Bir rüya



Bir sabah uyandı. O sabah onun için çok güzeldi. Çünkü çok parası vardı. Kumar oynuyordu, uyuşturucu satıyordu iyi olmayan her şeyi yapıyordu. Melekler kadar güzel bir eşi ve dünyalar kadar tatlı 2 tane kız çocuğu vardı ama değerini bilmiyordu.
Kumarda yeni kazanmıştı. Çok parası olmasına rağmen yine de ailesine çok para bırakmıyordu. Ailesi çok açtı. Eşi ve çocukları onun umrunda değildi. Onun göz dönmüştü. Tam bir kumar hastasıydı.
Ne kadar konuşsalar ne kadar çabalasalar boşunaydı. Hiçbir şey onu eski günlerine geri getiremezdi. Kim yaptıysa kim soktuysa onu bu hale lanet okuyordu ailesi. Çok değişmişti. Önceden ailesine eşine ve çocuklarına çok değer veriyordu. Onlara bakıyordu, eve ekmek getiriyordu, çocuklarının her isteğini yerine getiriyordu. Namaz kılardı dinine düşkün biriydi. Artık hiçbiri umrunda değildi. Varsa yoksa kumar. Bir sabah kalktı. Mutfağa gitti. Karısı yiyecek olmadığı için sadece 1 tane yumurta kırmıştı – zaten ondan başka bir şey yoktu- . Yemedi kahvaltı yapmadı karısından nefret ediyordu. Yüzünü bile görmek istemiyordu. Bakınca midesi bulanıyordu. Hemen koşarak odasına gitti. Karısı arkasından:
-Dur nereye gidiyorsun? Kahvaltı hazırladım yemek yemeden mi gideceksin?
-Git başımdan defol! Senden nefret ediyorum artık çık git evimden!
-Ne diyorsun sen nereye giderim ne yaparım bir başıma?
Çocuklar odada tartışma seslerini duyuyordu. Çok korkuyorlardı.
Mehmet ( babaları):
-Akşam geldiğimde seni burada görmeyeceğim çık git evimden! Dedi ve gitti.
Bir lokma yemek yemedi. Yola çıktı otobüs beklememek için taksi çağırdı. Nasılsa çok parası vardı. Çok beklemeden taksi geldi. Bindi ve hemen kahveye gitti. Kapıdan geçmeden önce aç olduğunu hissetti. Hemen gidip kendisine bir şeyler ısmarladı. Dillere destan bir kahvaltı yapmıştı.
"bu kadar güzel kahvaltı yapmak varken ben neden evdeki iğrenç şeyleri yiyeyim ki?" diye düşündü kendi kendine. Yemeği bitti hesabı ödedi ve hemen oradan çıktı. Acele ediyordu. Bugün çok şanslı hissediyordu kendisini bir an evvel gidip oynamak istiyordu. Çok geçmeden oraya vardı. Herkes onu bekliyordu. Oturdular oyuna akşama kadar oynadılar. Adam bütün parasını koymuştu ortaya. Evet şanslıydı. Yüzü gülüyordu. Kazandı, ortadaki bütün parayı aldı. Yine milyarlar kazandı.
Evdekiler yine açtı. Anneleri çocuklarını düşünüyordu. Kumar oynadığını bilmiyordu. Neden değişti? Neden böyle oldu diye düşünüp duruyordu. Çocukları olmasa hemen boşayacaktı ama çocukları büyük engel oluyordu. Çocuklarından birinin adı Melek diğerinin adı Rüya idi. Melek 6 Rüya ise 10 yaşındaydı. Melek' in yaşı küçük olduğu için henüz hiçbir şeyin farkında değildi. Rüya'nın da yaşı küçüktü ama aklı her şeye eriyordu. Ama bir türlü anlamıyordu babasının neden böyle olduğunu. Bir tek o değil kimse anlamıyordu. Annesi Artık dayanamadı. Çocuklarının bu durumda olmasına çok üzülüyordu. Aç kalmalarına dayanamıyordu. Üstelik bakkala ve komşularına bir sürü borcu vardı. Kocası bu kadar zenginken çok parası varken ona hiç para vermemesi çok acıklı bir durumdu. Giyindi, hazırlandı ve çocuklarını alıp aşağı indi. Ailesi onu eve almazdı. Biliyordu. Çünkü ailesi Mehmet ile evlenmesine izin vermedi o da izinsiz kaçtı. Şimdi yüzüne bile bakmazlardı onun. Çareyi dışarıya çıkıp yiyecek aramakta buldu. Çünkü kocası onu evde görmek istemiyordu. Ne yapacağı belli olmazdı. Dışarı çıktı. Tabii çocuklarıyla beraber. Onları zaten bırakamazdı. Onlar için yaşıyordu. Bakkala gitti. Adama:
-Senden son kez istiyorum. Ne olur yalvarırım biraz ekmek ve biraz yiyecek ver. Çocuklarım çok aç kendim için istemiyorum. Bana acımıyorsan şu çocuklara acı. Adam:
-Ne diyorsun sen ya o kadar yiyecek verdim hala borcunu ödemedin bana. Kocanın o kadar parası var. Kadın:
-Kocamın o kadar parası var ama vermiyor. Ne yapayım ne olur biraz ver. Adam:
-Tamam, ama bak bu son sen çocuklara dua et. Dedi ve Sepete malzemeleri koyarken devam etti
-Kocan bütün parayı kumarda kazanıyor senin haberin var mı? Haram para işte neye yarar ki!
-Ne, ne nasıl ya ne dediğini farkında mısın sen? Ne kumarı ne haramı? Adam:
-Evet, senin o kocan olacak adam kumar oynuyor herkesin ağzında bilmiyor musun? Kadın biraz fenalaştı ama kısa sürede toparlandı ve:
-Tamam, anladım teşekkür ederim bilmiyordum. Allah senden razı olsun. En yakın zamanda ödemeye çalışacağım. Dedi ve oradan hızla çocuklarıyla beraber uzaklaştı.

Adam çok mutluydu. Bütün hepsini kazanmıştı. Çok parası vardı artık. Kahveden çıktı ve bir cefa'ya gitti. Cafe'de birine telefon açtı.
-Alo. Karşıdaki ses:
-Merhaba Mehmet. Neredesin?
-Ben sana söylediğim cafedeyim.
-Tamam, yarım saate oradayım.
-Tamam, parayı getirmeyi unutma.
-Unutmam sen de malı unutma.
-mal yanımda hadi çabuk ol.
Yarım saat sonra adam cafe ye geldi. Çantasını açtı ve içinden para çıktı. Mehmet gülümsedi ve:
-işte bu. Benim istediğim buydu. Ver bakalım şu çantayı parayı saymam lazım
-Para tamam. Hiç eksik yok.
-tamam, mal da burada
Çantayı kaptığı gibi eve gitti. İçeri girdi. Olamaz karısı oradaydı. Karısının adı Dilek idi. Dilek artık korkmuyordu ne yaparsa yapsın umrunda değildi. Çocukları üst komşusuna bırakmıştı. En sonunda patladı:
-Ne yapmaya çalışıyorsun sen?
-Bir şey yapmaya çalışmıyorum.
-belli oluyor ya ne oldu sana böyle
-bir şey olduğu falan yok hani sen gidecektin geldiğimde evde olmayacaktın.
-gitmedim. Nereye gideyim. Ailem yüzüme bile bakmaz sokaklarda mı kalayım çocuklarımla
-orası beni ilgilendirmez.
-gel vazgeç şu işten yuvana dön ailemize dön. Adam şaşkınlık içinde ve biraz da korku içinde.
-ne işten?
- ne demek ne işten biliyorum senin kumar oynadığını.
-başka ne biliyorsun hem nerden biliyorsun sen bunu?
-bakkal söyledi ayrıca herkesin ağzındaymış. Lütfen sen böyle değildin kim değiştirdi seni böyle. Gel vazgeç şu işten bir sürü borcumuz var ne yaptımsa vazgeçmedin. Çocuklarımız için vazgeç lütfen yine eskisi gibi yaşayalım
-ben bir şey yapmıyorum kim dediyse yalan demiş.
-peki, öyle olsun.
O gece çocukları annesi komşudan almadı. Mehmet çok düşündü uyumadı. Uyku tutmadı bir türlü. O da kendi kendine düşünüyordu. "neden böyle oldu gerçekten beni kim böyle yaptı. Çocuklarım kaç gündür açlardır kim bilir. Allah"ım bana güç ver. Nasıl kurtulacağım ben bu işten" diye. Bütün gece yatakta dolandı durdu. Sabah oldu. Karısı erkenden iş aramaya çıkmıştı. Mehmet hazırlanıp evden çıktı. Yolda yürürken parası da yanındaydı. Hemen bir otobüse bindi. Otobüste yol boyunca düşündü: "son bir kez oynayacağım bugünde şanslı hissediyorum. Son kez bir kere daha. Sonra hayatım boyunca bırakacağım bu işi. Hemen kahveye gitti oradakilere:
-bugün son kez oynayacağım. Dedi. Adamlar:
-ne diyorsun sen yoldan sapma aklını başına topla çok zengin olacaksın.
-hayır, ben kararımı verdim aileme sahip çıkmalıyım.
-aile dediğin ne senin ya boş ver onları salla gitsin kim takar. Gel vazgeç sen burada daha mutlusun
-hayır dedim son kez oynayacağım.
-peki, bu senin kararın ama pişman olacaksın
- o da benim sorunum
Son kez oturdu elleri titriyordu. Kazanamayacaktı belki. Belki bütün her şeyini kaybedecekti. Bu çok büyük bir riskti.bu riski göze aldı. Oyun bitti. Kaybetti , dünya başına yıkıldı. Herkes güldü ona kaybetmesine , dalga geçtiler onunla. Zaten borçları vardı herkese şimdi bir borç daha yüklendi hem de kumar borcu. Çok paraydı. Asla denkleştiremezdi o kadar parayı. Sattığı uyuşturucuların parasını da koymuştu ortaya. Hepsi gitti. Herşey buraya kadarmış.
Eve gitti tövbe etti. Yalvardı Allah'a yakardı:
-Allah'ım sana yalvarıyorum affet beni. Ne olur Allah‘ım yalvarıyorum sana. Eşimi çocuklarımı nasıl ihmal ettim ben nasıl yaparım bunu. Dedi
Yerinden sıçradı. Hayıııııııııırrrrrrrrrrrrrrrrrrr diye bağırdı. Uyandı ter içinde kalmıştı. Yanında eşi vardı. Melek yüzlü eşi. Hemen ayağa kalktı elini yüzünü yıkadı. Çocuklarının odasına gitti. onların yanağına bir öpücük kondurdu. Hemen odasına gitti. eşinin de alnına bir öpücük kondurdu ve :
-ohh hepsi rüyaymış. Allah'ım sana şükürler olsun bana böyle bir aile verdiğin için dedi ve bir ömür boyu mutlu yaşadılar



Ayşenur Edis

Yavru Balina İle Köpekbalığı



Annesi balina avcıları tarafından öldürülen yavru balina Atlas Okyanusu’nda yüzerken etrafını yirmi kadar köpekbalığı sardı. Başkan köpekbalığı yavru balinanın yanına gelerek: “ Seni tanıyorum ve durumunu çok iyi anlıyorum yavru balina. Ama üzülmekle eline bir şey geçmez. Anneni insanlar öldürdü. Sen bunu onların yanına bırakmamalısın. Annenin intikamını almalısın. Biz senin dostunuz. Sana öldürmeyi öğretip, insanların üstüne salacağız. Çok yakında insanlar yavru balinayı tanıyıp, ondan korkacaklar “ dedi.
“ Annemi yerler mi insanlar? “ diye sordu yavru balina.
“ Yerler yavrum. İnsanlar acımasızdır. Onlar dünyadaki tüm canlıları acımasızca öldürürler. Hoş, insanlar birbirlerine karşı da acımasızdır. Ben buralarda çok gördüm gemiler içinde savaşan insanları. Dedem insanların toprak üstünde de savaştıklarını söylerdi. Savaşı kazanan kahraman olurmuş. “
“ İnsanlar kötü yaratık desene? “
“ Hem de çok kötü yaratık. “
“ O zaman beni annesiz bırakan, bana günlerce gözyaşı döktüren insanları cezalandıracağım, ama bunu nasıl yapacağımı bilemiyorum. “
“ Öğrenirsen bilirsin. Haydi, yavrucuk peşimden gel. Siz de peşimden gelin köpek kardeşlerim. Derinlikler bizi bekliyor. “

Aradan bir ay geçti. Bu sürede köpekbalıkları bildikleri öldürme yöntemlerini yavru balinaya öğrettiler. Hedef, insanların toplu halde yüzdükleri plajlar olacaktı. Plajlar, insan kanına boyanacaktı. Yavru balina, öldürürüm, parçalarım, diyordu ama onu plaja salmadan önce bir deneme yapmalıydı. Bakalım öldürebilecek miydi? Beş köpekbalığı yalnız yüzen insan aramaya başladı. Deniz fenerinin yakınında bir çocuk yüzüyordu. İlk kurban o olacaktı. Köpekbalıkları sahilden uzak kaldılar. Çocuğu ürkütmek istemiyorlardı. Yavru balina hızla çocuğa doğru yüzmeye başladı. Fenerin oralar derin demişti köpekbalıkları, çocuk demek ki, usta yüzücüydü. Yoksa onun ne işi vardı böyle derin yerde. Yavru balina kafasını suyun üstüne çıkardı, daha sonra gövdesi ve kuyruğu göründü. Çocuk, yavru balinayı hemen fark etti. Derin bir nefes alıp suya daldı. Balina yavruydu ama dört metre boyundaydı. Sahile doğru yüzmeye kalksa bunu başaramazdı, çünkü yavru balina ondan çok daha hızlıydı. Yetişmesi an meselesiydi. Bundan dolayı çocuk sahile paralel yüzüyordu. Yavru balina çocuğa yetişti, bir süre onunla yan yana yüzdü ve aniden dönerek ağzını açıp kapadı. Yavru balina köpekbalıklarının yanına döndüğünde:

“ Görevimi başardım. Çocuğun işi tamam “ dedi.
“ Çocuğu parçaladın mı? “ diye sordu, başkan köpekbalığı.
“ Hayır, parçalamadım “ dedi yavru balina.
“ Parçalamadın mı? O zaman ne yaptın? “
“ Çocuğu yuttum. “
“ Yuttun mu? “
“ Evet, yuttum…Çocuk şimdi midemde. “
“ Öyle veya böyle, çocuğu öldürmüşsün işte. Seni kutlarım yavru balina. Biz yarın uzaklara gidip bir toplantıya katılacağız. Birkaç gün yokuz. Sen şu ilerdeki plaja git, yakaladığını ister parçala, ister yut. Sıradan bütün plajları dolaş. İnsanlara acıma yok. “

Köpekbalıkları döndüğünde yavru balinayı buldular. Yavru balina yirmi insanı acımadan öldürdüğünü, insanların plajlara çıkamadığını, etrafa korku saldığını söyledi. Köpekbalıkları bu habere çok sevindiler. Ertesi gün bir köpekbalığı deniz fenerinin yakınındaki sahilde yavru balinanın yuttum dediği çocuğu gördü. Başkanı bularak durumu anlattı. Başkan, bunun üzerine çok sinirlendi. Nefretle yavru balinanın üstüne gitti:
“ Hani yutmuştun o çocuğu, bak fenerin oradaymış. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? “ Köpekbalıklarının etrafını sardığını gören yavru balina:
“ Şey, yutmuştum ama hazmedemedim, kusuverdim. Çocuk midemi tekmelemişti. “
“ Sus, yalancı seni, çocuğu yutmadın, plajlara saldırmadın, bütün plajlar dolu. Hani plajlara kimse çıkamıyordu, hani etrafa korku salmıştın. Yalan, hepsi yalan. Madem öldüremiyorsun, ölürsün. Şimdi seni…”
Başkan köpekbalığı sözlerini tamamlayamadı, çünkü yavru balina:
“ Beni ne yaparsın? Sıktın artık, çekil önümden “ dedikten sonra, ona sert bir kafa vurarak denizin derinliklerine yolladı.
Yavru balinanın önü açılmıştı. Gücünün yettiği kadar hızlı yüzmeye başladı. Karşısı sahildi. Artık geriye dönüş yoktu. Peşinde sürüyle köpekbalığı vardı. Yakalarlarsa parçalarlardı. Yavru balina kendini sahile zor attı. Debelendi kumun üstünde biraz daha, biraz daha ilerledi. Gücü tükenince başını sıcacık kumun üstüne bıraktı. Çocuk yavru balinayı tanımıştı. Onun yanına geldi:
“ Ne oluyor, yavru balina? Neden sahile çıktın? “
“ Oh, sen miydin? Nasılsın çocuk? Adın neydi senin? “
“ Benim adım Mark. İyiyim de burada ne işin var? “
“ Benim adım de Sili. Geçenlerde tanışmıştık, hatırladın mı? “
“ Hatırladım. Bir süre yan yana yüzmüştük, sonra sen gitmiştin. Üstüme gelirken beni yiyeceksin sanıp korkmuştum.”
“ Kim? Ben mi seni yiyecektim? O bir şakaydı. Seni korkuttuğum için özür dilerim. Beni affet.”
“ Affettim gitti. Anlat bakalım Sili, neler oluyor? Neden denizde değil de buradasın? “
Yavru balina olanları anlattıktan sonra:
“ Ya, işte böyle Mark, köpekbalıkları peşimde, sayıları yirmiden fazla. Onlarla yalnız başıma çarpışamam. Acı gerçek ama benim için böylesi daha iyi olacak. “
“ Köpekbalıkları toplantıya gittiğinde kaçıp gitseydin uzaklara veya balinalardan yardım isteseydin? “
“ Kaçsam kısa zamanda yakalanırdım. Kurtuluşu yoktu. Okyanustaki bütün köpekbalıkları peşime düşerdi. Balinalardan yardım isteyemezdim, çünkü bu korkunç bir savaşın başlangıcı olurdu. Yüzlerce balina ve köpekbalığı birbirine girerdi. Arada belki ben de ölürdüm. Oysa şimdi sadece ben ölüyorum, hiçbir balinayı tehlikeye atmıyorum. Bir benim için başkalarının keyfini kaçıramam. Sili ölürse kıyamet kopmaz. Hayat devam eder. Dünya uzayda nokta kadar, fakat Sili dünyada nokta kadar bile değil. “
“ Annen yaşasaydı köpekbalıkları sana sokulamazdı. Bu duruma düşmezdin. “
“ Onun orası öyle de annemi insanlar öldürdü. Asıl suçlu annemi öldüren insanlar. Mark, sence insanlar annemi neden öldürdü? “
“ Kazanç uğruna. Bazıları kendileri kazansın diye can alıyorlar. Öldürürken düşünmezler ki, balinanın yavrusu ne olacak? Yavru annesiz ne yapacak? Örneğin; annesiz, babasız bir çocuk ne olur, ne yapar, nasıl yaşar? Çocukken bunu düşünen biri büyüdüğünde diğer canlıların hayatına saygı duyar, onlara zarar vermez. Tanrı şahidimdir ki, ben insan olsun, diğer canlı varlıklar olsun hiçbirine zarar vermeyeceğim. Yemin ediyorum. “
“ Seni seviyorum, Mark.”
“ Ben de seni seviyorum, Sili. “

Hayat Dediğin



Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, hatta daha da eskiden ,yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından Makas al..

Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?

Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..

Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafir Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde, dostların olsun. Sohbet mezen, kahkaha içkin olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun

Çöl ve Deniz



Aslında ikisi bir arada asla düşünülemez.
Biri suya hasrettir, diğeri yanıbaşında da olsa yardım edemez kuma
Bulutlara emir ilahi edemez yağmaz bir damla yağmur çöle .
Güneş, bulutları nemle doldurur gidip kilometrelerce uzağa yağar ama yanı başında çöle bir damla rahmet düşmez.

Yan yana ama sırt sırtadır onların görevi kainatta. Hep düşünmüşümdür. Kocaman denizde susuzluktan ölen insan hep bir ibrettir düşünene, kocaman çölde onca kızgın güneşe kuma rağmen kurtulursun kıyıya geldiğinde yine susuzluktan ölürsün.
Çöl ve deniz iki dost aslında ibretli hayatlarında bakmak isteyenlere adeta seslenir gibiler. Fayda vermez şu alem kimseye ne çöl denize ne deniz çöle. Aslında bir birlerine çok benzerler. Denizin deryanın ortasında susuz ölürsün.Çölün Ortasında da susuzluktan ölürsün. Rahmet sadece bulutların tuzlu suları arıtım yağmasıyla başlar.
Çöller yeşermez. Denizler taşmaz. sadece susuz kalanlar bilir susuzluğun ne demek olduğunu ucunda ölüm aslında rahmetten men edilmekse eğer çöle dönen dünyamız çöl olarak kalsın. Susamış gönüller rahmetle yeşersin ozaman çöl ve deniz sadece hayat gemisinin yürütüldüğü yerdir rota iskele sancak.Yada bir kervanın arkasında kalmış bir yolcu, biraz oyalanan biraz koşan işte tek gerçek yol ve yolcu..........Çöl veya Deniz fark etmezki
Rahmet bulutları nereye iniyorsa kervan orda,yada tersi kervan nerde rahmet bulutları orda vesselam yolcu yolunda gerek............

Güneş Ve Rüzgar



Güneş ve Rüzgar,hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar.
Ve Rüzgar"Sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım "der.
"Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun hani şu üstünde palto olan.Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk söküp alabilirim."
Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini ne kadar artırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır.Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutun arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser.Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir. Ve paltosunu çıkarır.
İddiayı kazanan Güneş Rüzgara;
"Dostluk ve Naziklik her zaman haşinlik ve zorbalıktan daha güçlüdür."der.
Herkese Sevgiler

sevgiliye hicret



yüreğimi ağlamaktan hissetmez haldeyim. göz yaşlarım insanların içinde de durmak bilmiyor. her şeye nedensizağlarmış gibiyim. Oysa sürgünde geçen yıllar sonra şehrime geldiğim halde sanki gurbetteyim. sanki son toparlanmadan sonra gidecekmişim gibi aceleciyim.
önce kitaplarla yeniden hem hal olmalıyım. Bunu fark ettim. her şeyi unutarak alfabenin ilk harfinden başladım. önce bana verilen ilk ilham oku diyerek başlıyordu. Bu okumak ezberlemek, anlamak, öğrenmekle bitmiyordu. hayatı yeniden okumaya başladım. sonra kendimi. Sonra yıpranan yüreğimle, eğri büğrü yaşamımla bunları anlayamayacağımı hayatı silip yeniden başlayamayacağımı gördüm. Bir başlangıç yaptım. zamanla oturacaktı. Temel su almıştı. Ana iskelet için daha beklemem gerekiyordu. Yaşayarak öğrenecektim yeniden. ama zaman dardı.tüm yapı yalamaydı. yıkılanın yerine konulan tutmuyor, sağlam durmuyordu.
Hicreti okudum. sufilerin dediği gibi içime kapandım. hatalardan kaçtım. Ama hayat devam ederken olayların seyrinde binlerce fersah gittiğim halde hala çok zor ayakta durabiliyor, düşüp kalkıyordum.
Sonra göç etmeye karar verdim. Hayatımın tüm bağlarını sağlıklı bitirmek için işlerimi tasfiyeye, bir yandan da insanlarla vedalaşmaya başledım. işler birbirine ilişiyor. günler günlere erteleniyordu. İnsanlar bitmek bilmiyor. Çok zaman kaybediyordum.
Bir gece oturup düşündüm. Her alanda durmadan mücadele kararı aldım. Buna rağmen umutlarımı yaniden getirecek neydi. bir an kırılmamın sebebini anladım. Sevgiden uzak kalıştı bu. İnsan sevgide uzaklaştıkça matematikselleşiyor, robotlaşıyordu.
gece uykusuz, ertesi gün de çok uzun geçti. bulutlar yerine gelmiş ufuk açılmıştı. Sevgiliye hicret yaşanan yer nere olursa olsun insanı anlamlı kılıyordu. Gözlerim ışıl ışıl, yüreğim göğsüme sığmaz olmuştu. Ellerimin titremesi durmuş, gözlerimdeki yaşlar hüzün ve mutluluk karışık hal almıştı. işler rasgitmeye zaman çok hızlı akmaya başlamıştı. Kısa bir sürede toparlandım. kimse beni üzemiyor ve yorulmuyordum.
sevgiliye hicretimle kendime geldim. tüm taşlar yerine oturmuştu. düşler, rüyalar gerçek hayatın bir kaçış yeriydi. Çoğu insan gerçek hayatı da oyalanarak kaybedip tüketiyordu. Hicret edilecek yer olmayınca insan özgülüğü bulamıyordu.

Aşk Ve Sadakat



Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile
otobüse binmişti.
şoför : -Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi, dedi.
Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi. Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti.
Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine
bir söz vermişti. Asla karısını yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
Günler geçiyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok
sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin bu içine kapanık,karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karısı
günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu.
Bütün gün düşündü koca, nasıl yardım edebilirim güzeller güzeli eşime diye. Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı.
Karısı dehşetle gözlerini açtı:
- Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı.
Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.
Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Aksam karısına:
- Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi.
Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı. Bunu kendisi de istiyordu ama o
kadar güveni yoktu. Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu . Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu.
Yine bir gün otobüse binerken,
şoför : - Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi.
Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden diye sordu.
Şoför: - Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam
otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten
indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor............

VERMEYİNCE MABUT NE YAPSIN SULTAN MAHMUT




Bazan öyle talihsiz insanlar vardır ki, her işleri ters gider, şansları gülmez mânâsında kullanılan bir deyim.

Ziya Paşa'nm dediği gibi:
Bîbaht olanın bağına bir- katresi düşmez
Baran yerine dürrü güher yağsa semadan
Halk şairleri de bu konuda şöyle demişler:
Kara bahtım kem talihim
Taşa bassam iz olur
Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur.

Bu deyime konu olan hikâyenin kahramanı da, böyle talihsiz, bahtı gülmezin biriymiş. "Tıkandı Baba" takma adıyla anılan, şanssız olduğu kadar saf, başına konmak isteyen devlet kuşlarım daha havada iken ürkütüp kaçıran bir adamcağızmış.
Sultan I. Mahmut devrinde, Üsküdar'da yaşayan bu şanssız kişi, yorgancılık yaparmış. Kısmetsizliği, daha çocukluğunda başlamış. Testiyi eline verip çeşmeye yollasalar, bir kurbağa gelir, musluğu tıkarmış. Boş testi ile evine döner, babasına: "Tıkandı baba..!' dermiş. Çarşıya gönderseler, "Tükendi" diye eli boş dönermiş.
Şanssızlığı ile o kadar ün kazanmış ki, Sultan Mahmut'un kulağına kadar gitmiş. "Şeyhi" takma adı ile şiirler yazan, ince ruhlu hükümdar, Tıkandı Baba adı ile anılmaya başlayan bu bahtsız kişiyi kendisi görmek için, Lalasını da yanına alıp, kıyafet değiştirerek Üsküdar'a gitmiş.
Hallaç dükkanına varıp, kendisi ile konuşmuş. Bu adamın saf gönlü ve cilveli kaderi hoşuna gitmiş. Bu garibi sevindirmeye karar vermiş.
Yapılacak yardımın, kendi ihsanı olduğunu da sezdirmek istememiş. Bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimi altına bir altın yerleştirildikten sonra bir zengin konağından armağan olarak verilmiş gibi adamın dükkanına gönderilmesini istemiş.
Tepsiyi göndermişler. Adamcağız çok sevinmiş ya, bir tepsi baklavayı yiyip bitirmektense, satıp parası ile dükkana gerekli bazı şeyleri almanın daha doğru olacağını düşünmüş.
Padişah, saf adamcağızın baklava tepsisini sattığını öğrenince üzülmüş. Bir kaç hafta sonra, nar gibi bir tavuk göndermiş, içinde de altın doluymuş. Bu kez adamın komşusu, tavuğu kendisine satmasını ister. "Sen fakir bir adamsın, vereceğim para ile bir hafta geçinirsin" der. Bu durumu haber alan Sultan Mahmut, öfkelenir. Adamı Saraya getirmelerini ister.
Tıkandı Baba neye uğradığını şaşırır. "Bir kabahat işledim" sanarak tiril tiril titrer. Korkudan yarı baygın bir halde, apar topar padişahın huzuruna çıkarılır.
Sultan ona güler yüzle korkmamasını söyleyerek, olup bitenleri anlatır. Tıkandı Baba hayretler içinde kalarak Padişahın ayaklarına kapanır hem ağlar hem de dua ve şükürler eder.
- Bu böyle olmayacak... der Sultan Mahmut.
Seni şimdi bir yokuşun başına götüreceğim, eline bir çember verecekler, o çemberi hızla yokuş aşağı yuvarlayacaksın. Çember nerede durursa, yokuş başından, durduğun yere kadar olan araziyi, etrafındaki binalarla birlikte sana vereceğim... der.
Padişah, maiyetindekiler ve heyecan içindeki Tıkandı Baba Topkapı Sarayından
Saltanat arabalarıyla, Mercan Yokuşunun başına gelirler. Haberi duyan halk etrafa toplanır. Muazzam bir meraklı kalabalığı önünde Tıkandı Babanın eline kalbur kasnağından yapılmış büyücek ve ince bir çember verirler.
Padişah:
- Haydi bakalım Mahmut, fırlat şu çemberi, kır şeytanın bacağım diye emreder.
Zavallı o kadar şaşkın ve telaşlıdır ki, çemberi tam doğrultusunda fırlatamaz, yana kaçırır.
Sekiz, on arşın gittikten sonra yol kenarındaki bir ağaca çarparak, yaylanıp geri döner ve Tıkandımın tam alnına hızla çarpar.
İki üç defa tekrarlanan bu çember tecrübesinin de her seferinde bir aksilik çıkarak geri teper.
Uzun uzun "La havle, Yâ sabur" çeken Padişah nihayet onu alıp Saraya götürür ve Hazineye sokar. Eline kocaman bir kürek verirler, yığın halindeki altın ve elmasları gösteren Padişah:
- Haydi, der, Daldır şu küreği, daldırıp dolduracağın kürek ne kadar altun alırsa hepsi senin olacak.
Tıkandı Baba bu sefer de küreği ters daldırdığından küreğin kubbesinde ancak bir iki tane altın kalır.
Şair ve ince duygulu Padişah hayretle içini çeker ve:

- Vermeyince Mabud, ne yapsın Mahmut... der.

İŞİ BİLMENİN BEDELİ




Bir fabrikada imalat hattındaki çok önemli olan ana makinalardan biri arızalanınca fabrikadaki bütün üretim durdu. Mevcut teknisyenler makineyi çalıştırmak için çok uğraştılar, ancak ne yapılarsa nafile, bir türlü başaramadılar. Sonunda dışarıdan uzman çağırdılar. Uzman gelip makineyi İnceledi. Durumuna baktı. Sonra çantasından bir çekiç çıkardı. Elinde çekiçle makineye yaklaştı. Makinenin belli bir noktasına çekiçle dikkatlice sert bir vuruş yaptı. Makine hemen çalışmaya başladı ve hiçbir arıza olmamış gibi devam etti. Fabrika tekrar üretime geçti. Uzman fabrikadan ayrıldıktan iki gün sonra faturasını gönderdi: "Hizmet bedeli karşılığı 1000 $!" Fabrika müdürü faturaya çok kızdı. Tepesi attı. Bir çekiç darbesi için bin doları çok buldu. Uzmandan ayrıntılı fatura göndermesini istedi. Bîr gün sonra detaylı fatura geldi:

Makineye çekiçle vurma bedeli.......................1$
Nereye vuracağını bilme bedeli.......................999 $
Toplam............................................ .........1000 $

Kalbinin sesini Dinle..!



Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğlunun öyküsüdür.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını ister hocası. Çocuk, bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesidir.
İki gün sonra ödevi geri aldığında, kağıdın üzerine kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "sıfır" ve " dersten sonra beni gör" uyarısını görür."Neden sıfır aldım ?" diye merakla sorar hocasına. " Bu ödev, senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal " der hocası. " Paran yok. Gezgin bir aileden geliyorsun. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da almalısın. Bunu başarman imkansız" der ve ekler : " Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döner. Uzun uzun düşünür. Babasına danışır. "Bak oğlum," der babası, "bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu, senin için oldukça önemli bir seçim."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürür hocasına. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin ...Ben de hayallerimi."
O orta iki öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev ise şöminenin üzerinde asılı...

İnci Nasıl Oluşur Biliyor musunuz?



İhtiyar Hintli
"“İnci istiridyenin kabukları arasına denizin dibinden tesadüfen giren herhangi bir kum parçası veya buna benzer şeyden başka birşey değildir. İstiridye, kabukları arasına giren bu yabancı cismi bünyesine istemediği için bunun üzerini kendi kabuğuna benzer bir madde ile örtmeye başlar. Ve uzun bir müddet... sonra bu madde inci olur.”

İhtiyarın buraya kadar anlattıklarını dinleyen turistlerin:

“Hayret doğrusu!” sözlerini duyduğunda ise, Hintlinin tepkisi şu olmuş:

“Neden hayret! Canlılar âlemi, insanlık âlemine benzer.

Bir kum tanesi denizin dibinde istiridyenin karnında zamanla nasıl inci oluyorsa, musibet ve acıları sabırla karşılayan insanların ruhlarının da zaman içinde inci gibi parıldadığını görürsünüz!”

Mixerimin Bu Yolda Canına Kıyması ve RainBow Cake'im

Bu hafta yapılmayanı yapma girişimlerim devam ediyor sevgili okuyucularım! Bugün, İspanya ve Arjantinde meşhur olan Rainbow Cake'i, Türkiyede ilk kez yapmış biri olarak biraz böbürleniyorum! Biraz bana hak verin! İlk sen değilsin diyenler olabilir fakat ben, araştırdım ve inanın bir kişi bile bulamadım! Kendisi özel bir yöntemle yapılıyor. Bence hiç zor değil! Sadece biraz zaman alıyor yavrucak :). Resmen bir eksperiment oldu benim için. Baş koyduğum şeyleri yapabiliyor olmak ise; huzur verici! Kek, fırında 1 saat kadar bir süre piştikten sonra soğudu ve kalıptan çıkarıldı. Sonuç; fosforlu renklere sahip bir kek! Ahhh! Hele tadıııı.. Babam garip tradisyonel bir kişilik olduğu için yemekten çekindi ama dayanılmaz baskılarım sonucunda yedi tabi ki. :)) Başında duran ve devamlı "Vizyonunu genişlet babaaaaaaa!" diyen bir kızı susturmanın tek yolu; onu bir çırpıda yemektir! :) Beğendi mi? Hemde çok! Mutfakta duran annemden şöyle bir ses geliyordu; "Vayyyyyyyyyyyyyy!" Düşünsenize! İnanılmaz bir haz değildir de nedir bu?!  Üstüne her zamanki gibi Çaaaaakkk yapıldı ve küçücük hoplandı! :)) Zafer turu gibi! :) Koşmuyorum merak etmeyin! Hala yürüyorum! Okula ne kaldı ki şurada! 2.5 ay sonra eğitim başlıyor ve hala para birikimi devam ediyor. Siparişlerim sağ olsun. :) Yalnız Huston, bir problemimiz var! Rainbow Cake'imin homojen karışımı tam bittiğinde zavallı Mixerim intihar etti! Görseniz halini yavrumun.. İlk önce sağ kol ınnnnnn ınnnnn ın! diyerek durdu ve onu gören sol kol aynı sesi çıkartarak bu acıya bir son verdi! Durduğu anda elimin titremesini tahmin bile edemezsiniz sevgili okuyucularım! Gözlerim doldu ve manga karakterleri gibi gözlerimin yanından göazyaşları fışkıra fışkıra ağlamaya başladım. "Mixerim öldüüüüü!Mixerim öldüüüü!" diye çığıran bir mahlukat gibi mutfakta yerde dizlerimin üstüne çökmüş hafif obsesif bir biçimde ağladım itiraf ediyorum! Söylemem gerekirse, kendisi çocuğum gibi olur ve son nefesini benim ellerimde vermesi de ayrı bir acı tabi! :( En azından annemin ellerinde ölmedi! Yoksa vay haline annemin! Gönül ister KitchenAid'ime kavuşayım ama onun için biraz daha zaman var. :) Yarın Kuzenler buluşmasından önce ilk iş, yeni bir Mixer almak olacak! Gözüme kestirdiğim ve şu anda indirimde olan bir tane vardı. Hemen saldırışa geçmeliyim! Yoksa iki elim bağlı gibi hissederim ve sanırım çıldırabilirim! :) Gökkuşağı zaferinden ve ufak çaplı sinir krizinden sonra annem doymadı ve geçen gün yaptığım Peynirli Çöreklerden yine istedi. İşin en güzel yanı ise, el alışkanlığı elde ediyor olmam. Reçeteye bakmadan bir çırpıda yapmak ve cicilerin fırından ne zaman çıkacağını bilmek inanılmaz bir duygu sevgili okuyucularım. Söylemiştim size değil mi? Eğer inanırsanız, herşey mümkündür! Ben bir şeye inandım ve hiçbir şeyin beni durdurmasına izin vermeyeceğim! Çünkü hayat böyle güzel.. Ben mutfaktayken..
Bon Appetit!

Kendi Tarifim Dutella ve Peynirli Çöreğim


Dün gece rüyamda değişik lezzetleri bir araya getirmiştim. Sabah kalktığımda yüzümde bir gülümsemeyle hemen mutfağımda yerimi aldım! Mesaim başlamış gibiydi. :) Kendime göre çok kilo aldığım için bugün meyve yiyerek geçireceğim düşüncesi beni nasıl yedi bitirdi bir bilseniz, ağzınız açık kalır! :) Karnım bütün gün gurrrr gurrrr sesler çıkardı tabi :). Kulaklarımı tıkayıp kendi tariflerimi oluşturma girişiminde bulunacağım için çok heyecanlıydım. Bir rüyanında böyle gazına gelinir! :)) Daha önce nispeten yarattığım Nutella tarifinde biraz oynama yaptım! "Elinin kiriyle napıyorsun be kızım?!" değil mi yani?! :) Kimin eli kimin kiri yani :) Hepsi benim! :) Size açıklamam gerekirse, ben her gün bir çay kaşığı ( tamam! 5 çay kaşığı) Nutella yiyorum! Pişman değilim!! :) Tahmin ediyorum ki heyecanlandınız ama ne yazık ki tarifini veremeyeceğim sevgili okuyucularım çünkü ileride kendi dükkanımda bunları satışa sunacağım! Ürettiğim tariften toplam 2 orta boy kavanoz çıktı! Bir kavanoz Serra'ya gidecek! :) Horeeeyyyy!! Çok kilo verdi kuzum! :) Bu kadarcıktan bir şeycik olmaz yani! :) Fakat itiraf ediyorum, içine gizli baharatlarımdan koydum! Ev yapımı Nutella'mın ismi; benim has tarifim olduğu için Dutella oldu! Akşam yemeğinden önce bir dilim ekmeğe sürüp, annem ve babam üzerinde test ettim çocuğumu. Sonuç: ikisinin de gözler fal taşı gibi açıldı! Görev başarıyla tamamlanmıştırrrrr! Ohh be! :) Gelelim Ev Yapımı Çöreklerime! Peynirli çöreklerimin tadı, aşırı karşı olduğum ve çevremdeki kimseye yedirtmediğim meşhur tavuk satan dükkanda yapılan çöreğin tadına çok benziyor! Isırık aldığınız zaman içindeki peynir tadını alıyorsunuz. Aslında içine patates veya dereotu da koyabilirdim ama ilk kendi tarifim olduğu için peynirli yapmayı tercih ettim! Fırından çıktığında hele dehşet bir lezzeti oluyor kendisinin! Nasıl olsa akşam yemeğinde meyve yiyeceğim için, bir tane yemeği göze aldım ve çörekçik hemen hoopp diye midemdeki yerini aldı! O ferahlama, o rahatlık ve ooooo huzurrr.. Daha ne ister insan anlamıyorum! :) Akşam yemeğinde önümde üzümler, halime acırcasına bakarken, annem ve babam çöreklerimin hepsini bitirdiler! Halime ağlayayım mı güleyim mi bilemedim! :)
Şimdi izninizle tekrar mutfağa dönüp yarınki siparişlerimi yetiştirmem gerekiyor sevgili okuyucularım. Karnım; gurul gurul! Kim meyveyle doymuş ki?!
Bon Appetit!

Madem Ben Zayıflayamıyorum, Arkadaşlarımı Şişmanlatayım!


Dün gece, bana göre aşırı ağır bir akşam yemeğinden ( Saç kavurma, Salata ve kuskus + lavaş) sonra kızlarla tam rehavet çökmüştü ki aklıma dondurma yapmak geldi! Nereden geldiyse?! Serra'nın da güzel yamaklığıyla malzemeleri toplayıp, Kahveli ve Tarçınlı Dondurma yapmaya başladık. Evde yapılan dondurmanın şöyle bir zorluğu var; uzun saatler donmasını bekliyorsunuz! Eh! Normal olarak profesyonel dolaba da sahip değilim. Elbet, o da olur bir gün değil mi? :). Dondurmacıpğımın önce tarçınlı kısımını yaptım. O derin dondurucuda donarken, ağır yemek sonrası nispeten mide krampına sebep olan fakat bir o kadar da hafif lezzetiyle kendinden geçirten Muzlu Puding yapayım dedim. Bir önceki günden kalan Angel Cake'in son dilimlerini parça pinçik hale getirdikten sonra onlarla tabanı oluşturdum. Krem şantili, muzlu, portakal sulu ve vanilya esans karışımlı bölümü de yapıp üzerine koydum. Muzları, krem şantili karşıma atmadan önce üzerlerine limon suyu geçirmek gerekiyor yoksa muzdan dolayı beklerken kararabilir. Spatula yardımıyla şeklini düzelttim. En tepeye de süzgeç yardımıyla esmer şeker serptim ve yaklaşık 2 dk kadar fırında pişirdim. Ahhhh! Misss missss mübarek!!! :) Piştikten sonra biz ılık yemeği tercih ettik. Nitekim, buzdolabında soğuttuktan sonra da servis yapılabilir. Biz dayanamadık tabi! Cici sonrası herkes; "Karnım şişti yaaaaa! Sabah kesinlikle tartılmayalım! " yakarışları içerisindeydi! :) En güzel kısmı; "Madem ben zayıflayamıyorum, arkadaşlarımı şişmanlatayım" mottosunu gütmek sanırım! :))) Eğer kolay Muzlu Puding yapmak istiyorsanız, bir gün önceden kalan kekinizi marketlerde satılan muzlu pudingi yapıp karıştırabilirsiniz sevgili okuyucularım! Yemek sonrası biraz muhabbet ettikten sonra yine kendimi mutfağa attım. Yaklaşık gece 1:00 gibi! Evet!! İnsan değilim! :) Tarçınlı dondurma kıvamına gelmişti. Kahveli bölümünü yaparken ise; şekeri suda eritip kahve karışımını içine koydum. Soğuduğunda tarçınlı dondurmanın içine katman katman olacak şekilde döktüm. Böylelikle, dondurma kaşığıyla Tarçınlı ve Kahveli Dondurmacığımı alırken hare hare bir görüntü elde edecektim. Ama ben ne yaptım?! Yanlış kaba koydum! Sonra da sinirlenip başka bir kaba döktüğümde kahveli karışım tamamen dondurmaya karıştı! Tat olarak aynı fakat hareli görünüm istediğim için o saatte çıldırmış bir kadın olarak mutfakta dört dündüm diyebilirim size! Sonra sakinleştim o ayrı! :) Mükemmeliyetçilik, sonunda beni panik atağa sürükleyecek sanırım! :) Sabaha kadar dondurmam, iyice buzdolabında üşüdükten sonra, sıcak bir pazar günü havuz sonrası, onu mideye indirmenin ve Umut, İldem, Nehir deney subjelerimin çok beğenmeleri sanırım çıldırmışlığa değerdi! :)
Bon Appetit!

Kendini Aşma Programı

Dün, akşam arkadaşlarım geleceği için sabah erkenden kalktım ve sefil olacağımı bildiğim için döküntü kıyafetlerimi üzerime geçirdim :). Hesaplarıma göre 2 çeşit yapacaktım fakat içimdeki bu durdurulamayan yaratık iş başındaydı. Toplam 4 çeşit cici yapma fikri nereden çıktıysa artık?! :) Yaptım mı? Yaptım vallahi :) Mönümüz şöyle oldu; Pecan Pie, Angel Cake, Çikolatalı Turta ve Pretzeller. Yaaaaaaa! :) İlk önce Pretzellerin yapımına başladım. Arada tuzlu da bir şey olsun dedim açıkçası! Pretzelleri yapmaya korkuyordum! Fakat bendeki cesaret ne gibi sonuçlar doğuracak kimbilir! Hadi hayırlısı :) Mayalı hamuru tuttum ve güneşin altına bırakıp 2 katı olacak şekilde şişene kadar bekledim. Havanın da sıcak olmasıyla hamurcuğum kısa süre içinde kocaman oldu. Fakat Huston şöyle bir problemimiz oldu!! Ağzını jelatinle kapatmış olduğum halde, yavrucağın içine çirkin kanatlı bir böcük girmiş! İnanın bana o, böcek değildi!! "Ayyyy!İ ğrençç!!" diyorsunuz farkındayım! Ama napayim yani!! Uçan şeyleri yok edecek gücüm yok! :))) Bende insanım kardeşim! :) Kıvrak bir zeka örneği göstererek peçeteyle vefat etmiş çocuğu çöpe attım ve hamurumu kaseden alıp tezgahta yoğurdum! :))) Benden iğrenmeyin sakın :)) Yabancının midesine gitmeyecekti eninde sonunda :) Şekil verme işlemine geldiğimde zorlanmadım. Daha önce, babaannem sağolsun çok yediğimve okuldan aldığım  Professional Pastry Chef adlı kitabımda gayet açıklayıcı bir şekilde anlatıldığı için işim kolay oldu! Şanslıyımmmmm.. :) Yine de daha ince olsalardı daha güzel olurlardı. İlk deneme olduğu için biraz pompik oldular ama krem peynirle bir deneyin mutlaka! Kabartma Tozu serptiğim tepsinin üstüne dizdim ve fırına verdim. 15dk gibi bir sürede de oluyorlar. Üzerlerine yumurta sarısı sürüp Kaya Tuzu serptim. Annemler çok tuzlu buldular doğal olarak! Ama böyle yapılıyor ne yapayım! :) Pretzellerim bittikten sonra, Uğur'un yolladığı Pecan Cevizlerini kullanarak, özellikle Missisipide meşhur olan Pecan Pie'ımı yaptım. Bildiğiniz gibi daha önce normal cevizle yapmıştım. Ceviz sevmediğimi göz önünde bulundurursak, bu tatlı cevizlerle ben bile şarap eşliğinde 2 dilim yedim! :) Benden günah gitti vallahi :) Pecan Pie'ımdan kalan hamuru çöpe atmak yerine de Çikolatalı Turta yaptım! Her hafta yaptığım bir turta çeşidi olduğu için seve seve yaptım diyebilirim. Bir tanesini sırf tek başıma bile yiyebilirim sevgili okuyucularım! :) Turtamın üzerine normalde kırıntı halinde Beyaz Çikolata ve Bitter Çikolata koyarım ama çok yormak istemedim kendimi ve çikolata parçacıkları ve dudak şeklinde şekerlemecikler serptim. 3 cici bittikten sonra doymayıp ve gücümün sınırlarını ölçmek için Angel Cake yaptım. Türkçe de Melek Keki olarak geçen kek, içinde Kabartma Tozu veya Tereyağ barındırmıyor. Kilosuna dikkat eden hanımlar için özellikle ideal bir seçim çünkü toplam bütün kekin kalorisi 136kcal! Doğru duydunuz hanımlar! Yumurta akından yapılan kek, ilk önce çok şişse de sonra biraz iniyor! Paniklememek lazım bu durumda tabi! Kekin pişip pişmediğini anlamanın yollarından biri de, ki ben bunu tercih ediyorum, üstüne parmağınızla bastırın ve eğer eski haline dönüyorsa pişmiş demektir!  Kekinizi fırından çıkardıktan sonra kalıpta soğuyana kadar kalsın! İyice soğuduktan sonra kalıptan çıkartabilirsiniz sevgili okuyucularım. Melek kekimi soğuduktan sonra servis tabağına koydum ve üzerine pudra şekeriyle süsledim. Üzerini süslemek için limonlu fondant kullanabilirsiniz. Topmal 4 adet cici olduktan sonra bütün mutfağı temizleme girişiminde bulundum. İşin en zor kısmı sanırım bu! Arkayı toplamak! :)  Ne kadar bulaşık çıktığını bilseniz şaşırırsınız! En son ayaklarımı hissetmiyordum. Arzucuğum, bahçe mangal keyfine dahil edip güzelim yemekler getirdi neyseki! Arkadaşlarım yemek sonrası geldiğinde yorgunluktan ölmüş ve şekerim çıkmış bir haldeydim ama kim güzel kırmızı şaraba hayır diyebilir ki :) Havanın güzelliğinden mi bilmem tatlılarla birlikte şarabın çok çabuk beni uyku moduna sokması gerekirdi. Arada tatlı sonrası bahçeden bahçeye gelen Pirzolalar sağ olsun diyeyim ben :) Gecenin sonu nasıl mı bitti? Çikolatalı turtanın kırıntılarını parmağımızla yiyorduk :) Diyet miyet hak getireeee :)
Bon Appetit!

Sevdiğin Bir Şeye İnanabilmek..

Uzun zaman önce bir gün bulunduğum şu pozisyona geleceğimi düşünmezdim.Aslına bakarsanız, 1 sene öncesine kadar aklımın ucunda bir yerlerdeydi sadece. 20li yaşların başında hayatımızın yönünü belirliyoruz ve ne seçim yaptıysak o yolda yürümeye devam ediyoruz. Çoğu zaman hiç düşünmeden.. Üniversite yıllarında düşünmekten bazen kafam patlayacakmış gibi olurdu. Sanırım çok geç olmadan kendimi ve ne istediğimi buldum! Eninde sonunda yaptığımız seçimler bizim hayatımız değil midir?! Mesela, bugün Eminönünde yağmur çiselirken Nüans'a girdiğimde içimde öyle kıpır kıpır bir his uyandı kisize anlatamam! İnanır mısınız, bunu her seferinde yaşıyorum! Oradaki herşeyi alasım geliyor! :) Sonra bugün yaptığım gibi küçük bir şey alıp bir hışımla oradan çıkıyorum! :) Aynı şımarık çocuklar gibiyim, hiç sormayın! :) Son zamanlarda WüstHof Bıçaklara kafayı taktım! Görseniz fena haldeyim! Şu an da ne işime yarayacaksa! O da ayrı mesela tabi :). Eninde sonunda hayal kurmanın sınırı yok değil mi? :) Ondan önce alacağım şeylerden biri tabi ki, KitchenAid StandMixer'im! Ne zaman Esse'ye girsem gözüm dönüyor ve aynı parasız bir çocuğun piliçlere baktığı gibi ağzım sulana sulana bende bir gün benim olacağına delice inandığım Mixerime bakıyorum! Hemde her seferinde! Obsesifler gibi :). Aramızda kalsın, dandik El Mixerimin bundan haberi yok! :))) Ehhhh! Bir yandan okulumun parasını biriktirmem gerekiyor hepinizin bildiği gibi! Eylül'e ne kaldı şunun şurasında!! Kalbim sıkışıyor düşünüp hayal ettikçe! :) Lütfen bana gülmeyin! :)) Bu durum insanı manik depresif yapıyor! Bir bakıyorsunuz, nasıl yapıcam ve nasıl olucak diye düşünüyorsunuz ya da o hayalden başka bir hayale atlıyorsunuz. Serra, çok kızıyor, ben kaotik düşüncelere daldığım zaman! "ilk olarak, B noktana odaklan!" diye çığırıyor diyebilirim sevgili okuyucularım! Sonra silkilenip hemen ilk B noktama yani Uluslararası Profesyonel Pastacılık ve Ekmekçilik kursuma odaklanıyorum! Derin bir nefesssss.. Huhhuhhh.. Evet! :) Eminönün dönüşü, yorgun argın yemek yapma düşüncesini kafamdan atıp, annemlerin önüne kahvaltılık ne bulduysam koyup, bahçede kahvemle yerimi aldım. Arzucuğumda çekirdekleriyle geldi ve hemen yamacıma kuruldu. Ardından Annem, Arzu ve ben, okul ve iş hakkında derin bir muhabbete girdik. Ona yaptığım Limonlu CheeseCake'i kızların önüne koyduğumda yorgunluktan yiyecek durumları yoktu ama hepsini bir lokmada yediğimizi de söylemem gerekiyor! Ne yazık ki, ( pazartesi günlerden rejimlerinden biri daha:)) katı bir rejime girdiğim için ucundan azıcık yiyebildim. Bakalım ne kadar dayanabileceğim bu duruma :). Açıkçası tam bir yaz tatlısı benim sarışın kızım :). Hafif serin bir yaz akşamında ihtiyacım olan tatlılardan biriydi ama eziyet mi desem yoksa kendimle ufacık gurur duymam mı desem bilemiyorum :)). Şu anda amatör ve yapabileceklerine inanan biri olarak, kendimi zorlayarak ve zorlanmayı severek aynı zamanda geliştirerek, elimden geleni yapıyorum. Şunu unutmayın, Victor Hugo amca demiş ki; " Yaşamın en büyük mutluluğu, insanın sevdiği bir şeye inanabilmesidir." Hadi gözlerinizi kapatın ve gülümseyin. O ışık içinizi nasıl ısıtacak..
Bon Appetit!

I Have a Dream!


Haftasonu'nun yorgunluğunu hala atamamış ve hafif nezle olmuş halimle yataktan çıktım. Güzel bir kahve eşliğinde kahvaltımı ettikten sonra, içinde bulunduğum bu şapsal durumu yok etmek amacıyla mutfağa gittim! Sadece 2 dakika boyunca ayakta durdum ve gözlerimi kapadım. Derin bir nefes aldım ve Havuçlu Kek yapmaya karar verdim. Uzun süredir yapmıyordum ne de olsa! :) Daha önce yaptığım Havuçlu Kekler hep muffin kalıplarındaydı. Bu seferde normal yuvarlak bir kalıpta yapmak istedim ve savaş baltalarımı çektim :). Heyyttt! Normalde CheeseCake yaparken kullandığım metal kalıbıma koyayım dedim fakat kalıp büyük gelince "orta boy" olanını kullanmaya karar verdim. İçinde kabartma tozu olsa da, tabağıma konduğu zaman daha yüksek bir kek görme düşüncesi klasik tüketici ruh halimi ortaya çıkardı :). Esmer şeker, Un, Toz Şeker, Tarçın, Mavi Haş Haş, Kabartma Tozu, Bir tutam Tuz, Yumurta akları ve sarıları ve Cevizle yapılan bu güzel melez kızım kasede gayet güzel görünüyordu. Ben ceviz sevmediğim için; normal ceviz yerine Uğur'un Amerikadan gönderdiği Pecan Cevizlerini koydum. Pecan cevizleri daha tatlı olduğu için kekime daha güzel bir tat verdiler nitekim! Unutmadan, daha da havalı oldu! :) Serra, Havuçlu Kek çok sever! :) Eminim onun önüne bu kekimi koysam hepsini bir çırpıda bitirirdi ama yazık olurdu rejimine değil mi? :)) Muffin versiyonu normalde 20 dakika civarında pişiyordu ama artık öğrendiğimize göre; muffinler normal kek kalıplarına göre daha çabuk pişiyorlar! O zaman bu durumda ne anlıyoruz? :) Yaklaşık 40 dakika gibi bir zamanda pişti güzel melez kızım :). Fırından çıkardığımda gelen kokuyu duysanız ne rejim kalır ne de başka bir şey! :) Mis gibi bir tarçın kokusu etrafı sardı. Üstüne, yeşil gıda boyasıyla renklendirdiğim Icing sugarla çevreledim ve Marzipandan havuç figürü yapıp koydum. Havuçlu Kekim kenarda bana bakarken bende Arzu'nun benden istediği Limonlu CheeseCake'i yapmaya başladım. Her hafta yapa yapa elim alıştım tabi! Ezbere bilmek gibisi yok sevgili okuyucularım. Canım arkadaşımın CheeseCake'ini yaparken de yarına siparişim olan 2 adet CheeseCake'i de aradan çıkartayım dedim. İnsan değilim değil mi? Bitkin halim böyleyse :) Otomatiğe bağlanmış bir şekilde yaptım ve buzdolabındaki yerlerini aldılar. Sonra güzel bir rahatlama :) Ama bende tabi işlev bitse de teorik gelişme süreci bitmiyor! Üstüne kitaplarımı açtım ve biraz ders çalıştım, Hatta onunda üstüne sevgili Jacques Torres'in milyonuncu kere izlediğim programını yine izledim! Robocop olduğumdan şüpheleniyorum bazen! :) Fakat düşünürseniz, bir gün şef olduğumda bugünlerde yaptığım şeylerin aslında sadece bir temel oluşturduğunu ve günde ne kadar az şey yaptığımı geriye bakıp göreceğim. Ama ben herşeyi göze aldım! Herşeyi araştırıp öğreniyorum. (Ne yapılır, ne edilir ya da nasıl şef olunur gibi) İleride başıma gelecekleri biliyorum ve bunun için o kadar heyecanlıyım ki sevgili okuyucularım. Aşırı heyecan yaptığım zamanlarda; " Derin nefes al kızım, derin nefes al" diyorum kendi kendime. Şöyle düşünün, uçaktan korkan ve panik atak krizinin ortasındaki bir kişi gibi oluyorum! O an, zamanı durdumak için elimden geleni yapıyorum! Önüme engeller çıkacak, bunu biliyorum ama hiçbirisinin beni devirmesine izin vermeyeceğim! Çünkü ben bir hayal kurdum! Sizde görüyorsunuz ki, bu hayal gerçekleşme yolunda! :) Etrafınıza bakın bir an. Kaçınız hayalinizi gerçekleştiriyorsunuz? Kaçınız olmak istediğiniz yerdesiniz? Büyük şeyler, küçük bir risk alarak gerçekleşiyor. İnanın, oturmakla sadece popolarımız büyüyor :) Ben bir adım attım, sizde sadece bir adım atın. Gerisi gelecek! Görüceksiniz.. Martin Luther King, Jr amca tarihteki en önemli konuşmalar arasında geçen konuşmasında ne demiş kolunu kalabalığa kaldırıp: I have a Dream!
Bon Appetit!

Tehlike Çanları Çalıyor!!


Sabah zar zor birbirine yapışan gözlerimi ayırdıktan sonra yavaşça mutfağa doğru gittim. İçimden "bir şey yapmam lazım" diye sayıkladım durmadan ama görseniz halimi, üstümden tren geçmiş gibiydim. Saçlar başlar dağılmış, gözler şaşıbeş bakıyordu :). Günlerdir bitmek bilmeyen yağmurun artık sinirimi bozmasından bahsetmek bile istemiyorum. Neyse ki, hava sıcaklığı bakımından fena değil. Sabah kahvemi içmeme rağmen kendime gelemedim. Garip bir baş dönmesiyle birlikte bahçede oturup neredeyse her sabah yaptığım gibi Türk Kahvemi yudumladım. Türk kahvesi her zaman işe yarar :). Elimi kaldıracak gücüm olmadığı halde içimdeki vicdan azabından kurtulmak için, birbirinden güzel reçetelerin olduğu kitabımı açtım. Amacım kolay bir tatlı bulmaktı ama baktıkça içim açıldı :). Sayfaları değiştirdikçe içimdeki kıpırdanmaya ayak uydurdum bende. Sonunda dün aldığım şeftalilerden Pie yapmaya karar verdim! Şeftalileri sıcak suda 20 saniye kadar beklettikten sonra soğuk suyun içine şoke ettim ve kabuklarını bir güzel üstünden çıkardım hanımefendilerin :)). Mısır unu, şeker, tarçın ve birazcık hindistanceviziyle harmanladıktan sonra içliğim hazır oldu!!! Mutfağı saran o güzel kokuyu duymanız lazımdı sevgili okuyucularım. Ohhhhh!! Temiz hava bol gıda! :) Üzerini normal kapatabilirdim fakat ben alengirli olsun dedim ve yaprak şeklinde yaptım. İşin içine biraz sanat katmakta her zaman fayda var değil mi? ;) Şeftalili Pie'ımın hamurunu yoğurup buzdolabında bekletirken içim içime sığmaz oldu ve günlerdir yapmayı düşündüğüm Dondurma'ya girişmenin vaktinin gelmiş olduğunu fark ettim. Tamam! Çikolatalı Dondurma yapacaktım ama söylesine bir dondurma beni kesmezdi! :) Ben de küçüklüğümde hastası olduğum Baskin Robbins'te yediğim Rocky Road'u yapmaya karar verdim! İçine Marshmallow'ları küçük küçük doğradım, ardından Damla Çikolatalar veeee küçük parçalara ayırdığım Çikolatalı Kurabiyeler! Gözbebeklerinizin büyüdüğünü fark edebiliyorum buradan :). Şahsen benimkiler gözlerimi kapladı diyebilirim size :)). İlk önce dondurmayı yaptım ve birkaç saat kadar derin dondurucuda bekledi zavallım. Ardından kenarları kristalleşince çıkardım ve içine o ağız sulandıran malzemelerimi koydum. Sonra Kayalık Dondurmam tekrar derin dondurucudaki yerini aldı. Ben bunlarla yetindim mi sizce? :) Hayııırrrr! Üstüne de ananemin güzel tarifiyle Piramit Pasta yapayım dedim. Piramit Pastayı yapması çok zevkli ve çok kolay! Benim reçetem; Yumurta, Pudra Şekeri, Tereyağ, Kakao ve Petit Beurre Biskuvi karışımından oluşuyor. 'V' şeklini vermesi biraz zor ilk başta! Ben 'V' şekline benzer bir hale soktuktan sonra buzdolabına koydum. Biraz sertleştiğinde ise tam şeklini verdim. Bu yavrucağın adı da: 'V' for Cake oldu :) Şeftalili Pie'ımın arada kaynadığını zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz sevgili okuyucularım. :). Yaprak yaprak motifleriyle fırından çıktığında yüreklere taht kuracak güzellikteydi. Annem dayanamayıp hemen sıcak sıcak mideye indirdi! Doğrusu annem bu tarz pek sevmez ama inanılmaz hafif ve lezzetli olduğunu söyledi! Bir tam puan! Alkışşşşşş! :) Ki bence 5 dakika daha pişmesi gerekirdi ama böyle de gayet güzel çocuğum! Normalde yaptığım Pie ve Tartlara nazaran içindeki cıvık malzemelerden dolayı daha yumuşak oldu. Bu durum gayet normal! Tekrar ediyorum; Gayet normal! :) Hele en güzel an benim için dondurmayı tattıktan sonra olduğum yerde zıplayıp, Evet! Evet! Evet! diye çığlık atmamdı! Bir süre sonra biraz sakinleştim tabi. O haz ve o mutluluk!! She-Raaaa!!!!! Akşam yemeğinden sonra Şeftali Baharımı, 'V'for Cake'imi ve Kayalık Dondurmamı mideye indirmiş olabilirim. Açıkçası kilo bakımından nereye gittiğim meçhul!! Neyseki kıyafetlerde bir sorun yaşamıyorum :) Görünürde de durum hala aynı! :) Ama tartılıyormuyum? Hayır! Buna yüreğim dayanmaz sanırım :))))) Yemek yerine bilimum cicilerle doyduğumu düşünürsek, herşeyi tekrar kontrol altına almam gerekiyor! :) Dıdınn Dıı Dınnn!!! Ama pazartesiye kadar bekleyebilir değil mi?
Bon Appetit!

Bir Karpuz Yontma Hikayesi


İstanbul'u seyrederken güneşin batışını görmek gibisi yoktur. Ben hep hayal kurarım. Ne olduğumu ve ne olacağımı görmeye çalışıyorum. Yapabileceklerimin sınırlarını zorlamaya çalışıyorum çoğu zaman. Bazende unutmamak için ya birebir tutan reçetelerimi deniyor ya da öğrendiğim teknikleri tekrarlıyorum. Oturup kitaplarımdan ders çalışıyorum. Bakmayın! Hiç hırslı bir insan olmadım ben. Belki öyle gözüküyor ama bir şeyi başarabileceğini bilmek nasıl da gülümsetiyor insanı tahmin edersiniz. Ve o gülümseme, sizi birkaç adım daha öteye götürüyor. Hemde tam varmak istediğiniz noktaya doğru.. Dün yine bir karpuz aldım. İlk denemelerimi hepiniz biliyorsunuz sevgili okuyucularım. Önemli olan bir kere denemek değil, en iyisi olmaya çalışmak. Hatta koşmak yerine adım atmak diye düşünüyorum. Yine her zamanki gibi internetten milyon tane video seyrettim hatta yine ve yeniden resimleri dedektif misali araştırdım! 2 hafta önce aldığım Yontma Seti biraz olsun içimi rahatlattı, itiraf ediyorum size :). Eh! Ne de olsa hala acemiyim değil mi?! :) Karpuzu bir güzel önüme koydum. O bana bir süre baktı, ben ona :)). Hani aşık olan çiftler birbirine bakar ya, işte bizde sevgili karpuzumla öyle cilveli bakıştık :). Önüme bıçaklarım ve güzelim nadide yontma setimi yerleştirdim. Hoş! Hala aradığım o incecik bıçağı bulamadım! Paşazade bıçağım, şiş gibi duran ama ondan daha ince ve sivri bir bıçak oluyor. İnanın, bakmadığım yer kalmadı!! Bir bulsam daha neler yapacağım ama yok yok ve yok! Onun dışında binbir türlü bıçağım oldu mu? Oldu! :) Madem ki bulamıyorum ama aramaktan da vazgeçmiyorum, bende primitif yöntemlerle meyveciğimi yontmaya başladım, tabi bu sefer daha duruma alışmış ve deneyimli olarak! Karpuzun dış kabuklarını üstünden çıkartırken bile ellerim titremedi! :) Üçüncü sefer olduğunu düşünürsek, elimdeki görsellere takılmadan kafamdan bir figür yapmak istedim. Daha önce gördüğüm gül motifi ve kuğuyu - ki ona ördek diyoruz- aynı konsept içine soktum ve etrafına yapraklar serpiştirdim. Genelde mutfakta cici yaparken tek bir müzik dinlerim. Bu seferde yine en sevdiğim konçertoyu dinledim yani Vivaldi'nin Dört Mevsimden Yaz bölümünü.. Kendimi, görseniz nasıl kaptırmışım, şöyle bir geriye çekilip minik çocuğuma baktığımda yüzümde kocaman bir gülücük oldu. Tabi, "Annneeeeeee! Baaaakkkkkkkk!!!" diye çığlık attığımı sanırım tahmin ediyorsunuzdur :)). Ve evet! Yerimde zıplayıp Hula Hup dansı da yaptım! Bir gün bir şey olacağım! İşin en korkunç yanı ne biliyor musunuz sevgili okuyucularım? Babam, Şuh Karpuzumu acımasızca kesip bir güzel mideye indirdi!! Üzüldüm mü? Hayır! Daha sırada bekleyen bir dolu karpuzum var! :))
Bon Appetit!

Mucizeleri Gerçekleştirmek için Kendinize Fırsat Verin!

Hani bir sabah kalktığınızda hayatınızdaki herşeyin değişmiş olduğunu görürsünüz. Bu ya bir rüyadır ya da bir gerçek! Benim hayatımda kurduğum hayalin peşinden giderken olmaya çalıştığım ve yapmaya çalıştığım onca şey şimdi yüzümü gülümsetiyor. Olur ya, gözünüzü açıyorsunuz ve "Uffff.. Bugün yine o monoton günlerden biri ve yine stress içinde bir gün daha geçireceğim" diyorsunuzdur çoğunuz sevgili okuyucularım. Bende bunları yaşadım. Kafamı tuvaletin duvarlarına vurup ağladığımı bile biliyorum. Sonra bir an oldu, ki eminim hepinizin hayatında olmuştur bu, ve ben durup aynada kendime baktım. Kimse görmeden gülümsedim ve ne istediğime karar verdim. Bir sürü fırsatı teptim mi? Ohh.. Tahmin bile edemezsiniz hemde! Herşey böyle başlıyor işte! Hem de küçük bir hayal kurarak.. Sonra iş, kolları sıvamaya bakıyor. Hayatta gördüğünüz herşey size bir fikir veriyor aslında. Aynı son zamanlar okuduğum kitapta Adolf Dassler'ın Adidas'ı nasıl kurduğunu anlattığı gibi. Arkadaşlarının ona 'Adi' dediği Adolf Dassler, 1900lü yıllarda inanılmaz geçim sıkıntısı çekilen bir hayat yaşamış. Ayakkabı atölyesinde çırak olarak çalışan Adi, öğle aralarında oturduğu ağacın altında, tepeden inen keçilerin ve ineklerin nasıl bu kadar rahat olduklarını görünce, onların ayaklarını incelemiş. Aykalarındaki çıkınıtlı yüksekliği fark etmiş ve bunun diğer hayvanlarda da olduğunu görmüş. Herşey onun için o an değişmiş! Adolf Dassler, aynı benim gibi 28 yaşında, elindeki birikmiş parası ile kardeşi Rudolf ile birlikte, evlerinin bir köşesinde tamir malzemeleri alarak, faaliyete geçmişler. Adidas ve Puma markaları böyle doğmuş!  Küçük bir an, sizin ummadığınız bir şeyin sizin hayatınızı ne kadar değiştirebileceğini düşünün. Ben öyle yaptım! Hala A noktasındayım ama biliyorum ki, Eylül ayı itibariyle ilk B noktama varmış olacağım. Yani okuluma başlamış olacağım! Eğer ben yapabiliyorsam, siz niye yapamayasınız?! Tamam, ben bir sürü şey yapmış olabilirim fakat sıradan biriyim aslında. Kafelere gidiyorum, arkadaşlarımla dedikodu yapıyorum, "Aaa.. Bu tişört çok pahalı" diyorum, geleceğimi düşünüyorum, hayaller kuruyorum. Önemli olan sizi engelleyen şeylerden kurtulmaktır! Engellerimizi sadece biz yaratırız! Eğer biz, kendimize saygı duyuyorsak ve bir şeyi başarabileceğimizi hissediyorsak, ne parasızlık, ne fiziksel olgular, ne iş bulamama, ne aile baskısı, ne de sevdiklerimizin desteğinden uzak olmak bizi engellememeli diye düşünüyorum. Bana bir bakın! Ben bu işe baş koyduğum günden beri nasıl ilerledim sizde görüyorsunuz sevgili okuyucularım. Hatta siparişler bile almaya başladım. Bunu ben bile düşünmemiştim inanın! Kaybetme duygusunun sizi oyundan uzak tutmasına izin vermediğiniz sürece sizi durdurabilecek bir güç yok! Sadece inanın.. O içinizde sizi kıpır kıpır eden sesi dinleyin ve bir adım atın. Aynı benim gibi.. Ben mucizelerin gerçekleşebileceğini gördüm. Sizde kendinize görmek için fırsat verin. 
Bon Appetit!

İnsanlık için Küçük Fakat Benim için Büyük Bir Adım


Dün yaptığım ve başarısızlığıma doyamadığım keki sanıyorum biliyorsunuz sevgili okuyucularım. Hırsımdan kendi kendime sinirlenip gittim Kahveli ve Damla Çikolatalı CheeseCake yaptım. Bu sefer ki CheeseCake normalde alışkın olduklarımdan farklı olarak fırında pişen cinstendi. Gece tadına bakamadım. Çünkü CheeseCakelerin aromasının tam oturması için minimum 8 saat buzdolabında beklemesi gerekiyor. Nitekim bende öyle yaptım ve sabah kahvaltıdan sonra Arzu'yla kahve içerken cicimi tatma zamanı gelmişti!! Tabaklara güzelce koydum ve babam, annem,ben ve Arzu, hepberaber test ettik. Workshop'ta yaptığımla aynı oldu! Bir süredir fırında pişen CheeseCake yapmadığım için güzel olmayacağını düşünmüştüm ama ağızda dağılan ve damla çikolatalarla bütünleşen o his var ya, insanın göz bebeklerini büyütüyor! Yedik mi yedik! Bitti mi kerata, valla bitti! :))
Hüsran dolu ve göz yaşlarımın akmasına sebep olan kekim, masa da bana başarısızlığımı hatırlatması için asilce dururken, bende bugün Mader Kek yapmaya karar verdim. Bu hafta bir sürü kek denemesi yapacağım. Ta ki, kek yapmayı unutmayana kadar! Ta ki, içim rahatlayana kadar! Yumurtalar, Pudra Şekeri, Tereyağ, Un, Kabartma Tozu, Limon Kabuğu ve Vanilya esansıyla yapılan bu kek, inanın dün yaptığım zavallıcığa karşılık bir ders oldu! Neydi mottomuz; asla vazgeçilmeyecek! Klasik kek kalıbı kullandım. En sevdiklerim ev yapımı gözükmeleridir. Böyle kalıpların en güzel özelliği; aynı annelerimizin yaptığı gibi olmaları. Fabrikasyon gözüken insan türlerinden haz etmediğim gibi fabrikasyon gözüken yemeklerden de uzak durmaya çalışıyorum, hatta yapmamaya özen gösteriyorum. Iyykk! Bir çırpıda yaptığım Değerli Kek'im fırında yaklaşık 1 saat piştikten sonra görseniz nasıl kabardı sevgili okuyucularım!! Ohh Ohhh! İç rahatlaması ve o duyulan haz gibisi yok! :) "Alt tarafı bir kek" diyorsunuzdur bana fakat benim için o kadar önemli ki anlatamam. İleride bir gün bu günlerime baktığımda, yüzümde kocaman bir gülümseme ile türk kahvesi içerken gülümseyeceğimi hayal ediyorum. "Saçma bir keki bile yapamamıştım ama yılmadım, devam ettim ve bugünlere geldim" diyebileceğim günler için düşünemeyeceğiniz kadar heyecanlanıyorum. Benim, size göre küçük ama bana göre büyük bir hayalim var! Ya sizin?..
Şimdi güzel demli bir çay ve mis kokan kekimi yemek için mutfağa parmak adımlarımla ilerliyorum :).
Bon Appetit!

Bir Kek'in Hamurlaşma Hali

Sevgili okuyucularım, bu hafta benim açımdan bayağı sosyal bir hafta olduğu için açıkçası pek bir şey yapamadım. Arada yaptığım sipariş CheeseCakeleri saymıyorum. Arkadaşım ve adaşım Duygu'nun kınası ve düğünü üstüne 'Efes One Love' Festivali derken bitkin düştüm. Arada insan tatil de yapmalı değil mi? :) Nitekim yaptım ama lütfen çalışan arkadaşlar kızmasınlar bana. Bugün biraz geç kalkıp güneşlendim ve hemen mutfağıma koşar adım ilerledim. Eh! Malum Babalar Günü olduğu için tombiş babama güzel bir şey yapayım dedim fakat babam yaptığım alengirli şeyleri sevmediği ve sade kekten hoşlandığı için, ona yine kendimden bir şey katarak Limonlu Kek yapmaya karar verdim ve malzemelerini hemen hazırladım. Kollar yine sıvandı :). Tamam, itiraf ediyorum; kek çok severim, aynı diğer tatlılar gibi, ama sade veya limonlu kek yapmak istemiyorum! Biliyorum bunu yapmak zorundayım! Her aşamadan geçmeli ve herşeyi öğrenmeliyim! Yoksa nasıl bir gün Şef olacağım değil mi sevgili okuyucularım?! Aynı Ay'a ulaşmaya çalışan bir çekirgenin defalarca zıplamaya çalışması gibi bir şey bu benim için aslında. Limonlu Kek'i bendeki reçetelerin aksine başka yerden bulduğum bir reçeteyi uygulayarak deneyeyim dedim. Denemez olsaydım keşke! Geçmişte benim İtalyan kırması Özge Macaronlarımda olduğu gibi yaparken olmayacağını anladığım gibi bununda olmayacağı baştan belliydi! Hani insanın içi huzursuz olur ya! İşte aynen bende öyle oldu diyebilirim. Fırında bir güzel şişti zavallıcık fakat fırından çıkartırken inanamayacağınız kadar indi!! Sanki sönen bir balon!!! Sinir sistemim bozuldu tabi ki! Gözler doldu ve eller titremeye başladı yine ve yeniden! "Tamam kızım, sönmüş olabilir ama tadı güzeldir herhalde" dedim kendi kendime. Ama ne güzeli bildiğiniz hamur! Yediriyor mu kendini yediriyor ama kendime o kadar inanmaya başlamışken ve koşar adım yürürken bu yolda, küçük bir çakıl taşı ayağımı nasıl acıttı bir bilseniz.. Unutmayın; ne yapıyorsanız yapın, yenilebilirsiniz, gücünüzü kaybedebilirsiniz ve üzülebilirsiniz, aynı benim yaptığım gibi derin bir nefes alın ve tekrar deneyin! Muhakkak istediğiniz noktaya bir şekilde ulaşacaksınız. Hamurlaşan ve sinir bozan kekimi masanın üstüne sanki benim için büyük bir başarıymış gibi koydum. Ve afiyetle yedim! Evet! Doğru duydunuz hamur hamurda olsa yedim! Başarısızlığımın tadına baktım. Çünkü biliyorum, bir çoğunuz için küçük ama benim için çok büyük bir hüsran olan denemem, benim ileride çok büyük başarılara imza atmam için olması gereken bir tümsekti. Her bir lokmada hem ağladım hem güldüm. Manik depresif demeyin bana! İronik bir durum sadece. Aynı zamanda, benim faydalanmam için küçük bir ders oldu.
Napoleon Hill amca ne demiş; " Her güçlük, her başarısızlık, her kalp kırıklığı, kendisine eşdeğerde ya da kendisinden daha büyük bir faydanın tohumunu içinde barındırır."

Güzel bir Pazar, Havuz ve Jambonlu Muffinler



Havalar gitgide ısınmaya başladıkça hepimizin içi kıpır kıpır oluyor değil mi sevgili okuyucularım? Şahsen ben kendimi güneşin kollarına bıraktım. Sakin ve sessiz bir pazar günü geçireceğim hevesi içinde uyandım. Uyandığımda öğrendim ki, Kuzenim Umut, Nişanlısı İldem , ki ablam kadar çok severim, ve biricik yiğenim Nehir bize geleceklermiş. Hepberaber havuz kenarında güzel bir keyif yapalım diye bende onlara seveceklerini düşündüğüm her zamanki Starbucks kıvamındaki Brownie'mden ve yanında da Jambonlu ve Mısır Unlu Muffin yaptım. Mısır ekmeğine bayılıyorum inanın ve aynı tadı bu Muffinde yakalamak son derece şaşırtıcı. Aslında içinde pek bir şey yok. 2 yumurta, 1 yemek kaşığı şeker, bir tutam tuz, 55 gr. Tereyeğ ve 55 gr. Margarin, 100 gr. civarında un ve 220 gram civarında Mısır Unu kullanıyorsunuz. İçine ben Jambon koydum fakat istediğinizi koyabilirsiniz. Kontrast oluşturacak tatlar koymanızı tavsiye edebilirim. Vejetaryen arkadaşlarım lütfen bana kızmayın! Ardından da Muffin kalıplarına boşaltıp 200C fırında 20 dakika pişiriyorsunuz. Atıştırmalık için mükemmel seçim bence :). Tabi  rejimdeyseniz pek tavsiye etmem ama insanın kendini alabilmesi de zor oluyor hele demin dediğim gibi Mısır Ekmeği seviyorsanız..offf imkansızzzz!! Havuz kenarında güneş içinizi ısıtıyorken bir parça ondan bir parça bundan almak gibisi yok! Benim genelde sıcaktan iştahım kapanır, o yüzden bu tarz atıştırmaklıklar en sevdiklerim oluyor yaz aylarında sevgili okuyucularım. Üstüne de Brownie gibi bir lezzetle tamamlanınca ahhhh tadına diyecek yok! :) Yaptığım bütün cicileri silip süpürdükten sonra Bebek Şenliğine gidip kız grubumla buluştum. Sıcak bir pazar günü için harikulade bir program değil mi? Her zamanki gibi Happiliy Ever After'a gidip haftaya yapacağım Muzlu Puding eşliğinde 5 kızın biraraya geldiğinde yapacağı tek şeyi, yani ağır dedikodu yapıp evlerimize dağıldık. Geceyi nasıl mı bitirdim? :)
Son kalan Brownie'yi mideme indirip vicdan azabı çekerek :))) Ohhhh..Canıma değsinnnnn.. :)))
Bon Appetit!

Karpuz'u Yonttum mu? Yontum!!!

Sevgili okuyucularım, bir süredir üzerinde durduğum ve gece gündüz nasıl yapılacağını delice araştırdığım Karpuz Yontma Sanatını hayata geçirdim. Aslında çoğunuz bu tarz meyveleri tatil yörelerinde veya bazı restaurantlarda görmüşsünüzdür. Kolay gözüken ama zor bir meziyet olduğunu söyleyebilirim. Kaç tane video izlediğimi tahmin bile edemezsiniz. Fotoğrafların incelenmesi üzerinde durmuyorum bile! :) Babam, ben bu işe merak saldığımdan beri benimle alay ediyor. Haklı aslında düşünürsek, karpuz yontma da nedir ki yahu?! Şöyle açıklayayım size; Karpuz Yontma özellikle Çin, Japonya, Tayland ve diğer Asya ülkelerinin gelenekleri arasında yer alıyor. Ama özellikle Çin Halk Cumhuriyetinde en popüler şeylerden biri oluyor kendisi. Yontma işlemi ayrı zamanda başka meyvelerin üzerinde de olabiliyor. Mesela; Havuç, Papaya, Kavun, BalKabağı ve bazı küçük meyveler bunlara örnek oluşturuyor. Çinli arkadaşlarımızın artistik heykelleri tarihi zamanlardan bu yana gelmiş. Ve günümüzde Çin Heykel Sanatı yepyeni bir boyut kazanmış! Üstelik yenilebiliyor da! :) En çok Karpuz'un tercih edilmesinin nedeni; üzerinde var olan pembe, beyaz ve yeşil rengin oluşturduğu kontrastın diğer meyvelere göre daha göz alıcı olması sevgili okuyucularım :). Bende böyle düşündüm ve geçen gün aldığım Karpuzcuklarımı heykel kıvamına getirmenin artık vaktinin geldiğini düşündüm. Ben tam bıçaklarımı hazırlamışım ve karpuz kızlarım tezgahta yerlerini almışlar, Annem şefkatli bakışlarıyla ; "Aman dur! Parmaklarını yine kesme", "Biz gelene kadar kesmesen olmaz mı şu karpuzları?" demese mi?! "Tamam anne, sadece güneşlenicem, siz gelince başlarım" desemde :)))), tabi ki onlar yokken başladım! HA HA HA! İlk Karpuzumda dış kabuğun soyulma işlemi düşündüğüm kadar zor olmadı ama ikincisinde olayı kaptığım için daha rahat soydum :). Kafamda bazı şekiller belirledikten sonra derin bir nefes alıp başladım. Görsel hafızamın çok iyi olması ve sanatla büyüyen bir kadın olduğum için bana çok zor gelmedi fakat eğer sanatla hiç haşir neşir olmadıysanız biraz zor gelebilir. Benden söylemesi! Öncelikle çok yavaş ve dikkatli çalıştım. Sırf bunun için geçen gün Zwilling'ten güzel bir bıçak aldım. (Babam şu mutfağa yatırdığım para yüzünden beni kıtır kıtır kesecek bir gün onlarla :))) ) Bıçak çok önemli! Öyle evdeki bıçaklarla olmuyor ne yazık ki! Resmen heykel yapıyorsunuz daha ne olsun! Dışını da iyice bilenmiş bıçakla kesmeniz gerekiyor. Ben Serra'nın bana alıdğı ve daha önce beni hastanelik eden Brabantia Şef Bıçağıma kıyamadığım için Cooking Art'ın Şef Bıçağıyla kestim. :) Binlerce şükür ki parmaklarım da sağlam :)). Babam yememek için kendini zor tutuyor. Bende, başarı hazzıma doyana kadar herkese karpuzlarımı yemeyi yasakladım! :) Babam; " Sen hele bir uyu da.." dedi gözlerime sinsi sinsi bakarak :) Uyur muyum? O uyuyana kadar ASLA!:))))
Herşeyden önce bir şeyi başarabileceğimize inanmamız gerekiyor. İnsanlar size gülebilir hatta sizi küçümseyebilirler, destek olmayabilir ve kıskanabilirler. Unutmayın, zamanında Graham Bell'e de insanlar katıla katıla gülmüş ve ona destek olmamışlardı. Goethe amca demiş ki; "Neyi yapabiliyorsanız ya da yapabileceğinizi hayal ediyorsanız, ona başlayın! Cesaretin içinde zeka, güç ve sihir vardır."
İnandığınız zaman bir şeyin olmaması gibi bir şey mümkün değil..
Bundan sonra Yontulmuş Karpuzlarımın ismi Serra :))) Böyle dendiği zaman komik olduğunu biliyorum :))) Fakat cicilerime isim takmayı çok seviyorum. Sanırım bunu anlamışsınızdır. O zaman şöyle diyelim; Serra Karpuzları :)) Bunun için Serra, İngilitere'den özel istek yaptı. :)
Bon Appetit!

Fındık Ezmeli Kurabiyelerim ve Kilo Sorunu

Bu hafta çok yorulduğum için biraz dinleyim dedim ama demekle kaldım tabi ki. İki gün hiçbir şey yapmayıp sadece televizyon izledim diyebilirim :). Ardından soyal hayata karışayım, Saint Benoit'nın Pilav Gününe katılayım dedim ki içimde bir şey kıpır kıpır etti. Göremediğim bir güç beni mutfağa doğru itti :). O hissettiğim vicdan azabını size anlatamam! İki gün oturmanın verdiği o garip hissi gidermek için Fındık Ezmeli Kurabiye yapayım dedim. Bol kalorili şöyleeeeeeeeee..Ohhhhh.. :)) Hoş, bu çeşit Fıstık Ezmeli de yapılabilir! Ben, sevgili marketimizde ancak bir çeşit bulabildim. Nitekim, Fındık veya Fıstık ezmesi değil de ben bizzat Nutella'cıyım! Hergün minimum bir çay kaşığı! Ah! Sizde bilirsiniz çay kaşığıyla yemenin ne kadar harikulade bir haz olduğunu!! Kavrulmuş Türk Fındıkları... :))) Ama bizim durumumuzda kurabiyemiz Fındık Ezmeli oldu. Daha sonra Nutella'lı değişik tarifler deneyeceğim. Fındık Ezmesi bana biraz ağır geliyor. Fakat, bu kurabiye düşünebileceğinizden hafif ve inanılmaz yenilesi oldu :). Mutfağa nasıl bir kokunun yayıldığını söylememe gerek yok! Babam bile salondan o güzel kokuya geldi ve ilk çıkan tepsiden 2 tanecik aşırdı. Hemde sıcak sıcak! Kurabiyemizde Tereyağı ve Esmer şekeri mikser yardımıyla krema kıvamına gelene kadar çırpıyoruz. Başka bir kapta un, karbonat ve tuzu birlikte eliyoruz. Tereyağlı karışıma bir yumurta kırıp yine çırpıyorsuz ardından da neredeyse bir kavanoz Fındık Ezmesi (265gr.) ekleyip karıştırmaya devam ediyoruz. Gelsin Kalorilerrr :). Unlu karışımımızı da ekledikten sonra bulamaçımızı sertleşmesi için 40 dakika kadar buzdolabında bekletiyoruz. Buraya kadar tamam! Asıl olay bundan sonrası aslında! İlk defa yaptığım bir reçete olduğu için sonucunu tahmin edersiniz ki bilmiyordum. Neme lazım tepsiye 2 cm aralıklarla dizdim. Üzerlerine de çatalla şekil verdim. Biraz yayılacağını düşünmüştüm fakat düşüncelerimi aştı ve acaip yayıldı! Tepsideki kurabiyeler nerdeyse birbirine yapıştı! Tamam, Panik yok! İkinci tepside deneyimli oldum ve küçük küçük koydum ve bayağı aralık bıraktım. Aman diyeyim! Yani bir tepsi de toplam 9 adet kurabiye oldu. Yayılgan şey ne olacak! :) İkinci tepsi süper oldu fakat üstündeki çatal izleri pek gözükmüyor piştikten sonra. Keşke pişmeden önceki hali gibi gözükseydiler! :) Gelelim test subjelerimin görüşlerineeeeee.. Serra, rejimde olmasına rağmen 3 adet yedi. Annem 2 adet ve Babamsa durdukça yedi diyebilirim :). Babamın yorumu şu; Hmmmm biraz tatlı.. Annemden cevap: Fındık Ezmesindendir! Babam: Fark ettim ama tatlı ya biraz.. Annem: Fındık ezmesinden!!! 0_o
Şimdi mutfağa gidip bir tane alacağım yanında da süt içtim mi tamamdır! :)
Bon Appetit!

Charlie and The Chocolate Factory


Beni tanıyanlar bilir ki ben dehşet derece de Çikolata hastasıyım! Birçok Çikolata Workshop'una katıldım. Tabi katılmakla kalmıyorum bizzat kendimi ilerletmek için elimden geleni yapıyorum. Kendi kafamdan çeşitlerini yaratıyorum. Yok Yeşil Çaylısı yok Prensesi yok Fudge'ı derken elim iyice alıştı. Evde ne kadar çikolata kalıbı ve küvertürü olduğunu bana sakın sormayın! Serra'nın bir mutfak şirketinde çalışıyor olması tabi piyasayı çok daha yakından takip etme şansı tanıyor bana. Mutfak alışverişlerine genelde onu da yanımda götürüyorum :). İlk çikolata kursuma da onunla birlikte gitmiştim. Etrafa saçılan Seratoninler ve Endorfinler diz boyu tabi :). Çikolata yaparken öyle garip bir haz yaşıyorsunuz ki, insan başka hiçbir şey düşünmüyor! Ne zaman kafam bozulmuşsa ya da bir şeye takılmışsam hemen Bitter Küvertürümü çıkartıyorum ve abuk subuk tiplemeler yapıyorum. Ama en çok yapmayı sevdiğimi sorarsanız; kesinlikle Rumlu Truffle'larımdır!! Zamanla çeşitlerimi arttırdım. Çikolata kaplı çilekler (ki bunu yapması çok basit) karamel dolgulular ve badem ezmeliler gibi çocuklarım oldu. Hele Çikolata Kaplı Portakal Şekerlemesi var ki diller destan diyebilirim :). Bir gece önceden portakalın kabuklarını soyuyorsunuz, suda birkaç kez kaynatıp acısını alıyorsunuz. Sonra ızgaranın üstünde kurutuyorsunuz. Ertesi günde çikolataya buluyorsunuz. Ya da şekere batırıp kurutun ve direk öyle yiyin! Ağzınızın suyu akıyor şu anda değil mi? :) Ahhh! Birde yapmasını hayal edin bir! :))) Hani aşık olduğunuzda içinizde hissettiğiniz o güzel his vardır ya, ha işte o Endorfin, sizi inanılmaz sarmalıyor! Çikolata olayına girmemdeki en büyük etken, Jacques Torres Baba oldu :) Kendisi çok önemli bir kişiliktir. Televizyonda hergün programının millattan önceki halleri yayınlansa da internette araştırmanızı tavsiye ederim! En son Kuzenim Umut ve İldem'in nişanında Serra'nın mükemmel yamaklığıyla çok güzel bir Karışık Çikolata Kutusu hazırladım. Çoğunun içinde alkol vardı tamam kabul ediyorum hatalıyım! :) Ama nişan ya, biraz renk katmak istedim. Davetlilerin çoğu yaşça bayağu büyüktü! :) Gecenin sonu: herkes davetteki içkilerle birleşince zum oldu!! :) Çikolatalarım mı? Hala konuşuluyor! Bana kalmadı düşünün! :) Hey! Megolamanlık yapmıyorum! Sakın yanlış anlamayın. Ne de olsa ben daha öğrenciyim! Okulun giriş ücretini sonunda yatırdım. Eylüle kadar daha çok çalışmalıyım. Hiçbir zaman yolu tam anlamıyla geçmiş sayılmazsınız! Sadece ilerliyorum.. Nereye mi? İstediğim B noktasına varıncaya kadar! :) Ben bir hayalim için bütün hayallerimden vazgeçtim. Sonucunu hep birlikte göreceğiz sevgili okuyucularım. Mucizeler mümkündür! Görmek için sadece inanmamız gerekiyor! Şimdi derin bir nefes alıyorum ve cumartesiye siparişini aldığım Baby Shower Şekerlemelerine başlıyorum.
Acil durum çikolatam neredeydi benim?! :) Yok ben gidip Arzu'nun dükkandan getirdiği Alman Pastasından bir ısırımcık alayım :)
Bon Appetit!

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...