Özlemek ..
Herkes yani özleyen kişi dışındaki herkes özlemenin alışmakla, bir düzen kurmakla ilişkisi olduğunu söylüyor. En azından benimkiler öyle söylüyor.
Oysa özlemek alışmanın dışında bir durum . Ben de bilmiyor muşum aslında. Özlemeyi nedense güçle, güçlü olmakla ilişkilendirmişim. Akıllı ve güçlü çocukların özlememesi , özlemini ifade etmemesi gerektiğini düşünmüşüm. İlk günlerdeki özlemimin içinde - itiraf ediyorum ki - biraz da utanma vardı. Yapmak zorunda olduğum şeyi yapamamışım gibi hissediyordum. Özlememem gerekiyormuş ama ben özleyerek - hem de daha ilk günden başlayarak- anlaşmayı bozmuşum gibi.
Şimdi durum biraz değişti. İçimdeki özleme hali diğer bütün duygulardan arındı daha yalın ve daha gerçek bir özlemeye dönüştü. Bu özlem fiziksel olarak yaşayamamak değil, mental olarak kendini kaptıramamak. Kaptırmak zorunda kalmış olsa da bunun asla tam manasıyla gerçekleşemeyeceğini anlamak. ( Burada devreye Almancılar giriyor ki o konuda da söylemek istediklerim var.Bir ara.. )
Tabi bir de çağımız tepeden tırnağa etiket çağı olduğundan, eğlenceli, karizmatik duygu ve durumlar dışında kalan şeylere karşı ‘’ Yo yo yo…. Öyle düşünme, ciddiye alma, ya daha gençsin bunlara takılma .. ‘’diyen akıl hocaları da oluyor etrafta. Belki de olumsuz olan her şeyin hızla yapış yapış bir acıtasyona dönüşmesi bu tavrı destekleyen bir detay. Bilemiyorum. Herkesi bir dakikalık ağlama törenine de davet etmiyorum. Söylemeye çalıştığım şey, başlangıç noktası aynı olan yolculuklar hiç bir zaman aynı seyretmiyor. Ben bu değişim sürecinde içimdeki özleyebilme gücüyle tanıştım mesela. ( Belirtmeden edemeyeceğim iyi özleyebiliyormuşum, gayet çokmuş bende :) )
Bazen durup dururken, bir sesle, bir duyguyla ya da bir kokuyla zihnimde filmlerdeki gibi zamanda geri dönüşler oluyor mesela. O dönüşlerden birinde yıllar önce okuduğum bir otobiyografi kitabını hatırladım. Yazarı siyasi karmaşa yıllarında Türkiye’den sürülmüş ve soğuk kuzey Avrupa’da yaşamak zorunda kalmış. Okurken zihnimde yalnızca estetik bir kare belirmişti, bir film sahnesi gibi. Kuzeyin karanlık ışıları, puslu karlı kayınlar… Şimdi ise yazarın anlattığı daha sonra da bestesini yaptığını o duyguya karşı gerçek bir empatiye sahibim. onlarca yazar, onlarca sanatçı, onlarca şair…
Yolu belki kaderle, belki kederle buraya düşen her Türkiyelinin gözünde o empatiyi görüyorum. Sınırların devlet eliyle yasaklanmamış olması, onların içindeki sürgünlüğü ve özlemi dindirmiyor. Belki farkında değiller ama hepsinin gözünde Nazım’ın anlattığı karlı kayın ormanlarının sisi var. Özlemek deyine şöyle bir iç geçiyorlar…
Yurdundan uzak olmak, bir daha büyüdüğü güneşin altında yürüyemeyecek olmak sahiden ölümcül bir duygu. Ve bu duygu da tıpkı aşk gibi birbiriyle hiç alakası olmayan iki insanı aynı noktada buluşturabilir.
Bir ülkeyi başka bir ülkeye bağlayan etrafı yemyeşil otobanda ilerlerken hiç tahmin etmediğin bir anda , arabadaki uzun yol cdsinin içinden yayılan Ahmet Kaya’nın sesi değil, işte bu ortak duygudur aslında.
Özlemle ….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder