İyilik Yap Altın Olsun



Adam sabah erken uyanmış. Daha karısı uyuyormuş. "Kalkıp hazırlanayım, işe gitmem gerek" demiş.

Yorganı sıyırıp yataktan çıkarken çarşafın üzerinde, yastığa yakın bir yerde, bir altın para görmüş. Bu kocaman parayı eline alıp incelemiş.

"Oyuncak para" olabilir diye düşünmüş. Ama elindeki her haliyle gerçek paraya benziyormuş. Karısını uyandırmadan parayı avcuna almış ve yataktan çıkmış. Düşünceli bir biçimde hazırlanmış. Paranın nereden geldiğini ve gerçek olup olmadığını çok merak ediyormuş.

Sabah ilk işi şehirdeki kuyumcuya parayı göstermek olmuş. Kuyumcu parayı inceledikten sonra :

- Nereden buldun bunu ?

- Ormanda yürürken bir ağaçın altında gördüm. Önce sahtedir diye düşündüm. Ama alıp sana göstermek istedim.

- Bu para antika. Onu oraya kimse düşürmüş olamaz. Orada bir gömü falan olmalı.

- Sanmıyorum. Öyle olsa para toprağa gömülü olurdu. Toprağın üzerinde düşürülmüş gibi duruyordu.

Parayı kuyumcuya satmış. Parayı nerede bulduğunu tarif etmiş. Kuyumcu hem aldığı adres için, hem de altın paranın karşılığı olarak yüklüce bir para ödemiş O'na. Adam sevinçle işine gitmiş. Kuyumcu da hemen dükkanı kapatmış ve ormanın yolunu tutmuş.

Kuyumcunun sabahın köründe dükkanı kapatıp gitmesine işkillenen komşusu da peşine takılmış.

Adam, kuyumcudan aldığı para ile aşkam evine dönerken kendisine ve karısına elbise, ayakkabı gibi hediyeler almış. Eli kolu dolu gelince, kendisini kapıda karşılayan karısı çok sevinmiş. Merak etmesin diye karısına o gün çok para kazandığını söylemiş. Altın paradan hiç söz etmemiş. Mutluluk içinde akşam yemeklerini yemişler. Karısı ona bir de kahve yapıp getirmiş. Çünkü süpriz hediye onu çok mutlu etmiş. Pek sevinmiş. Birlikte biraz televizyon izlemişler. Sonra, mutluluk içinde yataklarına yatmışlar.

Kuyumcunun komşusu, onu ormana kadar izlemiş. Kuyumcunun bir ağacın altında hemen toprağı kazdığını görünce komşusu olayı anlamış. Kuyumcuya görünmeden kente geri dönmüş ve adamın gömü bulduğu dedikodusunu yaymış. Tüm kent gömü sötlentisiyle çalkalanıyormuş.

Adam, ışığı söndürüp karısına iyi geceler dedikten sonra onun gibi uyumaya çalışmış. Ama gözüne uyku girmemiş. Tüm kent söylentiyle çalkalanırken, o paranın yastığın altına nasıl girdiğini düşünüyormuş. Bir türlü anlayamamış nedenini. Sabaha karşı, yorgunluktan uyuyabilmiş ancak. Uykusunda bir rüya görmüş. Bir melek kendisine paranın nasıl yatağın altına girdiğini anlatıyormuş:

- İyilik yaptığın için ödüllendirildin. Ama bir kural var. Parayı nasıl bulduğunu herhangi birine söylersen, tılsım bozulur. Bir daha ödül alamazsın. Başın da dertten kurtulmaz.

Bu sözler üzerine adam ter içinde rüyasından uyanmış. Hemen elini yastığın altına götürmüş. Orada hiçbir şey yokmuş. Olmaması da çok doğalmış, çünkü gündüz iyilik yapmayı unuttuğunu anımsamış.

Yatağın içine oturmuş, düşünmeye başlamış.

- Kime yaptımğım iyilik ödüllendiriliyor acaba? diye.

Adam aslında hemen herkese iyilik yapmaya çalışır, kimseyi kırmamaya özen gösterirmiş.

- Ama biri çok özel olmalı ki beni ödüllendirdiler. demiş kendi kendine.

Sabah erkenden uyanmış. Biraz düşünceliymiş, dalıp gidiyormuş kahvaltısını ederken. İşine giderken alkına gelmiş. Her hafta kent dışında yalnız başına yaşıyan yoksul kadına bu hafta uğramadığını anımsamış. "İş dönüşü uğrarım" demiş.

İş dönüşü yoksul kadına gitmiş. Yoldaki satıcılardan kadına yiyecek ve meyva almış. Bir de hırka. Soğukta üşümesin diye. Yoksul kadın güler yüzle açmış kapıyı :

- Hoş geldin. Meraklandım. Bugün her zamankinden biraz daha geç kaldın.

- Alışveriş yaptım. Onun için geciktim.

- Ne zahmet ettin. Ben kendi olanaklarımla yaşıyorum. Merak etme sen beni. Benim dosta, konuşacak insana gereksinimim var. Sen bana bunu sağlıyorsun. Bu da benim mutlu olmama yetiyor. demiş. O zaman adam neden ödüllendirildiğini anlamış. Elindeki paketleri bırakıp sevgi ile kucaklamış kadını. Yıllardır onunla konuşur, dertlerini dinler. Çayını içermiş. Başka bir yardımı olmazmış. Kadın hırkayı görünce hıçkırarak ağlamış. Yıllardır bu kadar güzel hediye almamış olduğunu yinelemiş gözleri yaşlı. Adam yoksul kadınla vedalaşıp evine dönerken köşe başında kendisini izleyenleri görmemiş. Başkasını mutlu etmenin verdiği huzurla evinin yolunu tutmuş.

Ertesi sabah uyandığında yastığının altında bir altın para daha bulmuş. O zaman anlamış ki bu paralar, yoksul kadına gösterdiği saygı ve sevgiye karşılık ödül olarak veriliyormuş kendisine. Bu parayı harcamamak, saklamak istemiş. Bu kez kuyumcuya yalan söylemek istemiyormuş. Parayı odunlukta bir yere saklamış.

Zaman böyle akıp gitmiş. Bir daha altın para bulduğunda odunluktaki gizli yere koyuyormuş. Bulduğu altınları ne karısına ne de başkalarına söylemiş. Bir daha kuyumcuya para bozdurmadığı için yaşamında bir abartı da olmamış. Gömü söylentisi de bir süre sonra unutulmuş. Adam, her hafta yoksul kadını ziyaret etmeye devam etmiş. Karşılık beklemeden. Gönülden isteyerek...

Bir gün evinin kapısı çalınmış. Çok yakın bir akrabası kapıda duruyormuş.

Başka bir kentten geliyormuş. Hemen içeri buyur etmişler. Akraba bu kentte çalışmak istediğini söylemiş. İş bulup kendi evine taşınıncaya kadar onlarda kalmak istemiş. Adam ve karısı sevinerek kabul etmişler. "Ne de olsa çok yakın bir akraba, yardım eder çabuk iş buluruz, sonra da kendi evine taşınır." demişler.

Günler eskisi gibi mutluluk içinde geçmemeye başlamış. Akraba, çalışmadığı halde sürekli para harcıyormuş. Parası tükenince de karı kocanın geçimleri için kullandıkları paralardan bir kısmını kendisine vermelerini istiyormuş. Onlar da akrabalarını kırmamak için isteğini yerine getiriyormuşlar. Ama geçim sıkıntısı geçmeye başlamışlar. Arkabalarıysa aldığı parayla gönlünü eğlendiriyormuş. Adam işinden sağladığı geliri yetiştiremeyince zorunlu olarak sakladığı altın paralardan bozdurmaya kalkışmış. Yine kuyumcuya para bozdurmak için gidince, kuyumcu :

- Bu gömünün yerini bana söylemezsen seni Devlet'e bildiririm. Bu antika paralara Devlet el koyar. diye korkutmuş adamı.

Adam, çaresizlik içinde ormanda başka bir bölgeyi tarif etmiş. Paraları orada gömülü olan bir sandıkta bulduğunu söylemiş sıkılarak.

Eve gelinceye kadar tüm kente gömü söylentisi yayılmış yine. Akrabaları o sırada bir kahvede oturmuş dedikodu yapıyormuş. Gömü bulunduğunu duyunca kendi payını almak için hemen eve koşmuş. Adama gömüden kendi payını vermesini istemiş. Adam :

- Böyle bir gömü falan yok. Eskiden kalma iki üç parça altın para. Birine iyilik yapmıştım o verdi bana. Başka da yok. Hepsini bozdurdum. Sana para vermek için, eve yiyecek almak için. Elimde başka para kalmadı. dediyse de pek inandıramamış akrabasını. Artık karısı da kuşku ile bakıyormuş adama. O da paraları almak, kendisi için harcamak istiyormuş. Akraba ile paylaşmayı hiç düşünmüyormuş.

Adam evde huzursuz, sokakta huzursuz, işte huzursuz bir yaşamla karşı karşıya kalmış. Anlatamamış derdini. Söylerse tılsım bozulacak ve başı hiç dertten kurtulmayacakmış. Böylesine sıkıntılı bir durumdayken, kent dışındaki yoksul kadına gitmiş. "Onunla konuşup açılırım" diye düşünmüş. Kadın her zamanki güler yüzle açmış kapıyı. Yine çay vermiş konuğuna ve konuşmaya başlamışlar :

- Benim hakkımda bir dedikodu dolaşıyor, sen duydun mu?

- Ben kimseyle konuşmam. Yalnız sen gelirsin bana. Kimse beni aramaz. Bilmiyorum dedikoduyu.

- Söylentiye göre bir gömü bulmuşum. Kuyumcu yaymış. Herkes para istiyor benden. Evde karım, akrabam. Çevremdeki insanlar. Herkes bir gereksinimini söylüyor, ne kadar parayla çözeceğini anlatıyor.

- Kısacası herkes payını istiyor senden. Az ya da çok.

- Evet. Devlet'e söylermişler. Devlet el koyarmış paraya.

- Para çok mu?

- Hayır. Kimseye yetmez. Ancak yeteri kadar para oluyor. Arkası yok. En azından ben yerini bilmiyorum. Gereksinimim olduğunda bir de bakıyorum bir altın param var.

- Bu öyküyü bilirim.

- Ne öyküsü?

- Sen iyilik yapmışsın.

- Evet

- Ödülün bu senin.

- Nasıl anlatırım diğer insanlara.

- Anlatamazsın.

- Ne yapacağım peki.

- Bir sandık bul ve tavan arasına sakla.

- Sonra.

- Tavanda bir kapak yap, ipini de perdenin arkasına sakla. Paranın yerini sorduklarında ipi çekmelerini söyle. Kapak açılsın.

- Orada para olmadığını görünce ne derler bana?

- Birşey demezler, Sen korkma. Öykünün gerisi kendiliğinden gelir. Sonunda kötüler kaybederler.

Adam, yoksul kadınla vedalaşıp evin yolunu tutmuş. Karısı evde yokken odanın köşesinden tavanı delmiş. Oraya güzel bir kapak yapmış. Kapağı açacak mandalın ipini de perdenin arkasına gizlemiş. Tavana bakınca ne kapak, ne de mandal görünüyormuş. Sonra tavan arasına küçük bir sandık çıkartmış ve kapağını kapatmış.

Karısı ve akrabası eve geldiklerinde adam sıradan ev işleri ile uğraşıyormuş. Bir ara odun kesmek için odunluğa gitmiş. Biraz sonra evden çığlık sesleri duymuş. İşini bırakıp koşarak eve gitmiş. Odaya girdiğinde ne görsün? Akrabası karısını sandalyeye bağlamış, elinde bıçak bağırıyor:

- Ya paraların yerini söylersin, ya da karını öldürürüm.

Karısı çığlık atarak ağlıyor:

- Ne olur söyle kocacığın, beni öldürecek bu deli adam. Kurtar beni onun elinden. diye feryat ediyormuş. Adam sakin bir sesle:

- Yorma kendini, paraları vereceğim sana. Karımı bırak, sonra da elinden o bıçağı at. demiş. Gözü dönmüş akraba karısının koluna bir çizik atmış, kanayan kolu göstererek:

- Bu daha başlangıç. Hemen paraları ver bana. demiş. Adam:

- Para tavan arasında, kapağı açmak için perdenin arkasındaki ipi çek demiş üzülerek.

Akraba perdenin arkasındaki ipi çekince tavandaki kapak açılmış.

Birden bir gürültü kopmuş. Çağlayan suyun sesi gibi. Adam kafasını kaldırıp tavana bakınca ne görsün. Tavandaki kapaktan oluk gibi altın para akıyor. Çağlayan su gibi.

Akrabası bıçağı fırlatmış elinden, akan altınların altına geçip gömleğini tutmuş iki eliyle. Akan altınları doldurmak istemiş gömleğine. Elleri bağlı duran karısı da sandalyeden fırlamış. Meğer elleri bağlı falan değilmiş. Oyun yapıyormuşlar adama. O da eteğini açmış akan altın pınarına. Doldurmuşlar kucaklarını altınla. Sevinç çığlıkları, altının yükü ile dizlerinin dermanı kesilinceye kadar sürmüş.

Dizlerinin üzerine çökmüşler. Artık sesleri çıkmıyormuş yorgunluktan. Tavandan oluk gibi altın akarken adam karısına ve akrabasına bakıyormuş yaşlı gözlerle...

- Seni çok sevdim. Evlendim seninle. Sen de benim en yakın akrabamsın. Kardeşim gibi sevdim seni. Bir altın uğruna bana ne yaptınız. Olsa verirdim size. Bunlar benim değil. Kimin onu da bilmiyorum. diyebilmiş.

Odadan çıkarken bir daha bakmamış arkasına. Odanın döşemesi altınla dolunca, iki kafadar, yüzü koyun düşmüşler altınların üzerine. Bu sırada tavanın her yerinden hızla altın akmaya başlamış. Sağanak biçimde yağan altın yağmuru. Yağan altın yağmuru, iki kafadarın üstünü örtmüş. Altın yağmuru, kafadarlar altın gölü içinde hareketsiz kalıncaya kadar sürmüş.

Adam evden çıktıktan sonra bir gürültü kopmuş. Toprak yarılmış. Ev de altınlar da yarılan toprağın altına girip yok olmuşlar. Gözlerinden yaş akarak adam evinden hızla uzaklaşmış. Kentte bir daha onu kimse görmemiş.

Kent halkı, zaman zaman ormanda gömü aramaya devam etmiş. Ama ağaçlar arasında ıslık çalarak dolaşan rüzgarın sesinden başka hiçbir şey bulamamışlar.

O günden sonra gönülden iyilik yapanlar, karşılık beklemeden sevenler, yastıklarının altında altın para bulmuşlar. Altın para bulduğunu söyleyenler türlü felaketlerle boğuşmuşlar, kötülükler yakalarını bırakmamış. Para bulduğunu söylemeyenler parayı kullanamamışlar. Ama yaptıkları iyiliğin ödüllendirildiğini bilerek mutluluk içinde yaşamışlar.

Gönülden iyilik yapanlar hiçbir zaman karşılık beklemezler. İyiliği yaptıktan sonra unutur giderler. İyiliğin eninde sonunda ödüllendirileceğini düşünüyorum. Ama, iyilik yapan herhangi bir karşılık beklememeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...