Work and Play

 The rain is lashing down outside today, but wasn't it lovely over the weekend? I drove up to Chipping Sodbury on Friday ready for the Fair on Saturday, and felt sorry for all the people stuck in queues of traffic on the motorway heading southwards for the start of their holidays......


There was lots of loveliness as always at the Vintage and Handmade Fair, including these gorgeous confections of lace and ribbon and beads on Louise Taylor-Bowen's stand. If you look closely you will even spot a little bird nestled into this headdress! She also incorporates feathers and moss and shells into her work, and the presentation was beautiful with simple vases of fresh cow parsley straight from the hedgerow.




Here are a few pictures of my stand....


As usual I had far too much stuff to fit on my 6ft table, and after looking around at other stands I think I'm going to take a leaf out of their book and try not to cram so many things in next time. It's always a balancing act, but you know what they say, less is more....








Heather from Hellish Designs' stand had lots of French bits and lovely handmade linen lampshades.....



 Ali Hocking's stand (Betty and Violet) was really pretty; pastel coloured fabrics and ribbons...... 





delicate lace and beaded bags....



 bejewelled buckles and sumptuous velvet ribbons.....


Thank you Jayne and Michele for organising another fantastic Fair; it is a lot of work for everyone involved, but a great pleasure to meet up with fellow makers/traders and customers who appreciate what we do!


 Now that I have my camper van I can take a bit of time out to relax as well as work away from home. After a pretty exhausting day at the Fair it was so nice just to drive out into the countryside around Chipping Sodbury and look for somewhere to spend the rest of the evening. 


I drove down a small winding lane following an escarpment with spectacular views of trees and fields, and found this lovely old church at Hawkesbury. A footpath led into a field of buttercups and dandelions, so I took a pillow and my rug and lay down in the green meadow to soak in the evening sun....






Sunday morning found me waking to another glorious view of lush green hedges and fields. I decided to head off to Dyrham Park, a National Trust property not far away and one that I had not visited for many years. 


The house is surrounded by rolling parkland with deer and cattle grazing.


 There are views right over the Bristol Channel. Everything was looking so gloriously green. It seems Spring happened so quickly this year....


It is a real treat for me to see such magnificent trees like this in a rolling green landscape, because we really don't have that down in West Cornwall.



I do hope you have all had a very enjoyable Bank Holiday weekend too. x x x

Trevoole Garden Cafe


Those of you who have been following my blog for a while now will already be familiar with the wonderful garden created by Beth and Travis at Trevoole Farm, near Camborne, Cornwall. (If you want to have a refresher look, see my blog post of 4th July 2010). A wedding that was held there last year is currently featured in the June issue of Country Living magazine. Well Beth has now decided to open a cafe in the summerhouse, and on Thursday she had a trial day's opening to check that everything ran smoothly......


As I stepped into the cosy and colourful atmosphere of the summerhouse I could see my friends were already tucking into tea and cake!



I chose a piece of carrot cake.....and I must say it was rather delicious! Lovely and nutty and the creamy topping was just how I like it, not too sweet....



Beth started serving out lunch of homemade asparagus quiche, baked potato, homemade coleslaw and fresh salad leaves straight from the neighbour's garden......


There was also a spiced beef soup on offer, gently warming on the aga; the beef comes from a local butcher on The Lizard. 'Stupendous!' was the verdict from Sue as she finished her bowlful.


Beth and Travis will be opening the cafe on Thursdays only, starting on June 6th and running right through till Christmas. In the winter months the summerhouse will be made cosy by the Aga and the woodburner; meanwhile a lean-to greenhouse is currently being converted into an extra outdoor room under glass so that customers can fully enjoy the spring and summer sunshine.

After the rain shower I took a stroll around; chickens are happily scratching away in their enclosure, providing fresh eggs for the cakes and pastries....



and in the yard in front of the vintage shop, a 'theatre' of auriculas makes a wonderful display.





Gardening paraphernalia and deckchairs, baskets, enamel and china can be purchased from the little shop in the barn.....


(Angelica in her vintage apron (which she just happened to have in the bottom of her bag!))






....and a nice selection of plants can be purchased at the garden entrance.


Back in the cafe Sue and Diane were busy stitching away on their latest projects; the cafe is very relaxed and customers are welcome to bring sewing or knitting to while away a hour or two until it's time for another pot of tea and slice of cake!



There are magazines to browse, and comfy sofas to lounge in......




In fact the most taxing thing you'll have to do is make up your mind which of these tempting treats is going to end up on your plate first.....freshly homemade scones with Cornish cream and jam, 


coffee cake, chocolate cake, Victoria sponge with fresh strawberries and cream, fruit cake, carrot cake, 


or lemon meringue pie.....mmmmmm!


All the cakes are either made by Beth or her friends and neighbours.


You can even take a lovely bunch of flowers home! 
I for one am very glad that I can share in this little slice of nostalgic heaven a little more often. 

Trevoole Garden is open for The National Gardens Scheme on Sunday June 16th.


It's that time of year again when we vintage lovers gather for the annual Spring Vintage and Handmade Fair in Chipping Sodbury, this coming Saturday 25th May.  I have put together a pretty collection of lace and buttons, china and glass to put on my stall..... 




As usual I will have a range of my handmade cards on sale


plus some new stitched fabric and paper collages.


I very much look forward to meeting some of you there. xxx 

HENZEL İLE GRETEL

HENZEL İLE GRETEL



Büyük bir ormanın yakınında bir oduncuyla karısı ve iki çocuğu oturuyorlarmış. Oğlanın adı Henzel, kızınki Gretel'miş. Oduncunun kazancı pek azmış. Günün birinde ülkede kıtlık başgösterince artık kuru ekmeği bile bulup getiremez olmuş.

Bir akşam yatağına uzanıp kendi kendine düşünceye daldığı, üzüntüsünden dolayı yatağın içinde dönüp durduğu sırada içini çekip karısına demiş ki:

- Ne yapacağız? Kendimize bir şey bulamazken bu zavallı yavrularımızı nasıl besleyeceğiz?

Kadın yanıt vermiş:

- Biliyor musun ne yaparız? Yarın sabah erkenden çocukları ormanın en sık yerine götürürüz. Önlerine bir ateş yakarız, ellerine birer parça ekmek veririz. Sonra işimize gideriz; onları yalnız başlarına bırakırız. Çocuklar kendiliklerinden evin yolunu bulamazlar. Böylelikle onları başımızdan savmış oluruz.



Adam:

- Hayır demiş, ben bunu yapamam. Çocuklarımı ormanda yalnız bırakmaya içim nasıl dayansın? Çok geçmeden yabanıl hayvanlar onları paramparça ediverirler.

Kadın kocasına:

- Hadi ordan budala, deli, böyle yapmazsak dördümüz de açlıktan öleceğiz. Sen biçtiğin tahtaları o zaman bize tabut yapmakta kullanırsın... Önerisini kabul ettirinceye kadar ona rahat vermemiş.

Adamcağız:

- Fakat zavallı yavrulara acıyorum! demiş.

Açlık yüzünden çocukların gözlerine de uyku girmemiş; üvey annelerinin, babalarına söylediği sözleri duymuşlarmış. Gretel acı acı ağlıyor; Henzel'e şöyle diyormuş:

- Şimdi bize olanlar oldu! Henzel:

- Sus Gretel, demiş, kederlenme öyle! Ben yapacağımı bilirim.

Büyükler uykuya dalar dalmaz, Henzel ceketini giymiş, yavaşça kapının alt kanadını açmış, dışarı sıvışmış. Parlak bir ay aydınlığı varmış. Evin önündeki çakıl taşları pırıl pırıl parıldıyorlarmış. Henzel eğilmiş, ceketinin cebini bu taşlarla tıka basa doldurmuş. Sonra eve dönmüş. Gretel'e:

- Üzülme sevgili kardeşim, rahat rahat uyu... Tanrı bizi yalnız bırakmaz, demiş; yatağına uzanmış.

Sabahleyin ortalık ağarmaya başlarken kadın gelmiş, çocukları uyandırmış:

- Kalkın bakalım miskinler, demiş, ormana gidip odun getireceğiz. Sonra ellerine birer dilim ekmek vermiş:

- İşte öğleyin yiyeceğiniz ekmek... Vakti gelmeden bunları yiyip bitirirseniz karışmam. Sonra akşama kadar aç dolaşırsınız! demiş.

Gretel ekmekleri göğüslüğünün altına saklamış. Çünkü Henzel'in cepleri taşla doluymuş. Ondan sonra hep birlikte ormana doğru yollanmışlar. Bir süre gittikten sonra Henzel durmaya, başını arkaya çevirerek evlerine bakmaya başlamış. Bunu gören babası:

- Ne diye durup durup arkana bakıyorsun Henzel? Dikkat et, taşlara takılıp düşeceksin, demiş.

Henzel:

- Beyaz kedime bakıyorum babacığım, demiş, damın üstüne oturmuş bana "güle güle" diyor da.

Kadın bunu duyunca:

- Budala demiş, o gördüğün kedi değil; doğan güneştir, bacanın arkasından görünüyor. Aslına bakılırsa Henzel de kediye bakmıyormuş. Cebindeki parlak çakıl taşlarını birer birer yola bırakıyormuş.

Ormana girdikleri zaman baba:

- Haydi bakalım çocuklar demiş, odun toplayın. Üşümeyin diye size ateş yakayım! Henzel ile Gretel çalı çırpı toplayıp getirmişler; bunlardan kocaman bir yığın yapmışlar. Çalılara ateş verilmiş. Alevler yükselmeye başlayınca kadın çocuklara demiş ki:

- Haydi ateşin başına oturun da dinlenin bakayım çocuklar! Biz ormana gidip odun keseceğiz. İşimiz bitince gelir, sizleri alıp götürürüz.

Henzel ile Gretel ateşin karşısına oturmuşlar. Öğle vakti olunca ekmeklerini yemişler. Ormandan gelen balta seslerini işittikleri için babalarının yakın bir yerde olduğunu sanmışlar.

Oysa duydukları bu ses balta sesi değilmiş. Bu bir dalmış. Babaları bu dalı kuru bir ağaca bağlamışmış. Rüzgâr estikçe dal sallanıyor, ağaca çarptıkça "tak, tak" diye sesler çıkarıyormuş. Çocuklar uzun süre oturdukları için uykuları gelmiş, yorgunluktan gözleri kapanmış. İkisi de derin bir uykuya dalmışlar.

Uyandıkları zaman ortalık kapkaranlıkmış. Gece olmuş. Gretel ağlamaya:

- Şimdi ne yapacağız; ormandan nasıl çıkacağız? demeye başlamış. Fakat Henzel onu yatıştırmaya çalışıyor:

- Ay doğuncaya kadar bekle.. Ondan sonra yolumuzu buluruz diyormuş. Testekerlek ay gökte yükselince Henzel küçük kızkardeşinin elinden tutmuş; çakıl taşlarına baka baka yürümeye başlamış. Bunlar, yeni basılmış paralar gibi parıldıyorlar, çocuklara yolu gösteriyorlarmış.

Çocuklar bütün gece yürümüşler. Ortalık ağarırken evlerine varmışlar. Kapıyı çalmışlar. Kadın kapıyı açıp da karşısında Henzel ile Gretel'i görünce:

- Sizi yezit çocuklar sizi, demiş, bu vakte kadar ormanda işiniz neydi bakayım?... Artık sizi dönmeyecek sanmıştık.

Fakat babaları çok sevinmiş. Çünkü onları yalnız bıraktığına pek üzülmüşmüş.

Aradan çok zaman geçmemiş. Her yanda yeniden yoksulluk başgöstermiş. Çocuklar bir gece annelerinin babalarına şöyle dediğini duymuşlar:

- Yine kıtlık başladı. Evde yarım ekmekten başka bir şey kalmadı. Çoğa varmaz, hepimiz açlıktan öleceğiz. Bu çocuklar başımızdan savılmalıdır. Onları bu kez ormanın daha kuytu yerine götürelim. O zaman yolu bulamazlar. Başka türlü kurtuluş çaremiz kalmadı.

Bu sözler adamın içini sızlatmış. Kendi kendine:

- Son lokmanı çocuklarınla paylaşsan daha iyi olur! diye düşünmüş. Fakat kadın dediğinden dönmüyor, adamı durmadan zorluyormuş. Mademki birinci defasında kadının dediğini yapmış, çocukları ormanda yalnız bırakıp dönmüş. Bunu ikinci kez de yapması gerekiyormuş.

Çocuklar henüz uyanıkmışlar. Konuşulanları dinlemişlermiş. Büyükler uykuya dalınca Henzel yine yataktan kalkmış. Önceki gibi dışarı giderek çakıl taşları toplamak istiyormuş. Fakat kadın kapıyı kilitlemişmiş.

Henzel dışarı çıkamamış, ama kızkardeşini avutmaktan da geri durmuyormuş:

- Ağlama Gretel diyormuş, rahat uyu, Tanrı bize yardım eder!

Sabahleyin erkenden kadın gelmiş, çocukları yataktan kaldırmış. Ellerine birer parça

ekmek vermiş ama bu seferki ekmekler öncekilerden daha azmış. Ormana giden yolda Henzel cebindeki ekmeği ufalamış. Sık sık durarak kırıntılarını geçtiği yerlere dökmeye başlamış.

Babası:

- Henzel demiş, yollarda niçin duruyorsun? Yürüsene! Henzel:

- Güvercinime bakıyorum demiş, damın üstüne oturmuş; bana "güle güle" diyor da... Kadın söze karışmış:

- Budala demiş, o gördüğün güvercin değil; doğan güneş!.. Bacanın üstünden görünüyor... Fakat Henzel ekmek kırıntılarını yola serpmeyi sürdürmüş.

Kadın çocukları ormanın daha içlerine götürmüş. Bugüne kadar buralara hiç gelmemişlermiş. Sonra büyük bir ateş yakılmış. Anne:

- Burada oturacaksınız çocuklar demiş. Yorulursanız bir parça uyuyabilirsiniz. Biz ormandan odun keseceğiz. Akşam üzeri gelir, sizi alıp götürürüz!

Öğle vakti Gretel ekmeğini ortasından bölmüş, kardeşine vermiş. Bir parçasını da kendisi yemiş. Çünkü Henzel kendi payını ufalayarak yollara serpmişmiş. Sonra uykuya dalmışlar...

Akşam olup geçmiş ama zavallıların yanına kimseler gelmemiş. Çocuklar ancak ortalık karardıktan sonra uyanmışlar. Henzel küçük kız kardeşini avutmaya çalışıyor:

- Ay doğuncaya kadar bekle Gretel diyormuş, o zaman serptiğim ekmek kırıntılarını görürüz. Bunlar bize evimizin yolunu gösterirler.

Ay doğunca çocuklar ayağa kalkmışlar, fakat ekmek kırıntılarını bulamamışlar. Çünkü ormanlarda, kırlarda dolaşan binlerce kuş bunları toplayıp yemişlermiş.

Bunun üzerine Henzel Gretel'e:

- Korkma, nasıl olsa yolumuzu bulacağız demiş; ama bu yolu bir türlü bulamamışlar. Bütün gece, ertesi gün sabahtan akşama kadar gitmişler; ormandan dışarı çıkamamışlar. Karınları da çok acıkmışmış. Yerde duran birkaç yemiş tanesinden başka yiyecek bir şeyleri yokmuş. Çok yorgun oldukları için yürüyecek güçleri de kalmamışmış. Bir ağacın altına uzanmışlar, uykuya dalmışlar.

Çocuklar baba evinden ayrılalı üç gün olmuş. Yine yürümeye başlamışlar. Fakat gittikçe ormanın daha derin, daha kuytu yanlarına varıyorlarmış. Tez vakitte kendilerine yardım eden bulunmazsa yok olacaklarmış. Öyle vakti bir dal üzerine konmuş güzel, apak bir kuş görmüşler. Bu kuş o kadar güzel ötüyormuş ki, çocuklar oldukları yerde kalmışlar. Onu dinlemişler. Kuş ötmesi bitince kanatlarını çırpmış; önlerinden geçmiş. Çocuklar kuşun peşinden gitmişler. Sonunda kuş küçük bir evin önüne varmış, damına konmuş. Çocuklar eve yaklaşınca, bunun ekmeklerden yapılmış olduğunu, çöreklerle örtülü bulunduğunu görmüşler. Evin pencerelerinde cam yerine akide şekerleri varmış. Henzel:

- Haydi içeriye girelim de karnımızı doyuralım! demiş. Ben saçağın bir parçasını yiyeceğim, Gretel, istersen pencerelerden birini de sen ye!..

Henzel uzanmış; tadına bakmak üzere, saçaktan bir parça koparmış. Gretel ise pencereye yaklaşarak camını kırmaya başlamış.

Onlar böyle uğraşırken içerden ince bir ses duyulmuş;

- Kim karıştırıyor? Bu tıkırtı ne? Çocuklar:

- Rüzgâr... Rüzgâr... demişler. Ellerindeki parçaları telaşa düşmeden yemeyi sürdürmüşler. Saçaktan aldığı parça çok hoşuna gittiği için Henzel iri bir dilim daha koparmış. Gretel de pencereden ikinci bir parça daha sökmüş. Yere oturmuş, yemeğe başlamış.

Bu sırada kapı birdenbire açılmış; Çok yaşlı bir kadın koltuk değneklerine dayana dayana dışarı çıkmış. Henzel ile Gretel o kadar korkmuşlar ki, ellerindekiler yere düşmüş. Kocakarı başını sallayarak:

- Aman ne sevimli çocuklar! demiş. Sizi buraya kim getirdi bakayım?.. Haydi gelin içeriye; yanımda kalın... Size benden hiçbir zarar gelmez, korkmayın! Sonra ikisini de ellerinden tutmuş, içeriye almış. Evde onlara güzel yemekler çıkarmış: süt, şekerli çörekler, elmalar, cevizler... Sonra bembeyaz örtülü iki güzel yatak sermiş. Henzel ile Gretel içine girmişler. Burası o kadar rahatmış ki, çocuklar kendilerini cennette sanmışlar.

Kocakarı kendini çocuklara iyi yürekli bir insan olarak göstermiş ama aslında kötülük yapmayı sever bir cadıymış. Çocukları aldatarak eline geçirirmiş. Bu ekmekten kulübeyi de, onları avlamak için yaptırmışmış. Eline bir çocuk geçti mi onu öldürür, sonra pişirip yermiş. Böyle günlerde sevincinden bayram yaparmış. Cadıların gözleri kırmızı olur, uzakları göremezler. Fakat duyuları hayvanlar gibi güçlü olur, bir insanın yaklaştığını sezerler.

Henzel ile Gretel de eve yaklaştıkları zaman cadı kötü kötü gülmüş:

- Bunlar elime geçti demektir. Artık kurtulamazlar!.. demiş.



O sabah erkenden, daha çocuklar uyanmadan yataktan kalkmış. Çocukların mışıl mışıl uyuyuşlarını, al al olmuş tombul yanaklarını seyretmiş. Kendi kendine mırıldanmış:

- Bunlar tam dişime göre birer lokma olacaklar!..

Sonra Henzel'i kuru elleriyle yakalamış; küçük bir kümese götürmüş, kümesin parmaklıklı kapısını kapamış. Artık istediği kadar bağırıp çağırsın, kaç para eder bakalım?.. Daha

sonra Gretel'e gitmiş; kızcağızı tartaklayarak uyandırmış:

- Kalk bakayım miskin! diye bağırmış, kalk da eve su taşı! Dışarda kümesin içinde kapalı olan kardeşine bir şeyler pişir de biraz semirsin... İyice yağlandıktan sonra onu yiyeceğim. Bunları duyan Gretel acı acı ağlamaya başlamış. Fakat ne yapsa yararsız! Kötü yürekli cadı ne derse yapmak zorundaymış.

Zavallı Henzel'e en güzel yemekler pişiriliyormuş. Fakat cadı Gretel'e yengeç kabuklarından başka bir şey vermiyormuş. Her sabah cadı kümesin yanına sokuluyor:

- Henzel, parmağını dışarı çıkar bakayım; semirdin mi, semirmedin mi? diye sesleniyormuş.

Fakat Henzel kümesin deliğinden bir kemik parçası uzatıyor, gözleri bulanık gören kocakarı bunu Henzel'in parmağı sanıyormuş. Çocuğun bir türlü yağlanmadığını görerek şaşıyormuş.

Aradan dört hafta geçtiği halde Henzel kendisini hâlâ zayıf gösterince cadının sabrı tükenmiş. Artık daha fazla beklemek istemiyormuş. Bir sabah kıza seslenmiş:

- Gretel, çabuk ol, su taşı... Henzel ister zayıf olsun, ister semiz. Yarın onu kesip pişireceğim.

Zavallı kızcağız suyu taşıdıkça içi parça parça oluyormuş. Gözlerinden yaşlar boşanıyor, bu göz yaşları yanaklarından aşağı dökülüyormuş:

- Tanrım bize yardım et, diye yakarıyormuş. Ne olurdu bizi ormandaki yabancı hayvanlar yeseydiler de kardeşimle bir arada ölmüş olsaydık!..

Cadı bunları duymuş:

- Boşuna soluğunu tüketme, diye bağırmış, sana kimse yardım edemez!

Ertesi sabah erkenden Gretel dışarı çıkarak su dolu kazanı yerine koyacak, ateşi yakacakmış. Kocakarı:

- Önce ekmek pişirelim. Ben fırını kızdırmıştım, hamuru da yuğurmuştum! demiş. Zavallı

Gretel'i fırına doğru itmiş. Fırının ağzından alevler çıkıyormuş. Cadı kadın:

- Gir içeri bakalım demiş, fırın iyice ısınmış mı? Ekmekleri sürebilir miyiz?

Amacı, Gretel fırının içine girince kapısını örtmek, kızcağızı kızartmakmış. Bugün onu da yemek istiyormuş.

Fakat Gretel cadının niyetini sezmiş:

- Fırına nasıl girileceğini bilmiyorum ki!.. demiş. Kocakarı:

- Aptal kaz, diye bağırmış. Fırının ağzı o kadar kocaman ki ben bile içeri girebilirim, işte bak!.. diye fırına yaklaşarak kafasını içeri sokmuş. Bunu üzerine Gretel birden bire kadının arkasına bir tekme yerleştirmiş, cadıyı fırının içine tıkmış, demirden kapağını kapayıp sürgülemiş. Kadın içerden acı acı bağırmaya başlamış ama Gretel buna kulak asmamış. Koşa koşa oradan uzaklaşmış. Kötü yürekli cadı cayır cayır yansın da görsün gününü!.. Gretel hemen Henzel'in yanına gitmiş. Kümesin kapısını açıp bağırmış:

- Henzel, kurtulduk... Yaşlı cadı geberdi... Henzel, kapısı açılan kafesten kurtulan bir kuş gibi, hemen dışarı fırlamış. Çocuklar sevinçten çılgına dönmüşler. Birbirlerinin boynuna atılmışlar, öpüşmüşler, öpüşmüşler... Artık hiçbir şeyden korkuları kalmamış. Cadının evine girmişler. Evin her köşesinde incilerle, değerli taşlarla dolu sandıklar duruyormuş. Henzel:

- Bunlar çakıl taşlarından daha iyi demiş. Ceplerini tıklım tıklım doldurmuş. Gretel:

- Ben de biraz alıp eve götüreceğim demiş. Önlüğünü doldurmuş. Henzel:

- Ama şimdi buradan gitmeliyiz; bu cadılar ormanından çıkmalıyız, demiş. Birkaç saat yol aldıktan sonra büyük bir suyun yanına varmışlar. Henzel:

- Karşıya geçemeyiz ki demiş. Ne bir köprü, ne de bir geçit görüyorum. Burda mini mini bir gemi de yok!.. Gretel:

- Ama bak şurada beyaz bir ördek yüzüyor... kendisinden rica edersek bizi karşıya geçiriverir... demiş, ördeğe seslenmiş:

- Kuzum ördek, canım ördek... Bak Henzel ile Gretel buradalar. Ne köprü var, ne de geçit... Bizi beyaz sırtına al...

Ördek yanlarına gelmiş. Henzel hayvanın sırtına binmiş. Kız kardeşini kendi omuzlarına oturtmak istemiş. Gretel:

- Hayır, demiş, ördek ikimizi birden taşıyamaz... en iyisi bizi teker teker karşıya geçirsin! İyi yürekli hayvancık bunu yapmış. İkisi de sağ ve esen karşıya geçip bir süre yürüdükten sonra, ormanda geçtikleri yerleri gitgide tanımaya başlamışlar. Sonunda uzaktan babalarının evini görmüşler.

Bunun üzerine koşmaya başlamışlar. Eve girince hemen babalarının boynuna atılmışlar. Zavallı adam, çocuklarını ormanda bırakıp döndüğü günden beri hiç rahat yüzü görmemişmiş. Bu aralık karısı da ölmüşmüş.

Gretel önlüğünü yere silkelemiş; incilerle değerli taşlar odanın ortasına yayılmışlar. Henzel de cebindekileri avuç avuç boşaltmış.

O günden sonra bütün üzüntüleri, bütün sıkıntıları sona ermiş. Babayla çocukları büyük bir neşe içinde bir arada yaşayıp gitmişler.

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...