Ayrık Otu Ve Çiçekler Masalı AYRIK OTU VE ÇİÇEKLER

Ayrık Otu Ve Çiçekler Masalı

AYRIK OTU VE ÇİÇEKLER
Bekir CANER
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, pire berber iken... Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallıyordum ki elimdeki ip koptu, beşik devrildi. Ben beşiği kaldırırken anam kaptı maşayı, babam kaptı sopayı. Ben kaçtım onlar kovaladı, sarı kedi miyavladı. Dar attım kendimi dışarıya, başladım kaçmaya. Az gittim uz gittim, altı ayla bir güz gittim. Yoruldum gide gide. Vardım bir Pazar yerine. Bir at aldım dorudur diye. At bir tekme attı geri dur diye. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım.
Çok çok eski zamanlarda bir saray, sarayın da bir bahçesi varmış. Bahçe olur da bahçıvan olmaz mı. Elbette olur. Bu bahçenin de çalışkan mı çalışkan, beceriklimi becerikli, bilgili mi bilgili bir bahçıvanı varmış.Her ağacın, her çiçeğin, her otun dilinden anlar, onları canı gibi bakar ve severmiş. Hangi gül hasta, hangi karanfil yasta hepsiciğini bilirmiş. Kim hangi mevsimde açacak, kim ne zaman uykuya yatacak bilirmiş. Gece gündüz bahçede çalışır, işini hiç mi hiç ihmal etmezmiş.
Bahçedeki bütün ağaçlar, çiçekler, çimenler ve dahi bahçıvanın izin verdiği bitkiler bolluk içinde, refah içinde, güzellik içinde sağlıklı ve mutlu yaşarlarmış. Hiçbirisi ne besin sıkıntısı çeker, ne su sıkıntısı çeker ne de güneş sıkıntısı çekermiş. Kimse kimsenin yerine göz dikmez, dalına budağına göz koymaz, çiçeğine çubuğuna karışmazmış. Sadece zaman zaman bahçıvana çiçeklerinden bazılarını verirlermiş. O da bu çiçekleri padişaha, sultana ve diğer devlet görevlilerine sunarmış.
Günlerden bir gün rüzgar bahçeye mini mini bir tohumcuk getirmiş. Tohumcuk o kadar küçük ve zavallıymış ki onu ilk gören gül “ay ne şirin bir tohum.” Demiş. Hemen bu tohumcuğa yer açmış. Diğer çiçeklerde, bitkilerde bu küçük tohumun çimlenip gelişmesi için yardımcı olmuşlar. En güzel besini, en tatlı suyu ona hediye etmişler. Tohum birkaç gün içinde çatlamış ve toprağın yüzüne mini mini bir fidancık çıkıvermiş. Zayıf, sıska, çelimsizmiş. “Günaydın.”Demiş. Sonra tek tek tüm bitkileri ve dahi çiçekleri selamlamış.
-“Hoş geldin.”Demiş gül.”Senin adın ne?”
-“Hoş bulduk gül anne.”Demiş mini mini fidançık. “Bana ayrık çiçeği derler.”
Gül bu adda bir çiçek duymamışmış. Merakla:
-“Adını hiç duymadım.” Demiş. Oysa bütün çiçekleri tanıdığımı sanıyordum.” Sonra diğerlerine dönmüş. “Siz tanıyor musunuz?”
Diğerleri düşünmüşler taşınmışlar ama hiç birisi ayrık çiçeğini çıkaramamış.
-“Ben duymuştum ama….” Demiş yaşlı sümbül. “Yalnız ne zaman duydum, nerede duydum şimdi hatırlamıyorum.”
-“Dedemin dedesi sizden bahsetmişti ama...” Demiş Mor menekşe. “O zamanlar çok küçüktüm. Ayrık otuyla savaştık mı demişti, yoksa gülüştük mü demişti…”
Ayrık otu birden korkuvermiş. Telaşla mor menekşeye bakmış. Sonra da olabildiğince şirin ve tatlı görünmeye çalışarak:
-“Bende sizi nereden tanıyorum diye düşünüyordum kardeş.” Demiş. “Şimdi hatırladım. Rahmetli dedem sizin dedenizin arkadaşıymış. Birlikte büyük sultan feşmekanın sarayının bahçesinde yaşarlarmış. Dedemle birlikte harika maceralar yaşamışlar. Ta ki sarayın o iblis bahçıvanı aralarına girinceye kadar. Ne kötü anılarmış onlar. Anlatıp da sizin rahatınızı ve huzurunuzu kaçırmayayım.”
Diğer çiçekler meraklanmışlar. Gül:
-“Bizi çok meraklandırdın.” Demiş. “Anlat da dinleyelim.”
Ayrık otu olanca şirinliği ile anlatmaya başlamış.
-“Biz çiçeklerin içinde en küçük olanıyız. Çiçeklerimiz çok küçüktür ama çok da güzeldir. Üstelik mis gibi kokular da saçarız. Yıllar yıllar önceydi. Büyük babalarımızdan birisi bahçeden ayrılmak istemiş. Bu isteğini bahçıvana söylemiş. Bahçıvan buna çok kızmış. İzin vermemiş. Büyük babam da biraz incinmiş. O gün sultana çiçek verme sırası bizdeymiş. O da bahçıvana kırgınlığından çiçeklerinden vermemiş. Bu duruma kızan bahçıvan bize savaş açmış. Hemen bahçedeki bütün akrabalarımı söküp atmış. Bununla da yetinmeyip günlerce bizden birisi kaldı mı diye her yeri aramış taramış. Bereket o bahçede de sizin gibi iyi çiçekler varmış. Bizden bir kaçını saklamışlar. Onlarda bir süre sonra bir fırsatını bulup bahçeden kaçmışlar. O günden bu yana tüm bahçıvanlar bize düşmandırlar. Onlarla barışmak için elimizden geleni yaptık ama bir türlü barış sağlanamadı. Neredeyse soyumuz kurumaya başladı. Şu anda yer yüzünde on tane ya kaldık ya kalmadık. Onlardan birisi de benim. Ne olur bana yardım edin..” Sonra da başlamış ağlamaya. O kadar içten ve tatlıymış ki sözleri bütün çiçekleri ona inanmışlar ve acımışlar. En iyi gıdaları ve dahi sularını onunla paylaşmışlar. Dahası el birliğiyle bahçıvandan onu korumuşlar.
Bizim ki kısa sürede serpilmiş. Büyümeye başlamış. Kimseye de zararı yokmuş. Azıcık su ona yetiyormuş. Toprağın üstünde olsun, altında olsun diğer bitkilere hiçbir zarar vermiyormuş. Köklerini de kimsenin kök atmadığı verimsiz yerlere gönderiyormuş. Bir süre sonra da yavaş yavaş diğer bitkilerin köklerine doğru yaklaşmaya başlamış. Bazı çiçekler yer altından kendilerine doğru gelen köklerden rahatsız olmaya başlayınca da bütün şirinliğiyle:
-“Hepinizi yakından tanımak istiyorum, ama bahçıvanın korkusundan toprağın üstünden gelemiyorum, izin verirseniz toprağın altından geleyim. Sizi rahatsız edersem ne olur beni bağışlayın.” Diye özür diliyormuş.
Zaman hızla geçmiş. Bizim arsız kısa sürede tüm bahçeye kök salmış. İncecik kökler zamanla kalınlaşmaya ahtapotun kollarına dönmeye başlamış. Bir süre sonra da artık bahçıvandan da pek korkusu kalmamış. Toprağın üzerine de çıkmış.
Tüm bunlar olurken aksilik bu ya bizim çalışkan bahçıvan hastalanıvermiş. Yerine de tembel birisi atanmış. Yeni bahçıvan topraktan, sudan, gübreden pek anlamazmış. Dahası da çiçekleri falan sevmezmiş. Tüm günün ağaçların serin gölgesinde uyumakla geçirmeye başlamış. Arada sırada bahçeye birisi geldiğinde hemen yerinden fırlar çalışıyormuş gibi yaparmış.
Sulanmayan, gübrelenmeyen, budanmayan ve dahi dipleri çapalanmayan çiçekler ve dahi güzelim ağaçlar sararıp solmaya, yapraklarını dökmeye, cılızlaşıp ağlaşmaya başlamışlar. Ama yine de bir birlerini incitmemeye çalışıyorlarmış. Azıcık suyu, gübreyi kardeş payı yaparak yaşamaya çalışıyorlarmış. Ayrık otu ise bu fırsatı değerlendirip her yere yayılmış ve bahçenin tek sahibi oluvermiş. Üstelik eski tatlı dili, güler yüzü de yokmuş. Bir gün:
-“Bana bakın.” Demiş. “Şu andan itibaren bu bahçenin tek sahibi benim. Sizler de benim kölelerimsiniz. Ben ne istersem onu yapacaksınız. İlk önce hepiniz bir kısım yapraklarınızı dökeceksiniz. Bu yapraklar benim çocuklarımın gıdası olacak. Sonra suyu ben izin verdiğimde içeceksiniz. Dediklerimi yapmayanların boğazını sıkarım. Bu bahçeden yaşatmama.”
Çiçekler çok çaresizmişler. Bahçıvandan yardım istemişler ama o duymamış bile. Birlik olup ayrık otuyla savaşmaya kalkmışlar ama güçleri yetmemiş. Başkaldıranın köklerini sıkıvermiş. Önce kendisini bahçıvandan saklayan ve koruyan kırmızı gülü öldürmüş. Sonra sarı zambağı, daha sonra nergisleri. Elinden kimse kurtulamıyormuş.
En sonunda hepsi ona yalvarmaya başlamışlar.
-“Bize insaf et.”Demiş beyaz gül ağlayarak. “Sen böyle değildin. Buraya geldiğinde biz seni bahçıvandan koruduk. Yiyecek verdik. Hani sen çok iyi idin. Kimseye kötülük etmezdin?.”
-“Çok konuşma.” Diye azarlamış ayrık otu. “O sözlerim sizi kandırmak içindi. Bahçıvanlarla düşmanımızdır. Biz onların bahçelerine saldırırız onlarda bize saldırırlar. Ama her zaman kazanan biz oluruz. Bize ayrık otu derler. Tarihimiz zaferlerle doludur.”
Artık her gün çiçeklere ve ağaçlara olmadık açılar taktırıyor, elinden gelen kötülüğü ederken zevk alıyormuş.
Çiçekler ve ağaçlar gerçeği geçte olsa öğrenmişler. Ayrım otunun ne kadar kötü bir bitki olduğunu, bahçıvanların onu niçin sevmediklerini acı bir şekilde öğrenmişler. Ayrık otunu korudukları, bahçıvan hakkında kötü düşündükleri için hepsi çok pişmanmış ama artık iş işten geçmişmiş. Çaresiz hepsi de acı sonlarını bekler olmuşlar.
Kara gün kararıp kalmazmış. Kötüler dünyaya kök salmazmış. Bir gün çalışkan bahçıvan iyileşip görevinin başına dönüvermiş. Bahçesinin perişan halini görünce çok üzülmüş. Ayrık otu ise çalışkan bahçıvanı görünce morali bozulmuş ama yine de bana artık bir şey yapamaz diye böbürlenmiş.
Çalışkan bahçıvan ilk günden kolları sıvamış. Kazmayı, beli, çapayı eline almış. İşçiler bulup gelmiş. Ayrık otu için kara günler gelip çatmış.
Bir ay içinde tüm bahçe karış karış kazılmış. Ayrık otunun toprak altındaki tüm kökleri tek tek bulunup yolunmuş. Bir süre sonra artık tek kök kaldığında yine çiçeklere yalvarmaya başlamış. “Ben ettim siz etmeyin, beni bahçıvandan koruyun, kollayın, merhamet edin, acıyın,” diye. Ama körün gözü açılmış, sağırın kulakları duyar olmuş, akılsız akıllanmışmış. Hiçbir çiçek ve dahi ağaç ona yardım etmemiş. Köklerinin arasına alıp saklamamış.
İşte böyle. Kötüler hep bencil olur. İyilikten güzellikten anlamazlar. Yardımlaşmayı sevmezler. Güçsüzken yalvarırlar, güçlüyken saldırırlar. Siz siz olun hep güzel olun. İyilik yapan iyilik bulur. İyiliğe, iyilikle karşılık verenler hep mutlu olur.
Gökten üç güzel elma düşmüş. İyilik kokan, güzellik kokan elmalar. İri iri. Sulu Sulu. Birisi beyaz, birisi kırmızı, birisi yeşil. Birisini alın doya doya yiyin. Bir birinizi de sevin. Dost olarak, kardeş olarak yaşayın, yurdumuzun nimetlerini kardeşçe paylaşın. Hep bana demeyin, yalnız yemeyin. Asla ayrık otu olmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...