Huzurlu Bir Dokunuş: Kedi



  Aslında başlığı "Bari Kediden Utan" koyacaktım da masalsı dünyamıza zül gelir diye, daha pembe daha pudra bir şey olsun dedim. 
   
    Burnunuzdan öper, 5 aylık siyam cinsi bir kedim var. Lütfen resimlerine bakarken maşallah deyiniz ve ekrana tü tü tü yapınız.



  Hayvanları pek severim, çoğu zaman insanlardan daha fazla. İnsanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum diyen adama da ziyadesiyle hak vermişliğim var. 
    Lise dönemlerimde apartman dairesinde kuş, balık, tavşan, ördek beslemiştim. Sadece sevmek yetmiyor, bakımları da zahmet gerektiriyordu bu şirinelerin. Canım annem hiç kızmazdı. 

  Şimdilerde hayvanseverliğin sınırlarını zorlayarak kedi ile beraber iki de muhabbet kuşu besliyorum. (İnşallah bir gün kedinin ağzında kuşun tüylerini bulmam) 


   Hiç kedi beslememiştim. Aslında o lise günlerinde bir sokak yavrucağı getirmiştim de sürekli miyavlayınca, bu hep bağıracak galiba deyip aynı gün geri götürmüştüm. Susacaktı elbet, nasip yokmuş. 
  
  Kedimin adı Cano. Ben ona kısaca Canobibiş diyorum. Bazen Pakize, bazen Şekerpare, bazen de Mahmure. (İnşallah kimlik bunalımı yaşamaz kuzum. Al şimdi de kuzu oldu) 




     Hayatımıza gireli şu 3 ayda anladık ki pek sırlı, pek akıllı bu kediler. İnsanı tefekküre sevk ediyor vesselam.
Neden mi?

⭐ Her sabah mır mırlarıyla kendine has ibadetini yapıyor.
⭐ En sevdiği şey bile olsa doyduktan sonra yemiyor.
⭐ Sık sık kendini yalayarak temizliyor. Ne şampuan ne duş jeli. Mis gibi kokuyor. 
⭐ İşim gücüm varsa ayak altında dolanmıyor. 
⭐  Şakalaşırken elimizi ayağımızı tırmalıyor ama asla yüzümüze dokunmuyor. 
⭐ Durgun sudan değil de akan sudan içmeyi seviyor. 
⭐ Ona bir şeyi zorla yaptırmak pek mümkün değil, özgürlükçü bir ruhu var.
⭐ Evde farklı bir ses olsa korkup saklanmıyor, cesaretle gidip bakıyor. 
⭐  Gerekli gereksiz miyavlamıyor.
⭐ Etrafı kirletmiyor ve dağıtmıyor. (Bir kediyi bardak çanak dolu bir masaya bıraksanız, kırıp dökmeden, nazikçe aralarından geçip gider.) 
⭐ Ezik değil, asil bir duruşu var. (Kimseye eyvallahı yok yani)
⭐ Sizden veya evden uzak kalsa dönünce bildiğin surat yapıyor. Misal Amerika dönüşü iki hafta resmen sırtını dönüp oturdu, yüzümüze bakmadı beymırat. 

  Velhasıl köpeklerden oldukça farklı bu yumurcaklar. (Bursa'da köpeğimiz de var ordan biliyorum) 




  Tabi ki en güzeli de evde beslenmesinde dinen ve hijyenen (Böyle bir kelime olmayabilir) bir mahsur bulunmaması.

  Hatta bir sohbet esnasında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) yanındakilere: Kediyi sevmek imandandır, buyurmuş. Niçin? diye sormuşlar. Ebu Hureyre bilir, demiş başka bir şey söylememiş. 
   Kedinin içtiği sudan da abdest almış, necis değildir, ev halkından bazısı gibidir, buyurmuş.





   Nankörlük mevzusuna gelince pek sevgili okuyucu, kediler değil insanlar nankör derim. (Bakma öyle ayetle sabit)

    Aklınızda kedi almak gibi bir düşünce yok ise artık düşünün; var ise de eyleme geçiriverin.

Çünkü azizim, bu hayvanlar birmasalgibi...


♥ 






Güne nasıl başladınız?




Güne sıcak bir çay eşliğinde başladım , Arkadaşımın ısrarıyla yakınımızdaki ormanda kısa bir yürüyüş , temiz hava biraz baş ağrısı yaptı ve ardından sıcak çikolata ...

Mutlu et kendini:)

 Ya siz güne nasıl başladınız?


Uzan uzanabilirsen!!!



Küçükken ilaçları yüksek Raflara kaldırırlardı.

    Büyüdük ...

 şimdide mutluluğu yüksek raflara kaldırıyorlar...



Hint filmi deyince Ghajini

Beni yakından tanıyan arkadaşlarım nasıl bir Hint filmi delisi olduğumu iyi bilirler , ee madem  hep en kaliteli en güzel filmleri izliyorum paylaşmalıyım dedim hem Bolywood'un ne kadar geliştiğini görsünler hem gözleri gönülleri açılsın:)

 İlk filmim tabii ki Aamir Khan Filmi
Ghajini
 2008 yapımı tam bir aşk filmi Olan Ghajini beni benden alan bir filmdi    havlu rulosunu bitirdim sonlarına doğru , Aamir Khan ve kadrosunun oyunculuğu  mükemmel ötesi ,filmi en baştan sona kadar  aynı heyecanla izleyeceksiniz dersem yalan olur...

  Film ikinci parttan sonra  özellikle sonlara doğru öyle bir değişiyor ki  resmen kan basıncınız artıyor, boynumdaki damarların  sesini duydum bir ara...


 Tam bir aşk filmi    içeriği hakkında bilgi vermek istemiyorum aslında ,biri bana anlattığında hevesim kaçıyor ama kısaca  söylemek gerekirse  masum genç bir kız  fakir ve çok borcu vardır  reklam şirketinde çalışır ve biraz fazla para kazanmak için  bir şirketinin adını kullanır bundan sonra  yakışıklı genç  iş adamıyla hayatları bir anda kesişir fakat kız bunu hiç bir zaman öğrenemiyor 

 yazarken bile gözlerim doldu ...
 Duygusal ,aksiyonlu ,dramatik  ve çok romantik...
   Önce kahvenizi için ,  bir rulo  peçeteyi alıp arkanıza dayanın ve kendinizi aşkın hazin sonuna bırakın...






İç Ses - 20

Hayatımı farkına varmadan hep hikayenin üstüne kurmuşum. Hatta hayatım yokken sadece hayallerim varken bile içimin peşinde sürüklendiği şey hikayeydi, hikayeymiş. Benim ilk yol arkadaşlığım esmer bir kız çocuğu ile karşılaşmamla başlamıştı. Yaşarken farkına varmadığım o aynı yolda yürümenin güzelliğini, gücünü ve riskini çocukluğuma yaren etmiştim. Daha sonra çocukluğum gençliğe doğru ilerlerken nasıl fark ettiğimi bilmediğim ne Zaman tanıştığımı çok da hatırlamadığım bir kadının  yazdıkları hayallerime karıştı. Saatlerce sıra bekleyip kitap imzalatmak hayallerimin kontratını yapmak gibi birşeydi. Çekilen fotoğrafın arkasına yazılan not bir şeye inanmanın ama çok inanmanın söz olmuş haliydi. Çok Zaman geçti ...  Zihnimde kelimelerin sağa sola uçuştuğu, aklımın duvarlarına çarptığı ama bir düzene sokamadığım ve asla tahmin edemeyeceğim bir yolculuğa çıktım. Yolda olmak her zaman en sevdiğimdi ama bu sefer içimdeki onlarca benle o yolda sanki yıllarca yaşadım. İşte yolculuğumun hem ilk hem de son durağı olan gri ülkedeyim yine. Yıllar önce hikayesine hayallerimi yüklediğim o kadının cümleleri arasında ne çok geçerdi bu şehrin adı. Birden aklıma geldi benim de yıllar önceki heyecanım, o satırlardaki özlem. Bu şehri neden sevmedim ben ? Şehrin tarihi içindeki keder mi içimi boğan yoksa çocukluğumdaki okunmuş keder mi sinmiş bilincimin bilmediğim köşelerine?  Çok sevdiğin insanlarla sihirli bir duygudaşlık edinir ya insan, öykündüğüm o hayatın kederi de bulaşmış olabilir mi içime ?  Ben neden sevmedim bu şehri ? Birini hiç tanımadığın birini o çocuksu ve ter temiz inançla sevmek, sakınmak ne kadar da güzeldi. Şimdi ben büyüdüğüm o büyülü yaşam sıradanlaştı. Şimdi bu gri şehrin içinde bir hostel odasında kulağımda çocukluğum içimde bu gri şehrin hüznü zihnimde yolum, yolculuklarım ve yarın ... 
 

Başka Bir Alem: Güneydoğu


   Dolabıma bir Türkiye haritası yapıştırdım. Gezdiğim şehirlere işaret koyuyorum. Ülkenin yarısından fazlasını gezdim. İnşallah tamamlamak ve yerine bir dünya haritası yapıştırmak da nasip olur. (Bolca amin) 
  Efendim bu yazı Güneydoğu gezimle münasebetdar.


  Güzel hayallerle yola çıkmış idik. Zira garbdan ziyade şark severim ben. Hatta geçen aylarda Evropa seyahati yapan arkadaşa gıptayla değil, bırak allasen cıbıl heykel doludur orası lakaytlığıyla yaklaşmıştım.
  Zati kendisi de oraları beğenmekle birlikte daş görmekten bezdiğini ikrar etmişti. 
(Konu şark olunca dilim değişti pardon) 




    Yolları seviyorum, yolda olmayı, hareketi seviyorum. Öyle her şeye söylenen nemli tiplerden olmadığım için de gezilerden çok keyif alıyorum. 


   Nerden başladık? Sabah namazı molasıyla Adana'dan. Şehri gezmediğim için haritada işaret koymadım.



    Sonrasında Hatay...
Kiliselerini, tarihi yerlerini açık bulsaydık hayallerimdeki gibi bir Hatay derdim ama çoğu kapalıydı. Kahvaltı, Pöç'de kebap ve künefe... Çok güzeldi. (Biz Hatay'da sadece tıkınmışız galiba)

     




    Sonra Gaziantep... 
Burası için Güneydoğu'nun Paris'i diyorlarmış. Nasıl da doğru! 


  Hele çarşısı çok modern, yolları geniş, parkları bol ve apartmanların süslemeleri güzel. Kuyumcuları çok fazla. Gideyim bir burma bilezik bakayım diyorsunuz. Yaklaşıyorsunuz, kuyumcu değil baklavacı çıkıyor. Zaten fiyatları yakın.






   Bu arada bence Antep'te baklavadan daha özel bir şey var: Fıstıklı kaymaklı katmer. Amanin o nasıl lezzet! Bozulmayacak bir şey olsa yüklenip getirecektim.



  Ayrıca, Antep'te aradığım görüntü dedirten şey: Kuru güzeller.



  Bir de beyran çorbası var sabahları. Sarımsaklı, kuzulu bir çorba. Sabahın köründe bile kebap yiyecek bir bünyeye sahip olduğumdan bu çorba sarsmadı beni. Çok da nefis! Kebapları da öyle. Şimdi yazarken aklıma geldi o lezzetler. (Neyse ben bir su içeyim bari) 


   Ve sırada Urfa tabi ki... Yerel kültürün bolca hissedildiği bir şehir. 


  
  Üstüm başım sadeydi ama her çanak çömleğe atladığımdan mıdır bilinmez resmen yabancı turist muamelesi gördüm.




    Balıklı göl inanılmaz bir yer. 
Tıklım tıklım bir mescid (Valla kalabalıkta ne kıldım, kaç rekat kıldım hatırlamıyorum, o namaz olmamış olabilir, bir ara kaza edeyim), mor tülbentli dövmeli kadınlar, şalvarlı amcalar, suda cumbul cumbul oynaşan balıklar, Hz. İbrahim'in doğduğu mağara, Nemrut'un kızı Zeliha'nın düştüğü Ayn Zeliha Gölü (Rivayete göre içinde beyaz bir balık varmış, herkes göremezmiş ama ben baktım ve evet ben de göremedim), Hz. Eyüp'ün hasta zamanında 7 yıl kaldığı rivâyet edilen mağara, güneş gibi sıcak ve ağaçsız Harran ovası (eski evlerden biri turistik olarak gösteriliyor hâlâ), Nemrut'un Hz. İbrahim'i ateşe atmak için bağladığı rivâyet edilen direkler. Ben ateşe yüksekten atıldığını bilmiyordum. (Erzurum diliyle, oy davun deymiye Nemrut, ander başan kala!) 



  


   Öyle tarihi bir atmosfer var ki. Akşam kaleye karşı mırra keyfi (bu acılıkla bu kahve nasıl meşhur olmuş acaba), fonda sıra gecesi müzikleri. 
Her şeyiyle unutulmaz bir Urfa.  





    Sonra Adıyaman... Şehri şöyle bir gezdik. Menzil köyünde dergah meşhurmuş, uğradık, çorba içtik. 
   Gelmişken Nemrut Dağı'na çıkmasak ayıp olur dedik. Buraya kadar mutlu, mesut tırmandık arabayla. 
  Sonra yol bitti, dediler artık yürüme gidilecek. Sağ ve soldan merdivenler yapılmış. Yakın gelen yerden sağ taraftan düştük yola. 



  Aman Allah'ım hatırladıkça ürperiyor, ürperdikçe ter basıyor beni. Meğer o tarafın hepsi merdiven değilmiş. Önümüzde çakıllı bir yol başladı, sağ taraf gittikçe yükselen bir uçurum, benim daralan nefesim, ayağıma dolanan feracem, kendinden geçmiş babetlerim... 



  Korktum, çok yüksekti, fotoğraftan belli zaten. Geri dönmeyi düşündüm, geldiğim yol kadar geri dönecektim ve aşağı uçma ihtimali vardı. 
   Tırmandım, koşturdum, toz içinde zirveye ulaşan taşa adım attım ki ne göreyim! Bir grup Amerikalı turist kocaman gözlerle bana bakıyor, ben de onlara. 
  Sonra rehbere sormuşlar, bu niye burdan gelmiş diye. 
  Diğer yol tamamen merdivenliymiş ya, inanamıyorum. Perişan halime bakıp gülüyorlar, fotoğrafımı çekiyorlardı. Ben de onların resmini çektim.






  Devasa heykeller var dağda. Görülmeye değer gerçekten. Ve tabi ki merdivenli yoldan geri döndük. 
   Macera bitti mi, hayır. Benzin bitti. Gerilim içinde, dualar okuya okuya yokuş aşağı indik. Nemrut, nemrutluğunu yaptı yani. 


  Sırada Kahramanmaraş ve muhteşem bir kahvaltı var. Sarmalar, kuru dolmalar, börekler, peynir çeşitleri... 






   Ve ikinci kez Kayseri... (Bu şehirden İç Anadolu gezisinde bahsedeceğim)




  Yolda cıvıklı yeme molası (Konya'nın etli ekmeği burda olmuş cıvıklı) and back to Istanbul. (İngilizcemin incredible olduğunu söylemiştim) 

  Cümle seyahatleriniz birmasalgibi geçsin ♥

Telefonumun İMEİ Numarası Klonlanmış






Gece telefonuma bu mesaj geldi ve  Koskoca google'de bununla alakalı bir şey bulamadım ,  herkes sormuş bir cevap veren yok.


    Öncelikle telefonumun arka iç yüzünde İmei numarası yazıyor , yinede emin olmak için
 telefonunuzun arama  kısmından  *#06# yapın ve arama tuşuna basın .
İmei numarası karşınıza çıkacaktır mesajdaki İMEİ ile  telefonunuzdaki tutmuyorsa sorun yok  bu mesajın gelme sebebi birisi yada siz telefonunuza farklı bir hat takmış olabilrsiniz .   kartınızı  her zaman kullandığınız telefondan başka bir telefona takmış olabilirsiniz. aslında mesaj x zamanda kullanılmış olan telefon yüzünden... 
Rahat bir nefes alabilirsiniz sorun yok...
 İMEİ numarası tutuyorsa hiç vakit kaybetmeden telefonu aldığınız bayiye  fişleriyle başvurun , size yardımcı olmazlarsa heyet hakem kuruluna  dilekçe verin ...
 umarım faydam olmuştur...

 Benim    mesaj almamın sebebi    telefonum  Eniştem vefat ettiği gün bozulmuştu ,  tamire bıraktığım yer bana   mağdur olmamam için bir telefon vermişti o telefon  yüzünden :(  daha çok mağdur  olacakmışım haberim yok. 

Telefonum  tamir olunca geri aldım verilen telefonu da
 iade ettim.
 Kendi telefonuma hattımı taktıktan bir kaç gün sonrada bu mesaj geldi  tamire verdiğim yere gidip  sorun olmadığını öğrenince rahatladım ama siz siz olun artık   '' al  bu telefonu kullan idare eder seni deyince ''  İmei yasal mı diye sorun yoksa çok büyük sorunlarla karşılaşabilirsiniz ucuz atlattım şükür...


Seviyorum Seni Kahve





  Kahveyi ne zamandır sevdiğimi çok iyi biliyorum. Handan teyzede her  kahve içtiğimde, ya hu şu fincan acık daha büyük olsaydı dediğim zamana tekabül ediyor. Sapı kırık, alüminyum cezvede nasıl öyle güzel olurdu kahve, hafsalam almıyor. Kaç kere felfecir gözlerle baktım yaparken.




 Öğrendim mi, iyi yapıyor muyum bilmiyorum ama evde kahve seansları düzenlediğim, bunu bir seremoniye dönüştürdüğüm, yakaladığıma kahve içirdiğim doğru. 

  Hatta insanlar yetmedi, telefon da payını aldı kahve aşkımdan. Grupların adını çaylı kahveli bir şeyler koydum ki, içmediğimiz zamanlarda en azından adı geçsin. Evet manyaklık... 




  Kahvenin tarihinden bahsetmeyeceğim. Arabistan'dan geldiğini, adının qahwah olduğunu, Kanuni döneminde millete rehavet verdiği içün bir ara yasaklandığını, şimdiki ünlü Brezilya kahvesinin filizinin aslında bir subayın buketi arasında Fransa'dan getirildiğini falan... 
   Laf aramızda galiba aşıkmış da çiçeklerin arasına tıkıştırmış filizi. (Evlenince hatun kahve yapar diye düşündü zaar) 




  Türkiye'de çay revaçta olsa da kahve kültürüne sadık biri olarak elimin yettiğince bunu ailemle, arkadaşlarımla paylaşmak arzusundayım.




 Kahveyi pek sevmeyen, her konusu geçtiğinde "hiç aklıma gelmez şu kahve, çok içme zararlı" diyen annemin, elektrikli cezve aldığım günden beri cümleleri de değişti. Hatta "Kalk bir kahve yap içelim" den, telveyi yiyen bir kadına dönüştü. 




 Sevgili kahve, neler yaşamadık ki seninle...

⭐⭐⭐

Okulda boş derste elimizde Türk kahvesi kokoş kokoş yürümeler, 
Nutellalı kahve çalışmaları,
Türkçe zümresi adı altında coffee party,
hocalarla entel dantel sohbetlerimiz (Kahve var diye mi geliyorlardı yoksa gı), farklı tatlar felsefesiyle Urfa kalesine nazır mırra denemesi (Yüz buluşturmalar, ıyylamalar, zor içmeler), Erzincan'da bir arkadaşla dibek kahvesi denemesi (Çok sevmeler, dibine kadar içmeler, ikinciyi söylemeler), Amerika'da Arap kahvesi denemesi (Yanık tatlar, topraklı su içiyor gibi hissetmeler), yine Amerika'da ilk kez Starbucks'da dibi tuzlu soğuk kahve denemesi, yine Amerika'da Dunkin Donuts XL kahve denemesi (Kahvenin resmen kovayla gelmesi ve yol boyunca bitmemesi), hediye edilen Kıbrıs, Yunanistan ve Bosna kahveleri (Hepsinin Türk kahvesinin çakması olduğunu düşünmeler) 
Daha neler neler...




   Zannediyorum, bir fincan kahve sabit de etrafındakiler ve hikayeler değişiyor. Ama onlar olmasa, kahveye de gerek olmazdı. Mekanlar insanla güzel demişti bir arkadaşım. 
  Evet mekan da, yeme içme de insanla güzel... 




 Buraya kadar okuduysan azizim, birmasalgibi kahveyi hak ettin demektir. Hadi üşenme...
Benim yerime de höpürdet!






" Tırnak işareti "




Hayat iki tırnak işaretinin içi kadardır.
Önemli olan o boşluğu  ne kadar  doldurduğun değil, nasıl doldurduğundur...



Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...