HİÇBİR YER

Hülya Koçyiğit’in bir filmi vardır adı ‘’Almanya acı vatan’’
Bilmem izlediniz mi hiç ?
Filmde Hülya Koçyiğit Almanya’ya çalışmaya gelmiş genç bir kadındır. Almanya’da onlarca kadınla aynı dairede yıkık dökük bir bir apartmanda yaşamaktadır. Tatillerde memleketine gönüp Alaman’dan aldıklarını köydekilere satar. E tabi biraz farkla. Tek motivasyonu para kazanmak olmuştur. Maksatı memlekette bir kaç kat alıp belki de bir dükkan açıp rahat etmektir. Ama köyünden birinin Alaman’a işçi gidebilmek için ona formalite eviliik teklif etmesiyle düzeni bozulmaya başlar. Film içinde Hülya Koçyiğit’in bu robotlaşmayı, hipnotize edilmişcesine yaşadığı tutsaklığı sorgulamasını görürüz.


  ****
Yola çıkarken niyetim hikayeyeydi. Hep söyledim, hissettim. Yok ben yapamayacağım deyip içimi ateşe verdiğim anda da telefonun karşısındaki en şahanelerim bana aynı şeyi hatırlattı. Hikayeyi…
Ama aklımın ucundan bile geçmeyen, yıllar öncesinde yazılmaya başlanmış, belki çoktan alışılmış bu gurbet hikayesinin içinde buldum kendimi.
 Alaman’da çalışmak, orada çok sıkıntı çekip sonra ülkeye döndüğünde bir ev bir arsa almak durumu aslında çok sık karşılaştığım bir şeydi. Anneannemin ev sahibi karı koca Alaman’da çalışıp yapmışlardı o apartmanı mesela. Ben bunu neredeyse yedi yaşımdan beri biliyordum. Ama hiç fark etmemiştim yanımdan geçip giden hikayeleri.
 Almanya’da  23 yaşımın son yarısını tamamladığım bu aylarda fark edebildim.
 Burada Almanya’nın hemen hemen her şehrinde ülkesiz köksüz kalmış Türkiyeliler.
 Ne Türkiye’ye ait  kalabilmiş ne Almanyalılaşabilmiş.
 Her daim öteki olmuş. Üstelik her iki toprakta da.
 Ağızlarda bir adapte olamadılar lafı almış yürümüş. Daha ucuz ve sağlıklı iş gücü olarak kabul edilmiş trenler dolusu insanın sadece çalışmasını isteyip hiç hissetmesin, düşünmesin beklemişler sanırım. Gelen işçiler Alman olmak için değil para kazanmak için gelmişken, birden bire kendilerini sapsarı bir Alman kültürü içine atmalarını beklemek çok insafsızca değil mi?  Kendi gelişlerinin ardından ailelerini de buraya aldıran Türkiyiyeliler yavaş yavaş kendi yaşam gettolarını oluşturmuşlar. Bence bir çoğu yeterince para kazanıp dönmeyi düşünmüştü. Ama işler öyle olmadı hayat devam etti çocuklar doğdu. Doğan çocuklar büyüdü okullu oldu. Bir taraftan Alman gavurdu. Adetleri farklıydı asla onlar gibi olunmamalıydı. Çocuklar korunmalıydı. Diğer taraftan hayat her zaman olduğu gibi ileriye aktı. Her şey değişti. Tek kelime Almanca öğrenmeden Türkiye'ye dönme ümidi ile yaşayıp gidenlerin çocukları aslında bilmedikleri, sadece yıllık izinlerde gördükleri bir yere ait olarak Almanya’da büyüyordu. Almancasının arasına sıkıştırdığı Türkçe sözcüklerle Türk, Türkçe konuşurken araya sıkıştırdığı almanca kelimeler yüzündense hep Almancıydı.
  Almanyalılar ötekileştirdikçe daha çok Türklüğe sığınan Türkiyeliler, kültürlerini siyasi bir tavır alarak haddinden fazla sahiplenmiş durumdalar şimdi burada.

 
Hamburg’ta bir işim vardı ve tren garından inince şöyle bir etrafa bakayım dedim. Hiç fark etmeden o sokak mı bu sokak mı derken bir Türk mahallesine düştü yolum. Rengiyle, kokusuyla, insanlarıyla şehrin tükürdüğü o sokak hiçbir yerin resmi gibiydi. İçimin sıkıldığını hissedip, hızlı adımlarla gara döndüm. Sonra birden tepeden bu tren raylarını görünce aklımdan bunlar geçti. Film, o güne kadar konuştuğum tüm Almanyalılar, Türkiyeliler, işçiler, hepsi .... Tam bu fotoğrafı çektiğin o anda, trenlerin içine insanların ruhlarını doldurup gerçekten var olmak isteyecekleri bunu hissedecekleri yerlere dağıtmak istedim.

   Bunlar aklımdan geçerken koca puntolarla yazılmış bir sorum var içimde kendi köklerime dair ‘’Onlar sürüldükleri topraklardan geride binlerce ölü bırakmışken, işte sizin yeni hayatınız burası denildiğinde neler yaşamışlardı?’’  




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...