Cumartesi sabahı, Asya Mavi sabaha karşı yanıma gelmiş. Günün ilk saatlerini birbirimize sarılıp uyuyarak karşılamışız. Uyandığımda kızım kafasını karnıma koymuştu, gözümü açar açmaz bana dedi ki "masal anlatıcısıyım demene gerek yok, çünkü insanlar masal dinlemeye gelmişlerse senin masal anlatıcısı olduğunu bilirler."
İlk anda ne dediğini anlamadım çünkü tam uyanamamıştım, sonra anladım. Dün masal dinlemeye gelmişti Asya Mavi benimle birlikte. Nazım Kültür'de masal anlatmıştım çocuklara. Çocuklara masal anlattığım zaman, "Ben masal anlatıcısıyım bu benim işim. Büyüklere, küçüklere, dedelere, ninelere, ablalara, abilere masal anlatırım." diye başlıyorum. Çocukların dünyada yapılacak ne kadar değişik iş olduğunu anlasınlar diye bunu söylemek hoşuma gidiyor. Ninelere masal anlatıyorum diyince de yüzlerindeki şaşkınlık çok hoşuma gidiyor. Ancak kızım bana böyle söyleyince, durup bir düşündüm. Ona haklısın anneciğim dedim, teşekkür ederim. Bir yandan o kadar hoşuma gitti ki, beni izleyip sonrasında da yaptığım şey hakkında yorum yapması. Bir yandan da bu düşünce sürekli kafamda dolaştı. Çocuklar, ne kadar da dolaysız diye düşündüm. Bir şey yaparken sürekli yaptığın şeyi açıklamak bir yetişkin hastalığı olmalı. Sonra bunun aslında kendimin de yaptığım işi duymaya ihtiyacım olduğu için yapabileceğimi düşündüm. Okuldan mezun olduktan sonra, ne iş yapıyorsun dediklerinde oyunculuk okudum derdim. Oyuncuyum demeye dilim varmazdı, ne çok kalıplaşmıştı oyuncuyum demek. Hele sanatla uğraşıyorum ya da sanatçıyım demek bu dünyadaki en kibirli şey gibi gelirdi bana. Öyle öğretilmişti. Masal anlatmaya başladığımda da aynı şey oldu. Masal anlatıcısı - töbe haşa- "aslında" oyunculuk bölümü mezunuyum "ama" masal anlatmaya başladım. Ne iş yaptığımı bir türlü anlatamıyorum çünkü sadece masal da anlatmıyorum. Başka şeyler de yapıyorum "iş" adı altında. Bir dönem, aslında çalışmadığımı düşündüm, bir dönemse çok çalıştığımı. Kızım bana, yaptığın işi söylemek zorunda değilsin dediğinde, çok rahatladım. Çünkü ben sadece yaptığım iş değilim. Pek çok farklı zamanda pek çok farklı şey yapıyorum. Bunların iş olup olmaması da önemli değil. Ben benim, sıla.
Cuma gecesinde dönecek olursak, o gün çok heyecanlıydım. Sabah uyandığımda çocuk istismarları ile ilgili haberler dolaşıyordu ortada. Dünyayı düşündüm, dünya hakkında gerçekçi yaklaşmamız gerektiği kanısındayım. Evet kötü şeyler oluyor ama oturup ağlamak bir işe yaramaz, elinden ne geliyorsa yap. O gün benim elimden masal anlatmak gelecekti. Dünya çocuklarını düşünüp içimden derin bir ah çıktı ve dedim ki "Bu akşam Nazım Kültür Merkezi'nde çocuklara masal anlatacağım. Nefesim yettiğince masal anlatacağım, bu düzenin böyle gitmeyeceğini, hakkın yerini bulacağını, yapılan kötülüklerin kimsenin yanına kalmayacağını anlatacağım. Her şeye rağmen dünyanın güzel ve yaşanılır bir yer olduğunu anlatacağım. Onların kötü hikayelerinin yerine, güzel masalları koyacağım çocukların kalplerine, nefesim yettiğince..."
O akşam orada 10 çocuk vardı, onlara bir şey öğretmeye çalışmadım, onlarla bir masal paylaştım. Çocuklarla olduğumda "performans kaygısı" saçma bir uğraş oluyor. Çocukların yanında sadece onlarla bir şey paylaşmak istersem durabiliyorum, beni sadece o zaman dinliyorlar. Büyük hareketler, mutlaka komiklik hiç bir işe yaramıyor. Kalpten kalbe bağ kurabilirsem duruyorlar orada. Dolaysızlar çünkü, beğenmediklerinde giderler, sıkıldıklarında kalkarlar. Ben de dolaysız olabilirsem durabiliyorum orada, yanlarında.
Çocuklar için elimden şimdi gelen bu. Önce kendi çocuğumu istismar etmeden, çevremdeki çocuklara şiddet uygulamadan, duygu sömürüsü yapmadan, onlara bilmişlik taslamadan yanlarında durabilirsem o zaman bir şeyler değişebilir. Önce, çevremizdeki çocuklardan, bize en yakın olanlardan başlayalım sevmeye. O zaman her şey gerçekten değişir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder