Güneşe nazar boncuğu taktım. Saman yolunu avucuma aldım. Yıldızları bir bardağa doldurup lıkır lıkır içtim. Ben Aykızım. Aykız olan güneşe nazar boncuğu takar. Samanyolunu avucuna alır. Yıldızları bardağa doldurup lıkır lıkır içer. Sonra gökkuşağındaki parıltıları gözlerine emdirir, yedi rengin güzellemesinde dünyaya gülümser, bir sevgi öpücüğü gönderir.
— Hey dünyalılar! Siz de beni seviyor musunuz?
Cevap yok.
Bir çocuk görürüm camın arkasında, elleri açık dua eden. Bir çocuk daha görürüm bana bakarken. Sonra biri daha. Çocuk değil bu. Yaşlı bir kadın. Başı secdede. Yanı başında bir bebek oturmuş ağlıyor.
— Niye ağlıyorsun bebecik? Kim bilir niye? Belki uykusuzdur, belki aç. Belki bebeğini kaybetmiştir, belki düşmüş dizini incitmiştir.
Dünyanın bence en güzel hali kara çarşafına sarınıp uyuduğu andır. Gecedir o zaman. Karanlık her şeyi örter. Çirkinlikleri kapatır. Gölgeler oynaşır sokaklarda. Güzelle çirkin birbirine karışır. Yüzleri seçemezsiniz. Kısa boylular bile mutludur gece. Ay ışığında uzayan gölgelerine bakıp boylarının uzadığını düşünürler.
İnsanların bir ismi yoktur artık. Karanlıkta kimse kimseyi tanımaz. Meşhurlar sıradanlaşır. Herkes mutludur.
Herkes mi? Hani şu namaz kılan yaşlı kadının yanı başında ağlayan çocuk da mı? Bilemiyorum sanki bir derdi var gibi. Çözemedim. Bazı sırlar var ki ben bile çözemem. Aydınlık bakışlarım bütün gizlilikleri göremez.
Biri daha var. Seslendim. Çok seslendim ama duymadı. Bir çocuk. On yaşlarında. Evi yok, ailesi yok. Kimsesiz bir çocuk. Sevimli ama hırçın. Kimsesizlik kolay değil. Gece karanlığında kuytulara çekilip ağladığını kaç kez gördüm. Hiç kimse tarafından sevilmediğini düşünüyor. Oysa ben onu seviyorum. Ama o bunu bilmiyor. Belki hiçbir zaman bilmeyecek. Çünkü söyleyemiyorum. Siz haber veremez misiniz ona? Bütün kimsesiz çocuklara söyleyemez misiniz Aykız hepinizi çok seviyor diye?
Benim de başım bulutlarla dertte. Tam dünyanın güzelliklerine bakarken, önümü kapatıyorlar. Kızıyorum. Ama kızmaya hakkım yok. Onların görevi bu. Onlar olmasa yağmur olmaz. O zaman kurur etraf. Bitkiler bile yaşayamaz. Belki de milyonlarca çocuk ölür. Bu yüzden bulutları suçlamıyorum. İşlerini bitirmelerini sabırla bekliyorum. Sizleri bir süre görememeye katlanıyorum. Bazen mehtap gezisine çıkıyorsunuz. Işıl ışık aydınlatıyorum. Bir de eşlik ediyorum size. Nereye gitseniz geliyorum. Beni seyrediyorsunuz. “Bu gece ay ne kadar güzel!” diyorsunuz. Pırıl pırıl! Siz de çok güzelsiniz. Pırıl pırıl! Ne güzel yaratılmış deseniz olmaz mı? Siz zeki çocuklarsınız ne demek istediğimi anlamış olmalısınız. Ben pek zeki sayılmam. Işığımı bile güneşten alırım. Parıldamamı güneşe borçluyum ya güneş kime borçlu ışıltısını. Dedim ya! Pek zeki sayılmam. Herhalde siz cevabı biliyorsunuz.
Doğrusu çok merak ediyorum. Güneşi yani. Milyonlarca yıldır parlıyor. Işık veriyor, ısı veriyor. Ne yakıyor acaba? Akıl erdiremiyorum. İşte bu yüzden güneşe nazar boncuğu taktım. Samanyolunu avucuma aldım. Yıldızları da bir bardağa doldurup lıkır lıkır içtim. Ben kim miyim? Aykız dedim ya! Hani geceleri bayrağınızdaki hilal gibi olan Aykız. Ya da altın tepsi gibi parlayan beni. Gülücükler gönderen dünyanıza. Sizi seven çok seven… Siz iyi çocuklarsınız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Rare Disease Day and the promises of personalized medicine
O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...
-
Pakistan dizileri Hint dizilerinden farklı. Onlar gibi coşkulu olmuyor genelde. Bu yüzden yarım bıraktıklarım hayli fazla. Ama bu dizi ...
-
Pakistan dizisi önyargımı biraz olsun kıran bir dizi izledim geçenlerde. Baştan söyleyeyim Hindistan dizilerindeki gibi rüzgarlar essi...
-
W e discussed a Japanese pachinko machine in an earlier post , a pinball machine, as an example of the difference between randomness and det...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder