BERLİN’DEKİ MÜZE PROJESİ SONRASI NOTLAR

Nisan ayının ilk günlerinde, mail kutumda Almanyadaki “Federal Almanya Kültür Vakfı (Kultur Stiftung des Bundes)’ndan gelen bir mail buldum. 2012 senesinde Berlin’deki Hamburger Bahnhof Çağdaş Sanat Müzesi’nde gençlerle yaptığım projeden dolayı bana yeniden geri döndüklerini belirtip; bu defa Berlin ve Almanya çapındaki tüm müzelerde uygulanabilecek yeni konseptler geliştirmek istediklerini, onlarla çalışmak isteyip istemediğimi soruyorlardı. Geliştirmek istedikleri yeni projenin soruları ise şöyleydi: Müzeleri çocuklar ve gençler için nasıl daha ilgi çekici yerler haline getirebiliriz? Müzelerde sergilenen eserlerin çocuklar ve gençlerin yaşamları ve gerçeklikleri ile bağlantısı nedir ve bunu projeler aracılığı ile nasıl ortaya çıkartabiliriz?

Bu proje, tiyatro pedagogu ve hikaye anlatıcısı olarak elbetteki beni çok heyecanlandırdı. Fakat  görüşmelerimiz sürdükçe kafam karışmaya başladı. Anlaşılan bu proje fikrini öne atanlar içinde başlangıçta projenin çerçevesi çok net değildi. Anlamadığım bir şey vardı? Nasıl olacaktı bu? Belirtilen tarihler arasında Berlin’deki Bode müzesinde çocuklar ve gençlerle birlikte mi çalışacaktım? Bunun için İstanbul’dan bir konsept  geliştirerek mi gitmeliydim? Yoksa söz konusu olan başka bir format mıydı? Bir süre sorularım cevapsız kalsa da sonunda, bunun sanatçı ve bilimsel uzmanları bir araya getiren ve bu birliktelikten yeni fikirler ortaya çıkarmayı amaçlayan bir atölye çalışması olduğunu anladım. Ama çalışmanın ayrıntılarını henüz bilmiyordum ve rahatlamaya karar verdim. Nasılsa Berlin’e gidince geriye kalan ayrıntıları öğrenecektim :)

14, 15, 16 Mayıs tarihlerinde sekiz sanatçı ve uzman Berlin Bode müzesinde buluşacak, müzeden aldıkları ilhamdan yola çıkarak, disiplinler ve müzeler arası projeler geliştireceklerdi. Bu üç günlük buluşmada gruplar halinde veya tek tek çalışmak mümkündü. Üç gün boyunca çalıştıktan sonra,  geliştirdiğimiz konsepti ve sorularımızı yazılı olarak iletip projeyi sonlandıracaktık. Atölyenin gerçekleşmesine bir hafta kala katılımcılar da netleşdi. Almanya dışından ve Almanya’nın farklı şehirlerinden 8 farklı sanatçı ve bilim insanı bu atölyeye davet edilmişti. Bu isimler şöyleydi;
  • Claudia Ehgartner , MUMOK Yöneticisi / Müze Pedagogu, Viyana 
  • Patrik Presch, Fotoğraf Sanatçısı, Almanya  
  • Uta Plate, Tiyatro Pedagogu, Almanya 
  • Claudia Hanfgarn, Dansçı/Dans Pedagogu, Almanya
  • Christopher Dell, Müzisyen/ Komponist, Almanya 
  • Rabi Georges, Tiyatrocu/ Performans Sanatçısı, Dubai 
  • Christine Gerbich, Sosyolog / Müze Pedagogu, Almanya
Ben Istanbul’daki işlerimden dolayı ancak son iki güne katılabilektim. 14 Mayıs akşamı Berlin’e indim. 6 yıllık Berlin ikametimden sonra yaklaşık bir yıldır artık Berlin’de yaşamıyorum ve bu şehre her geldiğimde, havaalanına ayak bastığım an içimden kocaman çığlıklar atıyorum, “BERLİN, ICH LIEBE DICH”, SENİ SEVİYORUM BERLİN” :) Ve sanki oradan hiç gitmemişim gibi hissediyorum. 14 Mayıs akşamı da, havaalanına ayak basar basmaz, bu duygular ve ertesi sabah başlayacağım projenin heyecanı beni sardı. 


1.GÜN

15 Mayıs sabahı, saat 10.00’da Bode Müzesi’nde olacak şekilde yola koyuldum. Hava güneşli, alışılmış, gri ve yağmurlu gökyüzü yok, güneş beni selamlıyor adeta. Benim için güzel bir başlangıç oldu bu. 

Berlin Bode Müzesi


Çalışma odasına girdiğimde gülen yüzlere eşlik eden tereddütler görünce, ne yalan söyleyeyim rahatladım biraz. Demek ki, projede tam olarak ne yapacağını henüz anlamamış bir tek ben değildim :) Kafalar karışık, sorular herkesin yüzünden okunuyor. Davetli sanatçılar, proje yöneticileri, müze müdürü, herkes merakla birbirine bakıyor, hem yeni yüzleri hemde süreci nasıl geçireceğimizi anlamaya çalışıyoruz. 
 
Elbetteki bu kadar merak, bilinmezlikler ve sorulara (yani “kaosa”) önceden hazırlanılmış yol haritaları, ilk günkü (14.05.) çalışmadan çıkarılmış konular ve çalışma grupları (yani “düzen”) de eşlik ediyordu. Kahve eşliğinde geçirdiğimiz tanışma aşamasından sonra ilk gün neler yapıldığını, müzeyi gezerek hangi çalışma başlıklarının çıktığını ve kimin hangi grupta çalıştığını dinledim. İlk gün müze gezisi sırasında şu genel çalışma başlıkları belirlenmişti.

1.günden çalışma notları


1.günden çalışma notları


1.günden çalışma notları


1.günden çalışma notları



  1. Mekan
  2. Algılar? Neyi nasıl algılıyorum?
  3. Anlatılar / Hikayeler
  4. Çağdaş Karşılaşmalar
  5. Hareket / Performatif olan

Bu başlıkların hepsi beni heyecanlandırsa da birini seçmek zorundaydım ve elbetteki Anlatılar/Hikayeler grubuna dahil olmaya karar verdim. Grupta bir gün önce iki kişi varmış ve onlardan biri o gün hasta olduğu için gelememiş. Önceki günden bir tek sosyolog Christine Gerbich kalmış. Ben ve  müze yöneticisi Dr. Julien Chapuis bu grupta olmak istediğimizi belirttik ve üçlü yolculuğumuz başladı. Bir süre birlikte çalışacak, birlikte sorular soracak ve birlikte olası proje fikirleri üzerine düşünecektik. Sürecin sonunda herkes bilgisayarıyla baş başa kalacak ve kendi projesini üretecekti. Çalışmaya ilk olarak müzeyi gezmekle başladık. Dr. Julien Chapuis bize müzedeki en sevdiği eserleri gösterdi ve bu eserleri nasıl algıladığını ve onun için müzelerin neden önemli olduğunu anlattı. Ayrıca bay Chapuis müzeye gelen gençleri bazen kendisinin  gezdirdiğinden bahsetti. Bu gezilerinde onun için önemli olanın; gençlere kuru,kitabi bilgi aktarmak olmadığını söyledi. Onun için önemli olanın, müzedeki eserler yardımıyla  gençlerin algılarının değişmesi olduğunu belirtti.
Örneğin “Virgin and Child” eserini anlatırken; bu eserin ana temasının dönüşler olduğunu, Meryem Ananın bedeni hareket etmese de elbisesinin kıvrımları, saçlarının lülesi ve bebek İsa’nın saçlarının lülesine baktıkça otomatik olarak eserin etrafında dönmeye başladığımızı belirtti. Ve bu eserin sunduğu yakınlık, koruma duygusu. Gençler bu temaları fark edip, kendilerini eserin etkisine bıraktıklarında algıları zaten değişiyor ve buradan “değişmiş” olarak çıkıyorlar, diye devam etti. Ayrıca geliştirilecek yeni projelerde bu tarzda etkileri yaratabilmeyi çok istediğini belirtti. 

Bode Müzesindeki VIRGIN and CHILD

Gezinin sonraki kısımlarında daha önce bir dans pedagogu ile yaptıkları bir projeden bahsetti. Projenin konusunun “Duygular” olduğunu söyledi. Gençler müzede gezip, eserlere dikkatlice bakmışlar ve eserlerin barındırdığı duyguları not edip, daha sonrada bu duyguları bedenleri ve yaptıkları maskelerle bir gösteriye dönüştürmüşler.
Dr. Julien Chapuis öyle iyi bir hikaye anlatıcısıydı ki, Donatello’nun bir eserinin yanında yine duygulardan bahsederken gözyaşlarıma hakim olamadım. Ağladığımı gören Christine’de göz yaşlarını tutamayınca, bay Chapuis omzuma, sanki bu gözlaşlarını anladığını ifade edercesine sessizce dokunuverdi. Bu karşılaşma sadece entelektüel düzeyde gerçekleşen bir karşılaşma değil, “insani” düzeyde, duyguların yoğun olduğu bir karşılaşma olmuştu. İşte bu benim geliştirmek istediğim projenin ilk tohumu oldu. “Ziyaretçiler, görünen eserin gizlediği duygulara nasıl ulaşabilirdi?”

Öğleden sonra, tüm ekip bir araya geldik ve proje hakkında yeniden konuşmaya başladık. Herkes, yavaş yavaş belirmeye başlamış olan ilk proje fikirlerinden bahsetti.Daha sonra; farklı liselerden gençlerin, okul müdürünün, farklı sanatçıların ve kültür sanat yöneticilerinin katıldığı world cafe aşamasına geçtik. Bu metodla birbirinden farklı bir çok kişi, bir masanın etrafında toplanıyor ve kolaylaştırıcı eşliğinde tartışılan konu ile ilgili farklı görüşler toplanıyor.  (http://kolektifbilinc.wordpress.com/ortak-akil/).

Aramıza sadece world cafe için katılmış kişilere, “Müzelerin daha çekici hale getirmek için ne yapmalıyız?, Ne olursa müzeleri ziyaret etmek istersiniz?” gibi sorular sorarak, gençlerin perspektifini anlamaya çalıştık. Aldığımız cevaplardan bazıları şöyleydi;

Lise öğrencileri;
  • Müzede yaşı ilerlemiş, asık suraklı insanlar çalışıyorlar. Bizim gibi gençleri de çalışma ekibine alsalar nasıl olurdu?
  • Bode Müzesinin girişi çok sıkıcı, burası nasıl daha atraktif hale getirilebilinir?
  • Müzelerin yaşadığımız çağ ile bağı nasıl kurulabilinir?
  • Müzelerde bizim de katılabileceğimiz; film, tiyatro, dans, anlatı vs. etkinleri tasarlanabilir mi?
  • Müze duvarları neden daha renkli değil?
  • Okuldaki dersleri, özellikle de tarih dersini müzelerde yapabilir miyiz?
  • Neden hep müzelerde sessiz olmak zorundayız? Haftanın belirli günlerinde müzelerde istediğimiz gibi gürültü yapsak nasıl olur?:)
  • Müzelerde eserleri sergilenen sanatçıların, o zamanlar nasıl yaşadığını anlatan belgeseller olsa, nasıl olurdu?

Okul müdürü ise world cafede şu soruları sordu;
  • Okullardaki kimi dersleri ( sanat, tiyatro vs.) müzelerde yapabilir miyiz?
  • Genellikle biz, okullar olarak müzelere geliyoruz. Neden müze çalışanları da okula gelip, bize kendilerini anlatmıyorlar?
  • Okulda müze nasıl olurdu?
  • Daha misafirperver bir karşılama olabilir miydi?

 
World Cafe notları

Worl Cafe’de cesurca sorular sorup, yeni fikirleri de not ettikten sonra, günün geri kalan kısmında kendi aramızda çalışmaya devam ettik. Oldukça yoğun geçen bir günün sonunda müzeden dışarıya çıktığımda sıcacık Berlin güneşi içimi ısıtmaya devam ediyordu. Akşam güneşinin altında, aklımda binbir düşünce saatlerce yürüdüm.

Müze önünde ben :)

2. GÜN

Son gün her sanatçı çalışmaya nasıl devam edeceğine kendisi karar verdi. Ben ilk gün kaçırdığım Speed-Dating programını yapmak istedim. Geliştirdiğim ve üzerine çalışmaya başladığım proje fikri Bode Müzesi ve İslam Sanatları Müzesi arasında geçiyordu. Bunun için İslam sanatları müzesinin Kültür Pedagogu ile çalışmak istiyordum. İki gün boyunca Bode Müzesi hakkında çok şey duymuştum. Ama İslam Sanatları Müzesini henüz çok iyi tanımıyordum. Bu çalışmada müze ile ilgili merak ettiğim herşeyi sorabilecektim. Yaptığımız konuşma sonrası İslam Sanatları Müzesinin çok daha iyi tanıtım. Projemde yavaş yavaş ete kemiğe bürünmeye başladı. 2.günün geri kalan kısmında Bode Müzesini  tek başıma gezip, ilham kaynaklarımı teker teker fotoğraflayıp, notlar almaya başladım. Projem ve sorularım neredeyse son hailini almış gibiydi. Yine de kendime düşüncelerimin olgunlaşması için biraz daha zaman vermek istiyordum.

16 Mayıs Cuma öğleden sonra, üç günlük yoğun karşılaşma ve çalışma sonrası veda vakti gelmişti. Kapanış çemberinde proje fikrini ortaya atan vakıf çalışanları, bizlerden her ince ayrıntısı düşünülmüş, hazır konseptler istemediklerini; mümkünse vizyoner düşünüp aklımıza gelebilecek her türlü soruyu sorabileceğimizi söylediler.Öte yandan da; önereceğimiz somut, genel hatlarıyla yazılmış, yeni proje fikirlerini de beklediklerini belirttiler. Burada bir kez daha anladım ki, bu süreç onlar içinde oldukça deneysel bir süreçti ve gelebilecek her türlü yeni fikre açıktılar. Ben de hem sorularımı, eleştiri noktalarımı, önerilerimi hemde geliştirdiğim somut proje önerisini yazmaya karar verdim.

Proje sonrası 4 gün daha Berlin’de kaldım. Berlin sokaklarında gezdim, dostlarımla buluştum. Proje fikirlerimin olgunlaşması için kendime biraz zaman tanıdım. Daha sonra Josep Campell’in “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” fikrinden yola çıkarak, disiplinler ve müzeler arası uygulanabilecek bir Hikaye Anlatıcılığı projesi geliştirdim. Şimdilerde proje fikirleri değerlendirme aşamasında. Büyük olasılıkla sonbaharda tekrar buluşup fikirleri geliştirmeye devam edeceğiz. Almanya’daki müzelerde önümüzdeki dönemlerde uygulanacak projelerin kaynağı bu üç günlük konsept geliştirme çalışması olacak.

Bu sürecin bana düşündürdüklerine gelince;
  •  Müzeler gibi kökleşmiş her kurumsal yapı yenilenmek, çağa ayak uydurmak istiyorlarsa herşeyden önce varlığı ve var olma biçimi üzerine cesurca sorular sorabilmelidir.
  • Bu sorgulama süreçlerinde, kurumun dışından davet edilmiş dış gözler sürecin daha verimli geçmesine yardımcı olabilirler.
  • Sanatçıların ve alanında uzman farklı bilim insanlarının bu tarz süreçlere dahil olması, çözüm önerilerini zenginleştirebilir.
  • Neden Türkiye’de sanatçılar, özellikle çağdaş sanatçılar müze, okul vb. gibi kurumlarla birlikte çalışmıyorlar? 


BERLİN BODE MÜZESİNDE SERGİLENEN BAZI ESERLER

Meryem Ana'nın koruyucu paltosu


Simson ve Delila


Sultanahmet Hipodromundan götürülen oyun taşı


Afrodit'in doğuşu


Merkür


Atmaca












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...