Evvel zaman içinde, ülkenin birinde, zengin bir adamın, GÜL HANIM adında güzel bir kızı varmış ve her gün pencerenin önünde oturur gergef işlermiş. Bir gün penceresine bir kuş konmuş. Kıza "Gül Hanım, Gül Hanım, sen bu gergefi ister işle ister işleme. Kırk gün, kırk gece bir ölünün başını bekleyeceksin, ondan sonra murada ereceksin" demiş ve uçup gitmiş.
Kız kuşun söylediklerini anasıyla babasına anlatmış. Onlar da hemen, göçlerini toplayıp kızlarını da alarak o kenti terk etmişler. Yolda giderlerken, gece olunca ağaçlık bir yerde konaklayıp uyumuşlar. Gece karanlığında, herkes uykudayken birileri kızı kaçırıp, içinde hiçbir canlının bulunmadığı bir saraya kapatmışlar. Sabah olup da kız uyanınca, ben neredeyim diye sasırmış, kalkıp sarayı dolaşmaya başlamış. Odalar bomboşmuş. Yalnız son açtığı odada, bir delikanlı ölüsü yatıyormuş ve yanında da pek çok yiyecek varmış.
Kız kuşun söylediği, kırk gün bekleyeceği ölünün bu güzel delikanlı olduğunu anlayarak, orada bulunan yiyeceklerden yiyip, sabırla beklemeye başlamış. Saray bir denizin ortasındaymış. Günler geçtikçe, kızın canı yalnızlıktan çok sıkılmaya başlamış. Bir gün denizden bir geminin geçtiğini görmüş… Balkondan mendil sallayarak, geminin yaklaşmasını beklemiş ve kaptandan kendisine arkadaşlık yapacak bir cariye istemiş... Kaptan da onun yalnızlığına acıyıp, bir cariye armağan etmiş. Bundan sonraki günlerde ölünün başını ikisi beklemeye başlamışlar. Gece gündüz uyumadan bekliyorlarmış. Kırkıncı gün yaklaşırken, cariye Gül Hanım'a "Hanım sen uyu kırkıncı gün dolup oğlan uyanınca, ben seni kaldırırım" demiş. Çok uykusuz olan kız da yatıp derin bir uykuya dalmış.
Kırkıncı gün dolup da oğlan gözlerini açınca, başında cariyeyi görmüş ve ona kim olduğunu sormuş. Cariye de "Kırk gündür senin başını bekleyerek, yeniden dirilmeni sağlayan Gül Hanım benim. Şu kenarda uyuyan da benim cariyem" demiş. Meğer bu oğlan bir prensmiş ve bir büyü
Sponsorlu Bağlantılar
nedeniyle öyle uyuyup kalmış… Kız başını beklediği için, büyü bozulup da oğlan uyanınca, saraydaki her şey ve herkes eski günlerine dönüp canlanmış. Prens güzel bir düğün yaparak cariyeyle evlenmiş. Sonradan uyanan Gül Hanım, olanları görmüş, ama bir şey söylememiş. Cariye prensle evlenip, kraliçe olunca, Gül Hanım'ı kendisine cariye yapmış ve ona çok eziyet etmeye başlamış.
Günlerden bir gün, prens gemisine binip, uzak bir ülkeye gitmek üzere yola çıkmış… Giderken de saraydaki herkese ne istediklerini sormuş. Gül Hanım'a gelince kız ondan, kendisine bir sabır taşı getirmesini istemiş. Bey gittiği ülkede gezmiş eğlenmiş, herkesin istediği armağanı almış, yalnız Gül Hanım'ın sabır taşını unutmuş. Ülkesine geri dönmek için gemisine binmiş fakat gemi bir türlü hareket etmiyormuş. Prens kaptana nedenini sorunca "Siz birisinin armağanını unuttunuz, gemi ondan yürümüyor" demiş. Bey o zaman, neyi unuttuğunu hatırlayıp geri dönmüş ve bir sabır taşı almış. Taşı satan adam prense, "Sen, bu taşı vereceğin her kimse onu iyi gözle, bakalım neler olacak" demiş.
Prens dönünce herkesin armağanını dağıtmış, sonra da sabır taşını alıp hemen odasına koşan kızın arkasından giderek, onu gözetlemeye başlamış. Kız taşı önüne koymuş, eline de bir hançer almış. Gözyaşları içinde başından geçenleri sabır taşına anlatmaya başlamış. Anlattıkça taş şişmiş, sonunda da dayanamayıp çat diye ortasından çatlamış. Her şeyi anlatan kız, bu çektiği acılar karşısında sabır taşının bile çatladığını görünce, elindeki hançerle kendisini öldürmek istemiş. O sırada kapı arasından her şeyi gören ve duyan prens, gerçekleri öğrenince, hemen odaya girip hançeri Gül Hanım'ın elinden alarak ona sarılmış, sonra da yanlışlıkla evlendiği cariyeyi çağırarak, sarayından kovmuş. Kırk gün kırk gece düğün yaparak, Gül Hanım'la evlenmişler ve günümüze kadar hep mutlu yaşamışlar. Onlara kömür, bize uzun ömür...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder