YAKIŞIKLI GEYİK

Tibet munçağının Hani adında bir papağanı vardı. Munçak, Hani’yi satmak istiyordu fakat kimse Hani’yi almaya yanaşmıyordu. İşte, az önce tavşanın biri Hani’yi satın almak istemiş ama Hani olur olmaz yerde söze karışarak bu satışı engellemişti. Tavşan gittikten sonra, onların arasında şu konuşma geçti:

“ Kızma be Munçak..Ne olmuş yani iki çift de söz biz ettiysek. Ben sadece kendimi tanıtmaya çalıştım. Bunun için çeşitli konularda fikir ileri sürüp, yorum yaptım. Kime ne zararı var benim fikirlerimin. Beyinsel fonksiyonlarımın bir ürünü bu fikirler, yani işleyen beyin fikir üretiyor, fikir söz şeklinde ağızdan çıkıyor. Hem tavşan beni beğenmediğinden değil, seninle olmam çok daha faydalı olacağı için, beni satın almadı ve tavşan beni satın almadı diye bana kızmak hakkına sahip değilsin. “

Bunun üzerine Munçak, Hani’nin bulunduğu kafese sarıldı:

“ Canım Hani, seni satmak benim zoruma gitmiyor mu sanıyorsun? Yüreğim parçalansa da seni satmaya mecburum. Tavşan çok zengindi, süper para teklif etti. Bir ev alır, içini dayar döşer, kalanla iş kurardım, hayatım kurtulurdu. Keşke her söze limon sıkıp tavşanı vazgeçirmeseydin. “

“ Tamam, Munçak. Beni sevdiğini ispatladın. Şimdi bir adım geriye git de, havasız kalmaktan kurtulayım. İki adım demedim yakışıklı geyik, bir adım dedim. Bir adım ileri gelirsen söyleyeceklerimi daha yakından dinlemek ve daha iyi anlamak şansına kavuşursun. Eee ne diyordun, beni satıp dayalı - döşeli ev alıyordun, iş kuruyordun. Ya ben ne oluyorum? “

“ Ne demek, ben ne oluyorum? Sen zengin birinin yanına gidiyorsun ve lüks içinde yaşıyorsun. Yeni sahibin belki seni altın bir kafese koyar. Hayatın değişir, gerçek mutluluk neymiş öğrenirsin. “

“ Altın kafes ve gerçek mutluluk. Altın kafesi anladım da, gerçek mutluluk ne demekmiş? Şu mutluluk denen olgunun gerçeği nasıl oluyor? “

“ Bak Hani, şimdiye kadar sevinçli olduğumuz, mutlu olduğumuz zamanlar vardı. Arada mutsuz olduğumuz durumlar da bulunuyor. Bazen ne mutluluğu, ne mutsuzluğu düşünmeden yaşarız. İşte, bu mutluluk hayali mutluluktur; bir görünür, bir yok olur. Gerçek mutluluk ise, süregelir yani hep mutlu olursun. “

“ Zengin tavşan beni almış olsaydı, altın kafese koymuş olsaydı, en güzel yiyeceklerle besleseydi gerçek mutluluk neymiş öğrenemezdim, çünkü sen yanımda yoksun diye mutsuz olurdum. “

Hani’nin böyle konuşması üzerine Munçak derinden etkilendi. İçi cız etti. Onu satarsam mutsuz olacak, diye düşündü. Satmasa ne kaybederdi? Yatacak yeri vardı. Yiyecek, içecek ormanda boldu. Hem Hani gibi bir dostu arasan bulamazdın. Söyledikleri ise, yabana atılır cinsten değildi. Anlayana çok şey öğretirdi. Munçak, seni satmaktan vazgeçtim deyince Hani bir sevindi, bir sevindi ki, sormayın.

Aradan aylar geçti. Sonbaharın son günleriydi. Havalar soğumaya başlamıştı. Tibet Dağları’nda yaşayan geyiklerin bölge temsilcilerinin toplanıp, kış için gerekli hazırlıkları konuşacakları gün gelmişti. Toplantı alanına geyikler üçlü gruplar halinde geliyordu. Munçak ise, Hani’yi mağarada bırakmıştı. İki arkadaşıyla birlikte toplantı alanına gelince geyiklerin sevgi gösterisiyle karşılandı. Munçak biraz sonra toplantı başkanlığı için aday olduğunu açıkladı.

Hani mağaranın dışında gürültüler duydu. Kulak kabarttı. Pek çok ayak sesi gittikçe yakınlaştı ve duruldu. Artık tek bir ses duyuluyordu. O da, bir insan sesiydi. Ses özet olarak, geyiklerin yaptıkları toplantının basılacağını ve bütün geyiklerin kurşunlanacağını söylüyordu. Gelenler, yarım saat sonra gidince, Hani toparlandı. Bunlar kötü insanlardı. Bir katliam yapacaklardı. Oysa Munçak giderken neşeliydi. Başkan seçilirim diyordu. Munçak ölmemeliydi, hiçbir geyik ölmemeliydi. Yazıktı onlara. Katliam olmayacaktı. Kafesten çıkar, uçarak gider, duyduklarını söyler, onları kurtarırdı.

Hani çok uğraştı demir kafesin kilidini kırmak için. Kanatlanıp kanatlanıp kafesi taş duvara çarptı. Her tarafı yara-bere içinde kaldı. Tüyleri birer birer kopup yere düşüyordu. Hani’nin bu inanılmaz güç gösterisine kilit dayanamadı ve kırıldı. Hani kafesten fırlayıp, mağaranın dışına çıktı. Fakat Hani bir türlü uçmayı başaramadı. Yardıma koşamadı. Bunda Hani’nin kafeste doğup büyümesinin rolü vardı. Zaten Hani hayatı boyunca hiç uçmamıştı. Kötü insanların yaptığı katliam korkunç oldu. Geyiklerin çoğu toplantı alanında can verdi. Sadece Munçak ve dört Barasinga geyiği kurtulmayı başardı.

Munçak, Barasinga geyikleriyle birlikte, mağaraya geldiğinde Hani’yi bulamadı. Demir kafes yerde, kilidi kırılmış, mağara Hani’nin güzelim tüyleriyle doluydu. Munçak dışarı çıkınca ayak izlerini fark etti. İnsanların ayak izlerini. Oysa bu izler mağarada yoktu. İzler aşağıdan geliyor, toplantı alanına doğru gidiyordu. Demek ki, insanlar burada mola vermişlerdi ve Hani konuşmaları duyup yardıma gelmek amacıyla kafesin kilidini zorlukla kırmıştı. Hani uçamazdı, yardıma gelemezdi, o zaman neredeydi? Munçak önce Hani’yi bulacak ve sonra başarılması olanaksız gibi görünen planını uygulayıp, tam toplantı başkanı seçildiği anda ortalığı kan gölüne çeviren, masum geyikleri katleden insanları cezalandıracaktı. Munçak, ayak izlerini takip ederek, Hani’yi buldu. Zaten fazla uzağa gidememiş, biraz ilerdeki çalıların dibinde baygın yatıyordu. Yaraları sarıldıktan sonra mağaraya bırakıldı.

Munçak ve Barasinga geyikleri gece yarısı toplantı alanını rahatça görebilecekleri bir tepeye çıkarak durum değerlendirmesi yaptılar. İnsanlar, çadırlarda uyuyorlardı. Sadece üç nöbetçi bırakmışlardı. Munçak işin bu gece bitmesini istiyordu. Fakat Barasinga geyikleri yarın öğle vakti, gündüz gözüyle diyorlardı. Munçak, onlarla fazla tartışmadı. Tamam, sizin dediğiniz olsun, diyerek sözü bağladı. Daha sonra geyikler bir mağaraya girip yattılar. Barasinga geyikleri uyur, Munçak uyumazdı. Sessizce mağaradan çıkarak, toplantı alanına geldi. Nöbetçileri kollayarak çadırlara yaklaştı. Üstün koku alma gücünü kullanarak cephanelik çadırını buldu. Kapıdaki nöbetçiyi bayıltarak çadıra girdi. Dinamit dolu çantayla bir kutu kibrit alarak kaçtı. Munçak tepeye çıktı. Oradaki gölün toplantı alanına bakan yamaçlarındaki kayaların arasına dinamitleri yerleştirdi ve fitili ateşledi. Biraz sonra patlayan dinamitler büyük kaya parçalarını ve tonlarca suyu toplantı alanına indirdi.

Munçak sabah olunca toplantı alanına şöyle bir baktı. Çadırlar yoktu, ortalıkta insan görünmüyordu. İnsanların hepsi ölmüş müydü? Sağ kalanlar varsa garanti peşine düşeceklerdi. O zaman Barasinga geyiklerini yanına alarak tepenin arkasındaki bataklığa sığınacaktı.

Munçak, Barasinga geyiklerini mağarada buldu. Onlar, gece yarısı yer sarsıntısı olduğunu zannetmişler ve dışarı çıkmamışlardı. Olanları Munçak’tan dinleyince çok kızdılar. Dördü birlik olup Munçak’ın üstüne yürüdüler. Munçak mağaradan kendini dışarı zor attı. Barasingalar, laf anlamıyordu. Amaç, hunharca öldürülen geyiklerin intikamını almak değil miydi? İşte, intikam alınmıştı. Bu nefret nedendi? Gündüz gözüyle zaten bir şey yapılamazdı. Barasingaların belli bir planı yoktu. Güpegündüz eli silahlı onca insanın üstüne tekme-yumruk yürüyemezdin ya. Bol bol yiyip, bel bel bakınmakla intikam alınamazdı. Masum geyiklerin kanı yerde kalırdı. Birbiri ardınca patlayan silahlar anlamsız tartışmaya son verdi. Munçak ve Barasingalar, hızla tepeyi aşıp, bataklığa doğru kaçtılar. Peşlerinde büyük patlamadan sağ kalan üç insan vardı. Gözleri dönmüş, acımasız, katil ruhlu insanlardı.

Bataklıkta Munçak’la Barasingalar arasında yeni bir anlaşmazlık çıktı. Barasingalar, üç insandan kaçmayı gururlarına yedirememişti. Onların silahları varsa bizim boynuzlarımız var diyorlardı. Geri dönüp saldıracaklardı. Munçak çok diretti dönmeyin diye ama dinletemedi. Munçak’ın boş bulunduğu bir anda onu bataklığın çamurlu sularına ittiler. Munçak ağır ağır bataklığa gömülürken, bir kez olsun yardım edin demedi. Bütün Barasinga geyikleri böyle değildi ama, bu dört terso nasıl bir araya gelmişti, hayret!..Barasingalar, bataklığın çıkışında namlulara hedef oldular ve birer birer cansız yere serildiler.

Aradan altı ay geçti. İnsanlar gitmiş, olanlar unutulmuştu. Papağan Hani iyileşmiş, uçmayı öğrenmişti. Munçak’ı arıyordu, neredeydi Munçak? Hani, bir gün bataklıktaki ağaçların birinin üstünde dinleniyordu. Uzaklarda bir geyik gördü. İster misin bu Munçak olsundu? Hani, heyecan içindeydi, yakındaki bir ağaca kondu. Artık emindi, Munçak karşısındaydı. Hani, sevinç çığlıkları atarak, Munçak’la kucaklaştı. Munçak ise, Hani’ye hiç beklemediği bir anda kavuşmuştu. Olanı, biteni anlattı. Barasingalar tarafından bataklığa itildikten sonra hayattan ümit kestiğini söyledi. Bunun üzerine Hani:

“ Peki, nasıl kurtuldun? “ diye sordu.

Munçak:

“ Kurtulmadım, kurtarıldım…” dedi.

“ Seni kim kurtardı? “

“ Su yılanı Rave. Dört metre boyunda, iri bir su yılanı. Beni yeniden hayata döndürdü. Onunla çok iyi arkadaş olduk. Güçlü bir karakter yapısına ve sağlam bir iradeye sahip. Ağzından kırıcı söz duyamazsın, yalan söylemez, kötülük bilmez. “

“ Rave şimdi nerede? “

“ Buralardadır. Bazen benden ayrılır, şöyle bir dolaşıp geleyim, der gider. İki, üç saat ortada görünmez. Nereye gider, ne yapar bilmem. “

“ Sorsan ya, arkadaş neredeydin, diye. “

“ O kadarı da fazla. Özel hayatına karışamam. Dostları, arkadaşları vardır, onların yanına gidiyordur. Herhalde bütün zamanını bana ayıracak değildi. “

“ Gel Munçak, takip edelim şu Rave’yi. Bakalım nerelere gidiyor, neler yapıyor? “

“ Takip edelim de, ayıp etmiş olmaz mıyız? Belki bizim bilmememiz gereken durumlar vardır. Hem Rave, takip edildiğini fark ederse bize kızabilir. “

“ Kızmaz, kızmaz. Yardıma ihtiyacı olabilir Rave’nin, ama bunu sana söyleyememiştir. Aniden ortaya çıkarız, Rave sevinir. Eğer yanlış yapmışsak suç benim, seni ben zorladım. Sen beni kırmamak için, bu işe girdin. Tamam mı? “

“ Tamam değil. Senin önsezilerine güvenirim. Boşuna konuşmazsın. Macera olsun diye hiçbir işe kalkışmazsın. Garanti Rave’nin yardıma ihtiyacı vardır. Dikkat ediyorum da, son günlerde daha az konuşur oldu. Gittiği yerden dönünce hep düşünceli oluyor, dalıp gidiyor. Ben konuşuyorum, o dinliyor. Aradan birkaç saat geçmeden kendine gelemiyor. Rave’yi takip ederiz ama bir şartla: Yanlışa düşersek suç ikimizin olur. “

“ Aslanım Munçak, seni seviyorum, şartını kabul ediyorum. “

Munçak daha sonra hayatını borçlu olduğu su yılanı Rave’yi Hani ile tanıştırdı. Hani ilk anda çekindi Rave’den.

‘ Ne kadar kocamanmış. Falso yaparsak ve bir kızarsa yutar beni bu Rave ‘ diye düşündü. Plan, kusursuz olmalıydı. Rave hiçbir şeyin farkına varmamalıydı. Kolay değildi, Munçak ölümden dönmüştü. Daha tam olarak toparlanamamıştı. O, bataklıkta kısılıp kalacak bir geyik olamazdı. Bataklıktaki yaşam eski Munçak’tan pek çok şeyi alıp götürmüştü. Yürümesi yavaşlamıştı, hızlı koşamıyordu. Neredeydi o rüzgârla yarışan geyik? Zayıflamıştı azıcık, eskisi gibi heybetli değildi. Ayrıca boynuzunun biri ortadan kırıktı. Munçak, Barasingalar mağarada kendisine saldırdığında boynuzunun kırıldığını söylemişti. Munçak’ı bu işe fazla karıştırmadan Rave’nin durumunu araştırmalı, yardıma ihtiyacı varsa yardım etmeli, Munçak’ın Rave’ye can borcu ödenmeli ve Munçak’ı bataklıktan kurtarıp ormana götürmeliydi. İşte, o zaman Munçak yine rüzgârla yarışırdı. Eğer Munçak isterse, yeniden bir kafese girer, Munçak’ın onu iyi bir fiyata satmasını beklerdi. Yeter ki, Munçak bataklıktan kurtulsundu. Arkadaşlık dediğin böyle olurdu.

Bir gün Hani başının ağrıdığını söyleyerek bataklıktaki mağarada kaldı. Munçak ile Rave gezmeye çıktılar. Bir saat sonra Rave, şöyle bir dolaşıp geleyim, dedi ve Munçak’tan ayrıldı. Rave bataklık suyuna girdi ve yüzmeye başladı. Hani ise, gökyüzünde yükseklerde uçarak, Rave’yi izliyordu. O, bugün Rave’nin nereye gittiğini, ne yaptığını öğrenmeye kararlıydı.

Rave uzun süre yüzdükten sonra küçük bir adaya çıktı. Yanına kendi kadar bir su yılanı ve on tane yavru su yılanı geldi. İki saate yakın onların yanında kalan Rave, daha sonra geldiği yoldan Munçak’ı bıraktığı yere doğru yüzmeye başladı. Hani, Rave’den önce, Munçak’ı buldu. Olanları anlattı. Her şey apaçık ortadaydı. Rave eşini ve yavrularını görmeye gidiyordu.

Munçak, Rave gelince, artık ormana gitmek istediğini, ormanı özlediğini söyledi. Rave ısrar etti Munçak’a kal diye ama Munçak, kesin kararını verdiğini, gideceğini, ara sıra ziyarete geleceğini söyledi. Daha sonra Munçak ile Hani, Rave’ye bol şans dileyerek ayrıldılar. Munçak ormanda birkaç ayda kendine geldi. Güçlendi. Hızlı koşmaya başladı. Hem öyle hızlı koşmaya başladı ki, Hani uçarak O’nu geçmekte zorlanıyordu.

Üç Arkadaşın Hikayesi

Bugün seni özledim sevgili aynacık. Hemen akşam olsun istedim. Çünkü benim için hazırladığın güzel masalları özlemiştim. Çağırdım çağırdım, gelmedin. Şöyler misin, masallar hep gece olunca mı okunmalı?

Ve aynacık ay gökyüzüne çıkar-çıkmaz, soluğu padişah kızı’nın yanında almış. Masalı anlatmaya başlamadan önce ona şunları söylemiş: Masallar gecenin karanlığında yaşar. Hem uyumadan önce anlatılsın ki güzel rüyalar göresin. Haydi şimdi dinlemeye başla…

Baratis adındaki bir ülkede kış mevsimi çok uzun geçermiş. Öyle soğuk olurmuş ki; ilkbahar hiç gelmeyecek sanılırmış. Artık insanlar soğuk gecelerden sıkılırlarmış. Dua ederlermiş. Sıcak günlerin gelmesini isterlermiş.

Bahar gelir-gelmez de insanlar kendilerini sokağa atarlarmuş. Kırlarda gezintiye çıkarlar, çiçek toplarlarmış. Çocuklar bütün kış boyunca dışarıda oynauamadıkları oyunların tadını doya doya çıkarırlarmış.

Kışın donan nehirler, gürül gürül aköaya başlarmış. Boyunlarını büken ağaçlar gökyüzüne doğru uzanırlarmış. Yani ilkbahar tüm güzelliğiyle gelirmiş insanların arasına.

İşte bu ülkede uzun kış mevsiminin ardından bu güzel baharlardan birisi çıkagelmiş. Çoluk-çocuk insanlar kendilerini sokaklara atmışlar. Bu insanlar arasında üç tane can-ciğer arkadaş varmış. Bunlar da tabîatın tadını çıkarmak için yemyeşil dağlara tırmanmaya başlamışlar. Konuşa konuşa yürüyorlar, ağır ağır ormanın derinliklerine dalıyorlarmış.

Bir süre sonra yorgunluk hisseden bu üç arkadaş kocaman bir çam ağacının gölgesine oturmuşlar. Az ileride usulca akan bir derenin şırıltısını duyuyorlarmış. Bahar yeli yaprakları hafif hafif sarsıyormuş.

Bu üç arkadaş sohbet ederken, birisinin eline çiviye benzer bir şey batmış. Elini kanatan şeyi merak eden adam toprağı sıvazlarken birden demir bir kapak yerinden oynamış İyice meraklanan adam kapağın altında ne olduğunu öğrenmek istemiş ve kapağı kaldırmış. Bir de ne görsünler, içeriye doğru uzanan karanlık mı karanlık daracık bir yol çıkmış ortaya. Önce ürkmüşler karanlıktan. İçeri girmekten çekinmilşer. Fakat bir cesaret gelivermiş üzerlerine başlamışlar yürümeye.

Yirmi adım ancak yürümüşler, birden jarşılarına üç adam boyunda bir kapı çıkmış. Korkarak itmişler kapıyı. Bu kapı, büyük bir odaya açılıyormuş. Üç arkadaş hayretler içinde kalmışlar. Sanki odanın içinde güneşten bir parça varmış. Parıl parıl parlıyormuş oda. Çil çil altınlar, küme küme duruyorlarmış yerlerde. Yakutlar, elmaslar, inciler…

Çılgına dönen adamlar öücevherlerin içine atmışlar kendilerini. “Zengin olduk, zengin olduk” diye bağırıyorlarmış. Bir süre sonra yorulmuşlar ve bir köşeye oturmuşlar. Birisi;

- Bu mücevherleri nasıl taşıyacağız, diye sormuş.

Diğeri ibir fikir atmış ortaya:

- Ben şehre gideyim. Siz burada bekleyin. Atları alıp hemen dönerim. Sonra da hep beraber yola koyuluruz.

Bu fikir kabul edilmiş. İkisi beklemeye başlamışlar, üçüncüsü şehre doğru yola çıkmış. Giderken aklına öyle kötü düşünceler girmiş ki; arkadaşlarını öldürmeye karar vermiş. Şöyle düşünmüş:

- Neden o kadar parayı üçe böleyim ki? Paranın tamamı benim olabilir.

Bu düşünceden bir türlü vazgeçemiyormuş. Eve varınca karısına;

- Artık çok zengin olacağız, demiş. Hemen tencereler dolusu yemek hazırla. Arkadaşlarım acıkmıştır. Onlara götüreceğim. Ben çarşıya gidiyorum, almam gerekenler var.

Adam evden çıkmış, tanıdığı ne kadar kişi varsa bir bir ziyaret etmiş. Atlarını bir süre için ödünç almış. Eve dönerken kuvvetli bir zehir satın almayı da unutmamış. Heyecanla eve gelmiş, karısının yemekleri hazırladığını görünce daha bir heyecan kaplamış yüreğini.

Karısı görmeden cebindeki zehiri çıkarmış, yemeklere koyup bir güzel karıştırmış. Daha fazla zaman kaybetmeden yemekleri yanına almış ve atlarla yola çıkmış. Giderken de düşüncelere dalmış:

- Şimdi arkadaşlarım ne çok meraklanmışlardır. Pek de acıkmışlardır. Kimbilir nasıl da yiyecekler bu lezzetli yemekleri. Ben de onları seyredeceğim. Yaşasın hazinenin tamamı benim olacak. İkisini de öldüreceğim.

Fakat hazinenin yanında kalan iki arkadaşı da boş durmamışlar. Onların da akıllarında kötü düşünceler gezinmekteymiş. Aralarında şöyle konuşmuşlar:

- Gelir-gelmez onu öldürmeliyiz. Neden hazineyi üçe bölelim ki? İkiye böleriz daha çok paramız olur.

Heyecanla bekliyorlarmış. Biri kapının sağ köşesine, diğeri kapının sol köşesine yerleşmiş. Saatler geçmiş aradan ve nihayet atların nal seslerini duymuşlar. Adam da arkadaşlarına seslene seslene geliyormuş:

- Ben geldim. Güzel güzel yemekler getirdim size.

İçeriden sevinç çığlıkları yükselmiş, fakat yerlerinden kımışdamamışlar:

- Hoşgeldin, sevgili dostumuz. Gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdeydin? Bizi merakta bırakman hiç doğru değil.

Adam yavaş yavaş odaya doğru yürümüş. Tam kapının ağzına gelmiş ki; ikisi birden adamın üzerine atlamışlar. Bir çırpıda öldürüvermişler arkadaşlarını. Hiç de üzülmemişler bunu yaptıkları için. Güle-oynaya yemekleri önlerine çekmişler. Başlamışlar afiyetle yemeye. Fakat pek kısa bir aradan sonra zehir etkisini göstermiş. İkisi de ne olduğunu anlayamadan son nefeslerini vermişler.

Böylece hazineye üçü de sahib olamamış. Açgözlülükleri yüzünden hazinenin tamamını kaybetmişler. Paylaşmanın ne kadar güzel, insanları sevmenin ne kadar yüce bir duygu olduğunu hiçbir zaman öğrenemedikleri için canlarından olmuşlar. Bu hayatta paradan güzel öyle çok şey var ki

Küçük Deniz Kızı

Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış. Ama bu kral insanların kralı değilmiş. Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş. Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş. İçlerinde en güzelleri en küçük olanıymış. Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş. Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış. Bu masallarda bacak adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış. Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş. "Onbeş yaşını beklemen gerekir," demiş büyükanneleri. "O zaman gidip görebilirsin."

En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış. Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş. Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş. Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş. Yakınlarda bir gemi demir atmış. Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş. Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii. Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla sallanmaya başlamış. Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş. Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış. Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış. Sabah olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş. Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş. Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş. Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle baş başa kalmış.


O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış. Artık dayanamıyormuş. Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş. Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: "Niçin geldiğini biliyorum denizkızı," demiş. "İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun. Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun. Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun?" "Bilmiyordum," demiş küçük denizkızı, "ama insan olabilmek için neyse öderim." "Sesini istiyorum," demiş cadı, "şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun." " Çabuk," demiş küçük denizkızı. "Ben kararımı çoktan verdim zaten." Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş. Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş. Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş. Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış. Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş. Yanında küçük denizkızını da götürmüş. Zavallı kız çok acı çekiyormuş. Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş. Düğünleri muhteşem olmuş. Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış. Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş. Yalnızca küçük denizkızı sessizmiş. Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından. O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş. Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış. Birden suların dibinden denizkızının kardeşleri çıkmışlar. Saçları kısa kısa kesilmiş. "Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık. Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak." Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış. Ama denize düşmemiş. Kendini havada uçarken bulmuş. Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş. "

Biz havanın kızlarıyız " demişler. "Artık bizimle mutlu olursun." Küçük denizkızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş.

Adil Paylaştırma

Aslan, kurt ve tilki arkadaş olup avlanmaya çıkmışlar. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan avlayan kafadarlar avlarını bir mağaraya getirmişler. Aslan kurda dönerek;

"Hadi bakalım!" demiş. "Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım." Demiş.

Kurt ezile büzüle: "Ey büyük sultanım." Demiş. "Şu öküzü siz buyurun, keçi benim, tavşanda tilki kardeşin olsun." Demiş.

Aslan birden çok kızmış. Ve "Bre küstah!" demiş. Sen kim oluyorsun? Ben varken sana pay etmek düşer mi?" Sonra da bir pençe darbesiyle kurdu yere sermiş. Bu kez tilkiye dönüp "Öyle aval aval bakma da paylaştır şu avları bakalım." Demiş.

Tilki "Pay etmek haddim değil ama madem emir buyurdunuz söyleyeyim. Tavşan sabah kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz olur. Keçiyi de akşam yersiniz." Demiş.

Aslan bu paylaştırmadan çok hoşlanmış ve tilkiye, bu kadar adil bir paylaştırmayı nereden öğrendiğini sormuş. Tilki de: "Yüce efendim!" demiş. "Şu haddini bilmez kurdun halinden öğrendim." Demiş.

Yasemin ile Emirhan Kısa Masalı

Pazar günü sabahı kahvaltılar edildikten sonra annelerinden izin alan Yasemin ile Emirhan birlikte gezmeye çıkar. Hava almak için ormana gitmeye karar veren iki kardeş yolda markete uğrarlar ve karınlarının acıkması ihtimaline karşılık yiyecek birkaç şey alırlar. Ormana giderken tarla ve bahçelerden geçerler.

Dışarıda güneşli ve güzel bir hava vardır. Hava, bir haziran günü olmanın hakkını vermektedir. Yemyeşil çayırlar vardır. Ağaçlar daha yeni meyvelerini vermeye başlamışlardır. Yolda Yasemin kardeşi Emirhan’a bazı ağaçların hangi tür ağaç olduklarını sorar. Emirhan onların elma ve kiraz ağaçları olduğunu açıklar. Öğlen olmuş, güneş tepeye çıkmıştır. Tam bu sıralarda ormana ulaşırlar.   Çam kokuları arasında yürüyüşlerine devam ederler. Karınları acıktığında bir ağacın gölgesine oturup karınlarını doyururlar.

Piknik yapan diğer insanlar da etrafa oturmuş yemek yemektedirler. Hava kararmaya başlayınca Emirhan Yasemin’e saatin çok geç olduğunu, artık eve dönmeleri gerektiğini söyler. Yasemin hiç gezmedikleri bir yeri işaret eder ve oraları da gezmek istediğini söyler. Emirhan da ona uyar ve gezmeye devam ederler.

Ormanda kaybolurlar. Hava da kararmıştır. Artık akşam olmuştur. Bir ağacın dibine sığınıp orada beklemeye başlarlar. Eve gelmedikleri için anne ve babaları telaşlanmış, onları aramaya çıkmıştır. İleride bir ışık görürler. Bu ışık anne ve babalarının tuttukları fenerleridir. Onları görünce pek sevinirler ve bir daha yanlarında kimse olmadan ormana girmeyecekleri sözünü verirler.

Yalancı Çoban 1 Kısa Masalı

Bir çoban varmış. Bu çoban hep yalan söylermiş. Bir gün yine keçileri, oğlakları otlatırken yine yalan söylemiş.
-Yetişin kurt var. Demiş.
Eline sopayı alan gelmiş. Ama ne kurt varmış nede köpek. Kuzular güzel güzel ot yiyorlarmış. Çoban da gülmüş. Şaka yaptım demiş. Herkes çobana söylene söylene gitmiş. Bir gün çoban yine aynı şakayı yapmış. Yine sopayı alan koşmuş. Kurt yok yine söylene söylene gitmişler. Bir gün kurt gerçekten gelmiş.
Çoban:
-Yetişin kurt var. Demiş.
Ama bu sefer kimse çobanı kafasına takmamış. Kurt çobanı da çobanın sürüsünü de afiyetle yemiş.

Yalancı yalan söyler de ne kazanır? Bir daha doğruyu da söylese kimseyi inandıramaz

Tutumlu Çocuk Kısa Masalı



Sude bugün ne yaptı biliyor musunuz çocuklar? Tuvaletteki musluklardan biri açık kalmış, su boş yere şarıl şarıl akıyormuş, Sude koşa koşa gitmiş ve musluğu kapatmış. Öğretmeni "Aferin Sude'cim, ben tutumlu çocukları çok severim" demiş. Sude eve gidince annesine olanları anlatmış. Onların da çok hoşuna gitmiş, aferin benim kızıma demiş. Tutumlu olmak için başka neler yapmalıyım diye annesine sormuş. Gereksiz yanan lambaları söndürebilirsin demiş, daha çok para biriktirebilirsin demiş annesi çünkü kumbarası varmış Sude'nin. Artan paralarını kumbaraya atarsan paranı biriktirmiş olursun bu sayede istediğinin diğer oyuncaklarını kumbarandaki parandan alabiliriz demişler. O günken sonra gördüğü açık lambaları söndürüp kumbarasında daha çok para atmış. Oyuncaklarını eşyalarını da daha dikkatli ve özenli kullanmış.

Trafik Lambasının Oyunu Kısa Masalı

O gün hava çok güzeldi. Menekşe sokağındaki trafik lambasının canı çok sıkılıyordu. Her gün aynı şeyleri yaptığını ve kimsenin onu fark etmediğini düşünüyordu. Bir oyun oynayacaktı. Kırmızı yanması gereken lambayı yeşil, yeşil yanması gereken lambayı sarı, sarı yanması gereken lambayı da kırmızı yakmaya karar verdi. Oyuna daha yeni başlamıştı ki, ortalık birden çok karıştı. Yaramaz trafik lambası meraklı gözlerle etrafına bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Trafik lambası şaşkındı. Bu kadar olaya neden olabileceğini hiç düşünmemişti. Olay yerine hemen trafik polisleri geldi. O sırada üzgün duran trafik lambasını gördüler. masalsitesi.com Trafik polisi lambaya' 'Yaptıklarını
Sponsorlu Bağlantılar
görüyor musun?'' diye kızdı. Trafik lambası ne diyeceğini bilmiyordu. ''Bu kadar önemli iş yaptığımın farkında değildim. Her gün aynı şeyleri yapıyorum. Kırmızı lambayı yakıyorum duruyorlar. Sarıyı yakıyorum bekliyorlar. Yeşili yakıyorum geçiyorlar. Onlar da aynı şeyleri yapmaktan sıkılmışlardır, belki oyun oynamak isterler diye düşündüm.''dedi. Trafik polisi: "Sen bir trafik lambasısın. Bu yüzden kurallara uyup, görevlerini yerine getirmelisin. Eğer görevini yapmazsan trafik karışır.''dedi.
Trafik lambası çok üzgündü. Yaptığı hatanın farkına varmıştı. Herkesten özür diledi. Görevinin ne kadar önemli olduğunu anladı.

Tok Kurtla Koyun Kısa Masalı

Boğazına kadar doymuş bir kurt, yolda bir koyun görmüş.
Koyun, korktuğu için olacak, hemen yere serilmiş.
Kurt yanına yaklaşmış, içi rahat etsin diye uzun uzun dil dökmüş: "Bana üç doğru söz söyle, seni salıvereyim" demiş.
Koyun: "Birincisi, keşke ömrümde seni görmeyeydim; ikincisi, gördüm, bari gözlerin kör olsaydı; üçüncüsü, dilerim, bütün kurtlar vebaya tutulun da geberin, çünkü bizden bir kötülük görmediğiniz halde gene bize etmediğinizi komuyorsunuz" demiş.
Bu üç sözün doğruluğuna kurdun da bir diyeceği olmamış, koyuna hiç dokunmamış, salıvermiş.

Doğruyu söylemek çoğu düşmanı bile yumuşatır.

Tilki İle Kedi Kısa Masalı

Tilki ile kedi sohbet ediyorlarmış. Tilki durmadan hilekar ve kurnaz olduğunu anlatıyormuş. Söylediğine göre düşmanları onu alt edemezmiş. Çünkü onlardan kurtulacak bir sürü oyun ve hile biliyormuş. Kedi birazda utanarak “Ben fazla oyun bilmem ki.” Demiş. “Düşmanlarımın elinden kurtulmak için tek bir yol bilirim. O da kaçmaktır.
Tilki: “Kedi kardeş.” Demiş. “Ben her tehlike karşısında başımın çaresine bakabilirim. Ama senin durumuna üzülüyorum. Korkarım bir gün seni çabuk altedecek.” Az sonra bir sürü Tazının bağrışmalarını duymuşlar. Bir avcı topluluğuna ait bu köpekler bütün hızlarıyla kendilerine doğru koşuyormuş. Kedi hemen yanındaki ağacın dallarına sıçrayarak üstteki bir yaprak kümesinin içine saklanmış. Tilki ise acaba şu hileyi mi yapsam yoksa bu hileyi mi diye düşünmeye başlamış. Çünkü o kadar hile biliyormuş ki hangisini uygulamasının doğru olacağına bir türlü karar veremiyormuş. Tam birisini uygulayacakmış ki tazılar etrafını çevirip tilkinin işini bitirmişler.
Bütün olanları yukarıdan seyreden kedi çok hile bilmediğine şükretmiş.

Tavşanlarla Kurbağalar Kısa Masalı

Tavşanlar bir gün toplanmışlar, durumlarından yanıp yakınıyorlarmış.
Yakınırlar a! Kolay mı tavşan olmak?
İnsanından kork, köpeğinden kork, kartalından kork, kısacası her türlüsünden kork...
Öyle bıkkınlık içinde, yarın ne olacağını bilmeden yaşamaktansa bir kez ölüp gitmek daha iyi değil mi?
Kararlarını vermişler: "Kendimizi suya atalım da boğulalım, kurtulalım" diyerek dere boyuna doğru koşmuşlar.
Kurbağalar da dere boyuna dizilmişler, güneşleniyorlarmış, tavşanların geldiğini duyunca ürküp hemen suya dalmışlar.
Tavşanların içinden bir akıllısı: "Hele durun, arkadaşlar, kıymayın canınıza: gördünüz ya, bu dünyada bizden korkağı varmış" demiş.

İnsan kendinden güçlüsüne bakıp da dövüneceğine kendinden güçsüzüne bakıp avunsun, daha iyidir.

Şanssız Köylünün Şansı Kısa MasalıKöylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. İşleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış. Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş. Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.

Köylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. İşleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış.

Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş.

Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.

Su Damlası Kısa Masalı

Büyütecin ne olduğunu, her şeyi yüz kat büyülten bir çeşit gözlük camı olduğunu herkes bilir.

Bir damla suya büyüteçle bakıldığında binlerce küçük yaratık görünür. Oysa çıplak gözle bakarsak onların hiç birini göremeyiz. Ama onlar her zaman o suyun içindedir.

Bir zamanlar "dev amca" adında bir adam yaşarmış, güzel, ilginç olan her şeye sahip olmak istermiş eğer elde edemezse ya büyücüye başvurur ya da kendi kendine binbir çeşit yol icat edermiş.

Bir gün eline büyüteci alıp bir damla suyu incelemiş suyun içinde o gözle görünmez yaratıklar hiç durmadan hareket ediyorlar, sıçrayıp, hopluyorlarmış.
Sponsorlu Bağlantılar

Çok ilginç bulmuş fakat daha net görmek için renklendirmeyi düşünmüş ve kırmızı bir renk damlatmış içine. Bu bir büyücünün kanıymış. Birden sudaki yaratıklar pespembe oluvermiş.

Bu yaratıkları bir kente yaşayan canlılara benzetmiş. Hiç durmadan itişiyorlar, dövüşüyorlar, birbirlerini çekiştiriyor ve acımasızca ısırıyorlar.

Aşağıdakiler yukarı çıkmak istiyor hem de devamlı onları sindirmeye çalışıyorlar.

- "Aslında bu yalnızca bir su damlası" demiş.

Gülümseyerek,

- "Ama yinede gerçek yaşamdan bir örnek. Oysa tüm canlılar birbirlerine sevgi ile baksalar her şey daha güzel olmaz mıydı ?" diyerek bitirir.

Simitçi Maymun Ve Yaban Domuzu Ailesi Kısa Masalı

Bir maymun varmış. Ormanda simit satarmış. İyi kalpliymiş ama fakirmiş. Bir gün bu maymuna kaldırımda yürürken, yolda aşırı hızla giden ve virajı alamayan genç yaban domuzunun kullandığı motosiklet çarpmış.

Çarpmanın şiddetiyle maymunun kafası bir binanın duvarına çarpmış. Çok kan kaybeden maymunu hastaneye kaldırmışlar ve ameliyata almışlar. İki ay komada kalan maymun nihayet kendine gelmiş. Bir ay kadar daha hastanede yatan ve hastane koridorlarında gezmeye başlayan maymun mahkemeye çağrılıp sanık sandalyesine oturtulunca ne yapacağını bilememiş.  Motorda hasar bıraktı diye, genç yaban domuzu ve ailesi tarafından mahkemeye verilmiş.

Mahkemede, yaban domuzu ailesinin avukatı, maymunu suçlamış. Maymun, yarası iyileşmediği ve beyninde hasar olması sebebiyle konuşma zorluğu çektiği için, kendini savunamamış.

Hâkim, maymunu suçlu bulmuş. Bunun üzerine maymun, yaban domuzu ailesine, avukata ve hâkime yalvarmış, ağlamış, gözyaşı dökmüş. Sonunda maymunun haline acıyan yaban domuzu ailesi, şikâyetini geri almış ve hâkim de, maymunu serbest bırakmış.

Sihirli Şapka Kısa Masalı

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir keloğlan varmış. Keloğlan kel olduğu için hep kafası üşürmüş. Annesi şapka almak için pazara göndermiş Keloğlanı. Keloğlan pazara giderken yolda aksakallı bir dede görmüş. Dede şapka satarmış. Keloğlan tembel olduğu için pazara gitmeye üşenmiş şapkayı bu dededen almaya karar vermiş.
- Selamünaleyküm dede ben bir şapka almak istiyorum demiş. Dede,
- Aleykümselam. Tabi ama benim şapkalarım sihirlidir almak için hak etmek gerek demiş. Bu şapkayı almak istiyorsan beni tek bir hareketle tepetaklak et demiş.
Keloğlan düşünmüş düşünmüş kel kafasını kaşımış sevinçle buldum! demiş. Yeleğinin cebinden çıkardığı küçük aynasını dedenin başına tutup hele yukarı bak dede demiş. Dede başını kaldırıp aynaya bakınca kendini tepetaklak görmüş. Aferin Keloğlan sen cok akıllı bi delikanlısın al bakalım şapkanı demiş. Ve devam etmiş, bak Keloğlan çok darda kalırsan başın derde girerse "davran şapkam davran, kurtar beni bu durumdan" de seni kurtarır..."davran şapkam davran, bana ver altınlarından" dersen altın verir sana... eğer şapkayı çaldırırsan geri almak için "davran şapkam davran, sahibine gel şapkam"de,demiş. masalsitesi.com Keloğlan tamam deyip evine doğru yol almış, eve gidip anasına olanı biteni anlatmış. Annesi madem öyle keloğlum altın istede ihtiyaçlarımızı alalım demiş. Keloğlan "davran şapkam davram,bana ver altınlarından demiş şapkadan altınlar dökülmüş. Keloğlan sevinç içinde pazara gitmiş her ihtiyaçlarını almış bir de eşek almış, eşeğe yükleyip yola düşmüş..yolda karşısına hırsızlar çıkmış. Eşeğini çalmak istemişler o sırada Keloğlan davran şapkam davran kurtar beni bu durumdan demiş.şapka ejderha olup hırsızları bir hamlede yutmuş sonra şapka olup Keloğlanın başına konmuş..
Keloğlan eve gitmiş yemiş içmişler gece olunca şapkayı çıkarıp uyumuş Keloğlan. Eve hırsız girmiş üç beş bişeyler çaldıktan sonra evden cıkacakken şapkayı görmüş onuda başına takıp çıkmış.Keloğlan sabah şapkayı bulamayınca cok üzülmüş. çıkmış evden üzgün üzgün dolaşırken hırsızı görmüş şapka başındaymış. Gitmiş durdurmuş adamı kardeş bu şapka benim, hemen geri ver şapkamı demiş, hırsız inkar edip kaçmaya başlayınca Keloğlan davran şapkam davran sahibine gel şapkam demiş.şapka keloğlanın başına gelmiş. Hırsız korkudan kaçıp gitmiş. Keloğlan eve dönmüş, şapka sayesinde anacığıyla beraber varlık içinde yaşamışlar.

Salyangoz Ve Evi Kısa Masalı

Salyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşır. Bir zamanlar evini sırtında taşımaktan hoşlanmayan sevimli bir salyangoz yaşarmış. Üstelik evinin rengini de hiç beğenmezmiş. Bizim sümüklü böcek, kelebek ve uğur böceğini çok severmiş. Arada bir onlarla dertleşir evini şikâyet edermiş. “Ah keşke evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi taşıyorum bari sizin elbiseleriniz gibi bol desenli ve renkli olsaydı.”

Kelebek ve uğur böceği bir gün sümüklü böceğe “Sevimli arkadaşımız hani evim renkli olsun diyorsun ya biz onun bir çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtır var. Seni ona götürürsek evini rengârenk boyar.”

Sümüklü böcek buna çok sevinmiş. “Ne duruyoruz. Hemen gidelim.” Demiş. Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar. Gelen misafirleri dinleyen tırtıl boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış. Sonunda tırtıl, sümüklünün evini çok güzel desenlerle bezemiş. Sümüklü böcek yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olmasına çok üzülüyormuş.

Dönüş yolunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış. Kelebek ve uğur böceği öyle ıslanmışlar ki sele kapılmaktan son anda kurtulmuşlar. Oysa sümüklü böcek hemencecik evine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş. Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş. “İyi ki saklanabileceğim bir evim var. Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya.” Sevimli sümüklü böcek bu olaydan sonra bir daha evini sırtında taşımaktan şikâyetçi olmamış.

Öküz İle Eşek Kısa Masalı

Bir gün çiftlikte sabana koşulan öküz sahibine şöyle dedi
- Ben hastayım, yarın çalışmacağım.
Ertesi sabah çiftçi de eşeğini sabana koştu. Akşam ,öküz eşeğe sordu
- Nasıl ,kolay oldu mu
- Eh
- Patron bir şey demedi ya
- Hayır Bunun üzerine o akşam da sahibine hasta olduğunu ve çalışayamayacağını tekrarladı. Yine eşeği sabana koştular.Ve zavallı hayvan akşam perişan bir halde döndü .öküz
- Nasıl geçti ,diye sordu
- Eh şöyle böyle.
- Patron yine birşey demedi ya
- Yok, demedi ama bir ara baktım kasapla konuşuyordu..

Okla Vurulmuş Kartal Kısa Masalı

Kartalın biri, bir kayaya konmuş, oradan tavşanları gözetlermiş.
Bir adam onu uzaktan görmüş, okunu attığı gibi, ta yüreğinden vurmuş.
Kartal bakmış ki kendisini vuran okun kanatları gene kendi tüyünden...
Bunu görünce büsbütün kötü olmuş: "Öldüğüme yanmam, beni kendi tüylerimle öldürdüler, ona yanarım!" demiş.

Kendi silahımızla vurulduk mu, acısı bir kat daha ağır olur

Oduncunun İki Kızı Kısa Masalı

Oduncunun iki kızı varmış. Kızlardan biri zengin ama gönlü fakirle, diğeri fakir ama gönlü zenginle evlenmek istermiş. Sonunda bu kızlar muratlarına ermişler ve istedikleri gibi birer koca bulmuşlar.

Zengin olan katı yürekli ve cimri, fakir olan yufka yürekli ve eli açıkmış. Zenginle evlenen kızın kocası paraya acımış, karısına yıllarca elbise almamış, cebine beş kuruş koymamış. Fakirle evlenen kızın kocası paraya acımamış, her sene bir elbise almış, cebine kuruşları koymuş.

Zenginle evlendim diye sevinme, fakirle evlendim diye yerinme. Bu iş kısmet işi, zengin olsun, fakir olsun, evleneceğin olmalı er kişi.

Menderes'ten Su İçen Tilkiler Kısa Masalı

Bir gün tilkiler Menderes boyunda toplanmışlar: susamışlar da su içmek istiyorlarmış.
Ama su şarıldaya şarıldaya aktığından korkmuşlar, yaklaşmaya bir türlü cesaret edememişler. Birbirlerini yüreklendirmeye çalışmışlarsa da olmamış, o köpüren suyun yanına varmayı hiçbiri göze alamamış.
İçlerinden birinin kabadayılığı tutmuş: "Bu ne korkaklık be! Aranızda bir tane de mi yiğit yok?" demiş, kendisinin de onlar gibi tabansız olmadığını göstermek için suya atılmış.
Akıntı onu almış, ırmağın ta ortasına sürüklemiş.
Ötekiler kıyıdan seslenmişler: "Bizi bıraktın da nerelere gidiyorsun? Gel şuraya da nereden tehlikesizce su içebiliriz, bize bari onu göster" diye bağırmışlar.
Öteki, kendini akıntıdan kurtaramayacağını anlayınca, yiğitlik gene kendinde kalsın diye: "Hele durun biraz; kentte bir işim var benim, birini göreceğim; dönüşte uğrar, nereden su içeceğinizi gösteririm size!" demiş.

Küçük Sıvı Sabun Kısa Masalı

Küçük sıvı sabun son günlerde çok üzgündü. Çünkü onu kimse kullanmıyordu. Oysa sıvı sabun, evin küçük oğlu Umut ellerini yıkasın diye satın alınmıştı. Umut önceleri yemekten önce ve sonra, tuvaletten çıktığında, dışarıdan eve geldiğinde ellerini düzenli olarak yıkıyordu. Küçük sıvı sabun da işe yaradığını Umut’u mikroplardan koruduğunu, böylece Umut’un hasta olmadığını düşünerek mutlu oluyordu. Ama son zamanlarda Umut ellerini yıkamadan yemek masasına oturmaya başlamıştı. Annesi uyarınca da hemen aceleyle ellerini ıslatıp dönüyordu. O gün de aynı şey oldu. Umut aceleyle ellerini suda yıkadı. Lavabodan çıkmak üzereydi ki bir ağlama sesi duydu. masalsitesi.com Etrafına bakındı, küçük sıvı sabunu gördü. Umut şaşırdı küçük sıvı sabun ağlıyordu. Boncuk boncuk köpükler çıkarıyordu. Umut "Bir sabun neden ağlayabilir ki", diye düşündü. Umut, küçük sıvı sabunun yanına giderek;
- "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Küçük sıvı sabun da:
- "Annen beni, senin kullanman için aldı. Sen ilk zamanlarda beni kullanıyordun, ben de buna çok seviniyordum. Ellerin tertemiz oluyordu, Seni mikroplardan koruyordum, böylece hasta olmuyordun. Ama artık beni kullanmıyorsun, unuttun beni, yakında hasta olacaksın", dedi.
Umut küçük sıvı sabunun söylediklerini düşündü. Ona hak verdi. Umut:
- "Artık üzülme, söz bundan sonra ellerimi hep seni kullanarak yıkayacağım, temiz ve sağlıklı bir çocuk olacağım", dedi.

Küçük Ezgi Kısa Masalı

Küçük Ezgi Kısa Masalı

Altı yaşında küçük bir kız çocuğu olan Ezgi okul öncesi eğitimine gitmek için sabırsızlanıyordu. Bir sonraki sene yeni arkadaşlarıyla tanışacaktı fakat ailesinden de uzak olacaktı. Babası onu bir gün okula götürdü ki okula önceden alışsın. Babası ona heyecanlanacağı bu haberi seni gezmeye götüreceğim diyerek söyledi. Gece uyurken ertesi gün gidecekleri bu gezmeyi düşünüyordu. Sabah kahvaltılar yapıldı ve babası onu ablasının okuluna götürdü. Ezgi biraz sıkılmıştı. Burasının ablasının okulu olduğunu söyledi ve kendisini buraya getirmesine şaşırdı. Babası da onu buraya göndereceklerini söyledi. Hayattaki en iyi arkadaşlarını ve en güzel bilgileri burada tanıyacaktı. masalsitesi.com Önce sınıfları dolaştılar, kantini gördüler. Sonra kütüphaneye geldiler.Ezgi bu kadar kitabı bir arada ilk defa görüyordu ve şaşırıp kalmıştı. Babası buranın kütüphane olduğunu anlattı. Buradan nasıl faydalanıldığını ve bilgi açısından ne kadar zengin bir yer olduğunu anlattı. Ezgi kitapları incelerken kokusuna bayılmıştı. Sessiz kalmak şartıyla birkaç kitabı açıp inceledi. Burada hem bilim kitapları hem çizgi romanlar vardı. Her türlü kitap bulunuyordu.

Etrafına baktığında kitap okuyan ve ödev yapan öğrenciler gördü. Onlara özenmişti. Buraya tekrar gelmek istediğini söyledi babasına. Babası da onu kütüphane görevlisi ile tanıştırdı ve abisiyle gelmek şartıyla buraya girebileceğini söylediler.
Ezgi bu geziden çok memnun kalmıştı ve kitapların kokusunu tekrar duymak için sabırsızlanıyordu.

Kurdun Tilkiye Oyunu Hazırladı Sonunu Kısa Masalı

Kurdun biri tilkinin mağarasını elinden almak için, yalancıktan kavga çıkarmış. Bunun üzerine tilki kurdu dövünce, kurt ağlayarak aslanın huzuruna çıkıp olanları anlatmış ve tilkinin kendisini döverek, mağarasını sahiplendiğini söylemiş. Kurda inanan aslan mağarayı tilkiden alarak kurda vermiş ve tilkiyi ormandan kovmuş.

Tilki bunun altında kalır mı, ona boşuna kurnaz dememişler. Ormanı terk edip giderken, kurdun aslanın tahtında gözü olduğunu etrafa yaymış. Bunu duyan aslan kurdu yakalayıp öldürmüş, mağarayı tilkiye geri vermiş ve tilkiyi yardımcısı yapmış.

Birine tuzak kurmak istiyorsan vazgeç, alelacele kazdığın derin olmayan çukura o basar, çıkar, ama sen onun kazdığı derin çukura bastığında bir daha çıkamazsın.

Kurbağalar Kısa Masalı

Eski zamanlarda bir dere kenarında yüzlerce kurbağa yaşıyormuş. Bu kurbağalar neşeliymiş, güler yüzlüymüş. Savaş nedir bilmez, barış içinde yaşarlarmış. Bir gün bu dere kenarına hayalperest bir kurbağa gelmiş. Nana adındaki bu kurbağa devamlı olarak hayal görürmüş ve gördüğü hayalleri gerçekmiş gibi anlatırmış. Nana kısa zamanda kendine pek çok yandaş bulmuş. Yandaşlarıyla birlikte ayaklanmış ve kendine inanmayanlara karşı savaşıp, onları yenmiş. Böylelikle onlarca kurbağanın canı pahasına hükümdarlığını ilan etmiş. Nana tahta oturur oturmaz kurbağalara neşelenmeyi, güler yüzlü olmayı yasaklamış. Onların üstünde baskı kurmuş, yediklerine, içtiklerine karışır olmuş.
maşumu adındaki genç bir kurbağa Nana'nın fikirlerini anlamsız bulmuş. masalsitesi.com Kurbağaların en üstün canlı varlıklar olduğu düşüncesi üstüne yaşam felsefesini kurmuş. Kısa zamanda kendine pek çok yoldaş bulmuş.

Günlerden bir gün Maşumu'nun yoldaşları Nana'nın yandaşlarıyla savaşmışlar ve onları yenmişler. Sonraki yıllarda kurbağalar, özgür düşünce sistemini kurmuşlar, her çeşit konuda fikir ileri sürüp, yorum yapmışlar. Yokmuş öyle, böyle düşün, şöyle düşünme. Kim kimin özgür düşünme yeteneğine pranga vurabilir? Kim kimin yaşantısına karışabilir? Böylelikle kurbağalar mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürmüşler.

Kuklacı Kısa Masalı

Köy, kasaba, şehir demeden gezip dolaşan ve kukla oynatarak insanları eğlendiren bir kuklacı varmış. Kuklacı oyun bittiğinde şapkasını uzatır, seyircilerden para toplarmış ama para veren az olurmuş. Kukla oynatırken devleşen kuklacının neşeli hali, oyun bitince üzgün bir hal alır, başı önde seyir meydanından ayrılırmış. Az önce onu alkışlayanlar, acıyarak bakarmış.

Bir gün bu kuklacı bir kasabada kukla oynatırken, açlıktan başı dönmüş, gözleri kararmış, düşüp kafasını taşa çarpmış ve oracıkta ölmüş. Olanları oyunun bir parçası sanan seyirciler, kuklacıyı çılgınca alkışlamışlar. masalsitsi.com Seyretmeye beş yüz kişinin geldiği kuklacının cenazesinde beş kişi varmış.

Yol kenarlarında kukla oynatan, gitar çalan, şarkı söyleyen sokak sanatçıları görürseniz boş geçmeyin, onlara para verin. Sanat parayla satın alınmaz ama aç karnına da sanat yapılmaz, bunu unutmayın.

Kral Ve İki Ejderha Kısa Masalı

Vaktiyle çok yüksek surları olan ve bir kral tarafından yönetilen bir şehir devleti varmış. Halk huzur içinde yaşıyormuş. Günlerden bir gün ormandan gelen iki ejderha şehrin giriş kapısının sağ ve sol yanına oturmuşlar. Kendilerine her gün birer insanın kurban olarak verilmesini yoksa şehri yıkacaklarını söylemişler. Kral, baş vezirin itirazına karşın, ejderhaların isteğini kabul etmiş ve her gün iki insanı ejderhalara vermiş. Sonradan ejderhalar isteklerini giderek arttırarak beşer insana kadar çıkarmışlar. Şehir halkı giderek azalmaya başlamış.

Gece baskınıyla ejderhaları yok edelim, diyerek ilk günden beri kralın başını ağrıtan baş vezir şehirden kaçarak kurtulmuş. Şehirde son kalan insan olan kral ise, ejderhalara yem olmuş.

Sen kral bile olsan önerilere kulak as. Önerilere kulak asmazsan, öneriyi yapan kaçar gider, sen ise, kaçamaz yakalanırsın.

Köpekle Kasap Kısa Masalı

Köpeğin biri bir kasap dükkânının önünden geçiyormuş; bakmış ki kasap bir işle uğraşıyor, içeriye daldığı gibi bir yürek çalmış, hemen fırlamış.

Kasap dönüp de köpeğin kaçtığını görünce: "Sen o yüreği aldın ya, iyi bil, bundan böyle benim gözümden kaçamazsın, nereye gitsen kurtulamazsın, bir yürek aldın, ama benim yüreğimi de pekleştirdin" demiş.

İnsanın başına bir şey geldi mi, çoğu bir ders olur da gözünü açar.

Kocakarıyla Hekim Kısa Masalı

Kocakarının birinin gözlerine hastalık gelmiş, parasını vereceğim diye hekim getirtmiş.
Hekim, geldiği günler kadıncağızın gözlerine merhem sürer, bir bezle de sımsıkı bağlarmış.
Kocakarı görmüyor ya! Hekim evin eşyasını birer birer aşırırmış.
Gel zaman git zaman, kadının gözleri iyileşmiş, ama ev de tamtakır olmuş.
Hekim parasını istemiş.
Kocakarı parayı vermeyince mahkemelik olmuşlar.
Kocakarı yargıçlara: "Parasını ne diye verecekmişim? Gözlerimi iyileştirmedi, eskisinden daha kötü etti. Ben eskiden hiç değilse evimdeki eşyayı görüyordum, şimdi onları bile göremiyorum" demiş.

Kötüler yaptıklarının bir gün ortaya çıkıp kendilerini ele vereceğini hiç düşünmezler.

Kızılay Kısa Masalı

Ali ile ablası Gizem, yolda yürürken Ali şaşkınlıkla dondu kaldı.
- Neyin Var? Bir şey mi oldu? dedi.
- Abla bizim bayrağımız kırmızı, ay yıldızlı değil miydi?
- Evet öyle.
- Peki, bu bayrak ne bayrağı Türk bayrağından farklı. Baksana beyaz ve kırmızı ay var üzerinde, dedi Ali.
- Neyi merak ettiğini anladım canım. Bu Kızılay bayrağı. Kızılay ülkemiz için çok önemli bir yardım kuruluşudur. Sana bununla ilgili bir hikâye anlatayım mı?
- Evet, abla çok isterim, dedi Ali. masalsitesi.com
- Bir varmış. Bir yokmuş. Çok uzak zamanlar çok güzel bir ülkede büyük bir felaket olmuş. Evler yıkılmış, insanlar yaralanmış. Herkes çok üzgün ve mutsuzmuş.
Sponsorlu Bağlantılar
Bir gün o bölgeye büyük bir araba gelmiş. İçinden büyük çadırlar, battaniyeler, yiyecekler çıkmış. Gelenler insanlara yardım etmişler. Yaralarını sarmışlar. Yiyecek vermişler. Onları üşümemeleri için battaniyeye sarmışlar. Onlara kalmaları için çadırlar kurmuşlar.
İşte bunları yapan Kızılay’mış. Herkes onlara çok teşekkür etmiş.
- Peki, abla bize de bir şey olduğunda Kızılay mı yardım edecek?
- Evet, canım kardeşim. Kızılay gerektiği zaman herkese yardım eder dedi, Gizem.
Ali artık Kızılay’ın ne olduğunu biliyordu. Kızılay’ı çok sevmişti. Ülkemizde böyle iyi insanlar olduğu için ne kadar şanslıyız diye düşündü.

Kışlık Giysiler Kısa Masalı

Dışarısı buz gibi soğuktu. Ama evin içi sıcaktı. Ela, televizyonunun karşısına oturmuştu. Bir çocuk filmi izliyordu, filmin kahramanları bir deniz kıyısında kumların üzerinde oyun oynuyorlardı. Üzerlerinde sadece mayoları vardı. Emine hanım çoktan giyinmişti pazara gideceklerdi.

Ela annesinin çoktan giyin demesini unutmuştu. Aklı fikri filmdeydi. Ela sen hala film mi izliyorsun? Bak ben giyindim bile. Ela istemeye istemeye kalktı. Odasına gitti Giyinmeye başladı. Kendi kendine giyinmesini öğrenmişti. Ben giyindim annecim artık gidebiliriz dedi. Emine Hanım gülmeye başladı. Bunlar yazlık giysiler bu şekilde bu kış günü bunlarla dışarı çıkamazsın dedi.

Ela ağlamaklı oldu annesi Ela’yı odasına götürdü kışlık giysilerini beraber seçtiler atkısını şapkasını takıp botlarını giyerek dışarı çıktılar dışarısı çok soğuktu ve kar yağıyordu annesinin elinden tutup beraber dikkatlice yürüdüler.

Kendini Beğenmiş Uğur Böceği Okuma Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Hangi hayvanın yanında bulunsa, o hayvana şans getirdiğine inanan ve bununla övünen bir uğur böceği varmış.
Neredeyse, ormandaki bütün hayvanlar da buna inanırmış. Ve çoğu bununla ilgili bir anısını anlatırmış. Yalnız bu durumdan bir tek karınca rahatsız oluyormuş. Hiçbir şeyin şansla ilgili olmadığını düşünürmüş bu karınca. Uğur böceği de bunu bildiğinden, karıncayı pek sevmezmiş ve onun fikirlerine hep karşı çıkarmış. Karıncaya her defasında:
- Yanında bir uğur böceği varsa şanslısın; yoksa, başın beladaysa, hiçbir şey yapamazsın, der, dururmuş.
Karınca da ona cevap verirmiş:
- Beladan uzak durur ve çalışırsan hayatın hep yolunda olur. O zaman senin dediğin o şansa da gerek kalmaz.
Bir gün karıncaya kendisinin çok uğurlu olduğunu ispatlamak için, onu örümceğin yuvasına davet etmiş uğur böceği. Örümcek ağının olduğu yere gelmişler. Uğur böceği, karıncaya dönüp:
- Ben birazdan kendimi ağa atacağım. Sen hiçbir şekilde bana karışmayacaksın. Bu örümcek ağını her tarafıma yapıştıracağım. Örümcek şimdi yok; ama gelene kadar ben o ağdan şansımla kurtulmuş olacağım. Bunu yaptıktan sonra sen de herkesin önünde bana inandığını söyleyeceksin. Anlaştık
Sponsorlu Bağlantılar
mı, demiş.
Karınca ise:
- Bak seni uyarıyorum. Oradan kurtulamazsın, sonra da örümcek seni yer. Düşünmeden hareket ediyorsun, demiş.
Uğur böceği teklifinden vazgeçmemiş, tekrar etmiş söylediklerini. Karınca istemeyerek de olsa:
- Tamam, demiş bu sefer.  
Ama içten içe korkmuş uğur böceğine bir şey olacak diye.
Uğur böceği kendini ağa iyice yapıştırmış. Bu arada karınca saklanmış ve olacakları gizlice seyretmek istemiş. Beklemeye başlamışlar. Sessiz ve korkutucu bir beklemeden sonra uğur böceği ağdan kurtulmak için çırpınmaya başlamış. Ne yapsa olmamış.
- Ne gelen var ne giden. Karınca kardeş, ben burdan kurtulamayacağım galiba. Ne olur, sen yardım et, diyerek karıncaya yalvarmış. Karınca:
-Şimdi benim sözüme geldin mi? Seni kurtaracağım. Ama sen de bundan sonra kendini beğenmişlik yapmayacaksın ve burada olanları unutmayacaksın. Anladın mı?
- Anladım karınca kardeş, hem de çok iyi anladım.
-Benim şimdi yapacağıma "şans" denmez, "yardım" denir.
Uğur böceğini, çağırdığı karıncalarla ve onların getirdiği suyla kurtarmış. Uğur böceği bir daha kendini beğenmişlik yapmamış ve karıncanın yanında olup ona hep yardım etmiş. Böylece çok iyi dost olmuşlar.

Kediler Ve Fareler Kısa Masalı

İki katlı villanın iyi kalpli ama uykucu bir kedisi varmış. Villanın sahibi olan adam ve karısı sabah erkenden bürolarına gidince bütün gün yan gelip yatarmış.

Bir gün buraya anne fare ile dört yavrusu gelmiş. Salonun köşesine yuvalarını hazırlayıp, mutfaktan yiyecek aşırmaya başlamışlar.

Günler geçip gittikçe fareler burasını çok sevmişler ama kediye bir türlü ısınamamışlar. Kendilerine nazik davranan, yiyeceklerin yerini gösteren kediyi sonunda kovmuşlar.

Villa sahibi, bakmış kedi gitmiş, yerine Canavar adında bir kedi satın almış. Canavar, bırak farelerin mutfağa gitmesine, burunlarını yuvadan çıkarmasına izin vermemiş.

Yavrularıyla birlikte aç kalan anne fare bir fırsatını bulup villadan kaçmış ve iyi kalpli ama uykucu kediyi ormandaki bir kulübede bulmuş. Ona durumu anlatmış, af dilemiş ama kedi kesinlikle geri dönmemiş.

Daha sonra yavrularını yanına alan anne fare, gözyaşları içinde, villadan ayrılmış. İyi kalpli ama uykucu kediyi ne kadar sevdiğini hep yavrularına anlatmış.

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...