İç Ses - 30

Anlamak üzerine mi, anlaşmak üzerine mi, anlaşılmak üzerine mi geçecek ömür bilmiyorum.
Bu mevzularla ruhum dertte onu hissediyorum.
Kendimi hep yaşlı doğmuş çocuk diye tanımladım.
Geçmişe baktığımda hiç çocukluğumu hatırlamam ben mesela.
 Yakınlarım da hatırlamaz.
Hep büyüklerin sofrasında yemek yemişim gibi.
Hatırlamam belki diye bir çocuk bilgeliğiyle mi yaptım onu da bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde tam on altı yıldır da yazmışım.
Bazen uzun aralıklarla bazen gün gün...
Çocuklara has bir samimiyetle direkt kurulmuş cümleler, yerini kendi kendime pansuman yapışlarıma bırakmış. O kadar uzun süre sıkı sıkı sarılmışım ki çalışkanlığıma, kendime bir çıkış olarak seçmişim iyi bir öğrenci olmayı.
Çok iyi hatırladığım, kendi iç oyukluğum olmuş mıh gibi duran şeylerin hiçbiri yok sayfalarda mesela.
İlginç.
Düşünce aslında canı yandığı için, korktuğu için, kendi kendine acımadı acımadı deyip hızla üstünü başını temizleyen çocuk telaşı var yazdıklarımda.
Çocukluğumun son dönemi kendimi, derdimi, içimdekileri anlamakla geçti.
Yetişkinliğimin ilk yılları seçilmiş bir delilikle geçsin istiyorum.
Belki yetişkinliğimi çocuklukla tamir ederim, belki gerçekten marazlarım artık bir defter kapağını kaldırdığımda hortlayıp yüreğimin ortasına oturmaz diye, telaşıma sığınıyorum sanırım.
Kendimi tamir etmek için konuşuyorum, kendimi tamir etmek için yazıyorum.
İçimde kalanların yanına ilişmesin diye aklıma geleni geldiği gibi söyleyivereyim istiyorum.
Ben aslında nefes alır gibi konuşuyorum.
Sustuklarımı bildiğim için, suskunluğumdan korktuğum için.
Yazdıklarımı yakacak kadar cesur da değilim galiba, oraya buraya sıkıştırıyorum.
Öyle işte.
İçimde hep sesler, sözler.
Belki bi gün biter



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...