Kediler




- Hey baksana bana! Ben güzel miyim?

- Niye sordun?

- Merak ediiyorum. Çirkin mi yoksa güzel miyim?

- Güzelliğin yorumu bakana göre değişir. Ben seni güzel bulabilirim ama bir başkası seni itici ve sevimsiz bulabilir.

- Nasıl olur bu?

- Nasıl baktığına, seni nasıl yorumladığına göre değişir. Sende beklediğini bulabilirse sana yakın olur. Yoksa senden bucak bucak kaçar, istemez seni.

Bu sözleri söyledikten sonra, kendinden emin bir tavırla gözlerini yumdu, başını ön ayaklarının arasına sokup, kaldığı yerden uykusunu sürdürdü. Karşısındaki yerinde duramıyordu. Küçücük pencesini uzatıp yavaşça ona dokundu. Birden gözlerini açtı.

İrkilmişti. Hemen ayaklarının üzerine doğruldu. Tüyleri kabarmış, sırtı kamburlaşmıştı. Dişlerini göstererek:

- Neden bana dokundun?

- Daha soruların bitmemişti. Sen yumdum gözlerini hemen uyudun.

- Hayır uyumuyordum. Seni öyle de dinleyebilirdim.

- Beni umursamıyorsun gibi geldi bana. Lütfen bana kızma. Bak ben çok yeniyim.

- Onu görüyorum çok küçüksün.

- Bana yardım edemez misin?

- Sorduklarını yanıtlamadım mı?

- Daha soracaklarım var ama?

- Sor o zaman.

- Ben güzel miyim?

- Onu daha önce sordun ya.

- Olsun. Yanıtını pek anlayamadım.

- Neresini anlamadın?

- "Bakana göre değişir" dedin.

- Evet.

- Biri beni güzel buluyorsa, herkesin beni güzel bulmasını nasıl sağlarım?

- Herkesin onun gibi bakmasını sağlayarak.

- Örneğin şu uzun kulaklı, iri dişli, havlayan hayvanın güzel bakmasını nasıl sağlarım?

- O sana hiç bir zaman güzel bakmaz. O sana hep saldırır. O bir köpek. Köpekler kedileri sevmez.

- Biz kedi miyiz?

- Evet, bize benziyen hayvanlara insanlar "Kedi" derler.

- Köpekler bizi niye sevmez?

- Onların davranışları bizimkinden ayrıdır. Biz de onları sevmeyiz.

- Bana saldıranı sevmemi bekleyemezsin.

- O da bizden hoşnut olmadığı için saldırıyor unutma.

- Bizim sevmeyip saldırdığımız hayvanlar var mı?

- Var elbette. Fareleri hiç sevmeyiz. Yakalarsak öldürürüz onları.

- Köpekler bizi yakalarsa öldürür mü?

- Hayır onlar bizi çevrelerinden uzaklaştırırlar. Henüz bizi yakalamayı istemediler.

- O zaman, hem fareler, hem de köpekler beni güzel bulmayacaklar.

- Fareler için canavar sayılırız. Köpekler için sevimsiz.

- Onun için bakana göre güzellik değişiyor.

- Şimdi anladın. Başka sorun yoksa ben uyuyacağım.

- Şimdilik yok.

Başka soru sormasını beklemeden büyük kedi, koltuğun kenarındaki yerine çekildi ve uyuklamaya başladı. Küçük kedicik, önce çevresine bakındı sonra küçük adımlarla sessizce oradan uzaklaştı.

Küçücüktü daha. Misafir olarak geldiği evi tanımaya çalışıyordu. Gördüğü her şeye dikkatle yaklaşıyor, önce ayağıyla yokluyor, sonra ona sarılıp oynamaya başlıyordu. Küçük olduğu için bazen devrilip yuvarlandığı oluyordu. Şaşkınlığı geçince kendini toplayıp aynı oyunu sürdürüyordu.

Çok sevimli, yaramaz bir kedi yavrusuydu. Evin içinde bir aralık görmesin: Merakla kafasını uzatıp içeriye bakıyor, sonra giriveriyordu; kapı aralığından bir başka odaya, bir çiçek vazosuna, masanın üzerindeki meyva tabağının içine...

Takla atarak yuvarlandığı, atlarken uzaklığı kestiremediği için yere düştüğü çok oluyordu. Böyle durumlarda hiç ses çıkartmadan çevresine bakınır, bir yolunu bulup yeniden deneme yapmaya çalışır, sonunda başarısızlığını yenerdi.

Ona bakanlar, bir koltuktan diğerine atlamak için kaç kez yere düştüğünü izleyebilir, kendi başına öğrenmeye çalıştığını, beceri kazanmak için nasıl uğraştığını görebilirdiler. Onu izleyenlerin yüzünde bir gülümseme, yüreklerinde bir kıpırdanma olurdu.

Onu sevgiyle kucaklamak isterdiler. Ama o küçücük yavrucuk çevresindeki ilgiden habersiz, kendi başına debelenerek yaşamı öğrenmeye çalışmaktadır. Belki de çevresindekilerin neden kendine bakıp da güldüklerini hiç anlamadığı için seslere kulak asmamakta, seslerin geldiği yöne "Ne var?" der gibi bir bakış atıp oyununa dönmekteydi. Onun çevresini umursamazlığı, ürkmeden oyununu oynamayı sürdürmesi, görülmeye değer bir tabloya benziyordu...

Küçük kedi, bir gün yine kendi başına halının kenarındaki saçaklarla oynarken, onları ayağıyla iteleyip, üzerinden atlamaya uğraşırken köşeden, komidinin arkasından, gelen tıkırtıyı duyunca kulaklarını dikti ve oyununu kesti. O yöne doğru ilerlemeye başladı. Adımını atmadan bir ayağını havaya kaldırıyor biraz bekletip sessizce yere koyunca diğerini aynı biçimde kaldırarak, tıkırtının geldiği yöne ilerliyordu.

Komidinin yanına gelince altına doğru eğildi. Köşede duvar dibinde duran bir hayvan gördü. Ön ayağını uzatıp hayvana dokundu. Köşeye sinmiş, kocaman gözlerle titreyerek kediye bakan hayvan o an korkudan ölebilirdi. Kedinin pençe darbesiyle yerinden oynamıştı. Küçük kedi ne olduğıunu anlamaya çalışırken, hayvan bir çığlık attı:

- Ay!

- Ne oldu? Neden titriyorsun?

Küçük fare sonunun geldiğini düşünerek titrek bir sesle:

- Şey çok korktum. diyebildi. Temkinli olmaya çalışıyordu. Küçük kedi merakla:

- Neden korktun?

- Birden sessizce üzerine geldin. Boş bulundum. Korktum işte.

- Buradan bir tıkırtı geliyordu. Merak ettim. Seni görünce dokundum. Yaşıyor mu? diye baktım.

- Sence yaşıyor muyum?

Fare bu soruyu kediye sormamış, belki de kendine sormuştu. Artık yaşadığına bile inancı kalmamış gibiydi.

- Evet. Hareket ediyormuşsun. Hem de konuşuyorsun. Bence yaşıyorsun.

Fare bir an duraladı. Karşısında duran kedi küçücüktü. Çok küçük bir yavru. Daha onu eğiten olmamıştı. Yoksa kendisine öyle meraklı gözlerle bakmaz, bir hamlede işini bitirebilirdi. Belki de daha önce hiç fare görmemiş olabilirdi. Fare'nin adını duymamış da olabilirdi. Biraz korku; biraz da çekince içinde kediye sordu:

- Sen yeni mi geldin?

- Bu eve mi?

- Evet

- İki hafta oldu. Kimse bana yakınlık göstermedi. Ben de kendi kendime oynuyorum.

- Canın sıkılmasın diye mi?

- Hayır oyun oynamayı çok seviyorum. Hem oynarken öğreniyorum.

- Ne öğreniyorsun?

- Nasıl atlanır? Nasıl yakalanır gibi şeyler.

- Öğrendiklerin güzel mi?

- Bilmem oyalanıyorum işte. Güzel mi diye sorunca merak ettim. Ben güzel miyim?

- Hiç o gözle bakmadım.

- Anladım beni korkunç mu buluyorsun?

- Biraz

- Senin adın ne? senin gibi hayvanlara ne derler?

Fare, o zaman bu kedinin hiç fare görmemiş olduğunu anladı. İçi rahatladı. Birden kediyi oyalayarak ölümden kurtulabileceğini düşündü. Kedinin ilgisini çekecek bir biçimde konuşmalıydı.

- Ben de senin gibi çok küçüğüm. Bana benzeyen birini daha önce görmedim. Adım var mı bilmiyorum. Hiç bana adımla seslenen olmadı. Senin adın var mı?

- Ben de bilmiyorum. Bana da adımla seslenen olmadı. Ama ben öğrendim. Benim gibilere "Kedi" diyorlar. Köpekler bizi sevmezmiş. Fareler de bizden korkarmış. Sen benden korkuyorsun. Yoksa sen fare misin?

Fare, kedinin sorusunu açıkla yanıtlayamadı. Biraz sıkılarak:

- Sen çok büyüksün. Birden karşıma çıktın. "Bana zarar verirsin" diye korktum.

- Niye zarar vereyim? Sen bana saldırmayınca ben de sana dokunmam.

- O belli olmaz. Sen büyüksün. Birden öfkelenip bana zarar verirsin.

- Söz sana zarar vermeyeceğim. Beraber oynayalım mı?

- Ne oynayacağız?

- Sen kaçarsın ben seni yakalamaya çalışırım. Bir şey yuvarlanırken, ya da kaçarken tutmak çok hoşuma gidiyor.

"İçgüdüsel olmalı" diye düşündü küçük fare. Böyle bir oyuna girmeyi hiç istemediğini belli ederek:

- Şey, ben öyle ortalıkta dolaşamam. Kimse sevmez beni. Hep köşelerde durup sessizce çevreme bakarım.

- Niye sevmesinler? Küçücüksün sen de benim gibi.

- Bilmiyorum. Çok çirkin olmalıyım.

Diyerek soruyu geçiştirmeye çalıştı. Ama meraklı küçük kedi onu pek bırakacak gibi değilidi. Ön ayağını uzattı. Onu köşeden çıkaracak kadar hızla vurdu ve:

- Bana ne. Ben seninle oynamak istiyorum. dedi şımarık bir tavırla.

Aldığı darbeyle odanın ortasına değin yuvarlanmış olan fare, toparlanıp hemen doğruldu. Üzerini silkeledi. Yerine kaçmak üzereyken kedi önüne dikiliverdi. Fareyi ön ayaklarının arasına kıstırdı. Fare kendini toplayamadan, küçük kedi yuvarlanmaya başladı. Fareyi istediği oyuna zorla sokmuştu. Yuvarlanırken fare elinden kaçınca, birden çevik bir hareketle dönüyor, kaçmaya çalışan fareyi yakalıyor, arkasında bir pençe savurup onu odanın ortasına fırlatıyordu. Daha fare havada süzülürken, dönüp o yöne koşuyor, zıplayıp onu havada yakalıyor, ön ayakları arasına kıstırıyordu.

Sonra yine beraberce yuvarlanmaya başlıyordular. Bu oyundan çok hoşlanmıştı.

Arada farenin kendini toparlayıp kaçmaya çalıştığını görüyor, bir ayağıyla üzerine bastırıyor, fareyi denetimi altına alınca, yine odanın ortasına fırlatıp oyununu sürdürüyordu.

Fare bunalmıştı. Oradan oraya itilip kakılması onu huzursuz etmiş, yorulmuştu. Sonunda dayanamadı çığlık atarak bağırmaya başladı:

- Yeter artık. Oynama benimle...

Farenin çığlıklarını koltuğun üzerinde uyuklamakta olan büyük kedi duydu. Hemen yerinden doğruldu. Bir çırpıda halının üzerindeki yavru kediden kaçmaya çalışan farenin önüne dikildi, beklemeden pençesini indirdi. Eğilip dişlerini geçirince, fare cansız uzandı odanın ortasına.

Büyük kedinin yaptıklarını kocaman olmuş gözleriyle izleyen küçük kedi, oyuncağının elinden alınmış olmasına öfkelenerek:

- Ne yaptın? Ben onunla oynuyordum.

- O neydi biliyor musun?

- Hayır.

- O bir fareydi. Fareyle oyun oynanmaz. Hemen yakalayıp öldürmen gerekirdi.

- Bana bir zararı yoktu. Ben de ona zarar vermeyeceğimi söylemiştim.

- Hiç kediyle fare arkadaş olabilir mi?

- Ben olacaktım.

- Nasıl olacaktın? Ben onun çığlığına uyandım. Bir yolunu bulup senden kurtulsa, bir daha senin yanına gelmezdi.

- Neden gelmesin?

- Hem korkmuştu hem de canı yanmıştı.

Küçük kedi, kendine söylenenleri hareketsiz dinledi. Sonra hiç bir şey olmamış gibi döndü arkasına, halının saçaklarına doğru koştu. Onları ayağıyla iteleyerek oyununa başladı...

Büyük kedi ağzında taşıdığı fare ölüsüyle hemen balkona çıktı.

Oracıkta yedi fareyi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...