Zamanın birinde vaktiyle, anam babamı beşikte tıngır mıngır sallar iken, kendilerine yedi deliler denen bir aile varmış. Bu evde baba, anne ve gelin deliymiş. Yalnız oğul akıllıymış. Ailenin bu durumuna üzülen oğlan, çok düşünüyor ama bir çözüm bulamıyormuş.
Bir gün oğlanın annesi ile karısı evin bahçesinde su biriktirip, içine de bir kayık koyarak binmişler. Sanki büyük bir denizde gezdiklerini sanıyorlarmış. Oğlan, onlara ne yaptıklarını sorunca, dünyayı geziyoruz demişler. Bu duruma çok üzülen oğlan, sonra da babasının yanına çıkmış. Babası da sarı ineğiyle oynuyormuş. Bunların arasında daha fazla kalmaya dayanamayan delikanlı çareyi oradan kaçmakta bulmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de ne görsün, bir kadın evinin önünde duruyor, elindeki çuvalın ağzını açıp, güneşe bakıyor, sonra da torbayı doluymuş gibi kaldırıp içeri taşıyormuş. Biraz sonra ağlayarak dışarı çıkıyor ve aynı hareketi tekrarlıyormuş. Bu olanlarla bir anlam veremeyen oğlan, kadına ne yaptığını sormuş. Kadın da, “Ah evladım. Evime güneş girmiyor, ben de torbaya güneş doldurup içeri götürüyorum, ama birden bire kayboluveriyor, işte onun için ağlıyorum.” demiş. Bunları dinleyen oğlan başını sallayarak, “Ah anacığım, evine güneşi böyle girdiremezsin, dur ben sana yardım edeyim.” demiş ve evin güneşe bakan duvarında bir pencere açmış. Evinin içine güneşin dolduğunu gören kadın, sevincinden ne yapacağını şaşırmış ve “Oğul seni bana Allah gönderdi. Buradan gitme, yanımda kal, dile benden ne dilersen.” demiş. Oğlan da ona, “Senden hiçbir şey istemiyorum anacığım, ama kaç gündür bir lokma ekmek yemedim.” deyince, kadın hemen bir sofra hazırlamış. Yemeğini yiyen oğlan yine yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş, derken bir düğün alayı görüp onlara katılmış ve alayın gittiği yere kadar gitmiş. Orada bir tartışma çıkınca, oradakilere bunun nedenini sormuş. Onlar da gelinin boyunun çok uzun olduğunu, kapıdan giremediğini, gelinin acaba ayaklarını mı, yoksa başını mı keselim de içeriye sokalım diye tartıştıklarını
Sponsorlu Bağlantılar
söylemişler. Bunu duyan oğlan, hemen tartışanların yanına gidip, bunun aslında çok kolay olduğunu söylemiş ve gelinden başını eğmesini istemiş. Gelin de başını eğip, içeri girmiş. Oradaki insanlar, sorunun bu kadar kolay çözüldüğüne şaşırmışlar ve oğlana, “Seni bize Allah gönderdi, dile bizden ne dilersen.” demişler. Oğlan “Hiçbir şey istemiyorum, yalnız önüme bir sofra koyun yeter.” demiş. Karnını doyuran oğlan, kendisini bırakmak istemeyen bu insanların elinden zorla kurtulup kaçmış.
Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş, derken nehir kenarında bağıra bağıra ağlayan iki kişi görmüş. Bunlar bir ana ile kızıymış. Ana, “Bu yürek acısına dayanılmaz kızım.” diye ağlıyormuş. Oğlan kadına, “Bu ne yürek acısıdır anacığım?” diye sormuş. Kadın da, “Sorma oğlum. Eğer kızım padişahın oğluyla evlense, ondan nur topu gibi bir oğlu olsa, o da ırmağa düşüp ölse, bu yürek acısına dayanılır mı?” demiş. Bunu duyan oğlan, “Anacığım, kızın padişahın oğluyla evlendi mi?”diye sorunca, kadın “Evlenmedi.”demiş. Oğlan bu defa da “Peki evlenmeyen bu kızının, bir oğlu olup da öldü mü?” demiş. Kadın “ Hayır ölmedi.” demiş. Oğlan da “ Öyleyse ortada bir yürek acısı da yok.” deyince, anayla kız birden ayağa kalkıp, “Doğru ya, o zaman yürek acısı olmaz.” demişler ve oğlana “Bizi bu acıdan kurtardın, dile bizden ne dilersen!” diye sarılmışlar. Oğlan “Anacığım, kaç gündür ekmek yemedim, bana bir parça ekmek verseniz yeter.” demiş. Kadın hemen oğlana çok güzel bir sofra hazırlamış. Karnını iyice doyuran oğlan “Yine en iyisi benim delilerim.” diyerek, yola koyulmuş. Dere tepe aşarak köyüne dönmüş. Eve vardığında karısı, annesi ve babası yine aynı şeyleri yapıyorlarmış. Oğlanın gidip döndüğünü fark etmemişler bile. Oğlan tekrar “Yine en iyisi benim delilerim, bu benim kaderim, çekmek zorundayım.” diyerek, ömrünün sonuna kadar, onlarla beraber yaşamış. Hani derler ya “İnsan kendi derdini en büyük sanırmış.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder