Geçersiz Kimlik

Yüzümün Kalıbı

Her ayın ikinci hafta sonu Seiba eğitimleri için İstanbul'dayım. İstanbul'a gitmeye alıştım artık. Orada yaşamanın nasıl bir şey olduğunu pek bilmiyorum ama gezmek güzel. En güzel kısmı da İzmir'e dönmek. Genellikle toplu taşıma kullanan biri olarak iki şehirde de yanımda kartlarımı taşıyorum. Onları özene bezene aldığım kırmızı plastik kaba koyuyorum. Şehir değiştirdikçe de birini çıkarıp diğerini takıyorum. Bu ay geri döndüğümün ertesi gün provamız vardı. Arkadaşımla aynı otobüsü denk getirme çalışmalarımız sonuç verdi ve ben otobüse bindim. Yeni döndüğüm için kartımı değiştirmiştim yalnız bakiyem yeterli mi yetersiz mi pek de emin değildim. Ben cihaza kartımı gösterdim “Geçeriz kart” dedi aslında tam olarak öyle demedi. İki kelimeydi söylediği şey ama "bu kartınız pek bir işe yaramıyor" anlamında bir şeyler dedi cihaz. Ben inanamadım. Çünkü kartımı yeni değiştirmiştim üstelik de öğrenci kartımdı. -Halen yüksek lisans yapmanın faydaları. -Kartı bir daha gösterdim yine aynı tepki. İnsanlar arkamda biriktiler. Yana çekildim. Her geçen kişinin arkasından kartımı gösteriyorum. Çıkarıp gösteriyorum, ters çeviriyorum. Yine olmuyor yine olmuyor. Bu arada canım arkadaşım da bana sesleniyormuş benim kartımı kullan diye ama ben hiç kimseyi görmüyorum sadece beynimde bu nasıl artık geçersiz olabilir sorusu var. Şöför bana “kart sizin değil mi” diye sordu. Ben ısrarla benim olduğunu söylüyorum en sonunda vazgeçtim ve arkaya doğru ilerleyip arkadaşımın kartını aldım. Her şey bitip de oturduğumda beynim durmuş gibiydi. Neden bu kadar panik yaptığımı bir türlü anlayamadım. Biraz sakinleşince birden aklıma eski kartımı çıkarmış olduğum yeni kartımın ise çantamda olduğu geldi. Bu kart aynı zamanda benim üzerinde fotoğrafım da olan kimliğimdi.
İstanbul'da olduğum haftasonu Seiba'da Nazlı Hocamla ve Senem Hocamla çalıştık. Pazar günü, Senem Hocayla biyografik hikaye anlatımı çalışmaları yaptık. Genel olarak bedeni serbest bırakmak, anıları hatırlamak için duyuları kullanmak ve içimizin derinliklerinde yol almakla ilgili çalışmalar yaptık. O gün, çocukluğuma, gençliğime, yetişkinliğime dair unuttuğum pek çok şeyi hatırladım. Bende ortaokul anılarım çok silikti, onları hatırladım hem de en ücra köşelerdekileri. İlk evlendiğim yıllara dair pek bir şey hatırlamıyordum, onları hatırladım. Bir süre sonra zaman ve mekan gitti, tüm hayatımın içinde dolaşan bir ruhtum sadece. Her şey bir andaydı sanki. O sırada ne kadar çok değiştiğimi farkettim. Her yaşta, her olayda. Hepsi bendim ama aynı zamanda da değildim. O benlerin hepsiydim. Sonra da aslında yoğun değişim dönemlerindeki anılarımı hafızamdan sildiğimi farkettim. Yeni bir benliğe geçişte bir şeyler kopmuş bende. Onları hatırlamak bana çok iyi geldi. Yaşadığımız öyle çok şey var ki. Hepsine kendime yük yapmadan uzaktan bakabilmek çok rahatlatıcıydı. Bu süreçleri hatırlamam tesadüf değildi.

Hayatımda artık yeni bir döneme girdim, aynı zamanda yeni bir döngüye. O kadar çok döngüden geçiyoruz o kadar çok ölüp yeniden doğuyoruz ki. Yeni kimliklerimizle yola devam etmemiz gerekiyor. Eskiden kalan alışkanlıklar, taktikler, davranış kalıpları, kendimizle ilgili yargılar artık bir işe yaramıyor. Eski kimlikle yol alamıyoruz. Bunu farketmediğimizde de hayat bize başka başka yollardan mesaj gönderiyor. Bana olduğu gibi. Arkadaşımın yanına gidip de koltuğa oturup sakinleştiğimde şunu düşündüm. “Artık eski Sıla değilsin. Yeni kimliğini kabul et.” Bunu söylemesi kolay, uygulamada bazen sıkıntılar oluyor. Ama evrenin desteğini öyle çok hissediyorum ki. Arkadaşlarım, hocalarım, ailem, her şey ve herkes. Her şeyin mükemmel olduğunu hatırladığımdaysa unutkanlıklarıma da gülümseyebiliyorum.

Yeni Tatlar


  İlginç, değişik, işte cumbul cumbul tatlara pek açığımdır. 
  Tabi bu tatlar her zaman lezzet duyularımı zirveye çıkarmıyor. 
  Anam bunun yendiğinden emin misiniz diyesim geldiği de oluyor ama içime atıp yola devam ediyorum. 
  Hayat bir yolculuk anacım, neydek durak mı...



Balkabaklı kahve... Sonlara doğru kabak tadı verdi evet.



Tofu... Soya fasulyesinden Uzak Doğu'ya has bir şey. Resmen helva muamelesi yapmışım ama heç tadı yoh.



Hurmişli kurbiş... Lezzetli ama hamuru kum kum. Misafirin yanında yenmemeli, yeniyorsa da konuşmamalı. Boğulma tehlikesi var.



Yıldız meyvesi... Belli bir tadı yok ama ay nasıl sulu, nasıl ferah.



Kumkuat... Portakalın küçüğü. Anacım ısrarla şuna kabuklarıyla yeniyor demeyin ya, zehir gibi. İçim ürperdi şu an. Soydum yedim mis gibi.



Hindistan cevizli aloe vera suyu... Nasıl sevdim bunuğğ. İçinde jelleri de var, kımıl kımıl. Çok yoğun bir tat. Yemeğin üstüne falan içerseniz dağa tırmandırabilir.



Poaça... Makedonya'ya has. İçini patatesli zannedip koca bir parça ısırdım ama yutmam zor oldu. Hepsi hamurmuş gı.



Tatlı patates... Bunu balkabağı gibi kesip, şekerle, tarçınla fırınlıyorlar, oluyor tatlı. Ama ben ısrarla kızartmasını yapmaya devam ediyorum. Türk'üm çünkü. Havuç gibi tatlımsı. Çok lezzetli.



Pecan Pie... Buraların meşhur payı. Koca kazandıran pay da diyorlar. Eskiden bundan yapıp sevdiklerine götürürmüş kızlar. Muhteşem bir tat ya. Elim ayağım titriyor şu an.



Guava... Tadı az, kokusu tropik aromalı meyve. Sehpanın üstündeki tabaktan bile kokusu geliyor buram buram. İştahla ısırıyorsunuz, yok. Bir de taş gibi çekirdekleri var. Sen uzaktan kok annem. Yemesem de olur.



Crispi roll... 12 tahıllı sağlıklı atıştırmalık. Bizim gong var ya, ona benziyor biraz. Ama çok doğal ve keyifli bir tat. Keyifli?? De get bacım, uyduruk uyduruk cümleler uydurmayın ya.



  Pardon bu yenmiyor, araya karışmış.



Mochi... Uzak doğu tatlarından. Dışı susamlı pirinç lapası. İçi... İçiiii haşhaş gibi geldi bana. Çok hoş bir tat. Çeşitleri de varmış bunun. Bizim Kore hayranları evde denemişler, tarifleri var internette. Şeklini tutturamamışlar ama olsun, mochi yapan elleriniz dert görmesin kızlar.



Demirhindi... Bilenler vardır, bizim Sensiz Olmaz'daki Paro'nun yüzünü ekşite ekşite zevkle yediği şey. Macunumsu, toprağımsı, ekşimsi. Böyle yazınca pek yenilesi gelmedi ama çok hoş bir tat. Hakkat. 


Yeni tatlar devam edecüh.
Çoh eğlenecüh. 

Relatedness is relative: How can I be 85% genetically similar to my mom, but only related to her by half?

First of all, no. I am not the lovechild of star-crossed siblings, or even cousins, or even second cousins. 

This is a gee-whiz kind of post. But the issues are not insignificant.

Hear me out with the background, first, before I get to the part where my eyes bug out of my head and I pull out my kid's Crayola box and start drawing.

If you've learned about sociobiology, or evolutionary psychology, or inclusive fitness, or kin selection, or the evolution of cooperation and even "altruism," or if you've read The Selfish Gene, or if you've been able to follow the debate about levels of selection (which you can peek at here)...

... then you've heard that you're related to your parents by 1/2, to your siblings by 1/2 as well, to your grandparents and grandchildren by 1/4, to your aunts and uncles and nieces and nephews by 1/4 as well, and to your first cousins by 1/8 and so on and so forth.  (Here's some more information.)

So, for example. For evolution (read: adaptationism) to explain how cooperative social behavior could be adaptive in the genetic sense, we use the following logic provided by Bill Hamilton, which became known as "Hamilton's Rule": 

The cost to your cooperation or your prosocial behavior (C) must be less than its benefit to you (B), reproductively speaking, relative to how genetically related (r) you are to the individual with whom you're cooperating. That could have come out smoother. Oh, here you go:

C < rB, or B > C/r

If you're helping out your identical genetic twin (r=1.0), then as long as the benefit to you is greater than the cost, it's adaptive.

C < B, or B > C

If you're helping out your daughter (r = 0.5) then as long as the benefit to you is greater than twice the cost, it's adaptive.

C < (1/2)B, or B > 2C

So already, the adaptive risk to helping out your daughter or your brother is quite higher. And it's even harder to justify the cooperation between individuals and their sibs' kids, and grandkids, especially ESPECIALLY non-kin. But, of course creatures do it! And so do we.

As relatedness gets more distant and distant, we go from 2 times the cost, to 4 times, 8 times, 16, 32, 64 etc... You can see why people like to say "the math falls away" or "drops off" at first or second cousins when they're explaining where the arbitrary line of genetic "kin" is drawn.  If you offer up a curious, "we're all related, we're all kin," someone out of this school of thought that's focused on explaining the evolution of and genes for social behavior may clue you in by circumscribing "kin" as the members of a group that are r = 1/8 or r = 1/16 but usually not less related than that.

This has long bothered me because we're all genetically related and so much cooperation beyond close kin is happening. And it's been hard for me, as someone who sees everything as connected, to read text after text supporting "kin selection" and "kin recognition" (knowing who to be kind to and who to avoid bleeping), to get past the fact that we're arbitrarily deciding what is "kin" and it seems to be for convenience. I'm not doubting that cooperation is important for evolutionary reasons. Quite the contrary! It's just that why is there so much math, based in so many potentially unnecessary assumptions about genes for behavior, gracing so many pages of scientific literature for explaining it or underscoring its importance? 

(It could just be that as an outsider and a non-expert I just don't understand enough of it and if I only did, I wouldn't be gracing this blog with my questions. But let's get back to my reason for posting anyway because it's potentially useful.)

Right. So. Even for folks who aren't part of evolution's academic endeavor, it's obvious to most that we're one half dad and one half mom. The sperm carries one half of a genome, the egg another, and together they make a whole genome which becomes the kid. Voila!

There's even an adorable "Biologist's Mother's Day" song about how we've got half our moms' genome... 


... but there's biology above and beyond the genes we get from mom (and not from dad). And that song is great for teaching us that the rest of the egg and the gestational experience in utero provide so much more to the development of the soon-to-be new human. So "slightly more than half of everything" is thanks to our mothers. Aw!

But, genetically, the mainstream idea is still that we're 50% our mom. 

I teach very basic genetics because I teach evolution and anthropology.And I'm not (usually) a dummy.* I get it. It's a fact! I'm half, genetically, my mom and I'm also half my dad. 

r = 0.5

Okay! But, given these facts about relatedness and how it's imagined in evolutionary biology, facts that I never ever questioned, I hope you can see why this report from 23andMe (personal genomics enterprise) blew my mind:

Percent similarity to Holly Dunsworth over 536070 SNPs (single nucleotide polymorphisms or, effectively/rather, a subset of known variants in the genome; Click on the image to enlarge).
I am 85% like my mom and I am at least 76% like my students and friends who are sharing with me on 23andMe. Names of comparisons have been redacted. As far as I know, this kind of report is no longer offered by 23andMe. I spat back in 2011/12 and the platform has evolved since.

Okay, first of all, it is a huge relief that, of all the people I'm sharing with on 23andMe, the one who squeezed me out of her body is the most genetically similar to me. Science works.

But that number there, with my mother, it is not 50%. It's quite a bit bigger than that. It says I'm over 85% the same as her.

What's more, I am also very similar to every single person I'm sharing with on the site, including example accounts from halfway around the world. Everyone is at least 60-ish% genetically similar to me, according to 23andMe. I know we're all "cousins," but my actual cousins are supposed to be 1/8th according to evolutionary biology. How can my mom be related to me by only one half? How can my actual cousins be only an eighth (which is 12.5%)? 

What is up with evolutionary biology and this whole "r" thing?

Hi. Here is where, if they weren't already, people just got really annoyed with me. Evolutionary biology's "relatedness" or "r" is not the same as genetic similarity like that reported by 23andMe.

Okay!

But why not? 

Let me help unpack the 85% genetic similarity with my mom. Remember, it's not because I'm inbred (which you have to take my word for, but notice that most everyone on there is over 70% genetically similar to me so...).

It's because my mom and dad, just like any two humans, share a lot in common genetically. Some of the alleles that I inherited from my dad are alleles that my mom inherited from her parents. So, not only is everything I got from her (50%) similar to her, but so are many of the parts that I got from my dad. 

Let me get out my kid's arts supplies.

Here is a pretty common view of relatedness, genetically. In our imagination, parents are not related (r = 0) which can lead our imagination to think that their alleles are distinct. Here there are four distinct alleles/variants that could be passed onto offspring, with each offspring only getting one from mom and one from dad. In this case, the sperm carrying the orange variant and the egg with the blue variant made the baby.


1. (Please, if you're horrified by the "r" business in these figures, read the post for explanation.)
But few genes have four known alleles, at least not four that exist at an appreciable frequency. Some could have three. What does that look like? 

The green allele doesn't exist in the next example. As a result of there being only three variants for this gene or locus, mom and dad must share at least one allele, minimum. That means, they look related and that means that, depending on which egg and sperm make the kid, the kid could be more related to mom than to dad. 


2. (Please, if you're horrified by the "r" business in these figures, read the post for explanation.)
Now here's where people who know more than I do about these things say that the kid is not more related to mom than dad because she got only one allele from mom and that keeps her at r = 0.5. 

Well, that's just insane. What does it matter whether she got the allele from mom or dad? I thought genes were selfish? (Sorry, for the outburst.)

Again, I realize I'm annoying people and probably much worse--like stomping all over theory and knowledge and science--by mixing up the different concepts of genetic similarity (e.g. 50%) with "r" (e.g. 0.5) and horribly misunderstanding all the nuance (and debate) about "r," but I'm doing it because I'm desperately trying to know why these two related ideas are, in fact, distinct. 

One last pathetic cartoon. 

In this third example, as is common in the genome, there are only two alleles/variants in existence (at an appreciable frequency, so not accounting for constant accumulation of de novo variation). An example of such a gene with only two known alleles is the "earwax gene" ABCC11 (there's a wet/waxy allele and dry/crumbly one). Here, the two alleles are orange and blue. Most humans in the species will have at least one allele in common with their mate for a gene with two alleles, and it's not because most humans are inbred, unless we want to redefine inbreeding to include very distant relatives (aside: which may be how the term is used by experts). 


3. (Please, if you're horrified by the "r" business in these figures, read the post for explanation.)
But as a result of the chance segregation of either the blue or orange allele into each of the gametes, two people with the same genotype can make a kid with the same genotype. 

And of course, making a kid with your same genotype is the only possible outcome if you and your mate are both homozygous (i.e. where both copies are of the same variant so that leaves no chance for variation in offspring unless there is a new mutation). 

So, I wandered a little bit away from my point with these drawings, but I had to because I wanted to get down from where my imagination has me (us?) with "r" versus how things really are with reproduction. We are baby-making with vastly similar genomes to ours, so we are making babies with vastly similar genomes to ours. 

So, I do see why biology says I'm related to my mom by one half. But, on the other hand, what does it matter if I got the thing I have in common with my mom from my mom or whether I got it from my dad? Because I got it. Period. It lives. Period. 

[Inserted graf January 20, '17] Saying it matters where I got the similarity to my mom keeps us at r = 0.5. Saying it matters only that I inherited DNA like hers keeps us always, all of us, at r > 0.5 with our parents and our kids because any two babymakers share much of their genome.

And the fact that this (see 2 and 3) happens so often is why I'm a lot more than 50% genetically like my mom, and the same can be said about my genetic similarity to my dad without him even spitting for 23andMe. 

So, here we are. I don't understand why our relatedness to one another, based on genetic similarity, is not "r."

I hope it's for really beautifully logical reasons and not something political. 

Because...

If "r" was defined by genetic similarity, then would cooperating with my 76% genetically similar students and friends be more adaptive than the credit I currently get from evolutionary biology for cooperating with my own flesh and blood son? 

If "r" was defined by genetic similarity, then could we use the power of math and theoretical biology to encourage broader cooperation among humans beyond their close kin? 

So many questions.

Maybe I should re-learn the math and learn all the other math.

Nah. Not myself. At least, it wouldn't come fast enough for my appetite. Maybe someone who already knows the math could leave a comment and we could go from there... 

And it would be worth it, you know, because despite my relatively weaker math skills, I bet we're more than 50% genetically similar.





*from 23andMe: "You have 321 Neanderthal variants. You have more Neanderthal variants than 96% of 23andMe customers."
 Old bottles are a great way of displaying single flower stems; in this case I've chosen some vintage fabric flowers and added a touch of ribbon. I put these into the shop today as my way of encouraging spring to arrive. The daffodils are already out and the first snowdrops. Is it really only two weeks since New Year?



Amerika'da Yeni Yıl ve Kar


Aşk Amerika'da yaşanıyor güzelim. Amerika bana, ben Amerika'ya özelim...
Höff resmen anlatım bozukluğu var bu şarkıda. 

Güneyde kış yok dediydiler, kendimi kar bekleyen İzmirli psikolojisine hazırlamıştım. Hakkaten kış bir geliyor, bir gidiyor buralara, daha çok bahar serinliği gibi. Hele kar hiç beklemeyin dediydiler. İncecik yağar. 

Ay bir yağdı. Gerçekten bir gün yağdı. Üç, dört gün kaldı. Biz de bulunca suyunu çıkardık. 









Kapılarımıza hava -1 derece olacak diye bir gün önceden yazı bıraktılar. Suların donmaması için önlemler yazıyordu. Şu üstteki kadar kar yağdı. Bütün gün kar araçları yolları temizledi. 



Hepimizin hayatını temsilen. Ama çok tatlış oldu ya! Kısa film dalında bütün kategorilere adayım...


⭐ 

Yılbaşı zamanı evleri muazzam ışıklandırdılar. Kendi inançları, kendi bayramları sonuçta.
Baktıkça bizim bayramlarımızın ne kadar sönük geçtiğini düşünüp üzüldüm. Bayramlar bizde akraba ziyaretlerine, zoraki ev gezmelerine veya tatil hayallerine sıkışmış durumda. 
 Oysa Osmanlı'da böyle miydi bayram eğlenceleri? 
Kabul edelim nerde o eski bayramlar derken bile bu zorakiliği kast ediyoruz aslında. Acilen kültürümüze uygun şekilde güncellememiz gerekiyor bazı şeyleri. Çok şeyleri. Zamanla anlatırım inşallah. 


Burda hemen her evin yanında yöresinde dekoratif süsler var. Geçenlerde boş bir eve bakmaya gittik. Evin önündeki porselen süsleri, heykelleri almamışlar, öylece duruyor. Kimse çalmıyor. Ya bizde olsa? 
Neyse...

Bakalım evleri nasıl süslemişler...




Sevgiler canlar 






İç Ses - 29

Anlamak ve anlaşmak arasındaki boşluğa sıkışan iç sıkıntıları yazmıştım bir köşeye şimdi yazmak için oturunca beyaz ışığın karşısına aklıma geldi. Anlaşmaya yetmeyen anlamaların ruhumuzun üzerinden geçip gittiği dönemin adı yetişkinlik sanırım. Olgunluk denen ömrün arka bahçesi dönemine geldiğimde ya anlama çabasından ya da anlaşmaktan vazgeçmiş olmayı umuyorum.
Maddi hırslara kapılıp bir kazanmak telaşı ile ömür tüketme üzerine programlı biri olmadığım için, hayallerime kapılıp, dünya denen yeri anlama telaşı ile ömür tüketiyorum. Bir huzur dönemi olacaktır illa ki değil mi? Olur olur ya bence :)
Yaşarken ve hayat sağımdan solumdan akarken içimde bazen gerçek bir dinginlikle biraz sabır bak zamanla nasıl da haklı çıkacağım dediğim anlar, hisler; bazen hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiğim, hep hataya teşne bir çömezlik…  
Belki kardeşle yaşamanın verdiği idare etme refleksi, belki yaşlıyla büyümenin verdiği ihtiyar bir kabullenişle duvarsız, yalansız, apaçık devam etme arzusu.
Ananem insanın geçinmeye gönlü olcak derdi, sağlığında kulağıma yerleşen ve her geçen gün ne kadar da haklı olduğunu bir kere daha fark ettiğim cümlelerden. Geçinmekten kast ettiği anlaşmak, devam etmek yani.
 Geçinmeye niyetim var benim hayatla da umutla da, sık sık içimin huzursuzluğu ile ruhumu duvardan duvara vurmalarımın kaynağı anlaşılamayan çocuk telaşı sanırım.
Anlaşılamamaya dair duyduğum çömez kaygı.  

Anlıyorum aslında diye başlayan cümlelerin gönlü tatmin ettiği günler diliyorum kendime, ne diyeyim daha başka.  

St Ives in Winter

 J and I took a little trip to St. Ives yesterday. It's somewhere I love to come in wintertime when the place is quiet and subdued. 

The boats are pulled up and there's only a couple of walkers on the beach, along with these cheeky chaps.....




After searching on the shoreline for sea-glass and shells we mooched up the high street looking in the shop windows. First the Cornish designer-maker Poppy Treffry......
and then some clothes stores.....
 and the best gallery in town, 'The New Craftsman'.

Finally a nice cup of hot chocolate and a slice of tiffin before heading home. Just nice!

Hint Filmi: Raavanan


    Nasıl desem bir tuhaf film. Tuhaf  şekilde çok beğendim.
  Aishwarya Rai ve Vikram rollerine çok yakışmışlar. Aynı film aynı yıl, Aishwarya Rai aynı kalarak başka bir versiyonu da çekilmiş. İkisini de izledim. Raavanan çok daha güzel geldi bana.
      Filmi hintfilmiizle sitesinden izledim.


   Yer, zaman, olay, kişiler... Hepsi cuk. Sonu böyle olmamalıydı türünden ama filme yakışan da oymuş gibi. Arada köprülü aksiyon sahnesi içinizi hoplatabilir. 
  Konu özetle ve spoilersız şöyle; olağanüstü manzaralar içinde, emniyet müdürünün muhteşem karısı, değişik garip bir adam tarafından kaçırılıyor. Elbette bir amacı var ve siz film boyunca adamımız Veera gibi kaşlarınızı çatıp, dişlerinizi sıkıyorsunuz.
    Ama sonu niye öyle oldu ya! Bollywood yapma bunu bize! (Kendimi acilen dutmalıyım)... 


     Öyle ortalarda dolaşan bir film değil bu. Çoğunuz duymamışsınızdır belki. Ben de rastlamamıştım daha önce.
   Bir gün içinde  Maan Geet dizisinde bir şarkıya vurulmam, internette aratmam ve aşağıdaki klibine ulaşmam beni filme götürdü.

    Videoyu izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. E o zaman iyi seyirler! 

Bollywood is Bollygood!
















"Ravan" ve "Oyuncu Anlatıcılık" Üzerine



Masal anlatmaya yeni başladığım zamanlardı. Kitap kulübümüzde Kurtlarla Koşan Kadınları okuyorduk ve ben de o zaman "La Loba"yı anlatacaktım. Daha sonra defalarca anlatacağım ve hayatımda çok özel bir yeri olan o masalı. Yılların getirmiş olduğu alışkanlıkla masalı ezberlemeye çalıştım ama o kadar olmadı ki... Anlatmaya çalıştım, anlatamadım. Aklımda sürekli kelimeler, bir yapmacık haller. Masaldaki cümleler benim değildi ve bu bana daha önce hiç olmadığı kadar kötü gelmişti. Sonrasında aklımda kalanları yazdım ve kendi tanımlamalarımı buldum. Aslında ilk anlatışımda onların da bir kısmı ezberimdeydi. O gün sezgisel olarak, masal çalışmanın bir oyun çalışmaktan daha farklı olduğunu anladım. O zamanlar, izlenimlerim ve deneyimlerim oyunculuk ve masal anlatıcılığının tamamen iki farklı disiplin olduğu yönündeydi. Bu noktada ise, daha çok keyif aldığım kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşündüğüm için "oyunculuktan" tamamen uzaklaşmaya ve salt bir anlatıcı olarak varolmaya çalıştım. Ya da ben öyle olduğunu zannettim çünkü neyi keskin sınırlarla ayırabiliriz ki? Aldığım eğitimlerde anladığım şey, anlatıcının oynamayacağı idi. Evet anlatıcı oynamıyordu ama başka türlü oynamıyordu. Masal anlatımlarını dinledikçe, izledikçe anlatıcıların farklı bir biçimde oynadıklarını gördüm. Bir çok durum, duygu, karakter, otantik kimlikleri ve anlatıcı kimlikleri arasında gidip geldiklerini. Tabi ben bunları kendimde sezemiyordum, bir çok kişi bana oyunculuk eğitiminin masal anlatımında çok işime yaramış olabileceğini söyledi ama ben dumanı üstünde bir masalcı olarak bunlara "hayır ben oyuncu kimliğimden sıyrılmaya çalışıyorum" dedim. Ne cahillik. Aslında bu durum o zamanlar işime yaradı, böylece kendimi yeni bir deneyime açmış oldum. Bildiğim, ezberden yaptığım bir çok şeyden sıyrılıp yeni bir öğrenme sürecine girdim. Deneyimlerimi eskiye dayandırmadan, en baştan. Hiç seyirci karşısına çıkmamış gibi. Aslında bir yandan da bu doğruydu çünkü hiç Sıla olarak seyirci karşısına çıkmamıştım. Aramızda rolden bir duvar vardı. Ama nereden bilecektim ki o rolden duvarın kalınlığı da geçirgenliği de sana bağlı. Böylece anlatıcılık deneyimim başladı ve seyirci, mekan, müzik, masal ilişkisi hakkında bir çok şey öğrendim. Çok farklı deneyimler yaşadım.

2016 yazında sevgili hocam Gürol Tonbul,  Yavuz Ekinci'nin "Günün Birinde" romanında geçen bir masalı uyarladı. Bu masalı Yavuz Ekinci kaleme almıştı. Gürol Hocamla çalışacaktık ve ben anlatacak ama bir yandan da oynayacaktım. Soner Akçay'da bu anlatımda Celo rolünde olacaktı ve İsmail Başışık da müzik yapacaktı, vokal olarak. Aslında projeye başladığımız zamanlarda bende bir çok sinyal yanıp söndü. Nasıl olacaktı? Anlatıcı oynamazdı. Peki buna ne diyecektik? Oyun mu? Anlatım mı? Tiyatro mu? Bu noktada sevgili Gürol hocama sonsuz güvenimi belirtmeliyim. Gürol Hocam çalışmamızın başından beri beni anlatım noktalarında özgür bıraktı ve masal yolculuğunda elimden tuttu. Sonerle, İsmaille olan doğaçlama çalışmalarımızda bize harika kapılar açtı. Çalışmanın başında o anki durumumla anlayamadığım bir çok şey için hocama güvendim ve bir yola çıktık. Uzun sohbetlerimiz oldu. Masal üzerine, anlatıcılık üzerine, hayat üzerine. Bende bir çok noktada ışıkların yanmasının sebebi o sohbetlerdir. Gürol hocam, bu performansta anlatıcının üçlü doğasından bahsetti. Sıla olarak ben, masal anlatıcısı olarak Sıla ve Samiralı Sara olarak masal anlatıcısı.Sonrasında provalara başladığımızda üç farklı hali keşfetmeye başladım. Oyuncu olarak da anlatıcı olarak da yaptığımız şey, bedenimizi ve sesimizi aracı olarak kullanmak. O kişiyi, duyguyu, durumu bedenimize davet etmek. Bunun için özgür bir zihin gerekiyor. Bir oyunda bir karakteri canlandırıyorsam önce onu tanımam, anlamam gerekiyor ve yaptığım şey onun bedenime gelmesine ve benim aracılığımla hikayesini anlatmasına izin vermek. Anlatıcıysam yaptığım şey bir atın, ağacın, rüzgarlı havanın, bir elmanın, bir prensesin bedenim ve sesim aracılığı ile kendini anlatmasına fırsat vermek. Aradan çekilmek ve dahil olmak. Kendimi "oyuncu" ya da "anlatıcı" olarak etiketlememin en büyük nedeni yanlış bir tiyatro anlayışı olduğunu farkediyorum. Beni sınırlayan şey bu olmuş. Kötü örnekler. Yapmacıklı haller, sahte gülüşler. Plastik bir tiyatro anlayışı. Halbuki durumun özü bu değil. Özde, yaptığımız her şeyde bir hikaye anlatıyoruz ve kendimizi aracı kılıyoruz. Ravan'da bunu yapmamış olsaydım nasıl bir şey olduğu hakkında bir fikre sahip olamayacaktım. Bu yüzden Ravan benim için apayrı bir deneyim oldu. Sahne üstünde, yerde ceviz kabukları, bir kilin üstünde ve gölge figürlerle bir dünya yarattık. Yaptığımız şeyin tümü anlatıydı. Her şey o anda oldu. Birbirimizin gözlerinin içine bakıp, enerjimizi hissedip bir masal yarattık. Bir seçim yapmak gerekiyorsa, ben kimim diye, tümü olmayı seçiyorum. Hayatta yaşadığımız her deneyim bizi biz yapıyor. Tüm bu oyuncu anlatıcılık sürecinde öğrendiğim şey bu oldu. Yaşadıklarımı keskin çizgilerle ayıramam, deneyimlerimi alır yoluma devam ederim. Bir bütün olarak.
As the year turns on its axis once again all I can think about at the moment is please, please, please let the ceasefire in Syria hold. What the Syrian people and all refugees have had to endure over the past few years is beyond shameful, and the fighting needs to STOP. We are all part of the same human family, are we not? Stop the fighting, the killing, the detonating of bombs, the helplessness, the despair. Let these be our watchwords for the year ahead:
Help, Share, Give, Enable, Communicate, Understand.
We can all do our bit, and to that end I'm going to invite my friends to join me in what I believe will be a fun way to raise money for charitable causes. 
I'm calling it the £20 Challenge.
We will all start with a single £20 note, and using that money will, over the course of one year, try and generate as much money as we can using our creative skills and ingenuity, and pledge that at the year's end we will donate whatever sum we have managed to raise to a charity of our choosing. It can become a bit of a competition between friends if you like. Would you like to take part in the £20 Challenge too?
That initial £20 could be engaged in the simple buying and selling on of an object, or if you are creative £20 could buy some fabric and some buttons and some pads to make cushion covers, and they could be sold to make a profit. If you are good at baking, then some of the £20 could buy the ingredients to bake a cake or scones to sell at a produce market; or invite family/friends round for a meal but ask guests to pay for their food; the equivalent of what it would have cost them to eat out at a restaurant or pub. Or make greetings cards and sell them to your friends; the possibilities are endless! As your pot of money grows you will have more funds to invest in money-making ideas. Sometimes you may not make much of a profit, but it will all contribute to the growing fund. It will involve keeping an accurate record of exactly what you buy and sell, and how much money you have made as you go along. I just wonder how much can actually be generated from one £20 note in the course of a year......

So, are you up for the challenge?
I will post regularly through the year on how we progress with the challenge, and I would love it if you shared your experience too.
I wish you all a very Happy New Year!
xxx

Masal ve Hikaye Kitaplarım

Geçtiğimiz günlerde İnstagram'da Kumkurdu kitabından bir bölüm paylaşmıştım. O paylaşımımdan sonra bir kaç arkadaşım Asya Mavi'ye okuduğum kitapları ve kendi masal kitaplarımı merak ettiklerini söylediler. Ben de üşenmedim kitaplığımdan en sevdiklerimi topladım kucağıma yatağa yığdım. Şimdi de onları teker teker yazacağım. Kendi okuduğum masal kitaplarının büyük kısmını kütüphaneden temin ediyorum. Mitoloji ve masal kitapları oluyor onlar ancak iade ettiğim için isimlerini şimdi sizlerle paylaşamayacağım. Bu paylaştıklarım benim kitaplığımda olup da özellikle çok sevdiklerim. Sizin de sevdiğiniz masal kitapları varsa yorum kısmına eklerseniz çok sevinirim. Burada güzel bir paylaşım başlatmış oluruz. Hepimize keyifli okumalarla geçen güzel bir yıl olsun.






Benim Masal Kitaplarım

1) Hortlağın 25 Öyküsü - İmge Kitabevi
2)En Güzel Macar Masalları - Nesin Yayınevi
3)Efsunlu Hayvan Masalları - İtalo Calvino - YKY
4)Büyülü Kuş - İtalo Calvino - YKY
5)Türk Masalları - Naki Tezel - T.C. Kültür Bakanlığı
6)Dilenci Kral ve Mutluluğun Sırrı - Joel Ben Izzy - Koridor
7)Rus Yazarlardan Masallar ve Şiirler - YKY
8)Ermeni Masalları - Pencere Yayınları
9)Zaman Zaman İçinde- Pertev Naili Boratav - RK


Asya Mavi'nin Hikaye Kitapları

1) Kumkurdu - Asa Lind - Pegasus
2)Daha Fazla Kumkurdu - Asa Lind - Pegasus
3) Daha  Da Fazla Kumkurdu- Asa Lind - Pegasus
4) Sakar Cadı Vini'nin Dinazoru - Valerie Thomas ve Korkly Paul - Türkiye İş Bankası Yayınları
5)Sakar Cadı Vini Uzayda - Valerie Thomas ve Korkly Paul - Türkiye İş Bankası Yayınları
6)Sakar Cadı Vini'nin Kış Macerası - Valerie Thomas ve Korkly Paul - Türkiye İş Bankası Yayınları
7)Sakar Cadı Vini'nin Doğumgünü - Valerie Thomas ve Korkly Paul - Türkiye İş Bankası Yayınları
8)Frederick - Leo Lionni - Elma Çocuk
9)Binbir Oyun - Henri Tullet - Timaş
10)Şuşu ve Üçtekeri - Yıldıray Karakiya, Başak Günaçan - Redhouse Kidz
11)Şuşu, Can ve Dörtteker-  Yıldıray Karakiya, Başak Günaçan - Redhouse Kidz
12)Gergedanlar Krep Yemez - Anna Kemp & Sara Ogilvie - Pearson
13) Başka Bir Anne - Sandra Albulrek , Sebban Leyla Navaro- Can Çocuk
14)Masal Battaniyesi - Ferida Wolff, Harriet May Savitz - Nesin Yayınevi
15)Koş Balkabağım Koş - Eva Mejuto , Andre Letria - Redhouse Kidz
16)Bütün Gün Esneyen Prenses - Carmen Gil, Elena Odrizola - Redhouse Kidz
17)Kütüphanedeki Aslan - Michelle Knudsen - Tudem
18)Mutlu Suaygırı - Richard Edwards ve Carol Liddiment - Türkiye İş Bankası Yayınları
19)Picasso ve At Kuyruğu Saçlı Kız - Laurence Anholt - Pearson

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...