuz elmayla o günden sonra hiç kimse konuşmamış. Elma ağacıda `` Ben dallarım arasında böyle faydasız işlerle uğraşan bir elma istemiyorum`` diyerek ona sokağı göstermiş. Huysuz elma çantasını toplayıp elma ağacından ayrılırken, kırmızı yanak yine de huysuz elma için çok üzülüyormuş. Çünkü elmalar vitaminli, faydalı, sağlıklı meyvelerdir ve içlerinden bir tanesinin bile böyle faydasız işlerle uğraşması herkesi çok üzer.

Masal burada bitmiş , herkes evine gitmiş.
Huysuz elmayı bilenler,bu işe pek sevinmiş.
Seni gidi huysuz elma,dokunma ona buna,
Haydi bakalım, haydi,Şimdi çık git yoluna.

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...